ZAMAN
Bir Önceki olaydan bir
sonraki olaya giden süre şeklinde anlatılan zaman genellikle fasılasız olarak
düşünülen sürekli değişim olarak da tanımlanır. Bu bakımdan şimdi geçmişe
dönüşür. Zamanın spesifik ve sınırlı müddetleri olan geçmiş, şimdi ve gelecek,
tek ve bütün zamanın parçalarını teşkil ederler.
Bir başka söyleyişle
zaman; olayların akışında belirgin olmayan bir ortam mahiyetinde
algılandığından düşünceye bölünmez surette ve bütünüyle veri olarak bulunan
olgudur. Bu anlamda, içinde olayların gerçekleştiği mütecanis ve sonsuz ortamdır.
Nitekim Newton ve Clarck’ın görüşüne göre bizatihi var olan zaman, Leibniz ve
Kant’ta ancak düşünce dahilinde, yani zihnin kategorisinde var olabilir. Yani
zaman, Leibniz ve Kan t’a göre ancak tasavvur edilen bir şeydir. Tıpkı mekân
gibi. Diğer taraftan zaman, insan şuurunun bir başka yüzüdür şeklinde
tanımlanabilir. Zira insan, ruhsal ve fiziksel tecrübelerini, sosyal ve doğal
çevresindeki gözlemlerini zaman sürecinde yaşar. İnsan, akıp giden zamanda
hisseder ve düşünür. Aynı zamanda, onda eylemde bulunun fırsatlar ve kayıplarla
on-
da karşılaşır. Zaman,
en az uzay kadar insanı şaşkınlık ve hayret içine düşüren bir kavramdır.
Nitekim Bergson bu bağlamda “Biz zamanı düşünmüyoruz. Fakat yaşıyoruz.
Çünkü hayat zihnin sınırını aşar” demektedir.
Kant’a göre zaman bir
zaruri hazır olma, bir surettir. Bütün sezgilerin esasına şamildir. Çeşitli
zamanlar bir ve aynı zamanın parçalandır. Zaman sonsuzdur demek; zamanın
belirli bir kısmının onun kapsamında olması ve asıl olan tek bir zamanın
sınırlandırılmasıyla mümkündür demektir.
İlk ünlü fakat
halledilmemiş münakaşa, Antik Yunan’da, değişme ve oluşu irrasyo-nal
(akıl-dışı) bir yanılsama olarak kabul eden Parmenides ile devamlılığın olmadığını
ve değişimin istisnasız herşeyin bir Özelliği olduğunu ileri süren Herakleitos
arasında görülmektedir. Diğer bir önemli tartışma da yüzyıllarca sonra Ne w ton
“un öğrencileri ile Leibniz arasında geçmektedir. Newton ve öğrencilerine
göre zaman, olaylardan bağımsız ve olaylardan önceydi. Kendi ifadeleri ile
söylersek: “Mutlak zaman ve matematiksel zaman, kendi başına ve kendi
doğası gereği, hiçbir dış objenin münasebeti sözkonusu olmaksızın,
değiş-mezcesine akar.” Leibniz’e göre ise diğer bir açıdan bakıldığında,
olaylardan bağımsız bir zaman var olamaz. Zira zaman, olaylar ve olaylar
arasındaki ilişkiler tarafından şekillenmiştir ve o, sürekliliğin, ard arda
gelişin evrensel düzenini teşkil etmektedir. Bu son doktrin, uzay ve zamanı
birbiriyle ilişkili iki sistem olarak kabul eden uzay-zaman (space-time)
doktrinine de öncülük etmiştir. Tüm bu tartışmalar pek çok düşünürün zaman
hakkında şöyle bir inanca sahip olmalarına yol açmıştır ki buna göre, hâlin
duyumsal bir yanılsama ile “şimdi” sözcüğü ile sınırlandığı
algılanabilir veya sübjektif zaman kavramı ile» zamanın tüm anlarını kapsayan
ve geçmiş, hâl ve gelecek olarak isimlendirdiğimiz olayların toptan, kompleks
bir ilişkisi olarak düşünülebilecek olan kavramsal veya objektif zaman kavramı
arasında bir ayrım yapılmadıkça, zamanın toptancı (total) bir bakış açısı ile
hesabının verilemeyeceği ve tanımının yapılamayacağı söylenmektedir.
Zaman konusunda mevcut
bulunan bu güçlükler sözkonusu olduğunda, filozofların iki gruba bölünme
eğiliminde oldukları gözlenmektedir: “Süreç filozofları” ve “Çeşitliliği
(manifold) savunan filozoflar”. Süreç filozofları -örneğin 1947’de ölen
bir Anglo- Amerikan metafızikçisi olan Alfred North Whitehead- zamanın akışının
önemli bir metafiziksel gerçek olduğunu iddia etmektedirler. Fransız sezgici
filozofu Henri Bergson, bu akışın sadece akıldışı sezgi tarafından
kavranabileceğim söylemektedir.
Çeşitliliği (manifold)
savunan filozoflar ise zamanın akışının bir yanılsamadan ibaret olduğunu
belirtmektedirler. “Geçmiş” ve “gelecek”, olayların gerçek
yansıtıcısı, habercisi (müsnedi) değildirler. Onların nazarında değişme,
gerçek değişim değildir.
Zaman kavramı
sözkonusu olduğunda özellikle matematikçileri ilgilendiren bir diğer sorun da
zamanın Ölçümü (metric) problemidir. Zamanın ölçümü problemini insanların ilk
olarak, eskiçağlardan beri “saat zamanı” kavramı ile çözmeye çalıştıkları
gözlenmektedir. “Aynı sebepler eşit fasılalarda aynı eserleri
doğurur” düşüncesinden çıkmış gibi görünen saat zamanı, sürekli bir
harekeli sayı cinsinden ölçmek üzere türlü şekillerde kullanılmıştır. Fakat, bu
noktadan hareketle oluşturulan saat, lakvim ve yıllıklar, aralıkları kesin
olarak gösteremedikleri için bütün olayların ölçümünde kullanılamamaktadırlar.
Saat zamanın taşıdığı
güçlükleri çözmek için daha ileriki yüzyıllarda, yeryuvarlağı-nın ekseni
etrafında dönmesinin Ölçülmesi yoluyla “sideral zaman” kavramı ile
soruna yaklaşılmaya çalışılmıştır. Fakat, dünyanın ekseni etrafındaki dönüşünün
de saat zamanı ile tespit edilmesinden dolayı, sideral zaman ile saat zamanın
her zaman için birbirlerine uyum sağlamadıktan gözlenmiştir. Ancak, sideral
zamanın, diğerine göre daha bir sabit Ölçü olduğu da bir gerçektir.
Zamanın bir değişmez
(invariant) olarak kabul edildiği relativite teorisi ile Einstein fiziği yeni bir
zaman anlayışını doğuruyordu: Elektromanyetik zaman. Bu zaman kavramı yeni bir
mekân anlayışını da beraberinde getiriyordu. Elektromanyetik zaman kavramı,
dalga mekaniğindeki pek çok çelişkileri de ortadan kaldırıyordu. Bu dalga
mekaniği eski zaman, mekân ve maddî kütle kavramlarına dayanmaktaydı. Einstein
ise kâinatın temel ölçüsünün elektromanyetik zaman olduğunu, mekanik zaman anlayışının
ise sadece mekanik olayları açıklamak için kullanılabileceğini söylüyordu.
Diğer bir ifade ile, eski zaman kavramı (mekanik zaman), ancak elektromanyetik
zaman kavramının Özel bir hali olarak doğruluk değeri taşıyabilmekte idi.
Zaman konusunda diğer
bir sorun da zamanın düzenine ilişkin oluşdur. Bu, zamanın akış düzenine
ilişkin bir sorun olup zamanın ölçümü probleminden daha temel bir sorundur.
Bir olgunun diğer bir olgudan “daha önce” veya “daha
sonra”! iğ in ı tartışmaya açan bir sorundur. Bu sorun, düşünürleri
determinizm-indeterminizm konusuna götünneye yeterli bir konumdadır. Ayrıca,
zaman sıralaması tanımı, eşzamanlılık tanımını da gündeme getirmektedir. İki
olaya, biri öbüründen daha önce ya da daha sonra değilse, eşzamanlı veya
zamandaş demekteyiz. Aynı mekanlardaki ve aynı zamandaki olayların
eşzamanlılık açısından taşıdığı güçlükler de yukarıda bahsedildiği üzere
Einstein tarafından çözüme kavuşturulmuştur.
İnsan aklı değişik
zaman düzenlerini düşünüp oluşturmaya yeteneklidir. Nitekim klasik fizik
zamanı bir düzeni, ışığın hızını sabit tutan Einstein fiziğinin zamanı ise
başka bir düzeni içermektedir. Dünyamız için hangi zaman düzeninin geçerli
olduğu ise hâlâ çözüm bekleyen, tazeliğini ve güncelliğini yitirmemiş
sorunlardan birisidir.
Zaman ile ilişkili
olan süre (müddet) veya birbiri ardına devam etme (süreklilik) olgularının
farklılığını gözönünde tutmak gerekir. Gerçekte süre veya süreklilik kavramları
şuurun özsel ve temel bir verisidir. Çünkü şuur halleri ancak devam etme, süreklilik
olarak görülebilir. Süreklilik, birbirini izleyen an’Iar silsilesinde imtidad
eder. Bu noktada İslâm düşüncesinin zamanı yaratılmış bir varlık ve an olarak
tanımlaması önem arzeder. Onun için zaman ile İlişkili veya onun şart ve duruma
göre nitelenmesi demek olan vakit, asr, dehr vb. kavramlar yaratılmış olması
bakımından hep an ya da hâlin çeşitliliğini anlatır.
Ali DÖLEK