TOPLUMSAL SÖZLEŞME
TOPLUMSAL SÖZLEŞME
insanların bilerek ve
isteyerek sahip oldukları bütün kişisel hak ve özgürlüklerden vazgeçtikleri ve
bir toplum hayatı oluşturdukları varsayımım kabul eden görüş. Sosyal
olayların ve fert-toplum ilişkilerinin izahında, tek taraflı bir yaklaşımın
uzantısı olarak karşımıza çıkan toplumsal sözleşme, insanların toplum dışında,
toplumdan ayrı ve daha önce fert olarak var olduklarım, mallarını, haklarını,
hayatlarım ve kendileri için değerli gördükleri şeyleri muhafaza etmek için
bir toplum oluşturduklarını ileri sürmektedir.
Toplumun, insanların
kendi istekleriyle biraraya gelerek kurulduğunu ileri süren görüşlere, ilkçağ
felsefesinde de rastlanmaktadır. Nitekim, M.Ö. V. yüzyılda, Çinli filozof Mo
Tzu ile Yunanlı Sokrates ve Epi-kurus’da bu görüşün temellerini bulmak
mümkündür.
16. ve 17. yüzyıldan
itibaren toplumsal sözleşme görüşü daha sık dile getirilmeye başlanmıştır.
İngiliz Thomas Hobbes (1588-1679) ve Hollandalı Banıh Spinoza (1632-1677)
toplumsal sözleşmeden bahsetmişlerdir.
Spinoza, toplum
hayatının ve devletin olmadığı bir dönemde “büyük balık, küçük balığı
yutar” felsefesinin geçerli olduğunu, insanların akıldan çok kin ve öfke
ile hareket ettiklerini ve devamlı bir kavga içinde olduklarını belirtmekte,
ancak insanların duygularını kontrol ederek akılla hareket etme eğilimine
girdikleri anda toplum halinde yaşamaya başladıklarını ifade etmektedir.
Spûıoza’ya göre, ilk durum çok fazla sürmeyecek ve mutlaka toplum hayatına
geçilecektir.
Hobbes da Spinoza
gibi, insanların başlangıçta akıllarından çok duygularıyla hareket ettikleri
için düzenin olmadığı ve devamlı kavga ortamında yaşadıklarını, böyle bir
ortamda da herkesin kendi kişisel hak ve çıkarlarını Öncelikle korumaya
çalıştıklarını ileri sürmektedir. Ancak, insanlar tutkularını yenerek
akılları ile hareket edecekler ve karşılıklı olarak bütün haklarını veya
haklarının bir kısmını devrederek aralarındaki kavgayı sona erdiren toplumsal
bir hayatı başlatacaklardır. Bu yeni hayatın düzenini oluşturacak olan da
toplumsal sözleşmedir. Hobbes’a göre bu devirde insan, kendini korurken başkasına
yapılmasını istemediği şeylerin kendisine de yapılmasını önleyecektir.
Toplumsal sözleşme
bugünkü anlamını Fransız filozofu Jean-Jaques Rousseau (1712-1778) ile
kazanmıştır. Rousseau’ya göre toplumun kurucusu sözleşmedir ve insanları daha
Önce bulundukları doğal hallerinden toplum halinde yaşamaya getiren zorunluluklar
ve hürriyetlerdir. Zorunluluklar ve hürriyet, insanları önce aile, daha sonra
kabileler ve nihayet milletler halinde bir araya getirmiştir. Toplum hayatında,
biraraya gelen insanların hepsi, kendi haklarından vazgeçtikleri için hiç
kimsenin diğerinden üstün bir hakkı olmayacak, dolayısıyla herkes kaybettiği
hakkın daha fazlasına toplum halinde yaşarken kavuşacaktır. Toplumsal
sözleşmenin amacı, insanları esir haline getirmek değil, fertleri kendi
aralarında mutlak bir eşitliğe kavuşturarak onlan saldırganlıktan ve kavgadan
uzak tutmaktır.
Özet olarak, toplum ve
toplumu düzenleyici devlet kurulmadan önce insanlar büyük bir kargaşa içinde
yaşıyorlardı. Herkesin istediğini yaptığı ve birbiri ile kavga içinde
bulunduğu bu aşamada, kargaşaya son vermek ve mallarını güvence altına almak
üzere insanlar birbirleri ile sözleşerek sınırsız haklarının bir kısmından
vazgeçtiler ve hürriyetlerini daha üstün bir iradenin hakim olduğu topluma ve
devlete devrettiler. Toplum ve düzenleyicisi devlet, kavga ortamım sona
erdirdiği gibi, fertlerin vazgeçtikleri haklarından daha fazlasını da elde
etme imkânını verdi.
Toplumsal sözleşme ve
bu görüşten hareketle sosyal olayları ve fert-toplum ilişkilerini açıklayan
mukavele teorisi, sosyal olayları açıklamada yetersiz ve tek taraflı kalmakla
eleştirilmektedir, tnsan ve toplum birbirinden ayrılamaz, insanın ve toplumun
gelişmesinde, herhangi bir kesimin önceliği yoktur. İnsanın, insani özellikleri
ancak toplum içinde ortaya çıkar, bu durum İki örnekle açıklanmaktadır.
Bunlardan ilki, küçük
yaşlarda vahşi hayvanlar tarafından kaçırılan ve toplum hayatından uzak yaşayan
insan yavrularında insani özelliklerin hiç birisinin ortaya çıkmaması ile ilgilidir.
İkinci örnek; ise, insan yavrusunun toplumun bir üyesi olarak toplum içinde
dünyaya geldiği halde, toplum hayatına uyabilmesinin ancak çok
uzun süren bir
sosyalleşme sureci ile ger-çekleşebilmesidir. Bu örneklerden hareketle,
insanın toplum hayatına girmeden önce, fert durumunda olduklarını, şahsiyete
sahip olduklarını kabul eden görüşler, hatalı ve tek taraflı olarak kabul
edilmektedir.
Yusuf ALPER