Tarihi Eserler

Bostancıbaşı Köprüsü Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Bostancıbaşı Köprüsü, İstanbul Bostancı’da XVI. yüzyıla ait köprü.

Bostancı deresi Osmanlı idaresi sıra­sında şehrin sınırını teşkil ediyor, Ana­dolu’ya uzanan en önemli sefer ve ker­van yolu bu noktadan başlıyordu. Dev­letin başşehrinin giriş çıkışları bostancı­başının kontrolünde olduğundan bura­da bir de bostancı derbendi (karakol) ku­rulmuştu. XIX. yüzyılın ortalarına kadar Anadolu’dan İstanbul’a gelenler ince­lemeden geçirilir ve şehre girecek olan­larda “mürur tezkiresi” aranırdı. Böyle kontrol merkezleri Küçükçekmece Köp­rüsü ile Göksu deresinin başında da var­dı. Bostancıbaşı Köprüsü’nün yanına bir karakolhâneden başka bir çeşme ile bir de namazgah yapılmış ve bunları gölge­lemeleri için sonradan her biri birer ulu ağaç olan fidanlar dikilmişti. Çeşmenin kitabesinde köprünün adı Cisr-i Derbend olarak geçmektedir. Eski Şam-Bağdat yolu üzerinde önemli bir menzil yeri olan Bostancıbaşı Köprüsü’nün çevresi de se­fer sırasında ikmal malzemesinin toplandığı bir yerdi. 1730 tarihlerine ait bîr belge, köprübaşındaki araziden nelerin ne miktarda toplandığını gösterir.

Silâhtar Fındıklılı Mehmed Ağa’nın bil­dirdiğine göre 1121 yılı Cemâziyelâhirinde vuku bulan şiddetli bir fırtınada yağan yağmur ve dolu ne­ticesinde taşan dere, köprünün yıkılma­sına sebep olmuş, sonra sadrazamlığa yükselen Bostancı Hacı Halil Ağa yeni­den ve daha güzel olarak yaptırmıştır.

Küçüklüğüne rağmen güzel yapısıyla dikkati çeken Bostancıbaşı Köprüsü, ne­dense bazı yabancı seyyahların yazdığı rehberlerde bir Roma eseri olarak gös­terilmiştir. Halbuki böyle bir iddianın yan­lışlığı ve köprünün temelinden itibaren bir Türk eseri olduğu mimarisinden açık­ça bellidir. Mimarisi bakımından tam Türk klasik devri üslûbunda bir yapı olan köprünün ortasında kitabe köşkü bu­lunmakla birlikte kitabesi mevcut değil­dir. Kitabenin çok önceleri bilinmeyen bir sebepten yerinden çıkarıldığı veya düşüp kaybolduğu anlaşılmaktadır. Hü­seyin Ayvansarâyrnin Mecmûa-i Tevârîh adlı eserinde, “Bostancıbaşı Köprü­sü kurb-i kartal, İhsan Ağa hayratıdır. Târih-i köprü: Hayr-ı İhsan 930” (vr. I4a) şeklinde kaydedilen bilgi, önceleri bir tarih kitabesinin bulunduğunu ve yap­tıranın da İhsan Ağa adında bir kişi ol­duğunu açık şekilde göstermektedir. 930 (1523-24) tarihi Kanunî Sultan Sü­leyman’ın (1520-1566] saltanatının ilk yıl­larına aittir. Buradan, halk arasında do­laşan, köprünün Mimar Sinan tarafın­dan yapıldığı yolundaki söylentinin doğ­ru olmadığı anlaşılmaktadır. Ayvansarâ­yrnin bu açık notu karşısında köprünün 111. Murad (1574-1595) ve III. Mehmed (1595-1603) devirleri bostancıbaşıların-dan Ferhat Ağa tarafından yaptırıldığı yolundaki bilgiyi de şüphe ile karşılamak gerekir.

Bostancıbaşı Köprüsü, âbidevî Türk köprü mimarisinin İstanbul içindeki tek örneğidir. Tamamen kesme taştan inşa edilen üç gözlü köprünün ortası yüksek­tir ve bu kısmın menba tarafında mih­rap biçiminde kitabe köşkü bulunur. Dı­şarıdaki konsollara oturan köşkün kita­be yeri boşluğunun üstü, son tamirde kötü bir biçimde yapılan tomurcuklu bir taçla süslenmiştir. İki başında, tepele­rinde kavuk biçiminde birer topuz bulu­nan ikişerden dört baba vardır (biri şim­di noksandır). Köprünün iki yanında 50 cm. yüksekliğinde taştan korkuluklar bulunur. 37,50 m. uzunluğunda ve 6 m. genişliğinde olan köprünün orta göz açıklığı 6,40 m., yan gözlerinin açıklığı ise 4 metredir. Bunların her üçü de siv­ri kemerli olup orta gözün iki yanında mahmuzlar (sel yaran) vardır. Mahmuz­lardan menba tarafındakiler üçgen, mansap tarafındakiler beşgen şeklindedir.

