Türk Edebiyatı

Encümen-i Şuara Nedir, Topluluğu, Şairleri, Hakkında Bilgi

Encümen-i Şuarâ. XIX. yüzyılın İkinci yarısında bir grup şairin meydana getirdiği edebî topluluk.

1277 yılı sonlannda(Mayıs-Haziran 1861) başlayıp 1278 yılı ortalarına(Ocak 1862) kadar süren Encümen-i Şuarâ toplan­tıları İstanbul’da, Hersekii Arif Hikmet Bey’in Lâleli’de Çukurçeşme’deki evinde yapılmaktaydı. Encümen-i Şuarâ, aynı yıllarda benzer örneklerine rastlanan me­selâ CenViyyet-i İlmiyye-i Osmâniyye gi­bi belli bir nizâmnâmesi ve gayesi olan resmî veya yarı resmî bir kuruluş değil­dir. Encümen daha ziyade aynı ortak zevki paylaşan, bir yerde toplanıp şiir ve edebiyat sohbetleri yapan, çeşitli ve­silelerle daha önceleri de tanışan ve bir kısmı aynı dairelerde beraberce çalışmış, bir iki istisna dışında hemen hemen ay­nı kültür ve anlayışta kişiler olmaları do­layısıyla bir araya gelen insanlann oluş­turduğu bir dost meclisi hüviyetindedir. Bu yakınlıkları dışında encümene dahil şairlerin bazı ortak vasıflan da dikkati çekmektedir. Soy, doğum ve memuriyet gibi sebeplerle Rumeli vilayetleriyle İl­gileri, Bektaşî meşrep olmaları, değişik de olsa birtakım dergâhlara mensup bu­lunmaları çoğu için düşünülebilecek or­tak vasıflardan birkaçıdır. Her salı gü­nü düzenli şekilde yapılan toplantılarda meclisi daha ziyade Leskofçalı Gaüb Bey idare etmekte ve toplantıya katılan genç şairlere özellikle şiir yazma konusunda yol göstermektedir. Encümen-i Şuarâ toplantılarına devam eden ve isimleri tesbit edilebilen belli başlı şairler şun­lardır: Kadiri şeyhi Osman Şems Efendi, Mehmed Lebib Efendi, Koniçeli Mûsâ Kâ­zım Paşa, Hoca Salih Nailî, İbrahim Ha­let Bey. Recâizâde Mehmed Celâl. Mem-duh Faik Bey. Deli Hikmet, Mustafa Re­fik Bey, Üsküdarlı Hakkı Bey, Salih Faik Bey. Mustafa İzzet Efendi. Sâdullah Ra­mi Bey. Mustafa Eşref Paşa. İrfan Pa­şa. Mustafa İsmet Efendi. Ziya Bey (Paşa) ve Nâmık Kemal. Bazı kaynaklarda encümenin müdavimleri arasında gös­terilen Şeyhülislâm Arif Hikmet, Recâi­zâde Ekrem, Kânipaşazâde Ahmed Ri-fat ve Yenişehirli Avnİ beylerin bu top­luluğa dahil olmaları, her biri için farklı sebeplerden dolayı maddeten mümkün değildir.

Bir dost meclisi havası içinde geçen Encümen-i Şuarâ toplantılarında çoğu eski kültürü iyi bilen ve edebî zevki olan nazım tekniği kuvvetli şairler yazdıkla­rı yeni şiirleri okurlar, bunlar üzerinde tartışmalı mübâheseler yapılırdı. Toplan­tıları idare eden Leskofçalı Galib Bey İse iyi bir şair olmakla beraber peltek ol­duğu için fazla konuşmaktan kaçınır ve onun şiir konusundaki görüşlerini, gü­zel konuşmasıyla da tanınan ev sahibi Arif Hikmet Bey aktarırdı. Toplantılara katılan şairlerin hafta içinde yazmış ol­dukları şiirleri yüksek sesle okuma işi ise yaş itibariyle en genç üye olan Nâ­mık Kemal’e verilmişti. Yine bu toplan­tılarda Leskofçalı Galib Bey’in genç şairlere, sağlam ve ahenkli ifadeleri, renkli hayalleri ve incelmiş zevkleriyle tanınan Nef’î, Nâilî-i Kadîm ve Fehîm-i Kadîm’in şiirlerine nazîreler yazdırdığı da bilin­mektedir. Topluluk mensuplarından di­van tertip eden şairlerin divanları ince­lendiğinde birçoğunun nazîreler yazdık­ları bu şairlere benzemeye çalıştıkları gö­rülür. Bunların hepsinin şiirde başarılı oldukları söylenemezse de XIX. yüzyıl­da divan şiirinin en kuvvetli temsilcilerinin bu grup arasından çıktığı da bir ger­çektir.

