Tarih

Osmanlılar’da Sosyo-Ekonomik Yapı-4 Ücretler-Ulaşım-Maliye-Finansman (Medeniyetler Tarihi)

astroloji-2/osmanl-para” 190″ 94″ Osmanlılar´da Fiyatlar ve Ücretler

Osmanlı ekonomisinde görülen fiyat hareketlerini enflasyon olarak tanımlamak oldukça zordur. Bunun en önemli sebebi madeni para rejimidir.

Mesela XVI. yüzyıldaki yıllık fiyat hareketleri, nominal olarak % 2´ye, reel olarak %l´e bile varmamakıadır. Üstelik sürekli ve yaygın fiyat artışlarının olmadığı bir ekonomi olan Osmanlı ekonomisinde, bu rakamları ortaya çıkaran amil, büyük ölçüde Amerika´dan Avrupa´ya intikal eden gümüşlerin para arzını attırmasıdır. Bu döneme ait bazı verilerden anlaşıldığına göre, 1585-1606 arasında nominal fiyat artışları yılda %9.2 reel fiyat artışları ise %4.8´dir. XVIII. yüzyıl başlarındaki iktisadî genişleme, bir fiyat istikran içinde gerçekleşmiştir. Üretim ve ihracat artmış ve 1760´lara kadar hiçbir ciddi para operasyonu yapılmamıştır. Ancak yüzyıl sonlarındaki iktisadi daralma ile birlikte para değeri düşer ve fiyatlar yükselmeye başlar. 1790-1800 arasında fiyat artış hızı, o zamana kadar görülmemiş boyutta olmak üzere %5 civarına yükselir.

Osmanlılar da, İslam i geleneğe bağlı olarak narh sistemi denilen fiyat tesbit ve denetim sistemi oluşturmuşlardı. Bu uygulamada temel ölçü, arz ve tolep şartlan olup tekelci eğilimler giderilmek istenmektedir. Ortalama kâr genellikle % 10-20 arasında değişmektedir.

Narh, toptancı ve perakendeci için ayrı ayrı tesbit edilirdi. Toptancılann perakendecilik yapmaları yasaktı. Malların ham, yan mamul veya mamul olmaları, tedarik piyasalannın farklılığı fiyat tesbit yöntemlerinin de farklı olmasına yol açardı.

Piyasanın denetlenmesi kadı´nın ve muhtesibin görevleri arasındaydı. Ticaret ahlakına uymayan davranışlar öncelikle esnafın iç denetimi, sonra da muhtesip ve kadı´nın denetimleri ile karşılaşırdı. Narh dü­zenini bozma teşebbüsünde bulunanlar cezalandırılırlardı.

Narh sistemi standartlaşma ve kalite denetimi ile teminat altına alınmak istenmiştir.

Emek ve Ücretler
Osmanlı ekonomisinde emek faktörünü, hür ve köle emeği olarak ikiye ayırabiliriz. Hür emek, esnaf veya esnaf dışı olabilir. İkinciler de sıkı bir iş disiplinine tabıydı. Devlet, su kanallannın yapımı, büyük binaların, köprülerin, kalelerin yapım ve tamiri, madencilik, tuzlacılık, hasat gibi önemli sayılan işler için belli bölgelerden, genellikle iş aletleriyle ve bazen harcırahlanyla peşin ücretleri ödenerek işçi celbederdi. Bütün bunlar istisna değildir ve emek piyasa büyük ölçüde devlet denetimi altındadır.

Özellikle Osmanlı Anadolu´sunda nüfusun az ve XVI. yüzyıldaki nüfus artışı hariç, durgun olduğunu hatırlarsak ücret seviyesi­nin yüksek olduğunu varsayabiliriz. Bu yüzden işsizlik olayı değil, işgücü noksanı vardır. Tarım dokuma ve inşaat sektörlerinde XVI. yüzyıl ve sonrasında emekçiler daha yüksek ücret aldıktan işyerlerine kayıyorlardı. Bu yüzden devlet ve vakıflar bu, nisbeten yüksek ücretleri karşılamada güçlük çekiyorlardı.

