Filozoflar

Seyid Şerif Curcânî Hayatı, Felsefesi, Eserleri (İslam Filozofları)


filozof/ar Seyid Şerif Curcânî

Tefsir, hadis, astronomi ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Ali bin Muhammed bin Ali Cürcânî el-Hüseynî’dir. Künyesi, Ebü’l-Hasan’dır. Peygamber efendimizin (s.a.s.) soyundan olduğu için Seyyid Şerîf adıyla tanınıp, meşhur oldu. 1339 (H. 740) senesinde Cürcân şehrine bağlı Tâku nâhiyesinde doğdu. 1413 (H.816) senesinde Şîrâz’da vefât etti.

Küçüklükten îtibâren tahsîle başlayan Seyyid Şerîf, önce Arapçayı öğrendi. Sarf, nahiv, belâgât ve tefsire dâir çeşitli kitaplar okuduktan sonra aklî ilimleri öğrenmeye başladı. Tahsilini devâm ettirmek için seyâhatlere çıktı. Bu maksatla Herat, Anadolu ve Mısır’a gitti. Zamânın meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi.Herat’ta Kutbuddîn MuhammedŞîrâzî’den Şemsiyye Risâlesi Şerhi ve Metâlî Şerhi’ni okudu. Bu hocası onun zekâsının üstünlüğünü ve mantıktaki kâbiliyetini görerek mantık ilminde üstâd olan Mevlânâ Mübârek Şâh Mantıkî’ye gönderdi. Mübârek Şâh el-Mantıkî’ye gitmek için Herat’tan ayrıldı. Yolu Doğu Anadolu’ya uğrayınca, buranın meşhûr âlimlerinden olan Muhammed bin Muhammed Aksârâyî’nin şöhretini duydu. Yanına gitmek için Karaman’a doğru yola çıktı. Karaman’da bu zâtın Kazvînî’nin El-Îzâh adlı eserine yazdığı şerhi gördü.

Cemâleddîn-i Aksarâyî ile görüşmek üzere Aksaray’a gittiyse de, oraya varınca bu âlimin vefât ettiğini öğrendi. Onun talebeleriyle tanışıp, sohbet etti. Meşhûr talebelerindenMolla Fenârî ile birlikte Mısır’a giderek Mübârek Şâh’tan Metâlî ve Şemsiyye şerhlerini ve Kâdı Adud’un yazmış olduğu Mevakıf’ı okudu. Ayrıca Mısır’da Ekmelüddîn Muhammed bin Mahmûd’dan din ilimlerini öğrendi.

Cürcânî, ilim tahsilini tamamladıktan sonra, memleketine döndü. Hükümdâr, Celâleddîn Şâh Şücâ, onu Şîrâz’da bir medreseye müderris tâyin etti. Daha sonra hükümdâr Şah Şücâ ile yakından tanışıp, çok hürmet ve ikrâm gördü.

Sultan, Kasr-ı Zerd’den Şîrâz’a dönerken Seyyid Şerif Cürcânî’yi de yanında götürdü ve Şîrâz’da yeni yaptırdığı Dâr-üş-Şifâ Medresesine müderris tâyin etti. Seyyid Şerîf Cürcânî, bu medresede on sene müderrislik yaptı. Bir yandan da kıymetli eserler yazdı. Zamânın en meşhûr âlimi olarak tanınıp sevildi. İlimdeki üstün derecesini öğrenen Tîmûr Han, 1387 senesinde Şîrâz’ı fethedince, ona çok hürmet gösterdi. Onun ilminden istifâde etmek için Semerkant’a dâvet etti. Bu dâvet üzerine Semerkant’a giden Seyyid Şerîf Cürcânî, Sa’düddîn-i Teftâzânî ile görüşüp, ilmî sohbetlerde bulundu. On sekiz sene Semerkant’ta kaldı.Semerkant’ta kaldığı müddet içinde ders verip yüzlerce kıymetli âlim yetiştirdi.

Seyyid Şerîf Cürcânî, Semerkant’tayken, büyük evliyâ Alâüddîn-i Attâr’ın sohbetine devâm ederek, tasavvuf ilmini öğrenmeye başladı. Alâeddîn-i Attâr’ın sohbetlerinde bulunmak için, soğuk ve şiddetli kış günlerinde bile, seher vaktinde kalkıp onun ders verdiği medreseye gider, kapıda bekler, müsâade edilince içeri girerdi. Ona büyük bir sevgi ve derin bir muhabbetle bağlıydı. Alâeddîn-i Attâr hazretlerinin teveccühüyle kısa zamanda kemâle gelip, olgunlaştı. Bu hâlini; “HocamAlâeddîn-i Attâr’ın sohbetine kavuşunca Rabbimi tanıyabildim.” diye anlatmıştır.

Seyyid Şerîf Cürcânî, Tîmûr Hanın vefâtından sonra çıkan karışıklıklar sebebiyleSemerkant’tan ayrılıp, Şîrâz’a döndü. Vefâtına kadar Şîrâz’da kalıp, ders vermek ve eserlerini yazmakla meşgul oldu. 1413 senesinde Şîrâz’da vefât etti.Türbesi Şîrâz’da Savahar mahallesinde Vâkib Kabristanındadır.

Seyyid Şerîf Cürcânî, talebelerine verdiği dersleriyle ve yazdığı eserleriyle Selef-i sâlihînin yolunu ihyâ etti. Hem yaşadığı, hem de sonraki asırlarda eserlerine mürâcaat edilen bir âlimdir. Sonraki asırlarda yetişen âlimler, onun talebelerinden ilim almakla iftihar etmişlerdir. Meşhûr talebelerinden bâzıları şunlardır: Oğlu Nûreddîn Muhammed, Kâdızâde Rûmî, Fethullah Şirvânî, Seyyid Ali Acemî, Fahrüddîn Acemî, HâceAlâeddîn Ali es Semerkandî.

Eserleri:

Elliden fazla eseri vardır. En meşhurları şunlardır: 1) Şerh-i Mevâkıf, en kıymetli eseridir. 2) Sarf-ı Mir ve Nahv-i Mir, Farsça gramer kitabıdır. 3) Sugra ve Kübra, Farsçadır. Mantık ile ilgilidir. 4) Muhtasar-ı Ebheri, Îsâgûcî kitabının şerhi. 5) Şerh-ul-Metâlî, 6) Vücûd Risâlesi, tasavvufa dâir. 7) Târifât, kelimelerin ilimlere göre mânâlarını açıklayan ansiklopedik bir eserdir. Ayrıca 8) Keşşaf Hâşiyesi, 9) Şerhü’l-Tavâlî Hâşiyesi, 10) Şerh-i Şemsiye Hâşiyesi, 11) Ferâizü’s-Sirâciye Hâşiyesi, 12) Hidâye Hâşiyesi ve diğer risâlelere yaptığı hâşiyeleri vardır.

Buyurdu ki:

“Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamağa çok yardım eder.”

“Hocam Alâeddîn-i Attar’ın sohbetine kavuşunca Rabbimi tanıyabildim.”

Ta’rifat adlı eserinde ilim için yaptığı çeşitli târiflerden birkaçı şöyledir:

“İlim, varlığı mevcut olan bir şeyin kesin olarak kabul edilmesidir.”

“İlim, akıl sâhibi olan insanın, kendisinin dışında bulunan şeyleri olduğu gibi kavramasıdır.”

“İlim, bir şeyin mânâsına insanın ulaşmasıdır.”

Rehber Ansiklopedisi

Seyid Şerif Curcânî

(1340-1413)

Seyid Şerif Curcani ya da tam adı ile,Ali bin Muhammed es-Seyyid Eş-Şerif, 1340’ta Esterabad (Curcan) bölgesinde doğmuştur, 1413’te Şiraz’da ölmüştür. Seyid Şerif olarak da tanınmış ve bilinmiştir. Timur’un Şiraz’ı ele geçirdiğinde Curcani’yi Semerkand’a göndermiş ve orada Sadeddin Teftâzânî ile bir polemiğinde üstün olması sebebiyle önemli bir değer kazanmıştır. Her ikisi de etkili olmuş islam bilginleridir, ölümlerinden sonra uzun bir zaman bilginler Teftâzânî ve Curcânî taraftarları olarak ikiye bölünmüşlerdir. Müteahhirin şeklinde islam tarihinde adlandılan dönem Teftâzânî ile başlatılmış ve Curcânî ile sürdürülmüştür.

