SÜNNET
SÜNNET
Arapça bir kelime olan
sünnet, sözlükte şu mânalara gelir: iyi olsun kötü olsun, alışılmış uygulama,
âdet, işlek yol, tabiat, tavır, karakter, yüz, yüzün görünen kısmı, çığır,
çığır açma, (geniş mânada) Allah’ın yolu. Kelimenin çoğul şekli
“sünen”dir.
Bu kelime, Kur’an-ı
Kerim’de değişik mâna ve şekilleriyle yer aldığı gibi hadis-i şeriflerde de
zikredilir ki böylece îslâmî mânası bizzat Peygamber (s.) tarafından tesbit
edilmiş olmaktadır. Nitekim veda
haccı esnasında
Peygamber (s.)’in müslü-manlara şöyle hitabettiği rivayet edilmiştir:
“Size iki şey bırakıyorum; bunlara tutunduğunuz müddetçe dalalete
düşmezsiniz; bunlar: Allah’ın kitabı ve benim sünnetim-dir.”
Istılahı mânası şöyle
özetlenebilir: Rasûl-i Ekrem (s.)’in bütün mübarek sözleri ile bir kısım
fiilleri (yaptığı işler) ve takrir buyurulmalan (duyduğu veya gördüğü bazı söz
ve fiilleri olumsuz karşılamadığını gösteren sükutları) dır ki, bunların her
biri ümmetin dinî uygulamaları için birer delildir, dinî bir hüccettir. Bu
mahiyeti itibariyle sünnet, hadis ve fıkıh usullerine dair yazılan eserlerde
şu üç kısımda mütalaa edilmektedir:
1- Kavlî sünnet:
Peygamber (s.)’in söylemiş olduğu sözler
demektir. Hadis kelimesi genellikle bu mânada kullanılmaktadır. Nebiyy-i
zî-şan’ın dinî hükümlere ait olan bütün sözleri birer vahy-i ilahî neticesidir.
Çünkü bir ayet-i kerimenin meali şöyledir: “(Allah’ın elçisi) havadan
söylemez; onun sözü ancak kendisine tebliğ olunan bir vahy-i ilahîdir. (Necin,
3-4)
2- Filî sünnet:
Peygamber (s.)’in sözleri ümmet için senet
olduğu gibi, “hasâis-i ne-biyye” den sayılmayan ve kasd ve ihtiyara
istinad eden fiilleri de dînde birer mesnettir. Dince yasaklanmış olmadığı
önceden belli olmayan bir işi ümmet fertlerinden birinin işlemesi karşısında
Peygamber (s.)’in susmaları o şeyin caiz olacağını gösterir. Fakat küfür ve
günah olan ve dince yasaklandığı daha önce bilinen bir iş karşısında sükut buyurmaları,
asla onu caiz gördüğünü ifade etmez. Peygamber (s.) in fiilleri, ifade edecekleri
hükümler bakımından şöyle bir taksim ve tafsile tabi tutulmuştur:
a)
Açıklanmaya muhtaç ayetleri açıklayan fiiller. Mesela Kur’an-ı Kerim’de namaz
ve zekât emredilmiş, bunların tatbikat şekli sünnete bırakılmıştı ki, insan
hayatının her cephesinde rehberlik etmek isteyen, hele Kur”an gibi bir
kitap için en uygun olan da buydu. Nitekim ümmet, namazın kılmışını Peygamber
(s.)’in fiillerinden öğrendiği gibi zekâtın zaman ve miktarını da yine
hadisler tesbit etmektedir.
b) Kur’an-ı
kerim’de hükmü belirlenmemiş durumlar hakkında Peygamber (a.s.)’in hüküm
belirten fiilleri, bağlayıcı hüküm kaynağıdır. Bir şahidin şahidliğine dayanarak
iddia sahibinin yemini üzerine karar vermesi gibi.
c) Peygamber
(s.)’m manen Allah’a yaklaşmak (el-Kurbetü) için yaptığı bilinen ve devamlı
olmayan fiilleri ümmeti için müs-tehabtır. Kuşluk namazı gibi.
d)
Peygamber-i âlî-şân’ın sırf kendisine has olduğu bilinen fiilleri (hasâis-i
nebeviy-ye), ümmeti için hüküm ifade etmez. Bu gibi işler, Peygamber olması
sıfatıyla, sırf kendisine mahsustur, tki gün peşpeşe iftar etmeden oruç tutması
(savm-ı visal) gibi.
e) Bir de
Peygamber (s.)’in insan olma sıfatıyla yaptığı işler hüküm kaynağı teşkil
etmez. Onu örnek alıp sevap kazanmak niyetiyle yapılması güzel bir
davranıştır, fakat ümmet için bağlayıcı değildir. Resûl-i Ekrem’in yeme-içme,
oturup kalkma gibi fiilleri bu gruptan sayılmaktadır.
3– Takriri sünnet
: Peygamber (s.)’in huzurlarında
söylenen bir sözü veya yapılan bir iş veya haber aldığı bir söz ve işi yadırgamadan
susmalarıdır.
Sünnet, rivayet
edilişindeki sağlamlık derecesi bakımından da üç kısımda ele alınarak
incelenir:
a) Mütevatir,
b) Meşhur
,c)Âhâd. Bu
ve daha başka açılardan yapılan taksimlerin tafsilatı hadis ve fıkıh usulüne
dair eserlerde detaylarıyla incelenmektedir.
Rasûl-i Ekrem’in
sünneti dinde çok mühim ve her devirde kendisine müracaat edilmesi gerekecek
âmillerin mevcut bulunduğu bir kaynaktır. Bu emin yola ittiba etmek ümmet İçin
bir vecibedir. Sünnetin gerek doğrudan doğruya hüküm koyma ve gerekse ayetleri
açıklama yoluyla bağlayıcı bir kaynak olduğunu gösteren bir çok ayet mevcut
olduğu gibi hadislerde de bu konu açıkça görülür. Nitekim Muaz b. Cebel,
Ye-men’e idareci olarak gönderildiği zaman Peygamber (s.)’in bir suali üzerine,
Kur’an’a ittiba edeceğini, onda açıklık yoksa bu halde “sünnet”e
göre, bu da vaziyeti aydınlatmıyorsa, bizzat kendi akl-ı selimine göre bir
hüküm verme gayretinde bulunacağını” söylemişti. Bu rivayette, aynca
Peygamber (a.s.)’in bu cevabı sevinçle karşıladığı da zikredilmektedir.
Peygamber (s.)’in
belli bir devre için, Kur an ayetleriyle karışma ihtimali gibi bazı sebeplerle
sünnetin yazılmasını yasakladığına dair hadisler mevcuttur. Ancak bu
yasaklamayı gerektiren sebepler ortadan kalkınca Peygamber (a.s.) bu yasağı
kaldırmıştır. Sünnet hakkında bir çok yazılı malzeme bırakan en az 50
sahabiye ait sahih malumata sahip bulunulmaktadır. Bunun önemli bir yanı da bu
gibi kimseler arasında sünnetin yazı ile tesbitini yasaklayan hadisi
nakledenlerin çoğunun yer almasıdır. Bu hal, yasağın daha sonra kaldırılmış
olduğunu isbat eder mahiyettedir. Hadislerin gerek yazılı ve gerekse şifahi
olarak nesilden ne-sile aktarılma olayı bu hususta bir isnat ve an’ane usulünün
meydana gelmesine sebep
olmuştur. Zira
zamanla, Peygamber (s.)’e isnat ve izafe edilen her sünnetin, hakikaten bir
sünnet-i nevebiyye olup olmadığını tetkik etmek icabetmiştir. Bu hususta
muhad-dislerin ve diğer islam âlimlerinin dünyaca bilinen titiz çalışmaları,
ilim tarihinde eşi-benzeri görülmemiş bir halde ve her türlü tasavvurun
fevkinde görülmüştür. Hatta sünnetin naklinde gösterilen bu dikkat, Peygamber
(s.)’in sağlığında başlamıştı ve sahabeden herhangi biri, bir diğerine, bir
hadis nakledip öğrettiği zaman da bahis mevzuu oluyordu. Ali b. Ebu Talib
(r.a.) böyle hallerde hadis nakledeni yemine davet eder, ancak, -Ebu’l-Huseynh
el-Basiîye göre- o, bu hususta Ebu Bekr’i istisna ederdi, îkinci ve daha
sonraki nesillerden nakledilen hadisin kimin tarafından Peygamber (s.)’den
duyularak rivayet edildiğinin sorutacağı tabiî idi. Zamanla bu nakil işinde
Râvîlerin sayısı arttı ve sünnet ilmi, haberin menşei hakkında bol sayıda
şahidler vermek gayesi ile birbiri arkasından gelen ravi-ler zincirinin
tamamının zikredilmesini gerektirdi. Bu sebeple de, çeşitli raviler arasındaki
talebe-hoca münasebetlerini göstermek ve hatta bunların şahsiyetleri hakkında
malumat vermek maksadıyla hadis nakledenlere dair hal tercemesi (rical) kitapları
yazılmaya başlandı. Aynca sünnete has tenkid ilmi (ilmu’l-cerhi ve’t-ta’dîl) geliştirildi.
Aynı şekilde usûl’u hadis kitapları te’lif edilerek hadisler tasnife tabi
tutuldu.
iki hadis arasında
tezat gibi görülen durumlar bazan, birinin diğerini neshedip hükmünü
yürürlükten kaldırmasından, kimi zaman da bu hadislerden her birinin ayn ayrı
özel hallerle ilgili olmasından kaynaklanmıştır.
Burada şu noktaya da işaret
edelim ki,
usûl-u fıkıh
mütehassısları tslâm hukuku kaynakları arasında sünnete hemen Kur’an’dan sonra
yer vermekte ve ancak ondan sonra icma ve kıyas gibi diğer kaynakları
sıralamaktadırlar.
Bir fıkıh deyimi
olarak “sünnet”ten, farz ibadetler dışında Peygamber (s.)’in yapmayı
âdet edindiği ibadetler anlaşılır. Buna göre Peygamber (s.)’in pek az
terkettiği ibadetlere “sünnet-i müekkede” (sabah namazının sünneti
gibi), bu derece devamlı yapmadığı ibadetlere de “sünnet-i gayr-i müekkede”
(ikindi namazının sünneti gibi) denir. Ezan, kamet ve* cemaat gibi İslâm’ın alametlerinden
olan sünnetlere “sünen-i zeva-id” denir ki bunlar sünnet-i gayr-i
müekkede sayılır. Bazı fatihler sünnet kelimesini “bid’at”ın zıddı
olarak da kullanmışlardır. Dinin Özünde olmayan bir işi yapmak bid’attir ki,
kabul edilmez, merduttur. Şu da ifade edilmelidir ki, sünneti terketmek ile
sünnete muhalif hareket etmek arasında fark vardır. Nafile olan bir namazı
tenbellik sebebiyle ihmal etmekle, önemsiz sayarak Peygamber (s.)in bir
sünnetini terketmek aynı şey değildir. Bu sonuncu şekilde hareket eden İslam
camiasının dışına çıkmış olur.
Ayrıca sünnet
kelimesinin Türkçe-miz’de Arapça’daki “hitan” kelimesinin karşılığı
olarak, tenasül uzvundaki fazla derinin kesilmesi ve bu iş için yapılan tören
mânasında da kullanılmaktadır.
Ahmet T. ARSLAN Bk.
Bidat