Ücretlerin yüksek seviyesini koruması, işverenin başka çözümler aramasına yol açmıştır. Mesela Bursa dokuma sanayiinde hür emek yerine köle istihdamının daha elverişli görüldüğünü biliyoruz. Ücret karşılığı işçi çalıştırılacağina, köle satın alınıyor, bedeli tutannda işi yerine getirmesi sağlanıp sonunda azad ediliyor ve başka bir köle satın alınıyordu.

Osmanlı ekonomisinde bir işçi sınıfı olmadığı gibi, sanayi devrimi döneminde bir işçi sefaletinden söz etmek mümkün değildir. Belki de Osmanlı ekonomisinde sanayi devriminin oluşmasının sebeplerinden biri de, ücretlerin nisbî yüksekliğidir.

Osmanlılarda Finansman

İslam ve Osmanlı para siyasetinin esası, paranın yani altın ve gümüşün, mübadele aracı olarak kullanılması, eşya olarak kulla­nılmasının en aza indirilmesidir. Yine Os­manlılar, geleneği sürdürerek, ülkeye kıymetli maden girişini teşvik etmişler, çıkışını ise yasaklamışlardır. Böylece para arzının kaynağının yeterli seviyede olması amaçlanmıştır.

Osmanlı para sistemi “kötü para, iyi parayı kovar” kuralının ve dış fiyatlardaki farklılığın baskısı altındaydı. Bu yüzden, içindeki bakır miktarı nisbeten fazla olan Mısır paralan ile yüksek değerli İstanbul paralan arasında sürekli bir mücadele vardı. Bu mücadele sonunda istanbul paralan kayboluyor, piyasada Mısır paraları kullanılıyordu. Yine doğuda kıymetli maden fiyatlarının yüksek oluşu, Osmanlı ülkesinden bu bölgelere, yani Iran ve Hindistan´a doğru bir altın ve gümüş kaçakçılığı oluşturmuştu. Devlet bu kaçakçılıkla sürekli olarak mücadele ediyor, piyasada yeterli para bulunmasına çalışıyordu.

Kıymetli maden ve para darlığı, paranın içindeki bakır oranının çoğaltılması veya kenarlarının kırkılmastyla sonuçlanıyordu. Bunu devlet yapmasa, piyasa yapıyordu. Fakat paradaki değer kaybı asırlara göre hesaplandığında çok azdı. Mesela ilk Osmanlı akçesinin darbedildiği 1362 yılından 1740 yılına kadar geçen süre içinde değer kayıp oranı %84,3 idi. Buna göre yıllık ortalama değer kaybı %0,2´de kalmıştı.

Osmanlılarda bağımsız olarak ilk gümüş parayı (akçe) 1326 yılında Orhan Gazi bastırmıştı. Ancak Fatih zamanında ticari faaliyetlerin gelişmesiyle oluk akçe (1470) ve ilk Osmanlı altını (1476) basılmıştır.

Akçe değeri 1492-1565 arasında sabit kaldı. Bu dönemde nisbi bir altın bolluğu vardı. Fetihlerin bir sonucu olarak da ülke içinde çeşitli para tedavül bölgeleri ortaya çıkmıştı. Bu bölgelerdeki eskiden kalan paraların ağırlık, ayar ve hatla isimlerine bile dokunulmuyordu. Mesela, Mısır Pare, Doğu Anadolu şahî, Macaristan penz bölgesiydi. Bu gümüş paraların akçeye göre ayarlanmasında ortaya çıkan dengesizlikler çoğunlukla akçeyi iyi para durumuna getirdiğinden, bu paranın piyasadan kaybolmasına yol açabiliyordu.

astroloji-2/osmanl-akceleri” 213″ 133″ Amerika´nın keşfinden (1492) sonra Avrupalılann ele geçirdikleri gümüş, XVI. yüzyılın ikinci yansından itibaren “guruş” denen iri gümüş sikkeler (30 gr.) şeklinde Osmanlı ülkesinde görülmeye başlandı. Yüksek mal fiyatları Batı´ya doğru kaçak mal akımı oluşturmuşken, altın ve gümüş fiyatlarının yüksekliği Güney ve Doğu´ya doğru da kıymetli maden ve para akımı meydana getirmişti. Bu yüzden devlet, ülkedeki para arzını daraltan bu akımı da engellemek zorundaydı. Bunun için ülke dışına, Özellikle Doğu”ya kıymetli maden ve para çıkarılması yasaktı. Mal getiren tacir, ülkesine yine mal ile dönmek zorundaydı.

XVI. yüzyılın sonlannda gümüşün bollaşıp değerinin düşmesi, altın ve mal fiyatlarının yükselmesi, gelirleri nisbî olarak dü­şürmeye başladı. Bu durum XVII. yüzyılda da devam edecekti. Bu ortamda ve 1578-90 İran savaşlan sırasında ilk büyük devalüasyon yapıldı (1586). Bunun yanında maliyetleri yükselen ve iktisadi olmaktan çıkan birçok gümüş ve altın madeniyle darbhane kapandı. Ülkede bir yabancı para hakimiyeti başladı.

1600-1685 dönemi, akçe devalüasyonlarının ve yabancı para hakimiyetinin sürdüğü dönemdir. Özellikle savaşların getirdiği büyük harcamalar malî darlık getirmiş, bu da devalüasyonların ek sebebi olmuştur. Ülke ekonomisini tahrip eden bu savaşlar sonunda Osmanlı devletinin kapitalizm karşısındaki enerjisi azalmıştı. Fakat Viyana yenilgisi onu derlenip toparlanmaya ve para politikasına çekidüzen vermeye itti. 1685´ten itibaren darbhaneler, ardından da madenler açılarak yerli paraya dönüş devri başladı ve yeni finansman imkanları yaratılmaya çalışıldı.

XVI. yüzyılın sonundan beri ülkede tedavül eden yabancı guruşlar Ömek altnarak büyük gümüş ve altın paralar basılmış, ufak alışlar için kullanılan, fakat küçülerek kullanışsız hale gelen akçe, yerini Mısır kaynaklı “pare”ye bırakmıştır. Fakat darbedilen paralar özellikle askeri harcamaların finansmanında yetersiz kalınca, mankur darbına gidilmiştir.

Mankur veya pul denen bakır para I. Murat´tan (1360-1389) XVII. yüzyıl ortalarına kadar ufaklık para ihtiyacını karşılamak üzere basılagelmişti. Ancak bu dönem, 1688 “de, darbedilmeye başlanan mankur, altın ve gümüş paraların yetersizliği karşısında nakit ihtiyacını karşılamaya yönelikti.

Mankur itibari bir para olduğu İçin, yani maden değeriyle para değeri arasında büyük bir fark olduğu için serbest darb hakkı­na sahip değildi. Yani isteyen kişi, altın ve gümüş parada olduğu gibi, darbhaneye bakır getirip mankur darbettiremezdi.

1688´de mankur, ikisi bir akçe üzerinden tedavüle sürülmüş ve bu raiç piyasada olumsuz bir tepki yaratmamıştır. Bundan cesaret alan maliye, aynı yıl içinde bir mankuru bir akçe üzerinden sonsuz ibra hakkı ile tedavül etmesini kararlaştırdı ve büyük miktarlarda mankur tedavüle sürüldü. Hazine borçlarının büyük bir kısmı bu “enflasyon” parası ile tasfiye edildi. Mankura yüklenen bu olağanüstü değer ve sonsuz ibra hakkı kalpazanlık hareketlerini kamçılamış ve ülkeye gemiler dolusu kaçak bakır para girişine yol açmıştır. Böylece piyasa alt üst olmuş, tüccar mankur kabul etmez hale gelmişti, özellikle İstanbul çevresinde yarattığı bunalım ve enflasyonist eğilim sebebiyle mankur, 1961 sonlarında tedavülden kaldırılmış ve devlet yeniden altın ve gümüş paralar darbederek yerli paraya verdiği önemi sürdürmüştür. Aynı yıldan İtibaren “zolta” denen Polonya asıllı yeni Osmanlı guruşları darbedilmeye başlandı. II. Mustafa XVII. yüzyıl sonlarında ülkede yerli para hakimiyetini ve para birliğini sağlamak için, yeni darbhanelerin açılması gibi kalıcı teşebbüsler yaptı. Bu arada gümüşün nisbeten bollaşması ile XVIII. yüzyılda gümüş paralar altın karşısında birkaç defa devalüe edil­miştir.

