ULUSLARARASI İLİŞKİLER
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
Uluslararası ilişkiler
en geniş anlamıyla bağımsız politik birimler arasındaki ilişkileri ifade eder;
bu bağımsız birimler milletlerdir. Burada söz konusu olan millet ortak
kimliği, ortak mirası paylaşan ve aynı duygu atmosferinde yaşayan insanlar
grubunu anlatır. Bunun için bir toprak ve hükümet gerekmeyebilir.
Bugün her devlet
mutlaka bir millete (ya da kavme) dayanmaktadır. Bütün milletlerin (ya da
kavimlerin) bir devleti olmayabilir, yani hakimiyetini kuramamış milletler (ya
da kavimler) çoktur.
Burada devlet ile
millet kavramları arasındaki münasebeti de kısaca belirtmek yararlı olabilir.
Yukarıda her millet (ya da kavmin) devleti olmadığını belirtmiştik. Özellikle
20. asırdan önce bu böyleydi. Bugün sınırlan belirleyen, özellikle yüzyılımızda,
kavimler ve etnik gruplardır. Bunun yanında çok millet ve çok kavimli devlet de
sozkonusudur. Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği, Çin Halk
Cumhuriyeti böyle çok milletli devlet örnekleridir. Yine etnik grublann sınırlarla
ayrıldığı ve bölündüğü durumlar da vardır. Bir lalını ine göre günümüz
devletlerinin % 90’ından fazlası çeşitli etnik gruplardan vatandaşlar barındırmaktadır.
Aynı geçmişe sahip olmakla birlikte devlet düzeyinde farklılaşan halklar da
vardır. ABD-Kanada, Avustralya-Yeni Zelanda’da durum budur.
Uluslararası
ilişkiler, faaliyetleri ve durumları kendi dışındakiler! etkileyen ya da
birbirini etkileyen aktörlerin ilişkileridir. Etkileşim karşılıklı bir etki
doğurma demektir. Yani bir ilişki vuku bulmadan önce İki tarafın en azından
varlığına ihtiyaç duyulur. Bu aktörlerin uluslararasında etkilediği ya da
etkilendikleri faaliyetlerin tamamı uluslararası ilişkiler kapsamına alınabilir.
Bu ilişkiler sadece milletler arasında resmi düzeyde değil bazan çok önemli
kişiler tarafından da etkilenir. Uluslararası ilişkileri milletlerden ziyade
bu alanda ondan daha geniş bir kavram olan aktörlerin etkileşimi olarak görmek
mümkündür. Uluslararası organizasyonlar (Birleşmiş Milletler, NATO, Varşova
Paktı gibi). Politik hareketler (Filistin Kurtuluş Örgütü, İrlanda
Cumhuriyeti Ordusu,
Ulusal Hürriyet Cephesi). Çok uluslu şirketler (General Motor, Exxon, ITT ve
daha niceleri). Özel kişiler (Jımmy Carter gibi) hepsi aktör durumundadır;
bunların faaliyet ve görüşleri başkalarını etkilemektedir.
Fakat uluslararası
ilişkilerde bir aktörün önemi (1) kararlan etkiliyebilme gücüne sahip olup
olmadığına; (2) kendi kararlarını kendi basma alıp alamadığına; (3) uluslararası
sorunlara etkisinin olup olmadığına; (4) bu etkinin sürekli olup olmadığına
bağlı olarak değişir. Bütün bu boyudan dikkate aldığımız zaman uluslararası
ilişkilerde hakim aktörler olarak devletler karşımıza çıkmaktadır. Devletler
uluslararası ilişkilerde tek aktör değildir, ama en etkili aktördürler. Batıda,
Katoliklerle Protestanlar arasındaki Otuzyıl savaşları sonuna doğru modern
devletler doğmaya başladı. Otuzyıl savaşlarını sona erdirmek için Weslphalia
Antlaşması, Avrupa’daki Kral ve prenslere dini konularda karar verme hakkını
verdi. Bu Batıda devlet hakimiyeti nosyonunun ilk defa su yüzüne çıkmağa
başladığı tarihi bir olaydır. Bu olayla devletin fonksiyonlarında bir
genişleme olmuştur. Daha önceki devletler vergi artırma ve silah temin etme
problemleriyle ilgilenirken modem devletin ilgi alanı genişlemiştir. Gelir
temin etme ve savunma yanında ticaretin teşviki ve düzenlenmesi, refahın ve
adaletin sağlanması, çevre sorunları gibi konular da devletin düzenlediği
alanlar olmuştur. Devletler, uluslararası ilişkilerde daha otonom aktörlerdir.
Hakimiyetlerine dayanarak kanun yaparlar ve diğerlerinin buna uymasını
beklerler. Vatandaşlanmn güvenini merkezileştirir-ler. Toprak bütünlüğünü
sağlayan tek güç olma özelliğine sahiptirler.
Uluslararası politika,
dış politika ve uluslararası ilişkiler kavranılan arasındaki kapsam farkına da
bu arada değinilebilir. Bütün bu ilişkiler ayrı toplumların etkileşimi olarak
karşımıza çıkar. Uluslararası ilişkiler daha kapsamlı bir terim olarak
ulusla-rarasındaki politika süreç ve analizlerini de içine almaktadır. Bunun
yanında uluslararası sendikalarla ilgili çalışmalar, Kızıl Haç Teşkilatı,
turizm, uluslararası ticaret, taşımacılık, haberleşme, uluslararası değer ve
ahlâkın geliştirilmesi de uluslararası ilişkilerin içine dahildir.
Uluslararası politikanın kapsamı bu kadar geniş değildir. Resmi hükümetlerin
amaçlarına dayanan veya askeri ve politik amaçlan başarmak için yaptırım
aletleri olarak hükümet tarafından kullanıldıkları yerler hariç, yukarıda
söylenen çoğu alanlar uluslararası politika kapsamına girmezler.
Uluslararası ilişkiler
insan gruplarının hakimiyet alanı oluşturmalarından bu yana vardır. Monarşiler,
site devletleri, kıta im-paratorluklan, kavim devletlerin hepsi sabit ilişki ve
politika kalıplarına riayet etmişlerdir. Fakat uluslararası ilişkilere yön
veren temel değişken, güçtür. Aktörlerin faaliyetleri (savaşmak, ithalatı
sınırlamak, diğer ülkeleri ziyaret etmek) ve şartlan (nüfus ve toprağın
büyüklüğü, iktisadi kalkınması, askeri etkinliği) gücün gösterilmesinde önem
arzetmektedir. Bu faaliyet ve şartlar aktörlerin birbirlerini etkilemelerini
sağlar. Aktörler faaliyete girerken durumlarına bakarlar. Aktörün hareket
serbestiyeti objektif şartlanyla sınırlıdır. Mesela Fransa’ya nükleer
saldırıda bulunamaz. Buna muktedir değildir. Peru, Belçika ile savaşa muhtemelen
girmez çünkü aradaki mesafe buna müsait değildir, Nepal, Japon oto sanayiine meydan
okuyamaz, çünkü aradaki mesafe bunu engeller. Ama ABD geniş bir askeri imkânlar
yelpazesi içinde oynama imkânına sahiptir. Yine eğer şartlar öyle gerektiriyorsa
Japonya elindeki imkânlarla ihracatını otomobil ve çelikten elektronik ve
kom-putüre kaydırabilir. Diğer ülkelerin böyle bir lüksü yoktur. Demek ki
eldeki imkânlar ve içinde bulunulan şartlar gücün belirleyicileri
durumundadır.
Uluslararası
ilişkilerde, güce bağlı olarak geçmişten günümüze uluslararası ilişkilerin
sistemleşmesine de tanık oluyoruz. Bu sistemleri dört ana türde toplamak mümkündür.
Bunlardan biri gücün
tek elde toplandığı, merkezileştiği sistemdir ki, Roma İmparatorluğu ve bir
dönem Osmanlı devleti döneminde durum bu idi. Zamanlarının tek hakim gücü olan
bu devlet ve İmparatorluklar, dönemlerinin şartlarına ve olaylarına hakim
durumda idiler.
İkinci sistem türü 19.
yy. Avrupa’sında olduğu gibi güçleri birbirine çok yakın devletlerin hakim
olduğu ilişkiler tarafından belirlenir. Devletlerin hiçbiri ötekiler üzerinde
aktif baskı kuramaz ve üste geçemez.
Üçüncü sistem türü iki
kutuplu sistemdir. Hem askeri güç hem de diplomatik otoriteyi elinde
bulunduran ABD ve SSCB İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu sistemi
oluşturmuşlardır. Diğer devletler bu iki süper gücün etrafında kümeleşmiş ve
çeşitli Antlaşma ve ittifak hareketleriyle bu güçleri merkez edinmişlerdir.
İlişkiler uydulardan çok liderler arasında cereyan eder. Hatta denebilir ki
uyduların arasındaki ilişkiler çok anlam ifade etmez. Bu iki kutuplu modelin
bir örneğini de 1789-1815 yıllan arasında Fransa ile Avrupa’nın diğer
devletleri arasındaki ilişkilerde görüyoruz.
Uluslararası
ilişkilerde dördüncü sistem türü çok kutuplu sistemdir. 1950’lerden sonra
Çin’in güçlenmesi ve Sovyetler Birliği ile zıtlaşması üçüncü bir güç olarak
dikkate alınmasını zaruri kılmıştır. Böylece üç kutuplu bir güç dünyası ortaya
çıkmış bulunuyor. Bu tür sistemlerde bloklararası ilişkilerin esnekliği
yanında blok içi dayanışma da iki kutuplu sisteme göre daha gevşektir
Uluslararası
ilişkilerde gücün ortaya konmasının çeşitli yollan vardır. Bun lan n hangisinin
uluslararası ilişkilerde devreye sokulacağını belirleyen, içinde bulunulan
şartlar ve muhatabın durumudur. İlişkilerde kullanılan araçlar çeşitli
olabilir.
Uluslararası
ilişkilerde kullanılan birinci araç diplomasidir. Diplomasi bir devletin icra
organının belli konulardaki görüşlerini diğer devlet nezdinde takdim sürecidir.
Bu sürece diplomasi; süreci takip eden kişiye de diplomat denir. Diplomasi
sanattır, onun için de özel yetenekler ister. Osmanlı Devleti ilk diplomatını
III. Selim zamanında 1793 yılında İngiltere’ye göndermiştir. Daha Önce bu yola
başvurulmamasının sebebi ihtiyaç duyulmamasıdır. Bunun da arkasında Osmanlı
Devleti’nin uluslararası ticarette söz sahibi olmağa istekli olmayışı ve sahip
olduğu güç yatmaktaydı.
Uluslararası
ilişkilerde etkili olabilecek ikinci araç propagandadır. Burada bir yandan propaganda
yapıcısını bulmak, kullanılacak sembolleri olduğu gibi, haberleşme araç ve
vasıtalarım seçmek; öteyandan hedefi belirlemek son derece önem arzeder.
Propaganda her zaman istenen sonucu vermeyebilir. Onun için gerçeklerden uzak
propaganda araçlarından
uzun süre istifadeye kalkmak ters sonuçlar doğurabilir. Diplomasi nasıl
görüşleri iletme süreci ise, propaganda da aynı amaca hizmet eden bir kitleleri
avlama tekniğidir. Uluslararası ilişkilerde propagandaya barış zamanında olduğu
gibi savaş zamanında da başvurulmaktadır. Barış zamanında propagandayı ilk
kullanan ülkeler Sovyetler Birliği ve Nazi Almanya1 sidir. Propagandanın temel
amacı kişilerin belli biçimde düşünmelerini ve davranmalarını sağlamaktır.
Hedef olarak kendi devletinin vatandaşlarını belli istikamette düşündürme,
dost ülke vatandaşlarının dostluklarını sağlama, tarafsız devletlerin
vatandaşlarının desteğini sağlama ve nihayet düşman devletin, vadandaşlany-la
olan bağlarını gevşetme, ittihaz olunabilir.
Ekonomik ilişkiler,
uluslararası ilişkilerin en büyük kısımlarından birini oluşturur. Bugün ise bu
daha da Önem kazanmış durumdadır. Ekonomiyi politikadan ayırmak artık zordur.
Uluslararasında gücün kullanılmasında ekonomik şartlar bakımından da güçlü
olmak büyük önem arzetmektedir. Nitekim günümüzde bu güçten yararlanmak sadece
ABD ile Rusya’nın değil diğer ülkelerin de temel amaçlarından biri haline
gelmiştir. Uluslararası iktisadi ilişkiler bunun en çarpıcı örnekleriyle
doludur. Almanya’nın güçlü bir ülke olarak ortaya çıkması 1871’de gümrük
birliğini sağlamasıyla mümkün olmuştur. ABD’nin 20. yüzyıla büyük bir ekonomik
güç olarak girmesi Kuzey ile Güneyin birleşmesi sayesindedir. Aynı birleşme
İtalya’da da yaşanmıştır. Ama bugün için daha farklı birleşme hareketlerine de
tanık olmaktayız. Ekonomik entegrasyon hareketleri olarak ifade edeceğimiz bu
gelişmelerin temel amacı iktisadi çevre şartlarını güçlendirmek ve ortaya hatırı
sayılır güç olarak çıkmaktır. Bu bazan savunma bazan da saldırı şeklinde
cereyan eder. Mesela OPEC’in kuruluşu bir savunmadır. Avrupa Topluluğu’nun
oluşturulmasının temel amaçlarından biri “Avrupa Fikri”nİ beslemek
ve eski güçlü Avrupayı ortaya koymaktır.
iktisadi imkânların
dış politika ve uluslararası ilişkilerde araç olarak kullanılması, doğrudan
değil dolaylı müdahale özelliği taşır. Ülkeler ekonomik güçlerini kullanarak
ödüllendirme, cezalandırma, ekonomik uydular oluşturma ya da etki alanları
yaratmaktadırlar. Bunun da çeşitli yöntemleri vardır. En fazla uygulananlar
“Ambargo,” “Abluka”, “Boykot” ve
“Karalistedir.” Türkiye’ye 1974’de uygulanan ABD silah ambargosu,
Türkiye’nin başka alternatifi olmadığı için bir cezalandırma olmuştur. Abluka
ise hem savaş hem de banş zamanında uygulanabilir. Mesela savaşan bir devletin
düşman kıyılarının bir kesimine yaklaşılmasını ve buradan açık denize
çıkılmasını önlemesi tam anlamıyla ablukadır. Boykot ise bir ülke
vatandaşlarının, düşmanca davranışlar içinde bulunan bir başka devletin
mallarını satınalmaması durumudur. Arap ülkelerinin vatandaşlarına İsrail
menşeli malları dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, almamalarının
öğütlenmesi bunun güzel bir örneğini teşkil eder. Karalisteye gelince; bu da
bir devletin iktisadi ilişkiye girmeyeceği kişi ve kuruluşların üstesini açıklaması
durumudur. Yine buna en çarpıcı örnek olarak Arap Ülkeleri vatandaşlarının
yaşadıkları yere bakmaksızın kendi vatandaşlarına yahudi firmalarıyla ticari
ilişki kurmalarının yasaklanması verilebilir. Bütün bu yöntemlerin etkili
olabilmesi yöntemi uygulayan ülkenin veya ülkelerin ağırlıklarıyla doğru,
yöntemin tatbik edildiği ülkenin alternatif üretme kabiliyetiyle ters
orantılıdır. Mesela ABD ambargosu büyük ölçüde hissedilmiştir. Fakat yukarıda
verdiğimiz örneklerde Arap ülkelerinin İsrail’e uyguladıkları “boykot”
ve “karaliste”nin pek etkili olduğu söylenemez.
Ekonomik tedbirlerden
biri de dış yardımdır. Dış politika aracı olarak dostun düşman karşısında
desteklemesi durumunda olduğu gibi, olumlu; düşmanı bağımlı hale getirme
amacına yönelikse olumsuz etkileme amacıyla kullanılabilir. ABD’nin İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra kullanılan bu dış politika aracının Avrupa’nın imarında
büyük yardımı olduğu gibi, Avrupa ekonomilerine ABD’nin nüfuzunu da kolaylaştırmıştır.
Truman doktrini ve Marshall yardımı adı altında başlatılan bu program Doğu
blokuna karşı Batının yeniden imarını amaçlamıştı; bu yardımdan Türkiye de 100
milyon dolar almıştır. ABD’nin yardım programına benzer programlar SSCB tarafından
da uygulanmaktadır.
