Tarih

Abdülmecid Kimdir, Hayatı, Dönemi, Islahatları

Abdülmecid

Abdülmecid bin Mahmud II. 31.Osmanlı padişahı, 96.İslam halifesi. 23 nisan 1823’te doğdu, 25 haziran 1861’de öldü. II.Mahmud’un ikinci oğlu ve halefidir, annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’dır. Şehzadeliğinde iyi bir tahsil gördü. Fransızca öğrendi. Avrupa’da yayınlanan neşriyatı yakından takib eden Abdülmecid yenilik taraftarıydı. Padişah babası II.Mahmud’un ölümü üzerine, 3 temmuz 1839’da on yedi yaşında, Osmanlı tahtına geçmiştir.

II.Mahmud zamanında başlamış olan Mısır meselesinin ikinci safhası Abdülmecid’in tahta çıkışının arifesinde, Nizip mağlûbiyeti ile, ye­niden vahim bir şekil almıştı. Bir müddet sonra ihanet eden kapdân-ı derya Ahmed Paşa Osmanlı donanmasını İskenderiye’ye götürüp, Mehmed Ali Paşa’ya teslim etti. Bu askerî hezimet ve felâket karşısında, ıslahat yolunda yeni bir hamle yaparak, içte halkın, dışta da Avrupa kamuoyunu desteğini kazanmak için, o sıra­da Avrupa’dan dönmüş bulunan hariciye nazırı Mustafa Reşid Paşa’nın telkini ile, Gülhane Hatt-ı Humayunu yayınlanıp, ilân edildi (26 şa­ban 1255 = 3 Kasım 1839). Tanzimat-ı hayriye devrini açan, millî hâkimiyet prensibini içermemekle beraber, şahsın emniyeti ve ba­zı hakların mahfuziyeti gibi esasları kabul ve, devlet ile fertlerin ilişkilerini tayin ede­cek kanunların konacağını vadetmek suretiyle, keyfî idareye nihayet vermek isteyen, millî taz­yik ile değil ise de, iç ve dış vak’aların sevk ve icbarı ile ilân olunan bu hatt-ı hüma­yunun uyandırdığı müsait hava, zaten bir Avrupa meselesi hâlini almış bulunan Mısır meselesinin hallini kolaylaştırdı.

Tanzimat Fermanı’nın yayınlanmasından sonra Mısır’a karşı İngiltere’nin ön ayak olması ile, Mehmed Ali Paşayı tutan Fransa dışarıda bırakılarak Osmanlı, İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri Londra’da bir araya geldi ve 15 Temmuz 1840’da Londra anlaşması imzalandı. Buna göre, anlaşmaya imza koyan devletler, Mehmed Ali Paşaya onar günlük iki ültimatom verdiler. Mehmed Ali Paşa bu ültimatomları kabul etmediğini bildirdi. Bunun üzerine İngiltere ve Avusturya tarafından desteklenen Osmanlı kuvvetleri, Mısır ordusunu yendi. Osmanlı askeri 16 Ekim 1840’ta Trablusşam’a, 4 Kasım’da Akka’ya, 13 Kasım günü Haleb’e, 29 Aralık’ta Şam’a girdi. Londra anlaşmasına göre artık Mehmed Ali Paşanın Mısır’dan çıkarılması gerekiyordu. 27 Kasım 1840’ta Mısır ile İngiltere arasında yapılan anlaşma ile, Mehmed Ali Paşa, ikinci ültimatomun şartlarına uyacağını bildirince, İngiltere, Osmanlı Devletine ihanet ederek; Babıali’den Mısır ile Sudan’ın ırsi olarak Mehmed Ali’ye bırakılmasını istedi. Bundan maksadları, Mısır’ı yalnız bırakıp, şartların müsaid olduğu bir zamanda işgal etmekti. Bunun üzerine Reşid Paşa, Abdülmecid’e 24 Mayıs 1841 günü Mısır fermanını yayınlattı. Bu ferman, 1914 senesine kadar Mısır’ın bir çeşit anayasası olarak kalmıştır. Fermana göre Mısır, Osmanlı padişahı tarafından tayin edilen Kavalalı mensuplarınca idare edilecekti.

Bundan sonra, Fransa’nın da katılımıyla, yine Londra’da Boğazlar sözleşmesi imzalanarak (1841), Osmanlı devletinin Boğazlar üzerinde hâkimiyeti tasdik ve yabancı harp gemilerinin Boğazlar’dan geçemeyeceği esası kabul olundu.

