Tarih

Sansür Nedir? Tanımı, Dünyada ve Türkiye’de Tarihi ve Uygulamaları

Sansür Ruyalar/kitap-sansur” 155″ 171″

Siyasal sistemin korumakla yükümlü hissettiği kamu otoritesini veya sosyal ve ahlaksal düzeni bozabilecek olan, ya da bozabileceği varsayılan düşünce ve görüşlerin kısıtlanması siyasetidir. Bir düşüncenin, bir fikrin sansür edilebilmesi için yazılması veya konuşulması gerekmektedir. Sansür, bazı düşüncelerin, fikirlerin sadece geçersiz olduğunu ifade etmez, aynı zamanda, bunların ileri sürülmesinin gerçek bir tehlike yaratacağını da öngörür. Kişilerin, düşündüklerini istedikleri biçim, zaman ve yerde açığa vurmak ve tartışma serbestisi ile yakından ilgili olan sansür, düşünce ve söz özgürlüğünün, dolayısıyle de basın ve haberleşme özgürlüğünün denetlenmesiyle ilgilidir.

Çağlar boyunca, sansürün en başarılı uygulayıcıları, siyasal ve dinsel otorite sahipleri olmuştur. Böyle bir resmi otoriteden yoksun olmakla beraber, bazı düşüncelerin bastırılmasını isteyenler de bu yolda ilgili otoritelerden destek almaya çalışmışlardır. Kişinin böyle bir desteği tek başına elde etmesinin imkansız olmasa bile çok zor olması nedeniyle, bugün, batı demokrasilerinde, dinsel veya din dışı amaçlarla hareket eden birtakım özel gruplar iletişim kanalları üzerinde etkili olan, ya da onlara hükmeden kişileri etkilemek için baskında bulunmaktadırlar.

Sansür, genelde, siyasal sansür, dinsel sansür, ahlaki sansür ve akademik sansür olmak üzere dört ana başlık altında incelenebilir. Ancak, bu sansür eyleminin bu kategorilerden birden fazlasına girebilmesi de mümkündür. Bunun yanısıra, sansür eylemi, yayımdan veya duyurudan önce ve sonra olmak üzere iki ayn şekilde gerçekleşmektedir.

Sansürü meşru kılan üç temel dayanaktan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, otorite sahipleri tarafından “yanlış” veya “tehlikeli” olarak değerlendirilen fikirlerin bastırılması veya cezalandırılması yolundaki inançtır. İkincisi, birincisini de haklı çıkarır mahiyette olan seçkinci bir tutumu ifade eder. Platon’un “Cumhuriyet’ine dek götürebileceğimiz bu görüşe göre, eğitim, meslek veya gelir seviyesi gibi birtakım nitelikler bakımından toplumda daha üstün bir konumda olanlar, doğruyu yanlıştan ayırmada diğerlerine göre daha yeteneklidirler. Böylece doğrulan bulma yeteneğinde olan kişiler, aynı kapasitede görülmeyen kişilerin fikirlerine sansür uygulayacaklardır. Toplumun benimsemediği, topluma ters gelen fikirlerin bastırılması düşüncesi de, sansür eylemini meşrulaştıran bir diğer yaklaşımdır. Bu düşünceye karşı çıkanlar, sansürün tarihini, birey ve toplum arasındaki bir dizi öncülük mücadelesi olarak görmektedirler.

Özgürlükçü demokrasi, en doğru çözümlerin, kamusal çıkarlara ilişkin sorunların açıkça tartışılması ile bulunacağı inancını taşıyarak, kitle haberleşmesinin özgürce yapılmasını temel bir ilke olarak kabul eder. Ancak, bu, çağdaş demokratik rejimlerde, basın ve haberleşme özgürlüğünün hiçbir sınır, hiçbir denetim kabul etmediği şeklinde de anlaşılmamalıdır. Örneğin, İngiliz Basın Özgürlüğü, esas itibarıyla, “devleti tehlikeye sokma, genel ahlaka aykırı davranma ve hukuki bir neden olmaksızın kişilerin zararına hareket etme” durumları ile sınırlandırılmıştır. Amerikan Yüksek Mahkemesi ise, Amerikan Anayasası, basın özgürlüğüne ilişkin herhangi bir sınırlama getirmediği halde, çeşitli kararlarında, bu özgürlüğün “halen var olan ve açık tehlike” durumunda kanunla sınırlandırılabileceğini ortaya koymuştur.


Türkiye’de Basın Alanında Sansür:

Osmanlı imparatorluğu döneminde basına ilişkin ilk metin, 1864-1909 yıllan arasında yürürlükte olan Matbuat Nizamnamesi’dir. Dönemsel yayınlan hükümet iznine bağlayan bu nizamnameye göre, hükümdar ve ailesini, nazırlarını tahkir, dost devletlere ve bunlann temsilcilerine karşı yayın gibi suçlan işleyen gazeteler “idari takdir” yolu ile kapatılacaktır.

