Felsefe Yazıları

Eğitim Nedir? Tanımı, Anlamı (Sosyoloji)

felsefe/eitim EĞİTİM

Eğitim terimi, en genel anlamda gençlerin ya da çocukların yetiştirilmesi, zilini ve ahlaki eğitimi; aklî meleke ve niteliklerin özellikle de okul benzeri kurumlarda sistematik bir öğ-retîm yardımıyla geliştirilmesini İfade eder. Anlam biraz daha genişletil irse, yetişkin yaşta edinilen eğitim ve öğrenimi de kapsar.

Bazan bu anlam tüm toplumsal düzenleme­lerin öğretici etkileri olduğunu ifade edecek biçimde genişletilir.

Eğitime ilişkin tarihte ve günümüzde yer alan tüm tartışmaları burada anlatmak mümkün değilse de, yukarıda verdiğimiz genel tanı­mın biraz ötesine geçildiğinde zorlukların or­taya çıktığı da açıktır.

Tabiat ve hakikat konusundaki kavramlar, sınıfsal veya sınıfsal olmayan çıkarlar, dinsel İnançlar ve benzerleri, bir kişinin veya grubun eğitimin doğası ve İşlevleri konusundaki gö­rüşlerini toplumsal yaşamın öteki alanların­dan bir derece daha fazla etkiler. Şu halde, eğitimin farklı tanımlan eğitimin yöntemi ve içeriği üzerindeki farklı düşüncelerden kay­naklanmaktadır. Bu türden durumlarda en ge­nel içerikli tanım en kullanışlısı olmaktadır. Bu meselelerin bazıları aşağıdaki sosyolojik ta­nım denemeleri verilirken belirtilmiştir:

1- E.Durkheim, terimin bilimsel kullanımının “Yetişkin kuşaklar tarafından, henüz toplumsal hayata hazır olmayanlara (çocuk ve gençlere) yönelik olarak icra edilen etkileri” belirlemesi gerektiği görüşündeydi. Buradan yola çıkarak tanımını şöyle yapıyordu: “Eğitim, genç kuşakların yöntemli bir tarzda toplumsallaştırılmasını içerir.” Tanım Durkheim’in eğitimi toplumda uzlaşma ve bütünleşme sağlayan ve gelecek kuşaklarda yer alacak kişilerde uygun karakter özellikleri yaratan bir kurum olarak gören işlevsel (functional) görüşünden kaynaklanmaktadır.

‘Toplum” ancak üyeleri arasında yeterli düzeyde bir tek renklilik varsa, yaşamını devam ettirebilir. Eğitim bu tekrenkliliği, ta başından toplum yaşamının gerektirdiği benzerlikleri çocukta yerleştirerek güçlendirir”. Ve bu anlayış bazıları nesiller üzerindeki vurgunun sınırlayıcı ve kafa karıştırıcı olduğunu düşünseler de, Avrupalı sosyologlar arasında ortak payda durumundadır.

2- M.Weber, karşılaştırmalı araştırma amacıyla “Pedagojik amaç ve araçlara ilişkin bir tipoloji çizmiş”, bu tipolojiye paralel bir de “egemenliğin toplumsal yapıları” tipolojisi hazırlamıştı. Her eğitim sisiemi, çocukları karizmatik-rasyonel bürokratik devamlılık içinde bir nokuda var olan, egemenlik İlişkisinde belirleyici olabilen statü grubunu karakterize edip ona uygun olan belli bir yaşam biçimi için hazırlama amacım taşıyordu.

3- K.Mannheim ise eğitimi, sosyal teknikler İnsan davranışını varolan toplumsal ilişki ve örgüt kalıplarına uysun diye etkileme yöntemlerini içeren genci bir kategori içinde sınıflamıştı. Yakın zamanlarda psikolojinin etkisi altına girmiş bulunan eğitim araştırmaları saha­sı, bir zamanlar genel felsefe disiplininin sınırları içindeydi. Bugün ise antropoloji, ekonomi, siyaset bilimi ve sosyolojinin eğitini üzerinde giderek daha önemli bir etkisinin olduğunu görüyoruz,

Uygulamalı bir alan olan eğitimin konumu, kendisini başka alanlardan ve kavramsal çerçevelerden ayırmak hususunda zorluklar çıkarmaktadır. Yine de pek çok araştırmacı ve bilim adamına göre, eğitim üzerine yapılan çalışmalar, öğrenmeye yönelik ve çoğunlukla da okul bağlamları içindeyeralan araştırma faaliyetlerini ifade etmektedir. Üzerinde çalışılan problemler ve yöntemler, araştırmacının geç­mişi ve aldığı eğitime göre büyük farklılıklar gösterebilmektedir. Şüphesiz daha önceden geçerli olan, eğitimin amaçlarına yönelik açıklamalar getiren felsefi yaklaşımla karşılaştırılırsa, sosyal bilim ve davranışçı yöntemlerin önem kazanması, kullanılacak araçlar konu­sunda bir ilgi alanı değişikliğini beraberinde getirmiştir.

Uygulamalı bir alan olması nedeniyle eğitim alanında yapılacak araştırmalar iş, hükümet ve basın alanındaki liderlerin geliştirdiği ve istediği alanlarda gerçekleşmeye başlamıştır. Örneğin 1950’lerin sonlan ile 60’ların başında Amerikan siyaset liderleri Sovyetler Birliği’yle girişilen uzay çalışmaları yarısıyla çok ilgiliydiler. Tanınnıış eğitimci James B.Conant bu yüzden Amerika Birleşik Devletlerinde akade­mik eğitimin kalitesindeki düşüşü anlatan bir dizi rapor hazırlamıştı. Eğitim araştırmaları sonucunda, farklı öğretim programları başla­tıldı. Öğretme yöntemleri, okuliçi ilişkiler ve okul yapılarının değiştirilmesi gibi, daha çok bilim adamı ve mühendis yetiştirmeye yönelik değişiklikler gerçekleştirildi. Örneğin bu dö­nemde “yeni matematik” ortaya çıktı ve psikolog Jerome Bruner gibi çok etkili eğitimciler bilim, matematik ve öteki akademik programların daha alt sınıflarda okutulmasını önerdiler.

1960’ların ortalarında, insan hakları üzerine gelişen tartışmalar eğitim araştırması yapanların ilgisini fırsat eşitliği meselelerine yöneltti. Jean Piagct’nin çalışmaları, eğitim programlarının bireysel ilgilerin ortaya çıkabileceği şekilde gevşetilmesi yolunda iddiaları olan Ameri­kan ve İngiliz araştırmacılarına fikri bir temel sağladı. Bazıları bu fikirlere, çok fazla şeye izin verdiği için karşı çıktı, ama amaç çocuklarda bulunan gelişme sistemleri ile eğitim programları arasında uyumlu bir ilişki bulabilmekti. Bununla birlikte, bilgi alanlarının hiyerarşisine karşı azalan ilgi (matematik, pozitif bilimler ve öteki kolej hazırlık dersleri en üstte, di­ğer disiplinler aşağıya doğru sıralanır) ve bir birey olarak çocuğun konuya ilgi duymasının önemi, fırsat eşitliği meseleleriyle uyumlu bir yapı arzediyordu.

Eşitlik, eğilim araştırmaları ve tartışmaları alanındaki farklı kesimlerde önemli bir konu olmaya devam etti. Örneğin James Coleman’ın binlerce Amerikan okulundan sağladığı verilerin çözümlenmesi, okuldaki başarı ve ait olunan ırk arasındaki ilişkinin ne ölçüde önemli olduğunu farklı değişkenler düzeyinde açıklamaya çalışıyordu. Bulgular öğrencinin sı­nıfsal konumu ve içinde bulunduğu ırk ile bireysel başarı arasında önemli bir etkililik ilişkisi olduğunu gösteriyordu. Bu bulgulardan yola çıkılarak hemen öğrencileri ırk olarak farklı alanlardan geçirerek daha üst düzeyde ırk dengesi sağlayacak bir ortam yaratılmasına çalışıldı. Aynı dönemde okul öncesi programların siyahlar ve öteki düşük gelir gruplarından gelen öğrencilerin başarısında ne gibi etkilerinin bulunduğu yolunda araştırmalar gerçekleştirildi.

Eşitliği sağlama yolunda pedogojik faktörlerin kullanımını araştıran çalışmalar yapılırken, geleneksel fırsat eşitliği kavramı ilk kez tartışmaya açıldı. Coleman 1973’de eğilimde fırsat eşitliği düzeyinde -farklı kesimlerden çocuklara harcanan kaynakların miktarı- değil de, elde edilen sonuçlar düzeyinde Ölçülmesi gerektiğini söylüyordu. Bu yolla benzer veya farklı ırk ve toplumsal gruplardan gelen kişilerin başarı kalıplarının ne şekilde oluştuğunu görmek mümkün olacaktı. Bu tür bir fırsat eşitliği anlayışı benimsenseydi, oyunun kuralları oldukça önemli biçimde değişebilirdi. Bu öneri, eşit sonuçların elde edilebilmesi için eşit olmayan kaynak aktarımlarını gündeme getirebilecek bir öneriydi.

Coleman’ın Önerdiği metod hiçbir zaman tam olarak kabul görmedi. Yine de Amerikan politikacı ve eğitim planlamacıları federal kaynakların, sakatlar, azınlıklar ve siyahlar gibi özel gruplara daha fazla aktarılmasını sağlamaya yöneldiler: Okullardaki ırk dengesizliğini ortadan kaldıracak şekilde düzenlemeler yapılmaya başlandı; meslek okulları ve üniversiteler de kadınlar ve azınlık grupları için özendirici fırsatların artırılmasına çalışıldı.

Coleman’ın, fırsat eşitliği kavramını yeniden tanımlaması öncesinde bile telafiye yönelik politikalara karşı çıkanlar vardı. En ünlü makale Arthur Jensen’in farklı zihni yeteneklere sahip çocukların farklı şekilde eğitim alması gerektiğine dair çalışmasıydı. Yüksek zeka düzeylerine sahip çocuklar problem-çözme metodları ile eğitilmeli, düşük zekaya sahip olanlar ise ilişki kurma yöntemlerine tabi tutulmalıydı. Jensen’in makalesi üç bakımdan büyük tartışmalara açıktı: IQ testleri zekayı ölçüyordu; bir toplumdazeka, % 80 genetik faktörlerle açıklanabiliyordu ve siyahlar kültür yanı az olan standart zeka testlerinde beyazlardan da­ha az puan alabiliyorlardı. Jensen yazısını bitirirken, çevre-zenginleştirilmesi yolundaki ça­balar 10 düzeyini yükseltmede sınırlı etkiye sahiptir’ diyor ve eğitimcilerin herkese uygun öğrenme biçimlerini kavramsal ve yöntemsel olarak geliştirmeye daha fazla zaman harcamalarını öneriyordu. Jensen’in kendisi, IQ testlerinin iki tür öğrenim kalıbına yatkın olan kişileri ortaya çıkarabilme yeteneğine sahip olduğunu, siyah ve öteki azınlık gruplarının daha adil bir muameleye tabi tutulmalarının gerektiğine inanıyordu. Ayrıca öğretme biçimlerinin, öğrencinin Öğrenme biçimleriyle uyumlu olması gerektiğini bazı öğrencilerin öğretmenin önyargısının kurbanı olma tehlikesine maruz kalabileceğini de düşünüyordu. Yine deJensen siyahların genetik faktörler nedeniyle beyazlardan daha kötü sonuçlar alacağını alttan alta ima ediyordu.

Jensen çocukların, öğrenme tiplerine bağlı olarak ya kavramlar yoluyla ya da ilişki kurma yoluyla öğrendiğine inanıyordu. Ama aslında çocuklar aynı yetenekleri en suni yöntemle bile Öğrenebiliyorlardı. Sembolleri bir kağıt üzerine ses ifade edecek tarzda tercüme ederek veya belli sayılarla ifade edilen şeyleri tekrar ederek Öğreniyor olabilirlerdi. Yani öğrenmenin görünümü aynı şeyi veriyordu. Bununla birlikte her grup, öğrenme hakkında bir şeyler öğreniyor da olabilirdi. Bir grup, öğrenmenin belli bir yönüne bakarken, öbürleri öğrenmeyi temelde bir kavram edinme ve problem çözme faaliyeti olarak kabul edebilirdi. Jensen’in makalesi bu varsayımın üzerine dayandığını hisseıtirse de, farklı öğrenme biçim­lerinin bir diğerine dönüştürülemeyeceğini kanıtlamıyordu.

Bazı bilim adamları eğitimde eşitliği ölçmede dışsal ölçütlerin kullanılmasına karşı çıktılar. Bu iddiaların çoğu, hükümetin işin içine karışmasıyla gerçekçi olmayan umutların yaratıldığım ve bunun da kısıtlanmıştık duygusunu, belki de şiddet ve terörü beslediği inancını temel olarak alıyordu. Çevre faktörleri önemli addediliyordu, ama çevrenin kayda değer yönleri olan alışkanlıklar, adetler, disiplin ve ileri görüşün sınıfsal kültürle belirlendiği ve değiştirilmesinin zor olduğu düşünülüyordu.

Çünkü bu çalışmalar sınıfsal küliürü ve adetlerle tulumları bağımsız değişkenler olarak kabul ediyordu. Öğrencinin adetleri, tutumları ve başarısı arasındaki ilişkileri çok iyi İnceleme şansı yoktu.

Bu genişlemiş bakış açısı Marksist düşüncenin yeniden ilgi çekmeye başlaması ile mümkün oldu. Özellikle iki ekonomistin, Bowles ve Gintis’in çalışmaları kayda değerdir. Çalışmalarının sonucu, okula devam etmenin toplumsal hareketlilikle çok az değişime yol açtığını söylüyordu. 10 rakamlarının kontrol altında tutukluğu araştırmalarda bile okullar, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki hiyerarşik ilişkiler tarafından ihtiyaç duyulan kişilik özelliklerini yaratma ve meşrulaştırma işlevi görüyordu.

Bowles ve Giniis’in bulguları metodolojik olarak birçok açıdan itiraza uğradı. Ama bu çalışmaların en önemli etkisi eğitim üzerine çalışmalarda Marksist bir bakış açısının Amerika’da yaratılması oldu. Bu bakış açısı İngiltere, Batı Avrupa, Avustralya ve bazı Üçüncü Dünya ülkelerinde kurulmuşbir geleneğin devamı mahiyetindeydi. Marksistler, eğitim araştırmalarındaki vurguyu bireysel alandan daha geniş toplumsal, tarihsel, kültürel ve politik alanlara kaydırdılar.

Tek tip Marksist bakış açısı yoktur elbette, örneğin Brezilyalı eğitimci Paulo Freinc ilhamının büyük bölümünü Marksizmden almasına rağmen Fransız varoluşçuluğu, fenomenoloji ve Hıristiyan ilahiyatından da geniş biçimde yararlanmıştı. Bazı analizciler yapısal bir yaklaşım benimseyip, hiyerarşik üretim tarzlarının eğitim sisi emi üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu çözmeye çalıştılar. Ötekiler etnografik bir yöntem kullanıp, okullarda işçi sınıfı bilincinin nasıl geliştirildiğini ya da nasıl engellendiğîni araştırdılar. Sınıfla öğretilen bilgile­rin, farklı toplumsal sınıflar tarafından nasıl yeniden üretildiğini araştıran ilginç çalışmalar yapıldı. Öğretmenlerin eğilim hususunda ge­liştirdiği radikal eğitim anlayışının yarattığı çelişkiler de araştırıldı.

Marksist eğilimli araştırmalar eğitim probleminin tanımında yeni bir alan açtıysa da, daha çok eleştirel bir akım olarak kaldı ve çok seyrek olarak tartışmaların asıl seyrini belirteyebildi. Eğitim üzerine düşünenler arasında, eşitsizlik bir problem olarak belirlendiğinde Marksizm anlamlı bir dinleyici kitlesi hala bu­labiliyor. Ama Amerika, İngiltere ve Batı Avrupa’da işsizlik oranları bunalım dönemi sonrası rakamlarına kadar yükselmesine rağmen, politika plancıları tartışmaları eşitlik meselesinden ustaca uzaklaştırdı ve “yüksek teknoloji devrimi” için eğitimin ihtiyaçlarına doğru yöneltiiler. Eğitim araştırmaları artık “bilgisayar bilme ve kullanma”nm gereklerine cevap vere­cek alanlarda yapılıyor, geleceğin bilim adamı ve mühendislerinin nasıl yetiştirileceğine cevap verilmeye çalışılıyor. Programların yoğunlaştırılnıası okula kabul şartlarının yükseltilmesi,yüksek Öğretimde evliliğe izin verilmemesi ve kamu okullarındaki “gereksiz” fazlalıkların azaltılması önerilen çözümler arasındadır.

Bu, eğilim araştırmalarının doğası ve politik güçler tarafından belirlenen istekler yönünde öteki disiplinlerden ödünç alınan yöntemler çerçevesinde benimsenen programlardan öte bir program geliştirilmesi hususundaki soruların sorulduğu bir noktadır. Eğitim konusundaki araştırmalarda bağımsız bir anlayışın edinilmesi konusundaki son çaba Amerikan filozofu John Dewey tarafından gerçekleştirildi. Dewey’den sonra eğilim felsefesi farklı bir görünüm kazandı ve kavramların çözümlenmesi ile dilsel arılık önemli olmaya başladı. Fakat eğitimin karşı karşıya bulunduğu kuşaklararası süreklilik ya da değişim ve kültürel yeniden üretimi yöneten toplumsal süreçler daha derindeki problemler olarak varlığını koru­yor. Toplumsal kimlik kalıpları ve süreçlerini inceleme hususunda çok az bir sistematik çaba harcanmış olmasına rağmen, böylesi bir programın İçermesi gereken belli başlı unsurları belirtmek mümkün görünüyor. Bu tür araştırmalar, belli bir toplum taralından ödüllendirilen bilgi türleri, gelecekte varolacak kuşaklara uyan bilgi türünün ortaya çıkarılması ve uygun öğretim yönlerinin bulunması, bilginin toplumdaki farklı gruplar arasında nasıl dağıldığını gösteren yolları inceleyebilmelidirler. Böylesi bir program, eğitim üzerine yapılan çalışmaların disiplinlerarası özelliğini sürdürmelidir, ama eksik olan derli toplu bakış açısını da edinebilmelidir. Ayrıca günümüzde­ki eğitim sisteminin iyi bir eleştirisini de içermesi beklenebilir.

(SBA)

Eğitim

Eğitim, bireyin doğumundan ölümüne süregelen bir olgu olduğundan ve politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, tanımının yapılması zor bir kavramdır. Bireylerin toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir. Kişinin yaşadığı toplum içinde değeri olan , yetenek, tutum ve diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür. Seçilmiş ve kontrollü bir çevrenin (özellikle okulun) etkisi altında sosyal yeterlilik ve optimum bireysel gelişmeyi sağlayan sosyal bir süreçtir. Eğitim, önceden saptanmış esaslara göre insanların davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizesidir. Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak istedik değişme meydana getirme sürecidir.

