Tarih

Statüko Politikası-Status quo Nedir? Tanımı, Tarihi

tarih-2/soguk-savas” 233″ 124″ Statüko Politikası

Uluslararası sistemde mevcut güç dağılımını korumaya ve sürdürmeye yönelik bir dış politika stratejisidir. Esas olarak, var olan durumun korunması ve devamının sağlanmasına yöneliktir.

Bu kavram uluslararası politikada iki değişik anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan biri, statüs quo antebellum kavramından geldiği varsayımıyla savaştan önceki duru­mun korunması anlamında kullanılmasıdır ki bununla savaşta işgal edilmiş toprakların geri verilmesi ve savaş öncesi duruma geri dönülmesi istenmektedir. Diğeri ise en son durumun korunması ve sürdürülmesini amaçlamak ve bunun değiştirilmesine karşı çıkmaktır. Yaygın kullanımı ikinci şekliyle olup amacı tarihin belli bir anında ki güçler dağılımının devamını sağlamak ve korumaktır. Statüko politikası, varolan duruma karşı çıkan ve değiştirilmesine yönelik olan revisyonist ve emperyalist politikalardan ayrılır.

Statüko politikası, genellikle savaş sonrasıyla ilgili bir politikadır ve savaş sonunda elde edilen durumun yapılan andlaşmalarla kodifıye edilmesi anlamını taşımaktadır. Taraflar savaştan sonra oluşan status quo’nun aralarında anlaşmalarla, ittifaklarla ve diğer ikili veya çok taraflı sözleşmelerle korumak isterler. Örneğin 1815 Viya­na Kongresi’nin amacı Fransız ihtilaline karşı ortak bir cephe oluşturmaktı. Bunun için mutlakiyetçi devletler kendi aralarında kutsal ittifakı oluşturdular ve yaptıkları sürekli konferans ve toplantılarla status quo’nun korunmasına çalıştılar. Birinci dünya savaşına (1918) kadar devam eden bu düzen yine status quo’nun savunucularından Avusturya-Macaristan imparatorluğunun savaşı başlatmasıyla bozuldu. Savaş sonrasında kurulan milletler cemiyeti de aynı amaca yani savaş sonunda oluşan sta­tus quo’nun bir daha bozulmamasına ve korunmasına yönelikti. 1918’deki status quo’yu 1919 barış antlaşmalarında belirtildiği şekliyle bu örgüt aracılığıyla korumak ve sürdürmek amaçlanıyordu. Milletler cemiyeti sözleşmesinin 10. maddesinde üyeleri, “cemiyetin bütün üyelerinin siyasal bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini dışarıdan gelecek tehditlere karşı korumak ve bunlara saygı göstermekle yükümlü sayılmış, üye devletlerin 1919 barış antlaşmalarıyla tesbit edilen toprak bütünlüklerine ilişkin status quo’yu korumayı temel amaç edinmelerini kabul etmiştir. Bu bakımdan 1932’de Japonya, 1933’de Almanya ve 1937’de italya kendi revizyonist politikalarıyla uyumlu olarak Milletler Cemiyeti’nden ayrılmışlardır. Bunlar Versay’la kurulan düzene tamamen karşı çıkmaktaydılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, aynı amaçla Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuştur, fakat sürdürülmesi istenen düzenin kurulmasında basan sağlanamamıştır. Çok geçmeden devletler Doğu ve Batı Bloku olmak üzere iki düşman kampa bölünmüşlerdir.

Statüko politikası takip eden devletler, bunu barış antlaşmalarının dışında kendi aralarında yapmış oldukları sözleşmelerle de yürütürler. 6. Şubat 1922’de Washington’da imzalanan Çin ile ilgili sorunlarda izlenecek ilkeler ve politikalar hakkında Dokuz Devlet Sözleşmesi ve 16 Ekim 1925 tarihinde Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere ve İtalya arasında imzalanan karşılıklı garantiyi içeren Locarno Sözleşmesi bunun örnekleridir. Bunlardan Dokuz Devlet Sözleşmesi, Çin üzerinde haklara sahip olan devletlerin durumlarını teyid ederken var olan güç dağılımının korunması ve status quo’nun sürdürülmesi amaçlanmaktaydı. Locarno sözleşmesinde ise Milletler Cemiyeti Misakı’nın 10. maddesinde 1918’deki status quo’nun korunmasına yönelik olan içeriği teyid ediliyordu.

Bunun dışında devletler muhtemel saldırılara ve işgallere karşı mevcut status quo’yu korumak için ikili ittifak sözleşmeleri yapabilirler. Fransa’nın I. ve II. Dünya Savaşları arasında Almanya’ya karşı Sovyetler Birliği, Polonya Çekoslovakya, Yugoslavya ve Romanya ile yaptığı ittifak sözleşmelerinin amacı bu türdendi. Başka bir deyişle. Alman saldırısına karşı status quo’nun korunmasını ve sürdürülmesini garanti etmeye yönelikti.

Bazen devlet, içerde status quo’cu bir politika izlerken uluslararası sisteme yönelik olarak revizyonist bir politika izleyebilir, veya içerde revizyonist olup, dışarda status quo’cu olabilir. Örneğin Sovyetler Birliği, 1934-39 arası dönemde içerde yeni bir politika izlemeye çalışırken ve bu yönüyle revizyonist bir politika takip ederken dışarıda Nazi Almanya’sının yayılmacı tutumunu ve Japonya’nın militarist politikasını engelleyebilmek için Milletler Cemiyetinin Ortak Güvenlik Sistemi (Collective security system) ni desteklemesiyle status quo’cu bir politika izlemiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan yeni uluslararası sistemde, her iki kampa dahil olan devletler de diğerlerini emperyalist ve revizyonist olarak göstermeye çalışırken kendilerini uluslararası banş ve güvenliğin ve düzen ortamının savunucusu olduklarını ileri sürmektedirler. Yine günümüzde devletler siyasasal ve askeri araçların dışında ekonomik ve ticari bir lalam yollarla da belli bir bölgedeki veya uluslararası sistemin tümüne yönelik olarak status quo’yu değiştirmek istemektedirler. Bunlardan dolayı status quo ve revizyonist politikalar arasına uygulamada kesin çizgiler koymak zorlaşmıştır. Hem sonra bu politikaya göre bir devletin veya milletin toprağını işgal etmiş bir başka devleti bu durumu­nu korumaya çalıştığı için status quo’cu olarak nitelerken bu duruma karşı çıkan devleti revizyonist ve emperyalist saymak gerekir. Bu durumda Filistin Devleti’ni emperyalist ve revizyonist, İsrail’i ise status quo’cu kabul etmek gibi bir yanılgıya düşüleceğinden başka bir çelişkiyi de içermektedir.

Tayyar ARI – SBA

İlgili Makaleler