1876 Anayasasının 1

2. maddesiyle, “matbuat, kanun dairesinde serbesttir” hükmü getirilmiştir. Bu hükme dayanılarak, 1877de Matbuat Kanunu hazırlanmışsa da Padişah II. Abdülhamid tarafından yürürlüğe konmamış ve onun döneminde basın üzerinde sansür, en yoğun şekilde uygulanmıştır.

Kanun-u Esasi 1908 yılında tekrar yürürlüğe konulurken, 1

2. maddeye “hiçbir veçhile kablettab’ı teftiş ve muayeneye tabi tutulmaz” hükmü ilave edilmiştir. 1909 tarihli Matbuat Kanunu ile de, dönemsel yayınlarda, “basılmadan önce müsaade” sistemi yerine “beyanname verme” sistemi getirilmiştir. Ancak, bu kanun da 1913 yılında değiştirilerek, gazete çıkarılması “para depo etme” koşuluna bağlanmış ve devletin güvenliğine ilişkin nedenlerle gazetelerin hükümet tarafından kapatılabileceği öngö­rülmüştür. Kanun 1914 yılında bir daha değişikliğe uğratılarak, ister savaş, ister banş zamanında olsun, askeri konularda ve devletin savunmasını ilgilendiren konularda haber yayınlanması sansüre bağlanmıştır.

1919-1923 yıllan arasında sıkıyönetim döneminde sansür tüm yayınlan kapsayacak şekilde uygulanmıştır.

Cumhuriyet döneminde basına ilişkin olarak, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanununun 77. maddesinde “matbuat kanun dairesinde serbesttir ve neşir edilmeden evvel teftiş ve muayeneye tabi değildir” denilerek Kanun-u Esasi’nin 1

2. maddesi tekrarlanmıştır. Bu uygulama, sadece bir yıl geçerliliğini koruyabilmiş ve 1925 tarihli Takriri Sükun Kanunu’nun1. maddesi ile “irtica, isyana, ve memleketin nizam-ı içti­maisini ve huzur ve emniyet, tahrikat, teşvikat, teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Reisicumhurun tasdiki ile re’sen ve idareten men’e mezundur” hükmü ile basın özgürlüğü oldukça kısıtlanmış ve bu hususlara riayet etmeyenlerin istiklal Mahkemelerinde yargılanmaları kabul edilmiştir. Bu dönemde, basın ve basımevleri ile ilgili hükümleri kapsayan 1937 tarihli Matbuat Kanunu ile, gazete çıkarma, mahalli en büyük mülkiye memuruna bir beyanname verilmesine bağlandıysa da 1938’deki değişiklikle, gazete ve dergiler için, “para depo etme” koşulu, periyodik yayınlar için de “ruhsatname alma sistemi” getirilmiştir. Aynı kanunun 50. maddesi İse, hükümete, “memleketin umumi siyasetine dokunacak” neşriyatı yapanların gazetelerini kapatma yetkisi tanımıştır. Türk basınını, bu derece baskıcı bir rejime bağlayan kanun 1946’da yeniden değiştirilerek ilk şekline dönülmüş, 1950 yılında iktidarın halk oyu ile değişmesi üzerine ye­rini 1950 tarihli ve 5680 sayılı kanuna bırakmıştır.

Liberal bir görüşle hazırlanan 5680 sayılı kanun, periyodik yayınlar için “beyanname sisteminin kabul edilmesi, basın üzerinde idareye tanınan yetkilerin daraltılması, yayın yasaklarının asgari ölçüye indirilmesi gibi özgürlükçü esaslara sahipti. Bu özgürlükçü ortam da uzun ömürlü olamamış, 1954 yılında yayınlanan 6334 sayılı “Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun” ve 1956’da çıkan 6773 sayılı kanunla basın ve haberleşme özgürlüğü önemli Ölçüde kısıtlanmak isten­miştir.

Basın özgürlüğüne vurulan bu darbeler 27 Mayıs 1960 askeri darbesine dek sürmüş, Milli Birlik Komitesi bu kanunları yürürlükten kaldırarak. Basın Kanunu’nda, değişiklik yaparak bazı hükümleri dışında bu kanunun ilk şekline uygun bir basın rejimini yeniden kurmuştur. 1961 Anayasası’nın 20. maddesinde, “herkesin, düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resimle veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabileceği” belirtilmiştir.