Genellikle resmi, yani kurumsal, eğitimle bir kullanıldığından bağlama göre öğretim, öğrenim gibi kavramlarla sıkça karıştırılmaktadır. Bu söylemde düşünüldüğünde eğitim kavramı iki genel çatıda tartışılabilir: toplumsal ve kurumsal eğitim.

Yurtdışı eğitim
Yurtışı eğitim, genellikle az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere yönelen bir öğrenci akımı olarak algılansa da, aslında kendi vatandaşı bulunulan topraklar dışında, dini, dili, kültürü farklı yabancı bir ülkede eğitim almaktır.

Yurtdışı eğitim, dil eğitimi, üniversite eğitimi, yükseklisans eğitimi, mesleki ve kariyer eğitimi gibi temel başlıklar altında gruplandırılabilir.

Türkiye’deki öğrencilerin yurtdışı eğitim konusundaki genel eğilimi Amerika ya da Almanya’da eğitim almak olarak belirmiştir. Yurtdışında eğitim almak isteyen öğrencilere, gidilecek ülke konsololuklarında öğrenci vizesi verilerek, o ülkede belirli bir süre,ülkenin haklarından sınırlı olarak yararlanma hakkı tanınmaktadır.

Ancak Türkiye’de öğrenim gören yabancı öğrenci de vardır. Bunların çoğu Türki cumhuriyetlerden, Ermenistan’dan, İran’dan ya da Gürcistan’dan gelmedir.

Toplumsal eğitim

Bireyin, toplumun bir parçası olarak ailede başlamak üzere çevresindeki sosyal yapıdan aldığı eğitimdir. Geleneklere, dine, sınıfa vb. bağlı olan bu eğitim bireyin değer yargılarının yapısını oluşturur ve bir şekilde toplumun devamını sağlar.daha sonraki yaşamında da beşeri ilişkileri veya kariyer anlamında da aldığı eğitim çok önemlidir.

Topluma yönelik eğitim faaliyetlerinin ortak noktası, okul dışı, bir başka ifadeyle örgün eğitimin dışında kalmasıdır. Dolayısıyla, sosyal pedagoji; mecburî eğitimini tamamlamış olan veya buna paralel olarak bazı sosyal sorunlu kişiler için, genelde kamu kurum ve kuruluşlarca düzenli, plânlı ve sistemli bir şekilde yürütülen yaygın eğitim faaliyetlerinin bütünüdür.

Kurumsal eğitim

Eğitimin okullaşmış halidir. Eğitimin profesyonel bir örgütlenme içinde bireye sağlanmasıdır.
Dünyada eğitimin tarihsel süreci ve yapısı

Eğitimin başlangıcı genel olarak söz edilecek olursa insanlık kadar eski olsa da bir bilim olarak çok yenidir. Dünya Avrupa’daki modern eğitim sisteminin kökleri orta çağ dönemine kadar gider. Orta çağdaki okullar öncelikli olarak kiliselere bağlıydı ve din adamı yetiştiriyordu. İlk üniversitelerin çoğu Hristiyan kökenliydi. Bununla birlikte 1088’de kurulan Bolonya Üniversitesi gibi laik üniversiteler de vardı.

Günümüzdeki eğitim anlayışı ise Amerikan filozof, psikolog ve eğitim reformcusu John Dewey’nin (1859 – 1952) fikirlerinden ilham almıştır. William James ile birlikte Pragmatizm’in de kurucuları arasında yer alan Dewey, Rousseau ve Plato’nun eğitim anlayışlarını eleştirmiş ve eğitimin köhnemiş, eski olguları tekrarla belletmeye değil öğrencinin bir kişi ve vatandaş olarak yaşamına uygulayabileceği bilgi ve becerileri kazandırma amacı gütmesi gerektiğini öne sürmüştür.