Osmanlı ekonomisinde hesap parası sonlara kadar akçe idi. Fakat XVIII. yüzyıl ortalarında bütçe vs. rakamları için pare, XIX. yüzyılda guruş ağırlık kazanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında da lira esası kabul edilmiştir.

Tanzimatla beraber kağıt para süreci başlamıştır. 1840´ta tedavüle çıkarılan esham, bir kese akçe karşılığı olup kaime adıyla ilk kağıt para örneğini teşkil etmiştir. Aynı dönemde altın ve gümüş mecidiyeler çıkarılmış, altın ve gümüş arasında 1/16 oranı kurulmuştur. Bu arada 1846´da guruş %90 oranında değer kaybetmiştir.

1861´de bu kaimelerin tedavülden kaldırılma teşebbüsünden sonra, 1863 yılında Osmanlı Bankasına banknot ihracı imtiyazı verildi. 1867´de devlet yeniden banknot ih­raç etti. 1915´te üçüncü defa banknot ihracı yapıldı.

Osmanlılarda ticaretin teşvik edilmesi, kredi kullanımının da yaygın olduğunu akla getirebilir. Burada kredi arzının yüksek ol­duğunu ve teşvik edildiğini görüyoruz. Va­kıf, Yeniçeri, Esnaf Sandıklan, Para Vakıfları ellerindeki paralan kredi verme yoluyla işletiyorlardı. Buna mukabil kredi talebi teşvik edilmemekteydi. Bunda esas amil bir İslam ekonomisinin öz sermaye ekonomisi olduğu ve kredi kullanımının asgariye indirilerek riba şartlarının gerçekleşmemesi fi­kirleridir. Kredi yerine mudaraba gibi ortaklıklar, finansman meselesine daha uygun bir çözüm tarzı olarak görülmüş olmalıdır.

Osmanlılarda Ulaşım Sistemi ve Ticaret
Osmanlı ekonomisi geleneksel olarak ticaret serbestisini ve özellikle transit ve dış ticaretin geliştirilmesini sağlamıştır. Os­manlı topraklan Doğu ve Batı ekonomileri­ni birbirine bağlayan İpek ve Baharat yollarının üzerinde bulunuyordu. Bu yollardan elde edilen gümrük gelirleri devlet için önemli bir kaynaktı. Bunun için ticaretin denetimi ve yolların güvenliğinin sağlanması devletin sorumluluğu altındaydı.

Devletin en geniş zamanlarında Karadeniz, Marmara, Kızıldeniz gibi iç denizler ülkeye dahildi. Akdeniz, Hind denizi ve Basra körfezinde büyük ölçüde hakimiyet sağ­lanmıştı. Osmanlıların Doğu Akdeniz ve Ortadoğu ulaşımına hakim olmaları Batılıları doğrudan Asya´ya ulaşma çabası içine itmişti. Ulaştırma ağı içinde, kara ulaştırması ile deniz ulaştırması bütünleşmişti. Limanlar aynı zamanda kara yollarının nihayetinde bulunuyorlardı. Osmanlılar devral­dıkları ulaşım teknolojisinde bir değişiklik yapmamışlardır. Sadece yol üzerindeki kervansaray, köprü gibi bayındırlık tesisleri korunup geliştirilmiştir. İç ulaşımda at, deve ve tekerlekli araçlar kullanılmaktadır. Ulaşım maliyetleri oldukça yüksektir. Ulaşım güvenliğini sağlamak için derbent teşkilatı kurulmuştur. XIX. yüzyılda Batı, karayollarını ıslah edip demiryollarını kurarak Avrupa kıtasını bütünleştirmiş, buhar gücünü, sanayi ve ulaştırmada kullanarak hamle yapmıştır.

Osmanlı iç ticaret hayatı açık ve kapalı çarşılarda sürdürülmektedir. Ticari hayat devlet denetimi altındadır. Üretim ve arz düzenlenerek hem ihtiyaç duyulan malın üretimi, hem de fiyat istikran sağlanmak istenmiştir. Tekelci eğilimlerin önlenmesi için tedbirler alınmıştır. Kalite denetimi ve standartlaşmaya özel bir ilgi gösterilmiştir.

Osmanlı Devletinin kuruluş ve genişleme dönemlerinde dünya ticareti Akdeniz çevresinde yoğunlaşmıştı. XV. yüzyıl sonlarından itibaren yapılan deniz keşiflerinin sonucunda, dünya ticareti XVII. yüzyılda Akdeniz´den Okyanuslara kaymıştı. Türkiye´nin dünya ticaretinden aldığı pay azalmaya başlamış, yerli sanayi mamullerine karşı ciddi dış rakipler ortaya çıkmıştır.

Devlet, bir esas olarak kabul ettiği adaletin ancak sosyal refahla sağlanacağını bilmektedir. Bu amaçla ithalat genellikle kısıtlanmamıştır. Temel gıda maddelerinin, sanayi hammaddelerinin ve yan mamul maddelerinin ve savunma araçlarının ihracatı genellikle yasaktır. Buna rağmen toplam ihracat tutarı ithalat tutarından fazladır. Bunun en önemli göstergesi klasik dönemde ülkedeki döviz bolluğudur.

Yabancı tacirler sadece toptancılıkla uğraşabiliyorlardı. Çünkü perakende ticaret yerli esnaf ve tüccarın hakkıydı. Bu yerli perakendeci esnaf ve tüccarın, yabancı tacirler karşısında azımsanmayacak pazarlık güçleri vardı. Ancak yabancı tüccarın yerli gayri müslim tacirlerle iş yapma eğiliminde oldukları da bir gerçekti.
astroloji-2/osmanl-ticaret” 201″ 142″
XVIII. yüzyılda sınaî ve ziraî üretim ve ihracatta hissedilir gelişmeler olmuştu. Osmanlı dış ticareti fazla vermeye devam et­mişti. Ancak yüzyılın ikinci yansında iktisadi daralma ve üretim yetersizliği sözkonusuydu.

Osmanlı ülkesi yabancı tüccarlar için cazip olmakla birlikte Osmanlı tüccarlan da dış pazarlarda ticaretle uğraşıyorlardı. Dev­let tarafından bazan dışarıya “hassa tacirleri” denen satın alma heyetleri gönderilmekteydi. XVIII. yüzyıl başlarında gayri müslim tüccara büyük haklar tanınmış, bu haklar daha sonraları müslüman tüccarlara da genişletilmişti (hayriye tüccarı). Tanzimat yerli tüccarın avantajlarını bertaraf etme yolunda Önemli bir eğilimi hızlandırmıştır. Sözgelimi 1838 ticaret sözleşmesiyle yed-i vahid denen imtiyazları kaldırılarak yerli esnaf ve tüccar savunmasız bırakılmıştır.

Ticarette peşin ödemeler kadar, vadeli ödemeler de önemlidir. Bu yüzden Osmanlılar da poliçeye benzeyen süftece ve kitabu´l-kadı (kadı mektubu) denen belgeleri kullanıyorlardı. Süftece, nakit para transferinden doğan zorluklan bertaraf eder. Kitabu´l-kadı ise, bir alacağı tahsil etmek ama­cıyla kullanılan belgedir. Bununla alacaklının vekili bazı şartlarla bu belge ile borçlunun borçlusundan parasını tahsil edebilirdi.

Mudaraba denen emek sermaye ortaklığı ile atıl para sahibi kişiler ile vakıflar ve yardım sandıkları paralarını işletiyorlardı.

Osmanlı ekonomisinde ticaretten alınan vergiler gümrük sistemi içerisinde incelenir. İç ve transit ticaretten alınan vergiler iç gümrüklerin, dış ticaretten alınan vergiler ise dış gümrüklerin konusudur, iç gümrüklerde alınan vergiler amediye (gelen) reftiye (giden) masdariye (ithal edilen), müruriye (transit) vergilerdir. Dış gümrüklerin oluşmasında Osmanlı devletinin ahidname-i hümayun adı altında yabancı devletlere verdiği ticari imtiyazlar, bir başka ifade ile kapitülasyonlar önemlidir. Kapitülasyon sistemi Osmanlılardan önce oluşmuştur. Osmanlılar bu politika ile mali ve siyasi amaçlar güdüyorlardı. Mali amaç ticari kazançları arttırmaktı. Siyasi amaç ise Osmanlıların Batılı devletlere imtiyaz vererek bunları birbirlerine karşı kullanmasıydı. Ancak devlet zayıflayınca bu sistem Osmanlılar aleyhine kullanılmış, özellikle gayri müslim yerli tüccar Avrupa devletlerinin himayesine girerek tekelci özellikler kazanmışlardır.

Osmanlı Maliyesi
Osmanlı maliyesi çok geniş topraklar üzerinde kurulmuş bir devlet yapısı içerisinde esneklik özelliği taşır. Bu şekilde fethedilen yerlerdeki mahalli gelenekler de değerlendirilerek mali bütünleşme sağlanmıştır. Mali ve idari bakımlardan özerk ve yarı özerk birimler kuvvetli bir merkeziyetçilik çerçevesinde yerlerini almışlardır.

Osmanlı Devleti sayım (tahrir) geleneğine sahip ülkelerde yayılmıştır. Bu sayımlar gelir kaynaklarını tesbit amacıyla yapılır ve değişiklikleri izleyebilmek için de genellikle otuz yılda bir tekrarlanırdı. XVII. yüzyılın sonlarından itibaren ancak yeni fethedilen veya elden çıktıktan sonra geri alınan bölgelerin sayımı yapılmıştır.

Sayımlar genellikle iki safralıydı. îlkinde faal nüfus, mali imkanlar ve bundan devletin payı belirleniyordu. İkinci safhada devlet payına düşen gelirin hazine ile tımar kesimi arasında bölüştürülmesi yapılırdı. İlk safhada hazırlanan deftere mufassal (ayrıntılı defter), ikincisine icmal (özet) denirdi. Bu defterlere tapu defterleri de denmektedir.

Mali teşkilatın en üst makamı baş defterdarlıktır (Bab-ı defteri). Merkez ve eyaletler maliyesi ona bağlıdır. Tımar sistemi için ayrı defterdarlar vardır. Başdefterdarhğın yönetiminde hazinenin çeşitli gelir ve gider hesaplarının tutulduğu ve koordinasyonun sağlandığı çeşitli kalemler vardı. Başdefterdarın zaman içinde değişen sayıda yardımcıları vardı. Bunlardan Rumeli birinci defterdarı, aynı zamanda sadramaza karşı sorumlu olan Başdefterdar idi. Başdefterdar malî yargının ve hazine işlemlerinin en üst´ makamıydı. Rumeli ve Anadolu eyaletlerinin dışında kalan diğer eyaletler de Başdefterdara bağlı taşra defterdarlık lan kurulmuştur.

Merkezdeki maliye daireleri eyaletlerde ve merkezde oluşan gelirleri, giderleri veya her ikisini de yönetmekte, bir kısmı da koordinasyon işlevi görmektedir. Gelir ve gider kalemleri mukataa denen işletmelerin satış, el değiştirmesi gibi işlemleriyle ve cizye ve avarız gelirlerinin tahsili, ödemelerin yapılması vs. işlerle uğraşırlardı. Bir dereceye kadar coğrafi bir işbölümünü aksettiren merkez maliye kalemleri şunlardı:

A. Gelir kalemleri: Başmuhasebe (Muhasebe-i evvel), Cizye Muhasebesi, Harameyn Muhasebesi, Harameyn Mukataası, Mevkufet, Başmukataa (Mukataa-i evvel), Ziyade-i cizye, Maden Mukataası, Bursa Mukataası, İstanbul Mukataası, Avlonya ve Ağriboz Mukataası, Haslar Mukataası, Anadolu Muhasebesi, Ağnam Mukataası, Şıkk-ı sanî kalemi.