Çeşitli ikramlarla, sohbet ve daha zi­yade şiirle dolu olarak geçen bu toplan­tılar 1861 yılı sonlarına kadar düzenli bir şekilde devam etmiştir. Bu tarihten itibaren peşpeşe görülen ve çoğu şahsî nitelikte çeşitli hadiseler dolayısıyla top­luluk yavaş yavaş dağılmaya yüz tutar. Önce, söylediği bir hicviye yüzünden Salih Nailî topluluktan çıkarılır. O yılın ağus­tosunda Leskofçalı Galib’in görevle Trablusgarp eyaletine gitmesi reissiz kalan meclisi dağılmanın eşiğine getirir. 1862 yılı başlarında Ziya Bey’in mutasarrıf ola­rak Kıbrıs’a tayini, Üsküdarlı Hakkı Bey’in cinnet geçirmesi, memuriyetinin başka bir daireye bağlanması yüzünden Meh­med Lebib Efendi’nin açıkta kalması, Nâ­mık Kemal’in Şinâsi ile tanışıp Tasvîr-i Efkâr’ûa çalışmaya başlaması gibi se­beplerle topluluk kendiliğinden dağılır.

Encümen-i Şuarâ, genel kanaatlerin aksine, büyük ölçüde ve tam anlamıyla şiirde eskiye dönüşü temsil etmez. Kla­sik nazım şekillerine, nazîreciliğe, maz­mun sistemine bağlanmaları, onları ta­mamıyla eski şiirin devamı gibi göster­meye yeterli değildir. Divan şiirinin ince bir estetik özelliği gösteren sebk-i Hin-dî yolunu benimsemiş olmaları, en azın­dan onların bu gelenekte bile farklı bir hedefe yöneldiklerini düşündürür. Bu sebeple takip ettikleri nazîre tarzında da Nef’î, Nailî ve Fehîm-i Kadîm gibi şa­irlerin şiirlerine yönelmişler veya meclis­lerinde onları okumayı tavsiye etmişler­dir. Bunun dışında onları eskilerden ayı­ran bazı özellikler de dikkati çeker. Aralarında divan şiirini bazı yönleriyle ten­kit hatta tahkir edenler, eski şiire “nevzemin” bir yol açmaya çalışanlar, hece veznini, halk şiiri tarzını ve sade Türk­çe’yi benimseyenler, şiirlerine gelenekte olmadığı şekilde başlık koyanlar, yeni te­malar arayanlar, özellikle siyasî-içtimaî konularla ilişkisi olan kavramları, hatta Fransızca birtakım kelimeleri kullanan­lar bile vardır. Bu bakımdan encümenin, daha sonra yenileşme dönemi edebiya­tının Öncüleri arasında yer alacak neslin edebî görüşlerini belli ölçüde de olsa et­kilediği söylenebilir.

Birbirinden farklı sebeplerle de olsa toplulukta yer alan şairlerin çoğu Tan­zimat hareketinden ve onun getirdiği yeniliklerden hoşnutsuzluk duymakta ve bu hoşnutsuzluğu çeşitli vesilelerle yazdıkları şiirlerde ortaya koymaktadır­lar(Meselâ Mûsâ Kâzım Paşa’nın hicviye­leri). Encümen-i Şuarâ toplantılarında şiir ve edebiyat dışında nelerin konuşulup tartışıldığı pek bilinmemekle beraber 1865’te teşekkül eden gizli Yeni Osman­lılar Cemiyeti’nin kuruculan arasında en­cümen üyelerinden Mustafa Refik, Ziya Paşa ve Nâmık Kemal’in de bulunması dikkati çekmektedir.

Diğer taraftan topluluk mensupların­dan bir kısmının şiir dilinde az da olsa bir sadeleşme temayülü görülür. Klasik tarzda şiirler yazmakla beraber kendi­sini âşık edebiyatına daha yakın hisse­den Mehmed Lebib Efendi’nin bazı man­zumeleri, Salih Fâik’in Sadrazam Âlî Pa­şa için hece vezniyle yazdığı bir kaside. Deli Hikmetin koşma tarzında birkaç şi­iri, Recâizâde Celâl’İn âşıklara özenme­si, Ziya Paşa ile Nâmık Kemal’in hece vezniyle yazdığı şiirler hep bu yenileşme arzusunun birer örneği gibidir.

Şiirin lügat ve muhtevasında bazı ye­nilikler yaptıkları görülen topluluk men­supları şiir formunda gelenekten pek ayrılmamışlardır. Klasik şiirin teşvik ve tenkit için öteden beri en sık kullandığı usul olan nazîre yazmayı, estetik kriter­lerin oturması ve doğru temrinlerin ya­pılması için Encümen-i Şuarâ mensup­ları da bir metot olarak kullanmışlardır. Meselâ Leskofçalı Galib gibi bir üstat şair, henüz şiir heveslisi bir genç olan Nâmık Kemal’e nazîre söylerken veya diğer genç şairleri eski şairlere nazîre yazmaya yöneltirken doğrudan doğruya bu amacı gütmektedir.

Edebiyat tarihlerinin hemen hepsinde Encümen-i Şuarâ’nın eski şiirin son tem­silcisi olduğu hükmü yer alır. Son devir edebiyatçılarından Rıza Tevfik, Tanzi­mat’la birlikte şiir ve edebiyat dahil he­men her alanda Batılılaşma’nın başladı­ğı bir dönemde Encümen-i Şuarâ men­suplarının eski şiiri yeniden canlandır­ma gayretlerini boş bir çaba olarak de­ğerlendirirken Ahmet Hamdi Tanpınar da topluluğu eski şiirin son seçkin züm­resi olarak görür. Encümen-i Şuarâ mü­davimleri, asırlar boyunca yavaş yavaş oluşmuş bir şiir estetiğine zarar verme­den yenileşmeyi denemişlerdir.

TDV İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler