Tarihi Eserler

Emevi Camii Şam Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Emevi Camii. İslâm dinî mimarisinin bugüne kadar ayakta kalabilen ilk muhteşem örneği.              

Şam’da Emevîler devrinde yapılmış olan Emeviyye Camii (el-Câmiu’l-Ümevî, Câmiu Benî Ümeyye) mimari Özellikleri, süslemelerindeki ihtişam ve haiz olduğu mânevî değerleriyle bütün İslâm âleminde müstesna bir yere sahiptir. Tarih boyun­ca birçok müellif tarafından söz konusu edilen cami, inşasından sonraki bütün devirlerde methiyelere mazhar olmuş ve görenleri büyülemiştir. Müslümanların, dinî ve sosyal hayatta önemli roller üst­lenmiş ve kutsî değerler atfedilmiş ca­milerinin en eskisi olup milâttan önce I. yüzyıla ait bir Roma mâbediyle onun harabeleri yanında bulunan Theodosios dönemine (379-395) ait Aziz Yohannes (Hz. Yahya) Kilisesinin yerine inşa edil­miştir. Önce, Dımaşk’ın fethinin ardın­dan (14/635) Romalılar’ın baştannsı Jü­piter’in adını taşıyan mabedin çevresi sütunlu, yüksek duvarlı büyük salonu Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın gözetiminde ca­miye çevrilmiş, daha sonra bu caminin ihtiyacı karşılayamaması üzerine Eme-vî Halifesi Velîd b. Abdülmelik (705-715) tarafından mâbed harabesinin batı ta­rafında bulunan kilise veya bir iddiaya göre sadece aradaki duvar yıktırılarak {DİA, VII, 48, 49) bütün bu sahayı kapla­yacak olan bugünkü büyük caminin in­şası başlatılmıştır. Temeli 86 (705) veya 87 (706) yılında atlan esas cami bölümü 96’da (714) tamamlanmış ve inşaatta halifenin isteği üzerine Bizans impara­torunun İstanbul’dan gönderdiği usta­lar çalışmıştır. Caminin yapımında, dik­dörtgen planlı olan Roma mabedinin kıb­le istikametine rastlayan uzun duvarla­rından güneydeki ile uçlarında bulunan iki burçtan faydalanılmış ve inşaat bu duvarın kuzeyinde geliştirilip kuleler de minare kaidesi olarak kullanılmıştır.

Yapımını takip eden asırlar içinde bir­çok yangına ve tabii tahribata mâruz ka­lan bina çeşitli onarım ve değişiklikler geçirmiş, fakat buna rağmen mimari hususiyetlerini bir ölçüde koruyabilmiş, özellikle de mozaiklerindeki ihtişamı bu­güne kadar sürdürebilmiştir. Yapılan ona­rım ve değişikliklerin en önemlilerinden ilkini. 461 ‘de (1069) meydana gelen bü yük bir yangın sebebiyle 475 (1082-83) yılında Selçuklu Sultanı Melikşah yaptır mıştır; bu onarımda ağırlığın Kubbetü’n nesr adıyla tanınan kubbe ile birlikte ke-merler ve sütunlar üzerinde yoğunlaştırıldığı görülmektedir. İkinci önemli ona­rım ise Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid devrinde 1894’tekİ büyük yangından son­ra gerçekleştirilmiş (1896-1902) ve içeri­deki sütun sıraları ile bunlarla İlgisi bu­lunan mimari bölümler ve çatı İstanbul’­dan gönderilen ustalar tarafından yeni­den yapılmıştır.

136 x 37 m. boyutlarında bir ibadet mekânı ile 122,5 x 50 m. boyutlarında bir avludan oluşan dikdörtgen planlı ca­minin ana ibadet mekânı, kıble duvarı­na paralel uzanan üç enine nef ile (salın) bunları ortadan kesen daha geniş bir di­key neften meydana gelmekte ve nefler arasında mermer sütunlar üzerinde yükselen iki kat halinde düzenlenmiş kemerler bulunmaktadır. İbadet mekâ­nının merkezinde, enine neflerle dikey nefin kesiştiği kısmın ortasında, kare kesitli dört paye tarafından taşınan Kub-betü’n-nesr yer almakta ve kubbeye ge­çişin tromplarla sağlandığı görülmek­tedir; ibadet mekânının diğer tarafları 1894 yangınından sonra yenilenen ah­şap bir çatıyla örtülüdür. İç kısımda Şa­fiî mihrabı denilen ana mihraptan baş­ka ikisi sağda, biri solda üç mihrap da­ha bulunmakta ve bunlardan sağdaki-lere Hanefî ve Hanbelî mihrapları, sol-dakine ise sahabe veya Mâlikî mihrabı denilmektedir. Sahabe mihrabı ile Kub-betü’n-nesr arasına rastlayan yerde Hz. Yahya’nın türbesi bulunmaktadır. Ana ibadet mekânı, dikey neften üç kemerli büyük bir kapıyla avluya açılmaktadır.

Ortasında bir şadırvanın yer aldığı av­lu arkadan yirmi dört. yanlardan doku­zar kemerli revaklarla çevrilmiştir. Av­luda ayrıca biri Kubbetü’l-hazne (beytü’i-mâl), diğeri Kubbetü Zeynelâbİdîn adını taşıyan iki kubbeli küçük bina mevcut­tur ve bunlardan batdaki Kubbetü’l-hazne’de camiye ait vakıf gelirlerinin mu­hafaza edildiği bilinmektedir.

Caminin üç minaresi ve dört ana ka­pısı vardır. el-Mi’zenetü’l-garbiyye de­nilen ve batıdaki Roma burcu üzerine yapılmış olan minare ötekilerden daha gösterişlidir; 893 (1488) yılında Mem-lüklü Sultanı Kayttbay tarafından tâdil ettirilmiştir. Diğer minarelerden doğuda­ki burç üzerinde yükselen Mi’zenetü îsâ, kuzey revakının üzerinde yükselen ise Mi’zenetü’l-arûs adını taşımaktadır. Ca­minin kapılarından Bâbü Berîd batıdan, Bâbü Ceyrûn (Bâbü’s-sâat, Bâbü’l-lebbâ-dîn, Bâbü’n-Nevfere) doğudan ve Bâbü’l-ferâdis (Bâbü’l-imâre) kuzeyden avluya, Bâbü’z-ziyâde ise (Babü’l-Kavâfîr) kıble duvarından iç mekâna açılmaktadır. Bun­lardan başka kuzeyde Kellâse Medresesi’ne açılan bir kapı daha vardır.

Emeviyye Camii, enine gelişen uzun nefli ve avlulu cami tipinin ilk örnekle­rinden biri olarak cami mimarisine uzun süre etkide bulunmuş ve bu tip cami pla­nı Anadolu dahil İslâm dünyasının pek çok yerinde asırlarca uygulanmıştır. Bu cami­nin bitkisel ve geometrik motiflerle şe­hir ve bina tasvirlerinden meydana ge­len fevkalâde zengin mozaik süslemele­ri de sanat tarihi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Caminin bir diğer özelliği de İslâm alemindeki ilk umumi helaların burada yapılmış olmasıdır.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler