ÜLKE
Bir devletin
egemenliği altında bulunan yeryüzü parçasını ifade eder. Ülke kavram», devletin
kara ülkesi ile beraber nehir, göl, karasuları ve hava alanım da kapsar. Ülke
kavramına yeryüzünün altı ile son dönemlerde yoğun bir kullanıma sahip olan
kıta sahanlığı da girmektedir. Tarihte bir devletin ülkesini genişletmesi
veraset, fetih veya sahipsiz ülkelerin işgali yoluyla olabiliyordu. Bugün için
dünya coğrafyası nisbi bîr statükoya kavuşmuşsa da savaşlar neticesinde
devletlerin ülkeleri değişebilmektedir.
Bir devletin ülkesi
üzerindeki yetkileri uluslararası hukuk tarafından teamüle dayalı olarak veya
anlaşmalarla bazı sınırlamalara tabi (alınabilir. Bunlar arasında diplomatik
himaye, konsolosluklar, yabancı askeri kuvvetlerin bazı özel halleri bulunur.
Ulusal sınırlar içindeki bir bölgede uluslararası hukuk düzeni uygulanabilir.
Bir devletin karasularından, kanal ve nehirlerinden diğer devletlerin deniz
taşıtlarının geçi$ haklan vardır.
Çağdaş uluslararası
hukuk sisteminde ülke üzerindeki uyuşmazlıklarda ileri sürülen temel siyasi
ilkeler coğrafi yakınlık, tarihi süreklilik ve self-determination (kendi geleceğini
kendisinin belirlemesi) ilkeleridir. Coğrafi yakınlık, bir diğer ülke üzerinde
hak iddialarının coğrafi olarak yakın veya komşu olunduğuna dayalı olmasıdır.
Tarihi süreklilik, bir devletin kendine ait olmayan bir ülkede geçmişte sahip
olduğu, kül türel-tarihi ortaklık iddialarına dayalı olarak hak talebinde
bulunmasıdır. Self-determination ilkesi ise, özellikle Üçüncü Dünya Hareketi
ile beraber II. Dünya Savaşı sonrasında dünyada meydana gelen güç dengeleri
değişikliklerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Başta Afrikalı ve Asyalı devletlerin
bağımsızlıklarını kazanmaya başlamaları, dünya siyasi sisteminde önemli etkiler
yapmıştır. Birleşmiş Milletler’de kabul edilen 1514 ve 2189 sayılı Genel Kurul
kararları, bağımsızlık yolunda mücadele eden halkların durumuna dikkat çekmiş
ve bunların kendi geleceklerini kendilerinin belirleme haklarının bulunduğunu
ortaya koymuştur.
Uluslararası hukuk
sisteminde ülkelere ilişkin iddialarda öne sürülen bu üç farklı yaklaşıma en
iyi örnek Batı Sahra sorunudur. Fas, Batı Sahra ülkesi üzerindeki iddialarını
coğrafi yakınlık, Moritanya ise tarihi süreklilik esasına dayandırırken,
Cezayir de bölge halkına “self-determination” ilkesinin
uygulanmasını istemiştir.
Çağdaş dünya
coğrafyasında ülke sınırlarını belirleyen en önemli etkenler tarihi gelişim ve
anlaşmalardır. Özellikle Avrupa ülkelerinin bugünkü sınırları geçmişin etkilerini,
kültür, ekonomi, halk gibi unsurların farklılığım yansıtırken; tarih boyunca sömürgeci
devletlerin denetiminde kalmış Afrikalı ülkelerin çoğunun sınırları da bu
sömürgeci ülkelerce kendi çıkarları çerçevesinde çizilmiştir.
Türkiye’nin kara
ülkesinin sınırlan Bulgaristan’la 1913 Barış Anlaşması ve 1923 Lozan
Anlaşması, Yunanistan ile 1923 Lozan Anlaşması, Suriye ile 192) Türk-Fran-sız
itilâfnamesi esas olarak lesbit edilmiştir. Yine aynı şekilde Irak ile 1921,
İran ile 1932,1939 ve SSCB ile de 1921 Moskova Anlaşması ve 1921 Kars Anlaşması
sınırları çizmiştir. Bununla beraber, özellikle Yunanistan ile deniz ve hava
sahaları sınırlan konusunda uyuşmazlık devam etmektedir. Ege denizinde
Yunanistan’a ait sayılan 3000’e varan adalann varlığı ve bu denizin kendine has
özettiklerinin olması, Türkiye ile Yunanistan arasında, karasulannın genişliği,
FIR ve Kıta sahanlığı konularında önemli uyuşmazlıklar çıkarmıştır.
İslâm hukukunda, ülke,
müslüman veya gayri müslim bir idarenin hakimiyetinde olmasına göre
isimlendirilir. Bu hususta esas ilke “hakimiyet” unsurudur. Ülkenin
niteliği belirtilirken, İslâm hukukçuları ülkenin durumuna göre, Darü’l-İslam,
Daru’1-harb, Daru’1-Bağy, Darü’z-Zimme gibi çeşitli isimler vermişlerdir. İslam
tarihinde ilk İslam ülkesi olarak Medine için Darü’l-Hicret ismi kullanılır,
islam fıkhında ülke statüsü için esas olarak Darü’İ-îslâm -veya Dârü’l-Harb
ifadeleri geçer. Darü’l-tslâm (Darü’l-Adl) temelde müslümanlann hakimiyetindeki
bölgeler (es-Serahsi, ed-Debbusi vd.) Darü’1-Harb ise gayri müslümanlann hakimiyetleri
altındaki ülkelerdir. Bu sınıflandırmadaki kıstas, müslüman veya gayri
müslimlerin nüfus olarak azınlık veya çoğunlukta olmalan değil kimin o ülke
üzerinde hakim bulunduğudur.
İslam fıkhında, bir
ülkenin Darü’1-ls-lam’a dönüşmesi için o ülke halkının İslam’a girmesi, İslam
hükümlerinin tatbiki ile olurken, bir İslam ülkesinin Darü’l-Harb’e dönüşü
konusunda farklı görüşler vardır. Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in de dahil
olduklan İslâm bilginlerinin çoğu sadece gayri islamî ahkâmın icrasının yeterli
olduğunu belirtirken, Ebu Hanife farklı görüşü benimsemiştir.
(SBA) Bk. Daru’l-İslam