Avusturya’ya karşı, 1848 ihtilâli üzerine, is­tiklâl mücadelesine girişen ve Rus ordularının yardımı ile mağlûp edilen Macarlardan bir çoğu Osmanlı topraklarına sığınınca, Avus­turya ve Rusya hükümetleri bu siyasî suçluların iadesini ısrar ve tehditle istemişlerse de, Babıâli bu talebi reddetmiş ve bu direniş bilhassa İngiltere ile Fransa’da iyi tesirler uyan­dırmıştır.

Bu ihtilâlin akisleri Eflâk ve Boğdan’da da görülmüştür: ayaklanan halkın teşkil ettiği mu­vakkat hükümet  komşu  memleketlerdeki  ulah-ları da silâha sarılmağa davet etti. Bu ayak­lanmayı bastırmak için, serdar-ı  ekrem Ömer Paşa harekete geçince, Ruslar da Boğdan’a gir­diler. Avusturya’da bazı emellere düştü. Fakat günün şartlarını harp açmağa elverişli görme­yen Ruslar Babıâli ile Baltalimanı anlaşmasını akde (1265 = 1849 ) ve İki beylikte ( memleketeyn) ortak bir işgal hakkı elde etmeyle yetinip, razı oldular. Mısır  meselesinin hallin­den beri, mülteciler ve Eflâk-Boğdan meselele­rinden başka, Suriye ve Lübnan’da İngiliz ve Fransız nüfuz rekabeti ile körüklenen Dürzîler ve Marunîler’in geçimsizliği de zaman zaman Bâbıâli’yi meşgul etmekle beraber, Gülhane Hatt-ı Hümayununun ileri sürdüğü Tanzimat ile de az çok iştigal edilebiliyordu. Yeni askerî teşkilât ve ıslahat yapılmış, bir taraftan da bir üniver­site tesisine, her üç derecesi ile maarif teşki­lâtı temellerinin atılmasına teşebbüs edilmişti. Fakat Mukaddes Makamlar meselesinin çıkması, Osmanlı imparatorluğunun bu ıslahat yolunda fazla  gelişmesine engel oldu. Kudüs ve civarındaki   hıristiyanlarca mukaddes sayı­lan yerlere ait olup, eskiden beri Katolik ve Ortodoks papazlarınca paylaşılam ayan hak ve hizmetler kavgası tekrar canlanmıştır. 1848 ih­tilâlini müteakip Fransa cumhurreisi olan ve imparatorluğunu ilâna hazırlanan Louis Napoleon, Katolik zümresine dayanmak lüzumunu hissettiği için, Katolikler lehine bazı taleplerde bulundu. Bunun üzerine, Kaynarca anlaşmasının bir maddesini ileri sürerek, Osmanlı imparatorluğundaki Ortodoksları himayeye kalkışan Ruslar da müdahele ettiler; bir taraftan   Osmanlı imparatorluğunun taksimine İngiltere’nin ne de­rece müsait davranacağını anlamağa çalışmakla beraber, Bâbıâliye sefaret heyeti göndererek, taleplerini gittikçe arttırdılar; Babıâli müdahale hakkına   sahip olduklarını kabul eden bir «*et vermekten çekinince, bir ultimatom verip ve Eflâk ve Boğdan’ı işgal ettiler.

Rusların bu taleplerine İngiltere ve Fransa’nın muhalefet edeceğini uman ve buna güvenen Babıali savaş  ilan etti (1853). Rumeli kumandanı Ömer Paşa emrindeki Türk ordusu, çeşitli muharebelerde başarı ka­zanarak, Tuna’yi geçti. Rusların Silistire’yi kuşatmaları başarısızılığa uğradı. Fa­kat Sinop limanında bulunan   Osmanlı donan­ması, Rus donanmasının baskınına uğrayarak, yakıldı. Bunun üzerine Fransa ve İngiltere,   Os­manlı devleti ile saldırı ve savunma itti­fakı akdederek (12 mart 1854), harbe girdiler. Avusturya bitaraf kaldı ve Osmanlı hükümeti ile imzaladığı bir mukavelename üzerine, Rusların çekilmek üzere bulundukları Eflâk ve Boğdan’ı, geçici olarak, işgal ile yetindi. Rusların tahriki ile ayaklanan Yunanlılar da, bir Fransız    kolordusunun Atina ve Pire’yi işgal etmesi üzerine, taraflıksızlıklarını korumaya mec­bur oldular. Müttefikler harp sahasını Kırım’a nakil ve Sivastopol’u kuşattılar. Türk ordusu da buraya nakledildi. Kuşatma bir yıla yakın sürdü. Defalarca muharebeler oldu, zaferler kazanıldı. Anadolu’ya gelince, harbin başında bazı başarılar elde edildiği halde, Ruslar sonradan ilerleyerek, Kars’ı kuşatmayı başardılar. Sivastopol zapt-edildi ( 8 Eylül 1855) ise de, öte yandan, yiyeceksiz kalmış olan Kars Rus­ların eline geçti ( 28 Kasım 1855 ). Bu da Rus­ların tek başarısıydı. İtalya’nın bir­liğini temine hazırlanan Piemonte ve Sardunya krallığı da, İngiltere  ve  Fransa’nın Avusturya’ya karşı  desteğini almak için, ittifaka ve harbe girmişti. Harp devam ederken, Avustur­ya’nın da katılımıyla cereyan eden müzakere­ler neticesinde, sulhun esas şartları belirlendiği için, nihayet Avusturya, bunları kabul et­mesi şartıyle, harbe nihayet vermesini bir ultimatomla Rusya’dan   isteyince, Rusya uymaya mecbur oldu ve Viyana da sulh mukaddimatı hazırlandıktan sonra, bütün büyük   Av­rupa devletlerinin iştiraki ile, Paris te genel bir kongre toplandı ; 30 Mart 1856’da sulh imzalandı.

Bu anlaşma Osmanlı imparatorluğunun istik­lâl ve bütünlüğünü esasını kabul ederek, iç işlerine herhangi bir devletin müdahalesini men ediyordu (madde 9). Bütün devletlerin harp gemilerine Boğazlar’ın kapalılığı esasını muha­faza ediyor (madde 10 ), Karadeniz’i ticaret ge­milerine açıyor (madde 11 ve 12 ), gerek Rus­ya’yı ve gerek Osmanlı devletini Karadeniz’de harp gemisi ve tersane bulundurmaktan men ediyor (madde 13 ve 14), Rusya, Basarabya’nın bir parçası ile bir Avrupa komisyonunun nezaretine verilecek olan Tuna ağızlarını Boğ­dan’a terkediyor (madde 20 ve 21), nihayet, Sırbistan ile Eflâk ve Boğdan üzerindeki Rus­ya himayesini kaldırıyordu. Bu prenslikler, Bâbıâli’ya tabi olmakla beraber, bütün imtiyazarını muhafaza edecekler ve Avrupa’nın koruması altında bulunacaklar, müstakil ve millî bîr idareden, mezhep, teşri, ticaret ve gemi dolaşımı serbestilerinden faydalanacaklardı.

Paris kongresinin toplanmasından biraz evvel, Abdülmecid Gülhane hatt-ı hümayununu ta­mamlayan ve teyit eden yeni bir Islahat Ferma­nı neşir ve ilân etmişti. Paris anlaşmasında devletlerce önemi takdir edilerek, iyi kar­şılandığı  açıklanan bu fermanla hıristiyan tebaanın şahıs ve mallarının mahfuziyeti teyit edildikten sonra, mezhepçe ve tedrisatça hürri­yetleri, bütün tebaanın eşitliği, gayr-i müslimlerin de memuriyet ve askerlik hizmetlerine kabul edilecekleri, vergice eşit tutulacakları ilân ve daha birtakım ıslahatın yapılacağı zik­rediliyordu (18 şubat 1856).

Osmanlı devleti ile hıristiyan tebaasının ilişkileri hakkında Paris anlaşmasına eklenecek bir maddenin bir müdahale demek ola­cağı ve yeni müdahalelere de yol açabileceği düşünülmüş ve müttefik devletler ile anlaşmak suretiyle, Babıâli kendiliğinden böyle bir ferma­nın neşir ve ilânını tercih etmişti.

Ancak Ali Paşa hükumeti tarafından ilan edilen bu Ferman’ın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Görünürde Osmanlı toplumunu ırk, din ve dil ayırımı gözetmeden kaynaştırmayı hedef alan Islahat Fermanı azınlıkların bağımsızlık hareketlerini hızlandırıp, devleti yıkılmaya doğru götürmekten başka bir işe yaramamıştır. Nitekim Ferman’ın yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra Suriye’de ve Cidde’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çarpışmalar başladı. Eflak, Boğdan ve Karadağ’da bağımsızlık gayesiyle isyanlar çıkmıştır.