Türkiye’de eğitim

Türkiye’de eğitim ilk olarak öğrenci merkezli bir sisteme dönüştürülmelidir.Yani program öğrenci potansiyeline ve ilgi alanına göre her öğrenciye ayrı ayrı olarak düzenlenmelidir. Öğrencilere kişilikleri, yetenekleri ve istekleri göz önünde bulundurularak,şahsa özel bir eğitim programı hazırlanmalı ve izlenmelidir. Bu sayede günümüz öğrencisinin okula olan ilgisizliği azalmış olacak ve her öğrenci ilgili olduğu alanlardaki dersleri aldığı için daha başarılı olacaktır.

Eğitim felsefesi

Eğitimin bugününü iyi anlamak için eğitimin tarihsel değişimini anlamakta yarar vardır. Tarih boyunca ortama ve uygulamalara göre değişik egitim tanımları yapılmıştır. Günümüzde eğitimin insan faaliyetlerindeki etkisi bugüne kadar olan uygulumaların en karmaşık olanıdır. Genel bir bakışla eğitim bir takım becerilerin öğretim ve öğrenim şeması içerisinde; insan’ın bilgi, sezinleme ve akıl işlevlerini geliştiren faaliyetler ve kavramlar bütünü olarak ele alınmaktadır. Bu tanım çok soyut olup somut uygulamalar üzerinde anlayış geliştirmeye yardım etmemektedir.

Eğitim felsefesi eğitimin amacı, doğası ve içeriğine ilişkin çalışmalarla ilgilenir. Bilginin kendisinin olduğu kadar bilen zihnin doğası ve otorite problemleri, eğitim ve toplum ilişkisi gibi konular eğitim felsefesinin konuları arasında yer alır. Rousseau’nun döneminden bu yana eğitim felsefesi gelişim psikolojisi ve gelişme teorileriyle bağlantılı olmaya devam etmiştir.

Eğitimden beklenen temel amaçlar şunlardır: Sivil toplum sorumluluk, fikir ve girişimci eğitimli vatandaşlara dayalıdır. Her alandaki ilerleme okullaşmanın meydana getirdiği eğitimin kapasitesine bağlıdır. Bu durumda eğitim bireyin, toplumun ve gelecekteki insanlığın gelişim ve refahını güçlendirmeyi amaçlar.

Uygulamalar

Eğitimin tek tanımlı (monolitik) olmadığı gerçeğinden dolayı eğitim kavramına birçok değişik boyuttan yakaşılmaktadır. Birçok boyutun var olmasının temel nedenleri

* öğrencinin gelişimsel düzeyinin,
* öğrenim ortamının etkisinin,
* aktarılmak istenen bilgi yapısının,
* Öğrenim Teorilerinin etkisinin,
* Eğitim Teorilerinin etkisinin,

göz önünde bulundurulmasıdır. Bu bağlamda eğitim üzerine konuşulurken

* okul öncesi eğitim, genel eğitim, meslek eğitimi, hayat boyu öğrenim
* bireysel eğitim, gurup eğitimi, programli eğitim, bilgisayar destekli eğitim, uzaktan eğitim
* çocuk eğitimi, gelişkin eğitimi, özürlü eğitimi, üstün yetenekli eğitimi
* kavram eğitimi, beceri eğitimi

kavramlarını kullanarak hangi olgudan bahsettiğimizi belirtmeliyiz. Eğitim üzerine fikir oluştururken bu tanımlara dikkat edilmediğinde hatalar oluşmaktadır. Bir eğitim bakanının Türk eğitiminde ezberciliği kaldırıyoruz cümlesi Türk eğitim sisteminden kuran kursunu kaldırıyoruz diye yorumlanabilmektedir.

Mesuliyet ve Ölçme-Değerlendirme

Eğitim rasgele oluşan bir faaliyet değildir. Eğitsel faaliyetlerin belli bir amacı vardır ve bu bağlamda planlı bir olgudur. Eğitimin planlı yapısının bir uzantısı Eğitimde Mesuliyet (accountability) kavramını gerektirir. Bu sebepden dolayı bu iki konunun aynı boyutlarda ele alınması gerekir. Ayrıca eğitimin amaçları doğrultusunda gelişip gelişmediğini anlamak için Eğitsel Ölçme ve Eğitsel Değerlendirme faaliyetleri eğitim yapısının bir parçasını oluşturur. Plan – Mesuliyet – Ölçme*Değerlendirme birbirlerin tamamlayan ve mana kazandıran üç kavramdır. Plan olmadan mesuliyetler dayanaksız kalmakda, ölçme değerlendirme ise neyin, kimin ve nasıl üzerine tanımlanacağını bu kavramlar sayesinde belirler.

