Tarih

Roma Hukuku Nedir, Tarihi, Türkiye’de Roma Hukuku

Târihte Roma şehri ve buna bağlı ülkelerde ilkçağlardan ortaçağın başlangıcı kabul edilen Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına (M.S. 476), ayrıca Bizans’ta da 1453’e kadar uygulanan hukuk sistemi.

Tarihi Safhaları

Üç târihî safha geçirmiştir. İlk safha M.Ö. I. asra dek olan devredir ki bu devrede Roma şehir hukûku (ius quiritium) sâdece hür Roma vatandaşlarına uygulanıyor, yabancılar ius gentium denilen diğer bir hukuk sistemine tâbi tutuluyordu. Roma’da o zamanlar hürlerin ve kölelerin berâber yaşaması yanında, hür Roma vatandaşlarının da hür Romalı aslından gelen patriciler ile azaplı veya ecnebi menşeli plebler olarak ayrıldığını, Roma dışında yaşayanların da barbar denilerek hukûken yok sayıldığını dikkate almak gerekir. Kazâ mercilerine müracaat imkânı çok mahdut olup şahsî adâlet fikri ve âile reisinin tam hâkimiyeti sözkonusuydu. Mevzuatta koyu bir şekilciliğin hüküm sürdüğü bu devre hakkında M.Ö. 450’de hazırlanan Oniki Levha Kânunu etraflı bilgi vermektedir. Praetor adı verilen görevliler
halk arasındaki ihtilafları halledecek dâvânın şartlarını tespit ve îlân ederdi. Böylece bunlar hukuk kâidelerinin teşekkül ve tekâmülünde mühim bir rol oynamışlardır. Dâvâ mercii ise hakemlerdi. Bu arada ister istemez daha az şekilci olan ius gentiumun gösterdiği usullerden faydalanılmıştır. Halk arasında yerleşik örf ve âdet kâidelerinden meydana gelen ve Roma vatandaşlarının medenî hukûkunu tanzim eden ius civilenin kapsamı Roma vatandaşlığını kazanma imkânının herkese tanınması ile genişlemiştir. Aynı şekilde M.Ö. 3. asırda Roma’nın yabancı ülkelerle ilişkilerinin artması bu ilişkilere uygulanmak üzere herkes için mûteber ius gentium’ü geliştirmiştir. Dolayısıyla ius civile ile ius gentium arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Birincisinin gelişmesi kânun, ikincisinin ki praetorlar marifetiyle olmuştur.

Roma Hukûkunun ikinci safhası hukukçuların hâkimiyet devridir. Önceleri kânunları senato yaparken, sonra imparatorların müdâhaleleriyle Roma Hukûku çetrefil bir hal almış, bunu hukukçuların tefsir etmesi gerekmiş, bu, karışıklığı, daha da arttırmıştı. Bununla berâber bu hukukçuların eserleri bilhassa M.S. III. asrın başında yazılan Gaius’un Institutiones’i eski çağ hukuk anlayışı ve bilhassa Roma Hukuk târihi hakkında mühim bilgiler vermektedir.

M.S. 3. asırdan îtibâren mutlak monarşinin tam hâkimiyetiyle kazâ vazifesi hakemlerden devletin memuru olan hâkimlere verildi. Bu safhada imparatorların koyduğu kâideler, örf âdet kâidelerinin ehemmiyet cihetiyle önüne geçmiştir. Batı Roma İmparatorluğunun M.S. 476’da yıkılmasından sonra Bizans’ta hâkimiyetini devam ettiren Roma Hukûku, İmparator Justinianus’un 530’da Corpus Luris Civilis adlı eseri meydana getirmesiyle sistematize edilmiştir. Bu eser Roma Hukûkunun tedvini sayılmaktadır. Roma hukukunun incelenmesi ve diğer ülkelerin hukuk sistemlerini etkilemesi, özellikle XII. yy.dan sonra ve Bologna Üniversitesi yoluyle olmuş ve burayı bitiren hukukçular yoluyle diğer ülkelere dağılmıştır. Etki özellikle Kara Avrupası’nda gerçekleşmiş; anglosakson hukuk sistemini Avrupa sistemleri kadar etkisi altında bırakmamıştır. Bugün, doğrudan doğruya hiç bir ülkede yürürlükte olmayan Roma hukuku, birçok çağdaş hukuk ilkesinin temelini oluşturduğu için dolaylı olarak yine etkindir.

