Türk Edebiyatı

Eleştiri (Türk Edebiyatında) Türü, Temsilcileri, Özellikleri, Hakkında Bilgi

ELEŞTİRİ

Her yazar, her yaratıcı, gerek Valery’nin dediği gibi «etkisinde kalacağı kişileri seçerken», gerek kendi beğenilerine, görüşlerine, sanat anlayışına uygun bir biçime yönelirken, sürekli ya da kesintili olarak bir çeşit öz-eleştiri uygulaması içindedir ama, dışa dönük, başlı başına bir ürün olarak eleştiri, genellikle, yerleşik bir düzeni değiştirmek söz konusu olunca ortaya çıkar.

Nitekim, bizdeki ilk eleştiri örneği sayabileceğimiz Namık Kemal’in Edebiyatımız hakkında bazı mülâhazatı şâmildir başlıklı makalesi, halktan kopmuş, yapmacıklı, süslemeci sanat geleneğine karşı, gerçeğe dönük, milliyet bağlarını güçlendirici, anlama ağırlık veren konuşma diline yakın bir edebiyatı savunuyor, Ziya Paşa da, Şiir ve inşa makalesinde «tabii» Türkçeye uygun bir şiir ve inşa adına «ustalık» ve «marifet» taslayanlara karşı çıkıyordu. Denebilir ki. Tanzimat çağının iki döneminde, Şinasi’lerin, Namık Kemal’lerin toplumsal kaygılara dönük «yararcı» edebiyatı ile Recaizade’lerin, özellikle de Abdülhak Hâmid’in sanata, «güzele yönelmiş edebiyatı, o yıllardan bu yana bütün eleştirilerin beslendiği iki büyük kaynak olmuştur.

Her eleştiri yazısı, bu akımlardan birine karşı ötekini, bu temel tutumların, tüm toplumculuğa ya da soyutçuluğa kadar uzanan değişik uygulamalarını savunmak için yazılmıştır. Eleştirici anlayışı bakımından, ayrıntılarda kalan çekişmelerine rağmen, Recaizade Ekrem de, Türkiye’nin Malherbe’i olmak hevesindeki Muallim Naci de, edebiyatı ancak taşıdığı düşünceler bakımından değerlendiren Namık Kemal kuşağına karşı çıkarken, dogmacılıktan kurtulamamışlardı. Belirli bir söz dizimi, bir vezin, bir kafiye adına, belirli bir «doğru» adına «yanlışlar eleştirisi»ne yönelen Muallim Naci gibi, Recaizade Ekrem de, tanımını veremeyeceği, ancak öznel etkileriyle yetinmek zorunda
kaldığı şaşmaz, çağlara göre değişmez gerçekötesi bir «güzel»in ardına düşmüştü. Yeniliğe girişenlerin böyle bir dogmacılığa saplanması, eski kuralların yerine kendi kurallarını getirmeğe kalkışmaları, her yeni akımın kuruluş döneminde ortaya çıkan kaçınılmaz bir tutumdur.

İlgili Makaleler