Eğitim Mesuliyeti eğitimde yeniden yapılandırma taraftarlarının üstünde durduğu en önemli konu olarak geçerliliğini devam ettirmektedir. Eğitim Mesuliyeti eğitimin bütün faaliyetlerini kapsamaktadır. Eğitim faaliyetlerinde etkisi olan birimlerin hangi amaç doğrultusunda sorumlu ve etkili olduğu tam olarak belirlenmesini içerir. Buna en güzel örnek okul tuvaletlerinde yaşanmaktadır. Tuvalet temizliğinde ortaya çıkan bir aksama için sorumluluk şeması

Sorun -> hizmetli
-> müdür yardımcısı
-> müdür
-> il eğitim müdürlüğü (birden fazla imza)
-> milli eğitim bakanlığı (onlarca imza)
-> eğitim bütçesi planlama kordinasyonu (onlarca imza)
-> meclis (550 dolayında imza)
maliye bakanlığı <-
il eğitim müdürlüğü <-
müdür <-
alım satım <-
Çözüm <- hizmetli <-

olarak gerçekleşmektedir.

Ölçme ve değerlendirme birbiriyle ilişkili ve çok boyutlu kavramlardır. Eğitsel değerlendirme Türkiyede dar anlamı olan öğrencinin öğrenme seviyesi olarak algılanmaktadır. Geniş anlamıyla eğitsel değerlendirme eğitimin bütününü kapsamaktadır. Eğitsel Değerlendirme diğer karar verme mekanızmalarında olduğu gibi kalite kontrolü geçerlidir. Eğitsel değerlendirmemin kalite kontrolu eğitsel geçerlilik ve eğitsel güvenirlik (soru analizi, ..) yapıları için sunulan kanıtlarla sağlanmaktadır. Milli eğitim içinde en yaygın ölçme değerlendirme metodu olarak istatistiksel değerlendirme metodlar gurubu kullanılmaktadır. Türk eğitim kurumlarında Klasik Ölçme Teorisi çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Öğrenci davranıslarını test kitapçığı bağlamında daha güvenilir olarak modelleyen Soru Cevap Teorisi üniversite seçme sınavında değerlendirmelerinde kullanılmaya çalışılmaktadır. Günümüzün en gelişmiş istatistiksel metodu olan Bireysel Test sistemi uygulamaları Türkiye de bulunmamaktadır.

Müfredat

Geniş anlamıyla Müfredat planlı eğitsel faaliyetlerin bir okul tarafından önceden belirlenmiş bir alan içinde (okul binası, atletizm sahası, hastane gibi) yürütülmesi olarak tanımlanmaktadır. [Todd, E. A.(1965) Curriculum Development and Instructional Planning]

Tyler [1949] Müfredatı tanımlarken 4 ana soru içinde çalışılması gerektiğini önermektedir.

* Hangi eğitimsel amaçlar güdülmekte
* Hangi eğitsel metotlar ile belirlenen amaçlara ulaşılacak
* Belirlenen süre, amaç ve metotların nasıl organize edileceği
* Organize olmuş (planlanmış) süre, amaç ve metotların nasıl ölçüleceği

Belirtilen bu amaç doğrultusunda cumhuriyetin uygulamaları da zaman zaman sekteye uğramış hatta baskıcı olmuştur. Fakat Türkiye’de birçok uygulama geçici olmuş veya varlığını sürdüren uygulamaların milli birlik içinde normale dönmesini sağlamak her bireyin diğerine vatandaşlık görevidir.

İlgili Makaleler