Türkiye’de Roma Hukuku

Türkiye’yi Roma hukukunun etkilemesi yeni Türkiye Cumhuriyeti’ndeki hukukta batılılaşma akımıyle başlamıştı. Ondan önce genellikle İslâm hukukunun uygulandığı Osmanlı İmparatorluğu’nda Roma hukukunun hiç bir etkisi olmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti 1926’da İsviçre’den aldığı Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu’nuyla başlayan ardından Almanya’dan Ticâret ve Cezâ Usul Kânunu ve İtalya’dan aldığı Cezâ Kânunu ile Roma Hukûkunun modern çağdaki etkisi altına girmiştir. Bunların Türkiye’de kabul edilmesiyle birlikte, Roma hukukuyle ilgilenmek zorunlu bir hale geldi. Gerçi, Avrupa hukuk sistemleri içinde Roma hukukundan en az etkilenen ülke İsviçre olmuştu. Ancak buna rağmen, temelde yine Roma hukukunun ilkeleri olduğu için bu hukuka önem vermek gerekti. Ayrıca, çağdaş özel hukuku daha iyi anlayabilmek için de, Roma hukukunu bilmek zorunluydu.

Bu nedenlerle, İstanbul ve Ankara Hukuk fakültelerinin programlarına Roma hukuku zorunlu bir ders olarak kondu. İlk Roma hukuku ders kitabı 1934 yılında Mişon Ventura tarafından yayımlandı Bunu Richard Honig’in 1934’te birinci, 1933’te ikinci basımı yapılan ve Şemsettin Talip tarafından çevrilen Roma hukuku adlı kitap izler. Türkiye’de Roma hukukunun gelişmesine en büyük katkıyı Ord. Prof. Dr A. B. Schwarz yapmıştır. Ayrıca Prof. Dr. Paul Koschaker’in de katkılarıda belirtelim.

Roma Hukukundan Örnekler

Roma Hukûku ilk ve ortaçağlar hukuk hayâtına hâkim olmuş bir sistemdir. Teferruatlı hükümler içeren şekilci ve kazuistik bir metodu vardır. Kaynağı, semâvî dinlerden ve monoteizmden (tektanrıcılık) olmayan bir cemiyetin örf-âdet kâidelerinden teşekkül ettiği için gayr-i insânî ve ahlâk dışı hükümler taşır. İnsanlar arasında sâdece hürriyet değil, tâbiyet, neseb ve cinsiyet bakımlarından da kat’î ayrımlar yapar. Kölelerin hâli (bilhassa ilk devirlerde) çok kötüdür. Efendi kölesini her işte kullanabileceği gibi isterse öldürebilirdi. Roma vatandaşı olmayanlar hukûken yok kabul edildiği gibi, Roma vatandaşlarının asiller (patrici) grubuna dâhil bulunmayanları (plebler) hukûken

2. sınıf vatandaş
sayılmaktadır.

Evin reisi olan babaların (pater familias) hak ve salâhiyetleri çok geniş olup, yeni doğan çocuklarını isterse atalarına kurban ederek öldürür, isterse Tiber Nehrinin (Roma sınırı) ötesinde köle olarak satar, isterse hayatını bağışlar. Âile reisinin hâkimiyetinde bulunan âile fertleri erkek, yaşlı ve çocuk sâhibi de olsalar hiçbir hukûkî hakka sâhip değildirler.

Kadınların hiçbir hakkı olmayıp babalarının, kocalarının ve bunlar yoksa erkek kardeşlerinin yâhut oğullarının servetine dâhil mal olarak görülmekte, mîras ile intikal edebilmekte, alış-verişe konu olabilmektedir. Tabiatiyle hukûkî muâmele yapma ve mîras hissesi alma hakkı bulunmamaktadır.

Hukûkî borçlarını ödemekten âciz kimseler üzerinde alacaklılarının seçmece hakkı vardır, ya köle olarak satıp haklarını elde ederler, yâhut alacakları nispetinde borçlunun vücûdundan parçalar ayırıp alırlar. Hukuk kâideleri ve dâvâ açabilme şartları her praetorun tâyini ve sonraları imparatorların tahta çıkışı ile değiştiğinden tam bir hukûkî belirsizlik sözkonusudur. Bilhassa câhil halkın hukuk kâidelerini bilmeleri mevzuatın çok ve karışık olması sebebiyle mümkün değildir. Kat’î şekil şartlarına uyulmadan yapılan akidler mûteber değildir, meselâ satım akdinde muayyen kelimelerin kullanılması ve satılan şeyin üzerine satıcı ve alıcının sırayla ellerini koymaları gerekir. Bütün bu şekilciliği, çetrefilliği ve
adâletsiz hükümleri sebebiyle hiçbir ülkede aynen tatbik imkânı bulamamış, ancak buralardaki (başta Kıta Avrupası olmak üzere) hukuk sistemlerini etkilemiştir.

İlgili Makaleler