1982 Anayasası haberleşme Özgürlüğünün temelini oluşturan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü 1961 Anayasasından daha kapsamlı bir şekilde düzenlemiş ve basın Özgürlüğüne ilişkin ayrıntılı hükümlere yer verilmiştir. Basının Özgür ve sansür edilemeyeceği, 1982 Anayasasının 28. maddesinde açıklanmış ve bunun yanı sıra.1961 Anayasasından da daha ileri bir görüşle, basımevi kurmak için “izin alma ve mali teminat yatırma şartı” konulmayacağı belirtilmiştir. 1982 Anayasası, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün “suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırn olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, Özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sınırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla” sınırlandırılabileceğini belirtmiştir.


Türkiye’de Radyo Yayınlarında Sansür

1938 yılında fiilen devlet tekeline giren radyo yayınlarında, 1943 tarihli 4475 sayılı Kanunun 20. maddesi ile, radyolarda yapılacak her türlü söz yayınlarının incelenip, programlara alınıp alınmamasının Basın ve Yayın Kurumu Umum Müdürlüğü’nce kararlaştırılacağı öngörülerek “radyo yayınlarında sansür” kurumu getirilmiştir. 1949 tarih ve 5392 sayılı, Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü Kanunu ise, radyo müdürlüklerini bazı yetkilerle donatıp, merkezin denetleme yetkisini nisbeten azaltmıştır.

1950’deki iktidar değişikliğinden bir süre sonra, iktidar partisi radyo yayınlarında sansürü en etkili şekilde, özellikle de muhalefeti susturucu yönde kullanmaya başlamıştır.

Radyonun tarafsızlığının güvence altına alınması, 1961 Anayasası ile gerçekleşmiştir.

1982 Anayasası ise 121. maddesi ile “radyo ve televizyon istasyonları ancak, devlet eliyle kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenlenir” diyerek, radyo-televizyon üzerindeki devlet tekelini anayasal bir kurum haline getirmiştir. Bu Anayasanın 26. maddesi ile de, düşünce ve haberleşme özgürlüğüne ait hükmün, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayınların, izin sis­temine bağlanmasına engel olmayacağı açıklanarak bu konuda sansür uygulamasına açıkça olanak tanınmıştır.

Türkiye’de Sinema ve Televizyon Sansürü
Filmleri sansür yetkisi, 1932 yılına kadar valiliklerce uygulanmış, 1932 tarihli Sinema Filmlerinin Kontrolüne Ait Talimatname ile merkezileştirilmiştir. Bu talimatnameye dayanarak, istanbul’da kurulan sansür komisyonuna İçişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarının ve Genel Kurmay Başkanlığının birer temsilcisi yanında, İl Polis Müdürü ve Emniyet Müfettişi de katilmakta idi.

1961 Anayasası, düşünce ve ifade hürriyetine açık bir şekilde yer vermekle beraber, sinema ve televizyon filmlerinden söz etmemiştir. Sinema ve televizyon filmlerinin açık bir hükme bağlanmayışı, bunların sansür edilip edilmeyeceği konusunda bir dizi tanışmaya yol açmıştır.

1982 Anayasası radyo, televizyon veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanabileceğini belirtmekle, san­sürü açıkça mümkün kılmış ve bu konudaki tartışmalara son vermiştir.

SBA

Sansürün Kısaca Tarihi
M.Ö. 213’te Büyük Çin Seddini yaptıran İmparator Shi Huang Di bilimsel olanların dışında bütün kitapların yakılması kararını çıkardı…
Roma’da vergi toplamak amacıyla nüfüs sayımı yapan sansürcülerin yetkileri,devlet güvenliğini tehlikeye sokacağı düşünülen yazılı eserleri ve duyuruları kapsıyacak şekilde genişletildi…
Hiristiyanlıkta Katolik Kilisesisin yasak kitaplar listesi okunacak kitapları sınırladı…
Devletin egemen din ve ahlakın korunması için uygulanan sansür matbaaanın icadı ile kurumsallaştı…
İngilterede ilk sansür memuru Kral VIII.Henry tarafından 1531 yılında atandı…
Amerika kolonilerinde sansür oldukça katı bir biçimde yürütülürdü…
Osmanlıda ilk resmi uygulama 1864 te çıkarılan Matbuat nizamnamesi ile başlar…1878-1908 Osmanlıda sansürün en etkili biçimde uygulandığı devirdir…II.Meşrutiyet döneminde Sansür kaldırılmıştır…
Sansürü kaldıran İttihat Terakki, döneminde gerçekleşen Osmanlı-Rus savaşında Sarıkamış Faciası’nın gazetelere yansımaması için büyük baskı uygulamıştır…
1918-1922 Arası İşgal Güçleri İstanbul Basınına etkili bir sansür uygulamışlardır…
1925 yılında Takriri Sükun kanunu ile Cumhuriyet Dönemi sansürle tanışmıştır…1961 Anayasası basına sansürü güvence altına almasına karşılık,sıkıyönetim devrelerinde bu kurala uyulmamıştır…1982 Anayasası basına sansürü kaldırırken bazı istisnalarda getirmiştir..

İlgili Makaleler