Tarihi Şahsiyetler

Ekber Şah Kimdir, Hayatı, Hakkında Bilgi

Hükümdarlığının ilk yıllarından itiba­ren yayılma siyaseti takip eden Ekber Şah ülke topraklarını doğu ve güneydoğu istikametinde genişletti. Mâlvâ, Gondvana’da Garha – Katanga Gond Racalığı. Çitor, Kâlincar, Gucerât, Bihâr, Bengal. Keş­mir, Sind. Orissa’nın bir kısmı. Belûcis-tan. Mekrân ve Kandehar’ı hâkimiyeti altına aldı. Tuğluklular’ın tarihe karış­masının ardından Dekken’de güçlenen Berâr ve Handeş Fârûkîleri de Ekber Şah ile dostluk kurarak bir müddet daha sal­tanat sürebildiler. 1595-1601 yıllan ara­sında Ahmednagar dahil olmak üzere komşu devletlere de boyun eğdiren Ek­ber, böylece Hindistan’ı tek bir merke­zî idare altında toplamayı başaran ilk hükümdar olma vasfını elde etti.

Ekber Şah, sadece büyük bir fâtih de­ğil aynı zamanda idarî yeniliklerin uygu­layıcısı bir yönetici idi. Saltanatı sırasın­da sarayını Batılı gezgin ve din adamla­rına açmış, böylece Hint dünyasının dı­şındaki kültür ve medeniyetlerden ha­berdar olabilmiştir. Vergi konulması ve tahsili, idarî teşkilât sistemi ve ordu gi­bi üç temel konuda önemli yenilikler yap­tı; ilk olarak da idarî olanları uygulama alanına koydu. Bâbürlüler’den önceki devletlerin kısa ömürlü oluşunu idare­deki otorite boşluğuna bağlayarak bu sahada iki önemli değişiklik yaptı. Bun­lardan biri. askerî erkânın terfi ve tayin işlerini kendi sorumluluğuna alması, di­ğeri ise asker ve sivil arasındaki eski ge­leneklere dayanan ayırımı ortadan kal­dırarak sivillere de mansabdâr rütbesi vermesidir ki böylece asker ve siviller, maiyetlerindeki süvari sayısıyla orantılı rütbe ve yetkilere sahip olmuşlardır. Bâ­bürlü Devleti’ni en geniş sınırlarına ulaş­tırmış olan Ekber Şah bu topraklan “sû-be” denilen eyaletlere ayırdı. Sûbedârın yanında yıllık hâsılatı kontrol eden ve bununla ilgili hesaplan hazırlayarak doğ­rudan kendisine bilgi veren sivil bir yö­netici görevlendirdi; bu makamın suis-timalini önlemek için de gizli bir haber alma teşkilâtı kurdu. 1583’te devlet hiz­metlerinin yürütülmesi için adlî cezalar­la evlenme ve doğumların tescili, din iş­leri, arazi (câgîr) tevcihatı ve atiyyeler, hükümdara ait topraklardaki görevlile­rin tayin ve azilleri, ziraatın geliştirilme­si, ordu teşkilâtı ve tahsisatları, ordu­gâh ve konak yerlerinin idaresi, fiyatla­rın tanzimi, değerli maden ve taşların alım satımı, veraset meseleleri ve hu­kuk işlerine bakmak üzere çeşitli daire­ler tesis etti. Bu arada kendinden önceki sultanların başaramadığı bir işe el atarak damga usulünü sağlam esaslara bağla­dı. Bu sayede askerlerin bakmakla yü­kümlü oldukları at sayısını gerçek ra­kamlarla tesbit ettirerek fazla tahsisat almalarını önledi ve bu yolla hazineye önemli bir gelir temin etti.

Kültür ve sanat açısından da Bâbürlüler’e en parlak dönemlerini yaşatan Ekber Şah her daldaki âlimleri himaye etmiş ve başta Fethullah eş-Şîrâzî ol­mak üzere Hâkim Ali Geylânî, Molla Ah-med, Hâce Nizâmeddin. Şeyh Feyzî, Abdürrahim ve Ebü’l-Fazl el-Allâmî gibi şahsiyetleri sarayına alarak tarih, ede­biyat ve diğer alanlarda büyük eserler vermelerine imkân hazırlamıştır. Mîr Seyyid Ali ve Hâce Abdüssamed de Ekber devri minyatür ekolünün önde gelen si­malarıdır. Bu dönemde Dâstân-ı Emir Hamza, Ekbernâme, Âyîn-i Ekberi, Bâ-bürnâme, Rezmnâme, Mahctbharata, Ramayana, Timumâme, 7yâr-i Dâniş, Envâr-ı Süheylî, Dîvân-ı Hafız, Bahâristân ve Tûtînâme gibi çok sayıda eser telif veya tercüme suretiyle Bâbürlü kültür hayatına kazandırılmıştır. Mimari ve gü­zel sanatlar da Ekber Şah’ın himayesin­de altın çağını yaşamış, Agra, Allahâbâd, Ecmîr, Lahor, Delhi ve özellikle kendisi tarafından kurulup on iki yıl süreyle baş­şehir olarak kullanılan Fetihpûr Sikri gi­bi şehirler çok güzel eserlerle süslen­miştir.

Ekber Şah, muhtemelen Hindûlar’la müslümanlar arasındaki çatışmalara son vermek niyetiyle İslâmiyet. Hıristiyanlık, Zerdüştîlik, Hinduizm, Budizm gibi çe­şitli din ve inanç sistemlerinin meziyet olarak kabul ettiği prensiplerini birleş­tirerek Dîn-i İlâhî adıyla yeni bir din kur­muştur. Bu din şehvet düşkünlüğü, ifti­ra ve gurur gibi günahları şiddetle ya­saklıyor, öte yandan insanlar arasında eşitlik, âlicenaplık, ihtiyat, takva gibi fa­ziletleri esas alıyordu. İslâmiyet, Hıris­tiyanlık ve Hinduizmin ağırlık taşıdığı Dîn-i İlâhî, Ekber Şah’ın şahsında merkezleşen bir kült olarak gelişmiş ve di­ne katılacak kişiler dahi hükümdarın kendisi tarafından seçilmiştir. Dîn-i İlâhî’nin, sayıları hiçbir zaman yirmiyi aşmayan taraftarının “Allahüekber” sözü­nü “Ekber tanrıdır” anlamına gelecek şe­kilde kullanmaları İslâm âlimleri ve müs­lümanlar tarafından nefretle tenkit edil­di. Ekber Şah’a tesir eden kişilerin ba­şında Şeyh Mübarek b. Hıdır en-Nagorî ile iki oğlu Feyzî ve Ebü’l-Fazl el-Allâmî gelmektedir; mistik havaya girişinde de Selim Çiştfnin rolü büyüktür. Hocası Mîr Abdüllatif ise çeşitli din ve mezheplerle ırklar arasında karşılıklı müsamahaya dayanan dostluk ve barış içinde yaşa­ma fikrini, yani “sulh-ı küll”ü benimset­mede etkili olmuştur. Ebü’l-Fazl, sulta­nın bazı akıl ve mantık dışı veya çocuk­ça denilebilecek hareketlerine Allah’a yakınlık ve ibadet vasfını veriyor, kaside ve methiyelerinde onu dünyaya ilâhî bir vazifenin İfasına gelmiş bir hükümdar olarak övüyordu. Ekber 1575’te Fetih­pûr Sikri’de büyük bir divanhane inşa ettirdi ve ibadethane adı verilen bu bina­da saray mensuplarını, müslüman âlim, edip ve mutasavvıflarla Mecûsî, Hindu, Budist ve hıristiyan bilginlerini toplaya­rak dinî konularda münazara yaptırma­ya başladı. Sultan bu münazaraları din­lemekten sonsuz bir haz duyuyordu. An­cak etrafındaki dalkavuklar fikrini bo­zarak ona. “Senin gibi imâm-ı âdilin müc-tehidleri taklit etmesi doğru değildir, imâm-ı âdilin mertebesi müctehidlerden üstündür” dediler. Bunun üzerine Ek­ber, 12 Rebîülevvel 987(9 Mayıs 1579) günü düzenlenen mevlid merasimi mü­nasebetiyle Fetihpûr Sikri Ulucamii’nde minbere çıkarak Feyzî en-Nagorî tara­fından kaleme alınan ve kendisini ilâhî mertebeye yücelten manzum bir hutbe okudu. Müslümanların tepkisine yol açan bu olaydan sonra Şeyh Mübarek en-Na­gorî Ekber Sah’ı “sultânü’l-İslâm keh-fü’1-enâm emîrü’l-rnü’minîn zıllullah ale’l-âlemîn” olarak tanıtan ve onu dinî ve dünyevî meselelerde tartışılmaz oto­rite olarak kabul eden bir belge (mahzar) düzenledi; ileri gelen âlimler de bu belgeyi imzaladılar. 1582 yılında Ekber Şah, bütün eyalet valilerinin önünde Dîn-i İlâhfyi kurdu­ğunu resmen ilân etti. Ebü’l-Fazl el-Al-lâmrnin öldürülmesi [1602] üzerine Dîn-i İlâhî zayıflamaya başladı ve 1605’te Ek­ber Şah’ın ölümünden sonra da tama­men ortadan kalktı. Bu yeni dinin kay­da değer tarafı, kocası ölen kadınların kocalarının cesediyle birlikte diri diri ya­kılması ve çocukların evlendirilmesi gibi bazı Hindu geleneklerini yasaklamış ol­masıdır.

Ekber Şah 3 Ekim 1605’te şiddetli bir dizanteriye yakalandı, ardından da dili tutuldu. Komaya girmeden önce işaret­lerle, Ebü’l-Fazl’ın öldürülmesindeki ro­lünden dolayı soğuk davrandığı oğlu Se-lim’i (Cihangir) veliaht tayin etti. 16 Ekim günü, zayıf bir rivayete göre tekrar Al­lah’a iman edip kelime-i şehâdet getir­dikten sonra öldü ve İslâmî esaslara gö­re defnedildi. Ölümünden sonra oğlu Ci­hangir tarafından dokuz yılda yaptırılan türbesi, Agra’da Behiştâbâd (bugünkü Sikenderâ) adı verilen bahçenin ortasın­da yer almakta ve aşağıdan yukarıya doğru gittikçe daralan beş katlı görünü­müyle türbeden çok muhteşem bir kas­rı andırmaktadır. Türbenin yeri sağlığın­da Ekber Şah tarafından seçilmiş, plan taslağı da muhtemelen yine kendisi ta­rafından çizilmiştir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler