Sosyoloji Tarihi

Sosyolojinin Doğuşunda Etkili Olan Gelişmeler: Siyasal Devrimler

Aydınlanma düşünürlerinin fikirleri, Ruhban sınıfı ve kısmen mutlakiyetçi rejim- ler dışında geleneksel toplum yapısını yıkmaya, toplumsal bir devrim gerçekleş- tirmeye yönelik değildir. Bunun en önemli nedeni bu düşünürlerin çoğunun kül- türlü, eğitimli ve müreffeh bir elit içinde doğmuş olmalarıdır. Başka bir deyişle, mevcut toplum yapısı Aydınlanma düşünürlerinin kendi kişisel çıkarlarına aykırı değildir. Aydınlanma düşünürleri geleneksel toplumsal düzenden çok gelenek- sel dinsel düzene muhaliftirler ve kendilerini isyancı ya da devrimci olarak ni- telendirmemiş, ilerlemenin bu yeni fikirlerin etkili kişiler arasında yayılması sa- yesinde mevcut toplumsal düzen içinde gerçekleşebileceğine inanmışlardır  (Hmilton, 1996:32-33).
Her ne kadar Aydınlanma düşünürlerinin kendileri devrimci olmasalar da Fran- sız ve Amerikan Devrimleri sonrasındaki siyasal ve toplumsal örgütlenme biçimle- ri, Aydınlanma düşüncesinden etkilenmiştir. Örneğin, Amerikan Devrimi sonrasın- da kurulan yeni Cumhuriyet’in Anayasası, insan doğasının birliği, eşitlik, hoşgörü,
 

On sekizinci yüzyılda başlayan ve on dokuzuncu yüzyıl boyunca çeşitli toplumlarda yaşanan siyasal devrimler ve Endüstri Devrimi, toplumsal yapıda önemli değişiklilere neden olmuş ve sosyolojinin doğuşunda etkili olmuşlardır.
 

1780’lerden itibaren çoğu  alt orta sınıftan gelen gazeteciler ve yazarlardan oluşan yeni bir toplumsal grup, Aydınlanma düşünürlerinin  fikirlerinin basitleştirilmiş   ifadelerini yayınlayarak bu fikirlerin geleneksel toplum yapısının kendilerine fazla bir seçenek sunmadığı mülksüz alt orta sınıf mensuplarına yayılmasını sağlamıştır.

 
düşünce ve ifade özgürlüğü gibi birçok Aydınlanma kavramını savunmuştur. Fran- sız Devrimini gerçekleştirenlerin düşünceleri de Voltaire, Montesquieu, Diderot, Rousseau, Concordet ve Benjamin Franklin gibi Aydınlanma düşünürlerinin dü- şüncelerine dayanmaktadır (Hamilton, 1996:47). Buradan da anlaşılacağı gibi Ay- dınlanma düşünürleri on sekizinci yüzyılda Fransız Devrimi ile başlayan ve on do- kuzuncu yüzyıl boyunca çeşitli toplumlarda yaşanan siyasal devrimlerin nedenle- rini yaratmamışlardır; ancak bu devrimleri gerçekleştirenleri harekete geçirmişler- dir. Başka bir deyişle, geleneksel toplum yapısının çözülmesinden ve yıkılmasın- dan sorumlu olan Aydınlanma düşünürlerinin eserleri değildir. Bu nedenle, Ame- rikan ve Fransız Devrimlerini sadece Aydınlanma düşüncelerinin uygulamaya geç- miş hali şeklinde düşünmek yanıltıcı olur. Aydınlanma ilkelerinin etkisinin Devri- mi yaratmadığı, aksine, Devrim sayesinde bu ilkelerin etkisinin bu derece arttığı ileri sürülmektedir (Hamilton, 1996:46). Aydınlanma çağındaki düşüncelerin popü- lerleştirilip daha geniş kitlelere yayılması, Fransız Devrimine yakın tarihlerde ger- çekleşmiştir. Diğer bir deyişle Aydınlanma dönemindeki düşünceler, Fransız Dev- rimi’nin gerçeklemesinde etkili olmuş, Fransız Devrimi de Aydınlanmanın özgür- lük, hoşgörü ve laiklik gibi düşüncelerinin uygulanmasına olanak sağlamıştır (Ha- milton, 1996:48).

Geleneksel toplumdan modern topluma geçişteki eşik olarak görülen Amerikan ve Fransız Devrimleri, feodalizmin ve mutlakiyetçiliğin sonunu ve kapitalist toplumda egemen sınıf olarak burjuvazinin doğuşunu sembolize eder.

Aydınlanma düşüncesinin dayandığı ilkeleri içeren yeni toplumsal örgütlenme- ler yaratılmasını sağlayan siyasal devrimler, sosyolojinin ortaya çıkışında en önem- li etkenlerden biri olmuştur. Bu devrimlerin toplumlar açısından olumlu sonuçları olmakla birlikte, devrimlerin etkisiyle toplumsal düzen bozulmuş, toplumsal ya- şamda kaos ve düzensizlik yaşanmaya başlanmıştır. Bu düzensizlik ve kargaşa, dö- nemin düşünürlerinin toplumsal düzenin yeniden nasıl kurulabileceği ile ilgili so- rular sormalarına neden olmuştur. Bu dönemde bazı düşünürler, Orta Çağ’ın nis- peten barışçıl ve düzenli günlerine geri dönmek istemiş, diğer bazı düşünürler ise, toplumsal değişmenin böyle bir geri dönüşü imkansız hale getirdiğini fark etmiş- tir. Bu düşünürler, siyasal devrimlerle altüst olan toplumlarda toplumsal düzenin yeniden kurulması için yeni temeller aramaya başlamışlardır. Bu değişimleri anla- yabilmek için Fransız Devrimi üzerinde biraz duralım.


 

Fransız Devrimi
Fransız Devrimi, on sekizinci yüzyıl sonunda Fransa’da monarşinin yıkılmasına ve cumhuriyetin kurulmasına yol açan politik olayların bütününe verilen addır. Dev- rim 1789 yılında başlamış, Kral 16. Lui önce tahttan indirilmiş, ardından kraliyet ai- lesiyle birlikte idam edilmiş, yönetim radikal grupların eline geçmiş ve izleyen ay- larda devrim karşıtı olduğu düşünülen binlerce kişinin idam edildiği bir terör dö- nemi yaşanmıştır. 1799 yılında Napoleon Bonaparte’ın diktatörlüğü ile Fransız Devriminin resmi olarak sona erdiği kabul edilmektedir.
 

Fransa kralı 16. Lui’nin idamı
Fransız Devrimi’nin başlamasından yaklaşık dört yıl sonra birbirine zıt politi- kaları destekleyenler arasındaki çatışmaya bağlı olarak 5 Kasım 1793 – 27 Temmuz 1794 tarihleri arasında yaklaşık on ay boyunca terör dönemi olarak adlandırılan bir dönem yaşanmıştır. Bu dönemde, “devrim düşmanları” olarak nitelendirilen insanlar kitlesel olarak idam edilmiş, daha sonra bu idamları gerçekleştirenler de idam edilmiştir. Toplumsal yaşamda kaos ve paranoyanın hakim olduğu bu dönemde, tahmini olarak 16,000 – 40,000 arasında kişinin idam edildiği düşünülmektedir. Fransa, Fransız Devriminin yarattığı siyasal kaos ortamından 1799’da Napoleon’un mutlak iktidarı ile çıkmış, toplumsal düzenin yeniden inşası ise daha da uzun sürmüştür.

Fransız Devrimi, Avrupa toplumunda yıllar önce başlayan düşünsel, toplumsal ve ekonomik değişimlerin bir sonucudur. Fransız Devrimi ile birlikte Fransa’da mutlak monarşi yıkılmış, Kilise’nin otoritesi büyük ölçüde zayışamış, cumhuriyet kurulmuş, Avrupa’ya uzun zaman egemen olan feodal toplum yapısı büyük ölçü- de ortadan kalkmıştır. Bu devrimle birlikte Montesquieu’nun benimsediği güçler ayrılığı ilkesi hayata geçmiş, Rousseau’nun savunduğu gibi bütün insanların doğuştan birbirleriyle eşit olduğu kabul edilerek Fransa’da insan ve Yurttaş Hakları Bildirisi kabul edilmiş, geleneğe karşı aklı savunan Aydınlanma düşüncesi ve Ay- dınlanmanın özgürlük, bireycilik, laiklik gibi ilkeleri siyasal ve toplumsal yaşama yansımaya başlamıştır. insan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, insanların eşit doğduğu- nu ve eşit yaşamaları gerektiğini, kimsenin dini inançları ya da sosyal konumu ne- deniyle dışlanamayacağını ve ayıplanamayacağını, mutlak egemenliğin ulusa ait olduğunu ve bir kişi ya da grubun elinde toplanamayacağını, ulusun onayını alma- yan bir iktidarın meşru olamayacağını, devlet yönetimindekilerin ulusa karşı so- rumlu olduğunu belirtmektedir. Böylece Fransız Devrimi, orta sınışarın yükselişi- ni sağlamış, siyasal iktidar anlayışında köklü bir değişikliğe neden olmuş, tek ras- yonel yönetim biçiminin demokrasi olduğu düşüncesinin yaygınlaşmasında, ulus devlet ve milliyetçilik akımlarının başlamasında ve diğer ulusların kendi siyasal bir- liklerini kurmalarında etkili olmuştur.
 
 
Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi, önceki toplumsal normların yıkılmasına ve modern endüstriyel toplumun doğuşuna bağlı olarak sosyolojinin gelişiminde büyük etkiye sahip olmuşlardır. Fransız Devrimi Fransa’nın toplumsal ve siyasal yapısını değiştirmiş, orta sı- nışarın güçlenmesine ve bireysellik, özgürlük ve eşitlik ilkelerine dayanan rasyonel ve la- ik bir devletin kurulmasına yol açmış, diğer ülkelerde de benzer devrimlerin yapılmasın- da etkili olmuştur

Fransız Devrimi’nin sosyolojinin doğuşu üzerindeki en önemli etkileri, sosyolo- jinin ayırt edici inceleme nesnesi olan toplumsal grup kavramıyla (Nisbet, 1943:36) ilgilenmeye başlamasını sağlaması ve Devrimin neden olduğu toplumsal kargaşa ortamında sosyolojinin ortaya çıkışını sağlayan temel sorunun, yani toplumsal dü- zenin yeniden nasıl inşa edileceği sorusunun sorulmasına neden olmasıdır. Fran- sız Devrimi sırasında, Kilisenin bağımsız bir toplumsal örgüt olarak gücü yok edil- miş, topraklarına el konmuş, manastırları ve okulları kapatılmış, ruhban sınıfı men- supları devlet memurları haline gelmiştir. Eğitim sadece devletin yürütebileceği bir işlev olarak kabul edilmiş, okullar ve üniversiteler devlet tekeline alınmış ve eğiti- min herkesin temel ihtiyacı olduğu kabul edilmiştir. Aile kurumu bir dönüşüm ya- şamış, boşanma hakkı tanınmıştır (Lamanna, 2002:21). Toplumsal örgüt olarak devlet, gücünün doruğuna ulaşırken insanları toplumun politik olmayan alanların- da birleştiren bağlar zayışamış, toplum atomize olmuştur (Nisbet, 1943:41). Devle- tin bu şekilde merkezileşmesi, ahlaki bir çözülmeyi beraberinde getirmiştir (Nis- bet, 1943:44). Fransız Devrimi laik ve rasyonel olan, Aydınlanma düşüncesinin ya- sal ve politik ifadesi olan bir devlet yaratmış, ancak toplumsal normları Katolik ve muhafazakar toplumsal miras biçimlendirmeye devam ettiği için geleneksel kanat- ta olanlar toplumdaki ve toplumsal kurumlardaki bu değişimi eleştirmiş, Fransız Devriminin yeterince başarılı olmadığını ve devrimin liberal bireycilik anlayışının on dokuzuncu yüzyıl Fransa toplumuna çok uzak olduğunu savunmuşlardır (La- manna, 2002:22).
Comte’a göre Fransız Devrimi toplumsal bağların çözülmesine, ahlakın ve top- lumsal dayanışmanın zayışamasına neden olmuştur ve devletin temel toplumsal iş- levlerini aile veya din gibi başka aracılara devretmesi gerekmektedir. Diğer bir de- yişle Comte, Fransız Devrimi sonrasında şekillenen yeni toplumun insanları birbi- rine bağlayan birincil bağları çözdüğünü, dolayısıyla sorunun politik ya da ekono- mik değil, toplumsal olduğunu düşünür (Nisbet, 1943:44). Ona göre Fransa’da ya- şanan karışıklıklar, bireyin kiliseden, aileden, topluluktan koparılarak izole edil- mesinden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede Comte ve ilk dönem sosyologlar, ah- laki ve teorik olarak toplumsal grupların önemli olduğunu, din, aile, topluluk gibi kurumların toplumsal dayanışma ve toplumsal kontrol açısından işlevsel olduğu- nu, insanların içinde yaşadıkları toplumsal gruplara bağlı olduklarını ve bu gruplar tarafından şekillendirildiklerini vurgulamışlardır (Nisbet, 1943:44,45). Fransız dev- riminin yarattığı ortam içinde önem kazanan bu kavramlar, ilk dönem sosyolojinin en önemli kavramlarından olmuşlardır. Sosyolojiyi on sekizinci yüzyıl sonunda or- taya çıkan siyaset bilimi, ekonomi, psikoloji gibi alanlardan ayıran en önemli özel- liğin bu olduğu söylenebilir. Bu üç bilim, Fransız devrimi ile birlikte güçlenen dev- letle, devletin finansmanı ve ekonomisiyle ve bireysel olarak vatandaşlarıyla ilgile- nirken, sosyoloji Fransız devriminin tahrip ettiği toplumsal gruplarla ilgilenmiştir (Nisbet, 1943:45).
 

 


Endüstri Devrimi
Endüstri devrimi terimi, teknolojik, ekonomik ve toplumsal alanda yaşanan büyük çaplı değişimleri ifade eden bir terimdir. Bu değişimler, ilk olarak 1760-1850 yılla- rı arasında ingiltere’de başlamış, on dokuzuncu yüzyıl içinde Batı Avrupa’ya, Ame- rika’ya, Japonya’ya ve Rusya’ya yayılmıştır. Endüstri Devrimi, bir seferde meydana gelen bir olay değildir. Endüstri Devrimi batı toplumlarının tarım toplumlarıyken endüstri ağırlıklı toplumlar haline gelmelerini sağlayan birbiriyle ilişkili bir dizi ge- lişmeyi ifade etmektedir.

Endüstri Devrimi’nin merkezinde bilimsel bilginin toplumun ihtiyaçları doğrultusunda pratik amaçlara yönelik  olarak  kullanılması  bulunmakta- dır. Daha önce üretim için büyük ölçüde insan ve hayvanların enerjisi kullanılır- ken, Endüstri Devrimiyle birlikte başta buhar gücü olmak üzere cansız enerji kay- naklarından yararlanılmaya başlanmasıyla birlikte her tür üretim için gerekli olan zaman ve emek azalmış ve her alanda verimlilik büyük ölçüde artmıştır. Aydınlan- ma düşünürleri, doğal olguların ve düzenliliklerin incelenmesi ve genel ilkeler ha- line getirilmesi ve bu ilkelerin sistematik ve ulaşılabilir biçimlerde özetlenmesi sa- yesinde bu ilkelerin toplumsal yaşama uygulanabileceğine inanmışlardır. Bu dü- şünce Endüstri Devrimi ile birlikte hayata geçmiş, elde edilen bilimsel bilgi, fabri- kalarda, gemicilikte, madencilikte ve tarımda, tüm üretim alanlarında uygulanmış- tır. Bu açıdan Endüstri Devrimi sürecinde yapılan keşişer ve yaşanan gelişmeler, Aydınlanma düşünürlerinin bilim ve akla dayalı ilerleme kavramını ve Bacon’un “bilginin amacı insanlığa maddi gelişme sağlamasıdır” şeklindeki düşüncesini yansıtmaktadır. Aydınlanma düşünürlerinin topluma faydalı olacak bilimsel bilgi- nin önemine ve teknolojik ilerlemeye duydukları inanç, dönemin en önemli bilim- cilerinin bilimsel çalışmalarını faydalı araçlar geliştirmeye yöneltmelerini sağlamış- tır. Bilimsel araştırmaların toplumun materyalist ihtiyaçları doğrultusunda yapılma- sı gerektiği anlayışı, döneminin en yetenekli bilimcilerinin gemi tasarımı, fabrika- lar, makineler, sokak aydınlatması gibi pratik konular üzerinde çalışmalarını sağla- mıştır. 18. yüzyıl, doğa felsefesi ile endüstriyi yan yana getirmiş ve “kullanışlı bil- gi” kavramına verdiği önemle üretim süreçlerini iyileştirecek çalışmaların yapılma- sını sağlamıştır. Bilimsel bilginin toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kulla- nılması fabrikaların, trenlerin, gemilerin, tarımsal ve endüstriyel üretim teknolojile- rinin, radyo ve telefon gibi iletişim araçlarının geliştirilmesiyle sonuçlanmış, böyle- ce kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içinde toplumsal yaşamda son derece büyük bir değişim meydana gelmiştir.
Endüstri Devrimini meydana getiren değişimlerin başında temel olarak, emek zanaat bağımlı üretim tarzından cansız enerji kaynaklarıyla fabrikalarda yapılan üretime geçiş yer almaktadır. Endüstri Devrimiyle birlikte yeni icat edilen çeşitli makineler üretimde kullanılmaya başlanmış, tekstil, demir çelik, madencilik ve ula- şım endüstrileri çok hızlı bir şekilde gelişmiş, ekonomik verimlilik çok yüksek dü- zeyde artmıştır. Endüstrileşme, geleneksel toplumsal yaşamı radikal bir şekilde değiştirmiş, basit kırsal yaşamın yerini karmaşık bir kent yaşamının almasına neden olmuştur. Endüstri kentlerindeki fabrikalarda çalışmak için kırsal alanlardan kitle- sel olarak kentlere göç edilmiş, bu da endüstriyel kentlerin beklenmedik bir hızla büyümesine neden olmuştur. Bu kentlerde ağırlıklı olarak kömürle çalışan maki- neler nedeniyle fabrika sistemi, ilk endüstri kentlerinde yoğun bir hava kirliliğine yol açmıştır. Bir yandan hızla büyüyen kentler ve göç olgusu, diğer yandan işçile- rin ücretlerinin düşüklüğü ve çalışma koşullarının kötülüğü, endüstriyel kentlerde
 

Endüstri Devrimi, 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve 19. yüzyılın ikinci yarısına dek süren ekonomik, teknolojik ve toplumsal alanlarda yaşanan birbiriyle ilişkili geniş çaplı değişimlerin bütününe verilen addır.
 

Buhar makinesini icat eden iskoç mucit James WATT
(1736-1819)

Endüstri Devrimi, Aydınlanma düşünürlerinin teknolojiye verdiği önemi ve bilimin topluma faydalı olması gerektiği ve bilim ve akıl yoluyla toplumların gelişeceği şeklindeki düşüncelerini yansıtmaktadır.

Endüstri Devrimi’nin simgelerinden biri buharlı lokomotiftir.

Endüstri devriminin en belirgin özellikleri emek sürecinde kapitalist kontrolün ve işbölümünde uzmanlaşmanın artması, madencilik, üretim ve ulaşım alanlarında başta buhar gücü olmak üzere cansız enerji kaynaklarından ve yeni makinelerden ve teknolojilerden faydalanılmasıdır.
 

Endüstri Devrimi her alanda daha az emekle daha çok ürün alınmasını sağlayarak toplumun zenginliğini genel olarak arttırdıysa da bu zenginlik toplumda eşit bir şekilde dağılmamıştır.

 
suçun hızla artmasına neden olmuştur. Endüstri devrimi ile birlikte aile ve eğitim kurumları da dönüşüm geçirmiş, geniş ailenin yerini çekirdek aile almış, eğitimin içeriği değişmiş, eğitim kurumu endüstrinin ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirme- ye yönelik olarak şekillenmiştir.
işçilerin kentlerde ağırlıklı olarak endüstriyel kuruluşlarda ve fabrikalarda kitlesel olarak çalışmaları, yeni “endüstriyel işçi sınıfı”nı doğurmuş, toplumsal tabakalaşma yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir. Endüstri Devrimi, uzun vade- de toplumda refahın ve zenginliğin artmasını sağlamış olsa da endüstrileşen bölgelerde üretim ve buna bağlı olarak zenginlik ve refah artarken zenginliğin eşitsiz dağılımı nedeniyle işçi sınıfı uzun süre yoksulluk içinde yaşamıştır. Diğer bir deyişle, endüstriyel işçi sınıfına mensup olan işçiler on dokuzuncu yüzyıla kadar büyük ölçüde sosyal ve siyasal haklardan mahrum bir şekilde, kötü çalış- ma koşullarında ve düşük ücretlerle çalışmış ve genel olarak sağlıksız koşullar- da yaşamıştır. Bunun yanında bilimsel yöntem işin örgütlenilmesinde de kulla- nılmış ve işçilerin işverenin çıkarlarına yönelik olarak en verimli şekilde çalıştı- rılmasına yönelik uygulamalar geliştirilmiştir. işçilerin çalışma ve yaşama koşul- larındaki bu sorunlar ve endüstriyel işçilerin fabrikalarda kitlesel olarak çalışma- sı, işçilerle işverenler arasındaki çıkar çatışmasının kitlesel işçi hareketlerine dö- nüşmesine yol açmıştır. Endüstriyel işçi sınıfı ile işverenler arasındaki çıkar ça- tışması, Endüstri Devrimi’ni izleyen yıllarda geniş çaplı işçi hareketlerinin ve sosyalist düşüncenin gelişmesinde etkili olmuş, ayrıca endüstri ve kapitalizmin yarattığı sorunlar klasik sosyoloji teorilerinde de ele alınmıştır. Kapitalizmin çe- şitli yönlerini eleştiren Marx sosyalist toplumların doğuşunu sağlayacak politik eylemler üzerinde çalışırken, Weber ve Durkheim da kapitalizmin yarattığı so- runların yine kapitalist sistem içinde çözülmesine yönelik çalışmalar yapmışlar- dır (Ritzer, 2008:6).

Endüstri Devrimi ile birlikte toplumsal sınışarın yapısı nasıl değişmiştir?
 

Endüstri Devrimine dek fabrika ya da atölye gibi en- düstriyel işletmeler olmadığı için, bu gibi işletmeler- de çalışma koşullarıyla ilgili yasal mevzuat da yoktu. Bu nedenle, Endüstri Devriminin ilk dönemlerinde de şikâyet edemeyecek kadar küçük ve eğitimsiz olan çocuklar, fabrikalarda yoğun olarak ve yetişkinler- den daha düşük ücretle çalışmıştır.

Endüstri Devrimi ile birlikte toplumda yaşanan bu değişimler, yeni bir toplum ti- pinin oluştuğunun habercisidir. Bu yeni toplum, “Endüstri toplumu” ya da “modern toplum” olarak adlandırılmıştır. Diğer bir deyişle endüstri toplumu, modern toplum- dur. Endüstri toplumunun genel özelliklerini özetlemek gerekirse (Kumar, 2006:286):
 

•    Ekonomiye insan ve hayvan gücü yerine buhar, petrol veya elektrik gibi cansız enerji kaynaklarıyla çalışan makineler yön vermektedir.
•    Zanaatkârların küçük ölçekle elde ürettikleri ürünlerin yerini fabrikalarda makinelerle büyük ölçekli olarak üretilen ürünler almıştır.
•    Nüfusun önemli bir kısmı tarımda değil kentlerdeki endüstriyel kuruluşlar- da çalışmaktadır.
•    işbölümü uzmanlaşmış, hem yeni meslekler doğmuş, hem kol emeği ile ka- fa emeği birbirinden ayrılmış hem de yapılan iş en küçük parçalarına ayrıl- mıştır. Bu şekilde çalışmak, fabrikalarda çalışan işçilerin yüksek düzeyde ya- bancılaşmasına neden olmuştur.
•    Kadınlar fabrikalarda çalışmaya başlamış, geleneksel toplumda olduğundan daha  yüksek  düzeyde  işgücüne  katılmışlardır.
•    Emek üzerinde kapitalist işverenler giderek daha fazla kontrole sahiptir.
•    Üretim araçlarına sahip olan ve olmayan toplumsal sınışar ayrışmış ve ara- larındaki çıkar çatışması işçi hareketlerine yol açmıştır.
•    iş ve ev, çalışma zamanı ve boş zaman geleneksel toplumda olduğu gibi iç içe değildir, ayrışmıştır.
•    Nüfusun çoğu kentlerde yaşamaktadır ve kırsal alanlarda yaşayanlar da ürün ve hizmetler açısından büyük ölçüde kentlere bağlıdır.
•    Nüfusun çoğu okuryazardır.
•    Laiklik ilkesiyle, rasyonel bir şekilde, bürokrasiyle ve genellikle ulus devlet- ler tarafından yönetilir.