Dış yardımların
türleri de önemlidir. Bazen insancıl amaçlarla yapılır; bu yardımlar siyasal
amaç taşımazlar. Bazen varlığını sürdürmek için yapılan dış yardımlar da vardır
ve ülkede statükonun korunmasına yöneliktir; politik amacı sessiz ve derindedir.
Dış yardım bazen rüşvet şeklinde verilir; gelişmekte olan bir ülkedeki
çıkarlarının korunması ve devam ettirilmesi amacıyla belli kişi ve
programlara para verilmesi bu şekildedir. Prestij temini amacıyla yapılan
yardımlar ise daha ziyade askeri yardım şeklinde görülmektedir.
Uluslararası ilişkilerde
dış politika aracı olarak kullanılan bir başka unsur iç işlere müdahaledir.
Yardımlarda ileri sürülen Şartlar bir nevi içişlere karışma niteliği taşımaktadır.
Karışmaya kültürel unsur farklılıkları meydan verebildiği gibi, bu nükleer
dengelerden de kaynaklanabi im ektedir. Ancak belirtelim ki içişlere müdahale
diplomatik niteliği olmayan kuruluşlar vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir.
CIA, KGB gibi kuruluşlar ülkelerinde bile kontrolü zor kuruluşlardır. İçişlere
karışma sadece devlet kuruluşlarıyla değil çok uluslu özel kuruluşlarla da
gerçekleşmektedir. İTT’nin Şili’deki faaliyetleri buna örnek verilebilir.
Nihayet içişlere karışmanın da çeşitli yöntemleri vardır. Bunlar da sırasıyla
diplomatik müdahale, yeraltı faaliyetleriyle müdahale, güç gösterileri
yoluyla müdahale, gerilla savaşı başlatma, askeri müdahale gibi biçimlerde
olmaktadır. Rusya’nın Afganistan’a müdahalesi, ABD’nin Vietnam’a müdahalesi
gibi içişlere müdahale düzenli ordular şeklinde de olabilmektedir.
Başka şekilde çözümü
mümkün olmayan uluslararası sorunlar nihai safhada savaşa dönüşmektedirler.
Savaş hem toplumsal hem de maddi maliyeti itibariyle kolay göze alınacak bir
iş değildir. Devleüerara-rası ilişkilerde ortaya çıkan meseleler ya pazarlıklarla
ya ikna ederek veya Ödüllendirerek çözülmeğe çalışılmaktadır.
Günümüz uluslararası
ilişkileri üç temel üzerinde oturmaktadır. Bunlardan biri nükleer silahların
onaya koyduğu “dehşet dengesi”, ikincisi Üçüncü Dünya Ülkelerinin,
bir başka deyimle bağlantısızların ortaya çıkması, üçüncüsü de uluslararası
ilişkilerdeki eski dini çatışma ve telkinlerin yanında ideolojik çatışma ve
telkinlerine yerlerini almış olmasıdır. Bolşevik devriminin
1920’lerden bu yana
ihraç edilme çabalan, İslam Ülkelerinde bir kendine dönüş temayülünün ortaya
çıkması ve özellikle İran İslâm Devrimi uluslararası sisitemde dikkat edilmesi
gereken önemli değişkenler ve ge-lişmeler olarak ortaya çıkmıştır. Her ne kadar
askeri güçleri yoksa da siyasal ve ekonomik güçleri küçümsenemiyecek durumda
olan bağlantısız ülkelerin her biri süper-güçlerce kendi yanlarına çekilmeğe
çalışılmaktadır. Bu durum ideolojik tırmanmaların da hoşgörü ile
karşılanmasına sebep olmakta hatta bazı durumlarda, zıt da görünse bu tırmanma
tercih edilmektedir.
Bugün görünen şudur.
1970’lerden önce Doğu ile Batı arasındaki detant politikası yerini büyük ölçüde
Kuzey Güney diyalogu dediğimiz iktisadi kalkınma ve dengesizlik problemlerine
bırakmakta ve gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin ilişkilerine
dönüşmekteyse de temel güç dengesi meselelerinden fazla uzaklaşmamaya dikkat
edilmektedir.
Emin ERTÜRK