Felsefesi

Curcânî, önemli felsefi çalışmalarını belirli bir şekilde diğer islam bilginlerinin görüşlerini tenkit ve yapıtlarını şerh ederken geliştirmiştir. Tarifat adlı bir felsefe sözlüğü olmakla birlikte, genelde kelamcıların ve islam filozoflarının görüşlerini ortaya koyduktan ve bunlar hakkında eleştiri ve sorgulamalarını yürüttükten sonra, kendi düşüncelerini belirtme yolunu seçmiştir.

Mevâkıf kitabı Abhudeddin el-Îcî’nin kitabı olup Curcânî tarafından şerh edilmiş ve hatta bu şerh kitabın kendisinden daha önemli hale gelmiştir. Bilim konusundaysa Fahreddin Râzî’yi tenkit etmiş ve ona karşı argümanlar geliştirmiştir. Râzî, kendi varlığımız hakkındaki bilgilerimizi zorunlu bilgiler olarak kabul ederken, Curcânî buna itiraz eder. Bilimin zorunlu kesinliği ve göreliliği arasındaki tartışma da ise Gazali’nin düşüncelerini tenkit eder. Curcânî bir çok düşüncenin eleştirisinden sonra, kendi uygun bilim ya da bilgi anlayışını öne sürer ki; buna göre bilim hakikattir, yani bilim belirli bir durumda anlamlar arasındaki çatımanın aşılması ve celişikliğe son verilmesini gerektirir. Ona göre şüphe bilimin tanımının dışında kalmaktadır ve kalmalıdır. Ancak başka bir noktadan, tasarımların niteliği noktasından şüpheyi bilime sokmaktadır.

Bunlara bağlı olarak Curcânî aynı yaklaşım biçimiyle, yani bilgelerin öğretilerini açıklayıp özetlemek, eleştirisini yapmak ve ardından kendi düşüncelerini belirtmek biçimiyle, bilgi teorisi, öznelik,varlık, kuram, bilinç konularında açıklamalar getirir. Bu düşüncelerin genel anlamda zamanımızdaki yeni pozitivist bilim anlayışına ve bazı bilim felsefecilerinin tanımına yakın nitelikte olduğu belirtilmektedir

Seyyid Şerif Cürcani (1340-1413)

Risale-i Nur’da allame olarak vasıflandırılan Cürcani, Şubat 1340 tarihinde Cürcan yakınlarındaki Takü’de dünyaya geldi. Künyesi; Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Ali es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcani el-Hanefi şeklindedir. Peygamber Efendimizin (sav) soyundan gelen Dai Muhammed b. Zeyd’in torunlarından olduğu için kendisine, seyyid şerif unvanı verilmiştir.

İlk öğrenimini memleketinde yaptı. Daha sonra Kutbuddin er-Razi et-Tahtani’den ders almak maksadıyla Herat’a gitti. Bir süre sonra, Hocasının ders veremeyecek kadar yaşlanması ve kendisine tavsiyesi üzerine, Mısır’da bulunan mantık alimi Mübarek Şahın yanına gitti. Mısır’a gitmek üzere yola çıktıktan sonra, Cemaleddin Aksarayi ile görüşmek üzere Aksaray’a vardığında, hocanın vefat ettiğini öğrendi. Cemaleddin’in talebelerinden olan Molla Fenari ile birlikte Mısır’a gitti. Mısır’da bulunduğu yıllarda Mübarek Şahtan akli, Ekmeleddin el-Baberti’den nakli ilimler konusunda dersler aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra Bursa üzerinden memleketine döndü.