Bütün Osmanlı devri boyunca Anado­lu üzerinden doğuya veya güneydoğuya giden kervanlarla orduların üzerinden geçtiği bu tarihî köprü. Evliya Çelebinin yazdığına göre 16S1’de kanlı bir olaya sahne olmuştur. Melek Ahmed Paşa’nın sadâreti sırasında Anadolu’da ayakla­nan Celâlîler Kara Abdullah Paşa tara­fından mağlûp edilip esir almanlar İs­tanbul’a getirilirken tam Bostancıbaşı Köprüsü’nün önünde sadrazamdan, ele geçirilen âsilerin derhal idam edilmesi için emir gelmiştir. Fakat Abdullah Pa-şa’nın adamları âsilerin canlarının ba­ğışlanmasını rica ederek, “Bir alay mal­dan, nzıktan ve ırzdan ayrılmış garîbü’d-diyâr, bîdâr mahlûk-ı Huda’yı kırdır­mayız, der-i devlete götürürüz; ümîddir ki her biri birer takrîb ile halâs ola” de­mişler ve bunun üzerine esirlerden bazıları çevredeki bostanlar içine saklan­mış, birçoğu da kıyafetleri değiştirile­rek serbest bırakılmışlardır. Bu arada Evliya Çelebi de serdara rica ederek altı
kişiyi azat ettirmiştir. Fakat ayaklanma­nın elebaşılarından Dasnik Emirze (Mir­za) ile Hanîfî Halife ve kırk kadar adam­ları köprünün yanında idam edilerek başları İstanbul’a götürülmüş, gövdeleri ise köprübaşında gömülmüştür. 1950’lere doğru yaptığımız araştırmada, Bos­tancıbaşı Köprüsü’nün Anadolu tarafın­daki ucunda birkaç mezar taşı bulun­duğunu, fakat kasaplar çarşısı yapılır­ken bu taşların sökülerek buradan gö­türüldüğünü öğrendik; yalnız dükkânlar­dan birinin bodrumunda yuvarlak büyük bir mezar taşının durduğunu tesbit et­tik. Üzerinde yazı bulunmayan bu taşın belki de sadece bir ayak taşı olduğu dü­şünülebilir; ancak yine de bunun Evliya Çelebi’nin bahsettiği köprübaşına gö­mülen âsilere ait olduğu kesindir.

Eskiden beri İstanbul’un belediye sı­nırı tam bu köprünün ortasından geçer. Motorlu vasıtaların çoğalması ile bu ta­rihî köprüde tahripler başlamış, kam­yonların çarpması sonucu önce iki uçta­ki babalar devrilmiş, arkasından 1970’e doğru da yine bir kamyon tarafından kitabe köşkü ile bitişiğindeki korkuluk­lar bütünüyle yıkılmıştır. Daha sonra kor­kuluklar ve kitabe köşkü aslına tama­men uygun biçimde olmasa da yeniden yapılmıştır (1976). Fakat bu değerli eser 1987’den itibaren de önce birkaç dük­kâna yer açmak bahanesiyle, sonra da arazi kazanmak için yan gözleri tama­men kapatılıp önleri toprakla doldurula­rak âdeta görünmez duruma sokulmuş­tur. Çok yakın zamana kadar hiç bozul­maksızın bütün elemanları ile tamam bir halde gelebilen bu güzel eserin gü­nümüzde bu şekilde tahrip edilmesi esef vericidir.

Köprünün Kadıköy tarafındaki ucun­da Bostancı polis merkezi olarak kulla­nılan eski Bostancıbaşı Derbendi 1980’li yıllarda yıkılıp ortadan kaldırılmıştır. De­niz tarafında bulunan namazgahın kıb­le taşı da yine arazi kazanmak için kırk yıldır durduğu son yerinden sökülüp ge­riye alınmıştır. 1247 (1831-32) tarihli uzun bir kitabesi olan eski çeşmenin ye­rine Şam Kapı Kethüdası Şeref Efendi tarafından yaptırılan yeni menzil çeşmesinin hayvanlara mahsus yalakları orta­dan kaldırılmış, 1983’te de burada bü­yük bir göbek yapılarak çeşme ve na­mazgah taşı bunun ortasına konulmuş­tur. Ancak 1988 yazında bunlar yeniden sökülmüşler ve çeşme, yüzü denize dö­nük olarak göze hoş görünmeyen bir bi­çimde yerleştirilmiş, 1938’den beri en azından beş altı defa yeri değiştirilen namazgah taşı ise ilerideki bir ağacın dibine atılmıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler