ÇİN DÜŞÜNCESİ
ÇİN DÜŞÜNCESİ
Çin düşüncesi, bir
Hint, İran, hatta aynı yüzyıllar gözönüne alındığında bir Antik Yunan
düşüncesinden, metafizik bir sistem olmaktan çok, pratik bir düşünce mahiyeti
göstermesiyle ayrılır. Çünkü Çin düşüncesi genel ilkelerden çok ayrıntıya
önem verir ve bu düşüncede ahlak ve siyaset, inanç görünümüyle topluma
sunulmaz. Bu bakımdan Çin düşüncesinde beşeri ve akli nitelik belirgin bir
şekilde gözlemlenebilir.
Devlet yönetiminin
yürütücüsü olarak çok eski tarihlerde nasıl bürokrasi öncelikle Çin geleneğinde
ortaya çıkmışsa, Çin düşüncesi de Çin’in kendine özgü kültür birikiminin önemli
bir yönünü oluşturur. Genel olarak insan ve toplum temellerini esas alan bu
düşüncede ahlak ve siyasete ilişkin görüşler, teorik arayışlara ve metafizik
kurgulara ağır basar. Ayrıca insan İle Tanrı (aynı zamanda doğa) arasında bir
bütünlük sağlama arayış ve çabası Çin düşünce tarihinin Önemli bir özelliği
olarak belirir. Bu anlamda İnsan ile doğa birbirine kökten karşı değil, her
ikisi de aynı evrensel düzenden kaynaklanan olgular olup insan bu düzenin
gerçekleşmesine etkin bir şekilde katılmalıdır. Bu anlayışın doğal sonucu
olarak eski Çin düşünürleri dünyayla İlgili nesnel bilgi elde etmeye yönelmişlerdir.
Fakat kabul edilen evrensel düzenin (tao) uyumunu korumayı kendilerine görev
bilmişlerdir. Tao, düzen ve uyumu (Antik Yunanlıların “cosmos”u
gibi) kapsaması bakımından evrendeki dairevi (eyelic) hareketin ilkeleri olan
“Yin” ile “Yang”ın nöbetleşe ortaya çıkmasıyla gerçekleşir.
Kozmik ve insani bir nitelik taşıyan bu uyumlu bütün kavramı, toplumda, aynı
işlevi gören “otorite” kavramını da temellendirir ve önemini bu
bakımdan vurgular, Nitekim evrenin düzen ve uyumunu dengede tutan ve devamını
sağlayan ilke, prensin ya da imparatorun erdemiyle toplumsal barıştır. Yani
evrenin düzeni insanın erdemiyle toplumun düzenine bağlı olarak
değerlendirilir.
Gerçekten Coular
(yaklaşık M.Ö. 1050-221 )’dan itibaren imparator “Gökyüzünün Oğlu”
olarak adlandırılmıştır ki, burada Gökyüzü, erdemin ışığıyla yönetimini gerçekleştirmesi
için onu yetkili kılıyordu. Aksi durumda, yani imparator aşın istekleri,
haksızlıkları veya zuİlimleriyle, kısaca erdem dışı yönetim tarzıyla toplumun
ve evrenin uyumlu düzenini sarsar ve tehlikeye düşürürse, bu defa Gökyüzü,
verdiği yetkiyi tereddütsüz geri alır, imparatorun hanedanı yıkılırdı. Çin
tarihçileri hanedan yönetimlerinin birbirini izlemesinde-ki süreci bu şekilde
açıklıyorlardı.
Çin düşüncesinin bir
başka özelliği olarak seçkincİ (elitist) ve etkili olma kaygısıdır. Bu bakımdan
Çin düşüncesinin sembol zenginliği de buna yardım etmiştir. Fakat soyut düşünme,
düşünceyi öğreti düzeninde ifade etmede dilin yapısı da gözönünde tutulduğunda
yetersiz kalmıştır.
Çin düşüncesi başlıca
dört döneme ayrılabilir:
a) Klasik dönem;
b) Yeni Taocu ve Budacı dönem;
c) Yeni Konfüçyüsçu dönem;
d) Modern dönem.
Klasik dönemde (M.Ö.
6-3. yüzyıl) temel kavramlar Tao (Yol), te (erdem), ren (iyilik, sevgi), yi
(doğruluk), tian (cennet) ve yin-yang (zayıflık, güçlülük ya da sükun-canlılık
gibi birbirini tamamlayan İki karşıt olgu dur. Klasik dönemin her okulunun
kendine özgü yolu vardı. Ancak bunlar içinde Konfüçyüs ile Lao Tse okulunun
önemli etkileri olmuştur. Konfüçyüs’e güre Tao, İnsanın Yolu, Eski
Bil-ge-Kralların Yolu ve Erdemin Yolu’ydu. Lao-Tse’ye göreyse Tao, Doğanın
Yolu’dur. Lao-Tse’nin okulu daha sonra Taocu okul olarak adlandırıldı. Tüm
okullar için İnsana verilen Tao, onun erdemidir. Konfüçyüsçulukta en büyük
erdemler sevgi/iyilik ve doğruluktur.
Koniüçyüs’un felsefesi
ise aslında bir ahlakçılıktır ve Konfüçyüs ahlakının özünde ödev kavramı
yatar. Yüce bir varlığa ait Ödev yasası “kıyışız bir denize benzer”
ve Gökyüzüne ulaşacak denli sınırsızdır, öte yandan hareketlerimizin doğayla
uyumlu olması bu ahlak yasasıyla mümkündür. Bu bakımdan Konfüçyüs “ha-ra
ketlerimize hakim olan ahlak yasası zorunludur” sonucuna ulaşır. Bu yasa
kesin ve kutsaldır.
Ahlak yasasının amacı
insanın kendi kendisini mükemmel hale getirmesidir ki, buna “insan”
yasası da denilir. İnsan mükemmelliği, ancak kendisi mükemmelleştİği zaman
anlayabilir. Bu da “Gökyüzü yasası”dır ve bütün yasaların esası bu
yasadır.
Konfüçyüs’un
öğretisini iki yüzyıl sonrü Mengzi canlandırıp düzeltecektir. Mcngzi ahlak
yasasını siyasete uygular. Ona göre zalimler, büyük Yolun (Tao) hırsızları
gibidir ve onlara da hırsızlara verilen ceza verilmelidir. Toplumda bir şey
çalan hırsız, kanun ve adaletten bir şey çalan ise zalimdir. İnsanlar arasında
sınıf farkı görmeyen Mcngzi, köleliği reddeder. Birbirini tamamlayan iki kısım
İnsan vardır: Düşünürler, yani bilgeler (filozoflar) ve çalışanlar.
Çalışanlar düşünürlere tabi olmalıdır; çünkü evrendeki ve toplumdaki uyum ve
düzeni sağlayan yasa budur. Yeryüzündeki kötülüklere neden olan “mülkiyet
hakkı” ıslah edilmeli ve ayrıca halka yük olan vergiler kaldırılmalıdır.
Krallar ve aristokratlar halkı kandıran ve saptıran kimseler olarak
suçludurlar- Ayrıca Kant’in “Ödev” ahlakıyla Konfüçyüs’un
“ödev” kavramı arasında bir benzerlik bulunmaktadır.
Taoculuk,
Konfüçyüsculuktan farklı olarak bîr felsefe akımı olma yanında bir din özelliği
de gösterir. Tao Te King’in yazarı olan Lao-t-se’nin Konfüçyus’la çağdaş olduğu
söylenir. Tao, Çincede bir “yolu” veya evreni meydana getiren kozmik
bir ilkeyi ifade eder. Taoculuk, kuangzu adlı bir başka Çinli düşünür
tara-fındanyorumlanmış ve geliştirilmiştir. Ona göre İnsanın bilgelikleri ya
da erdemleri izafi olduğundan fazla bir değer taşımazlar. Aynı şekilde
insanın mutluluk özlemi, onun doğal yeteneklerine göre sınırlandırılmalıdır.
Genel olarak Taoculuk ruhun ölümsüzlüğünü kabul eder.
Yeni-Taocu ve
Yeni-Budacı dönemde (M.S. 3-9 yüzyıl) metafizik kavramlara temelden bir yöneliş
gözlenmiştir. Yeni-Taocular, Nihai Hakikat’ın Varlık mı. Hiçlik mi olduğu,
temel gücün tümel mî, tekil mi olduğu sorusunu ortaya koydular. Bu etkiyle ilk
Çinli Budacı düşünürleri Varlık ve hiçlik sorusunu üzerinde tartıştılar ki,
sonraki Budist okullar varlık ve hiçlik okulları şeklinde ayrıldılar.
Yeni Konfüçyüsçu
dönemde (11-19. yüzyıllar) tüm eski kavramlar korunmakla birlikte,
Budist etkiler ile
ahlak ve toplum sorunlarını açıklamak bakımından metafizik bir temci oluşturma
gereği duyuldu. İlke, hayat enerjisi (chi), Tao, Cennet ve yinyang gibi
geleneksel metafizik kavramlar bu dönemde Yeni-Kon-füçyusçuluğun kavramları
haline geldi.
Bütün bu Öğreti ve
okullara rağmen, Batı düşüncesinin Çin’e girişine kadar Konfüçyuscu-luk,
Çin’in geleneksel düşünce sistemi olarak kalmayı başardı. Öyle ki, aykırı
düşünen düşünürler bite kendilerini Konfüçyüsçu olarak takdim etmek durumunda
kaldılar.
Çin düşüncesinin
dördüncü dönemini oluşturan XX. yüzyıl, önceki dönemler ile pek bir benzerlik
arzetmez. Modern dönem olarak tanımlanan XX. yüzyıl Çin düşüncesi önce batılılaşma,
arkasından geleneksel felsefenin kurulması ve Marksizmin üstünlük sağlaması
aşamalarından geçmiştir. Yüzyılın başlarında Adam Smİıh, Montesquieu, Aldous
Huxley, Danvin, Herbert Spencer ve daha başkalarının çevrilmeleriyle bilim ve
demokrasi gibi batılı değerlerin Çin’e aktarılması sağlandı. Kon-lüçyüs ahlakı
şiddetli eleştirilere uğradı. Ayrıca Platon, Kant, Hcgel felsefelerinin
yanında Haeckel, Kropotkin, Nietzschc, Schopcnhau-cr, Bcrgsoıı, Descartesve W
James’in öğretileri aktarılmaya çalışıldı. Daha sonra \Vhitehc-ad, Royce ve
Carnap gibi filozoflar tanıtıldı. Kısacası Batıyla temasa geçen Çin düşüncesi
bilimsel, pozitivİst ve pragmatik bir gelişme çizgisi izledi. Hu Shi’nİn
(1891-1962) benimsediği ve geliştirdiği Pragmatizm, en etkili Batılı Öğreti
olarak Öne çıktı. 1949’da sosyalizmin kurulmasıyla birlikte Marksist felsefe
hakim duruma geldi. Resmî ideoloji geleneksel Çin düşüncesini yasaklamasa da,
sıkı bir eleştiri süzgecini zorunlu görmektedir. Kültür devrimi gibi
ideolojik ve siyasal ağırlıklı hareketlerin aşırı geleneksel düşünce
düşmanlıkları, eleştiri sınırı içinde değerlendirilemez. Ancak daha sonraları
bu aşırılıkların yerini uzlaşma, Batı kültürüne açılma denemeleri almıştır.
Fakat bu dönemin kalıcı olup olmadığı ve nasıl bir seyir izleyeceği şimdiden
kestirilemese bile, kesin olan bir şey varsa, o da, geleneksel Çin düşüncesinin
sembolü durumunda olan KonfüçyüsvcKonfüçyüsçülüğünhaladirenebilme-si, lıutta
değişik bir şekilde canlanmasıdır.
İsmail KILLIOĞLU Bk.
Budizm; Hint Düşüncesi.