Paris anlaşmasıyla Osmanlı devleti, itibarı yükselmiş olarak, bir sulh, sükûn ve ilerleme devresine girmiş oldu. Bu devrede Babıâli ıslâ­hata devama çalıştı. Adliye ve maarif nezaret­leri teşkil edildi, yeni kanunlar vazolundu. Av­rupa ile ticarî ve malî ilişkiler arttı. Av­rupa’dan borçlanmalar akdine başlandı; bu da Av­rupa sermayesinin siyasî ve iktisadî sahalarda nüfuz ve tesirini arttırdı. Borçlanma ile elde edi­len paranın, gerekli işlerden çok, saray masraflarına ve sair israflara gitmesi hoşnut­suzluk uyandırdı. Diğer yandan maziye ve göreneğe bağlı cahil bir halk kütlesinin varlığı ve mezhep ve milliyetçe birlik bulunma­yan yerlerde halk arasında gerginlik bulunması, nihayet millî hislerin az çok gelişmesi bu devrede bazı karışıklıklar çıkmasına sebebiyet vermiştir; Cidde vak’ası (15 Temmuz 1858 ), Lübnan’da ve Suriye’de Dürzîler ile Marumîler arasındaki vuruşmalar (Mayıs 1860), Eflâk ve Boğdan’da birliğe doğru yapılan hareketler, Karadağ’da ayaklanmalar bu kabildendir. Tanzimat başlangıcından beri devam eden gerginliğin yeni bir tezahürü olan Cebel-i Lübnan vak’ası, Fran­sa’nın Beyrut’a asker çıkararak, Avrupa namı­na müdahalesi üzerine, büyük ehemmiyet peyda etti. Bâbıâlice, olağanüstü komiser olarak, Su­riye’ye gönderilen Fuat Paşa’nın süratli ted­birleri ile had şeklini kaybetmekle beraber, bu vak’a Lübnan imtiyazlarının genişlemesine ve Fransa’nın askerini çekmesine rağmen, bu bölgede nüfuzunun artmasına yol açmıştır.

Bilhassa israfları dolayısiyle, Abdülmecid’in son zamanlarında hoşnutsuzluk artmış, aleyhin­de bazı gizli tertibata bile teşebbüs olunmuştu (Kuleli Olayı). Abdülmecid nihayet 25 haziran 1861’de vefat etmiş, İstanbul ‘da Sultan Selim türbesine defnedilmîştir.

Pek genç olarak tahta çıkan ve yaradılışı itibariyle çok halûk ve nazik olan Abdülmecid babasının ıslahatına samimiyetle devam etmek istemiş; fakat zaaf derecesine varan hilm ve yumuşak kişiliği her zaman vaziyete hâkim olmasına ve ıslahata ayni azimle devam etmesine mâni olmuştur. Ekseriyetle halkın sevgisini ve Avrupalıların takdirini kazanmış olan Abdülmecid’in, Gülhane Hattını neşir ve ilânı, mülteciler meselesindeki  direnişi, Kırım muharebesi ve Paris anlaşması gibi, başarılarında kendisine en büyük yardımlarda bulunanlar, birçok kez sadareti işgal eden Mustafa Reşid Paşa ile arkadaşları Ali Paşa ve Fuat Paşa’lardır. Bunların dirayeti bu devrin en mühim haricî meseleleri­nin, faideli veya nisbeten az zararlı bir tarzda, halledilmelerini temin eylemiştir.

Abdülmecid, devrinde başarılı işler de yapıldı. 1840’ta ilk olarak kağıt para çıkarıldı. 1844’te Mecidiye (Galata) Köprüsü yapıldı. 1848’de Beşiktaş’la Ortaköy arasında Küçük Mecidiye Camiini, Ortaköy iskelesi yanında Büyük Mecidiye Camiini yaptırdı. 1851’de Şirket-i Hayriyye denilen Boğaziçi vapurları işletilmeye başlandı. 1853’te başlayan Kırım Harbi sırasında ilk telgraf hattı İstanbul-Varna-Kırım hattı olarak döşendi. 1854’te Beykoz Kasrı, 1856’da Küçüksu Kasrı ile Dolmabahçe Sarayı yaptırıldı. Ayrıca İstanbul’un pekçok yerinde çeşmeler yaptırıp, eski eserleri tamir ettirdi.

İlgili Makaleler