Şiraz’da bulunan Darüşşifa Medresesi müderrisliğine atandı. On yıl boyunca sürdürdüğü bu vazifesinin yanında eserler yazmaya başladı. Yaptığı ilmi çalışmalar neticesinde İran’da büyük bir şöhrete kavuştu. Şiraz Timur tarafından ele geçirilince, istemediği halde Semerkand’a götürüldü (1387). On sekiz yıl boyunca burada baş müderrislik yaptı. Bu arada eser yazmaya devam etti. Semerkand’da bulunduğu sıralarda Maveraünnehir alimleri ve özellikle Sadeddin-i Taftazani ile ilmi münazaralarda bulundu. Bu münazaralarda ilme olan vukufiyeti, Timur başta olmak üzere bir çok kişinin dikkatini çekti.

Taftazani, Yezid ve Velid hakkında lanetlenmelerine, dalalete düştüklerine hükmedilmesine cevaz vermiştir. Ancak, bu konuda ve genel anlamda Cürcani, daha dikkatli ve temkinlidir. Kesin delil olmadığı sürece dalaletle itham etmeye taraftar değildir. Ona göre, söz konusu şahıslar zalim, gaddar ve günahkardırlar. Fakat, ölüm anında imansız gidip gitmedikleri konusu meçhuldur. İmansız gittiklerine dair kesin bir delil bulunmadığı için de bu şekilde itham edilmelerini tasvip etmez. Diğer yandan bu kişilerin hatalarını anlayıp tövbe etmiş olma ihtimalleri de mevcuttur. İşte bu sebeplerden dolayı illa lanet edilecekse veya dalaletten söz edilecekse, tek tek şahıs veya isim olarak değil de, genel manada, “Allah’ın laneti münafıklar ve zalimler üzerine olsun” denilmesini daha uygun görmektedir. (Emirdağ Lahikası s. 180)

Müslümanlar arasındaki ihtilaflardan istifadeyi daima fırsat bilen zındıka ehlinin eline fırsat vermemek için de olsa, dahilde yapılacak itham ve yakıştırmalarda büyük hassasiyetin gösterilmesi icap etmektedir. İslam dünyasında vuku bulmuş ve genellikle içtihat farkından kaynaklanan ihtilafları gündeme getirmek, kimseye fayda sağlamaz. Bu yüzden İslam alimleri, dahildeki ihtilafların kurcalanmasından titizlikle kaçındıkları gibi, yapılmaması konusunda da ciddi ikazlarda bulunmuşlardır. Şer’i hükümlerde, lanetleme veya dalaletle itham etme konusunda bir tavsiye olmadığı gibi, yapılmaması konusunda ciddi tehditler mevcuttur. Lanet okuyan kimseye, yerini bulsa dahi herhangi bir sevap olmadığı gibi, günaha girme tehlikesi ise çok yüksektir.

Timur’un ölümünden sonra (1405) Semerkand’dan ayrılarak Şiraz’a geri döndü. Vefatına kadar burada kalarak ilimle uğraşmaya devam etti. 1413 Temmuzunda Şiraz’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Bu şehirde bulunan Atik Camii civarındaki Vakib Mezarlığı’na defnedildi.

Yaşadığı asra damgasını vuran Şerif Cürcani, başta kelam olmak üzere, Arap dili ve edebiyatı, felsefe, mantık, astronomi, matematik, mezhepler tarihi, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf gibi bir çok ilmi alanda eserler vermiş bulunduğundan “allame” olarak kabul edildi ve bu şekilde anıldı. Üstün meziyetleri konusunda kaynaklar hemfikirdir. Eserleri asırlar boyunda medreselerde ders kitabı olarak okutulduğu gibi temel başvuru kitabı haline geldi. Haklı olarak kendisine duyulan büyük güvenden dolayı İslam dünyasında otorite olarak kabul edildi. Anadolu, İran, Türkistan ve Hindistan’da silsile halinde talebeleri yetişti. Hatta bir ekol haline gelerek, “Cürcani ekolü” diye bir ekol oluştu.

Cürcani’ye göre, insan zihni bir ayna gibidir. Bir bilginin doğruluğu objesine uygunluğu ile anlaşılır. Bilgiler kendilerini zorla empoze etmezler. İnsanlar onları düşünerek ve akıl yürüterek elde ederler. Yaşadığımız dünyada ilim sahiplerine alim denildiğine göre alim olan Allah’ta ilim ve diğer mana sıfatlarının da bulunduğunu kabul etmesi gerekir. Ona göre, Cenab-ı Hakk’ın ahirette görülmesi keyfiyetsiz olarak gerçekleşecektir.

Cürcani’ye göre bazı peygamberlerin çocuklukları sırasında görülen olağanüstü durumlar mucize değil keramettir. Bunları, kerametlerin hak olduğuna delil olarak gösterir. Mucizeler peygamberlik iddiasında bulundukları sırada verilir. Daha çocukken hiçbir peygamber peygamberlik iddiasında bulunmadığına göre, bunları keramet olarak telakki etmek gerekir.

İman tasdiktir ve kalbe ait bir fiildir. İman ile İslam’ın aynı anlama geldiğini söyler. Buna delil olarak da; Kur’an-ı Kerim’deki “müslim” tabirinin “mümin” anlamında kullanılmasını gösterir. Kıble ehli olup büyük günah işleyenlerin tekfir edilemeyeceğini savunur. Ancak, Allah’a eş koşanları, Peygamber Efendimizin (asm) peygamberliğini inkar edenleri, dinin haram saydığını helal kılanları, dini yükümlülükleri ortadan kaldıranları hariç tutar.

Eserlerinin büyük ekseriyeti şerh (izah etme) ve haşiye (metin altına düşülen açıklayıcı yazı) şeklinde olmasına rağmen, alimler tarafından asıl metinler gibi ve bazen de daha önemli olarak kabul edildi. Ünlü matematikçi Kadızade-i Rumi, Fethullah eş-Şirvani, Fahreddin-i Acemi gibi tanınan talebeler yetiştirdi.

Eserleri

1-Şerhü’l-Mevakıf; en meşhur şerhidir. Adudüddin el-İci’nin “el-Mevakıf” adlı eserine yazdığı şerhtir. Kelam ile ilgilidir.
2-Risale fi beyanü’l-firkatü’n-naciye; mezheplerle ilgi yazdığı eseridir. Kelam ile ilgilidir. Kelam ilmine dair diğer eserleri; Şerhü’l-Akaidi’l-Adudiyye, Şerh-i Esmaü’l-Hüsna, Haşiyetü’t-Tecrid.
3-Risale fi’l-mantık; Farsça yazdığı bu eseri oğlu Nureddin tarafından Arapça’ya çevrilmiştir.
4-Haşiye ala Şerh-i Hikmeti’l-ayn; Ali b. Ömer El-Katibi tarafından kaleme alınan ve Muhammed b. Mübarek Şah tarafından yapılan şerhin haşiyesidir.
5-Şerhü’l-Mülahhas fi’l-hey’e; Astronomi ile ilgili olarak Çağmini tarafından kaleme alınan esere yapılan şerhtir.
6-Et-Ta’rifat; Defalarca baskısı yapılan Arap Dili ve Edebiyatı’na dair terimler sözlüğüdür.
7-Şerhü’l-İzzi; Zencani tarafından yazılan esere yapılan şerh.
8-Şerhü’l-Kafiye; İbnü’l-Hacib tarafından kaleme alınan, “el-Kafiye” adlı esere yapılan Farsça şerh.
9-Haşiye ala Şerh-i Muhtaru’l-münteha; fıkıh usulüne dair İbnü’l-Hacib tarafından yazılan ve Adudüddin el-İci tarafından yapılan şerhin haşiyesidir.
10-Risale-i Şevkıyye; Tasavvufa dair olan ve Farsça yazılan bu eser, sofilerin uyması gereken esasları ihtiva etmektedir.
11-Haşiye ale’l-Keşşaf; Tefsir ilmine dairdir Zemahşeri’nin eseri olan “el-Keşşaf”ın ön kısmına yapılan haşiye.
12-Ed-Dibacü’l-müzheb; Hadis terimleriyle ilgili bir eserdir. Bunların dışında, muhtelif ilimlerle ilgili çok sayıda eser yazmıştır (Sadrettin Gümüş; TDVİA. VIII. C. s. 136).

risaleinurenstitusu.org

İlgili Makaleler