B. Gider kalemleri: Yeniçeri Kalemi, Piyade Mukabelesi, Süvari Mukabelesi, Tezkire-i kal´a-i evvel, Tezkire-i kal´a-i küçük, Küçük Ruznamçe , Teşrifat Kalemi, Salyane Mukataası.

Bazı gelir büroları aynı zamanda bazı giderlerin hesabını tutmayı da üstlenmişti. Ruzname kalemi de merkezi koordinasyonu sağlayan kalemlerin başında gelmektedir.

Osmanlılarda hazine, iç ve dış hazineler olmak üzere iki türlüydü. İç hazine bir yönüyle padişahların özel gelir ve giderleriyle ilgiliydi. Bir yönüyle de dış hazine için bir destek hazinesi, bir kredi kurumu vasıflan taşımıştır. Dış hazine, maliye dairelerinden Ruznamçe kalemi tarafından kayıtlan tutulan, yönetim sorumluluğu sadrazamın ve defterdarın üzerinde olan devlet hazinesidir. Ruznamçe kaleminde tutulan günlük hazine kayıtlan “sağlama, mizan” özelliği taşımaktadır. Bu yüzden defterdarlık kalemlerinin kayıtlarında bir hata varsa, bu ruznamçe  kayıtlarıyla karşılaştırılarak bulunurdu.

Nizam-ı cedid döneminde tek dış hazine yerine, çoklu hazine sistemine geçilmiş, Tanzimatla birlikle yeniden tek hazine sistemine dönülmüştür.

Osmanlı Devletinde eyaletlerin malî bakımdan farklılıkları vardı. Ülkenin en geniş zamanında devlete bağlı kırktan fazla eyalet, özerk yönetim ve tabi devlet vardı. Eyaletler haslı ve salyaneli olarak ikiye ayrılır. Haslı eyaletler tımar kesimine dahildir ve Beylerbeylerine öncelikle eyalet hazinesinden nakit yıllık (salyane) tahsis edilirdi. Bu tür eyaletlerin gelir fazlalarından, ihtiyacı olan diğer eyaletlere katkıda bulunulurdu. Artan miktar ise, irsaliye adı altında merkeze yollanırdı. Eflak, Boğdan, Erdel ve Dubrovnik gibi tabi devletlerin Osmanlı devletine bedel-i cizye Öderlerdi.

Devletin yıllık gelir ve giderleri bütçelerde (icmal) gösterilirdi. Bunlar genellikle yıl sonuna ait hesap cetvelleridir. Yine de çağdaş bütçe kavramına uyan bir şekilde, yıl başına ait gelir ve harcama tahmini şeklinde icmaller de vardır.

Bütçe rakamları XVI. yüzyıldan itibaren sürekli olarak artmıştır. 1523-1784 arasındaki 261 yılda bütçe gelir ve giderlerindeki artık nominal olarak %1532 ve %1898´dir. Para birimi olarak akçedeki değer kayıplarını hesaba katarsak reel gelir ve gider artışları ise %352 ve %436 olmuştur.

XV-XVI. yüzyıla ait bütçeler birbirini izleyen iki Nevruz arasındaki bir güneş yılı için düzenlenmekteydi. Yine bu bütçeler gelir bölümlerinde eyaletlere göre bir tasnif verir. XVII-XVIII yüzyıl bütçeleri ise ay yılı bütçeleridir. Bunlar merkeziyetçi bir gidişin sonucu olarak maliye bürolarına veya gelir-gider türlerine göre tasnif gösterir.

Bütçelerde yer alan gelir kaynaklan çoğunlukla mukataa, cizye ve avanz gelirleridir. Mukataalar doğrudan devlet işletmeleri, devlete ait bir gelir payının tahsili işi, inhisar (alış tekeli, monopol) haline getirilen herhangi bir kuruluşun işletme hakkı veya üretilen malı satın alma tekeli (monopson) oluşturma gibi özellikler taşıyabilirler. Kara ve deniz gümrükleri, darbhaneler, madenler ve şaphaneler buna örnek olarak verilebilir. Mukataa gelirleri çoğunlukla dev­lete ait olmakla birlikte, vakıflara tahsis edilen, ulufe karşılığı veya ocaklık olarak verilebilen veya has olarak tahsis edilebilen mukataalar da vardır. Devlet uygun gördüğü her türlü ziraî, ticarî ve sınaî işletmeyi mukataa haline getirebilir ve bunlardan payına düşeni çoğunlukla özel teşebbüs eliyle toplatabilirdi. Mukataa gelirlerinin bütçe içindeki payı %24-40 arasında değişmiştir. Mukataalar başlıca üç yöntemle işletilirdi. Bunlar iltizam, emanet ve XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren malikanedir.

İltizam mukataaların ihale sonucu bir bedel karşılığında özel teşebbüs tarafından işletilmesidir. İltizamın süresi genellikle üç yıldır. Ancak bu süre dolmadan mukataa gelirlerinde olağandışı bir artış olması, bir rant oluşması durumunda mukataa daha yüksek bir bedel teklif eden bir başkasına verilebilirdi. Yine mukataa sahipleri yeteri kadar kefil göstermek zorunda oldukları gibi, bunların bütün mal ve mülkleri hazineye ipotekli sayıldığından, hiçbir şeylerini sata­mazlar ve başkasına devredemezlerdi.

Emanet, mukataaların emin denen memur tarafından işletilmesidir. Mültezimlere çekici gelmeyen veya madenler ve gümrükler gibi devlet tarafından işletilmesi gereken mukataalar emanet ile işletilirdi. Her hangi bir sebeple mukataalann iltizamla işletilmesi zorlaştığında, devlet mukataaları kapatmaktansa, onları yarı iltizam-yarı emanet yoluyla (emanet ber vech-i iltizam) işletirdi. Bu taktirde mukataayı işleten kişi, kendinde memuriyetle özel teşebbüsü bir­leştirmiş olurdu. Emin sıfatıyla maaşlı bir memur ve belli bir meblağı ödemeyi üzerine aldığından işletmenin kâr ve zararından sorumlu bir kişi olarak görünürdü.

Üçüncü usul olan malikane ömür boyu olarak verilen iltizamlara verilen isimdir. XVII. yüzyılın sonlarından itibaren iltizam­la işletilen mukataalar malikane haline getirilmeye başlanmıştır. XIX. yüzyılın ilk ya­rısına kadar Osmanlı iktisadi ve mali tarihinin önemli bir kurumu olarak yaşayan malikane, devletin vergi aldığı bütün faaliyetlere ve hatla eyaletlere kadar genişlemiştir. Malikane sahiplerinin işletmelere kendi mülkleri imişcesine uzun vadeli yatırım ya­pacağı ve dolayısıyla malikane sisteminin tımar kesimindeki güvenliği iltizama da hakim kılacağı düşünülmüştü. Fakat bunun pek gerçekleşmediği zamanla görülmüştür.

Osmanlı devletinin ikinci Önemli gelir kaynağı cizyedir. Cizye zımmi statüsündeki faal erkek nüfustan alınan vergiydi. Bundan başka Rumeli´deki tabi devletler bedel-i cizye denen maktu cizye öderlerdi.

XVII. yüzyılın sonlarında yapılan reformla cizye, klasik Islami dönemde oldu ğu gibi yükümlünün mali durumuna göre üç sınıfa ayrılarak farklılaştırılmıştır. Bu cizye, cizye muhasebesi bürosu tarafından toplanırken, tabi devlet vergisi vasfındaki cizyeler ise maden kalemi tarafından toplanırdı. Cizye gelirlerinin payı, toplam bütçegelirleri içinde %23-48 arasındadır ve reformdan sonra büyük artışlar göstermiştir.

Üçüncü önemli kaynağı kısaca avarız denen olağandışı vergilerdir. Bunlar başlangıçta savaş harcamalarını finanse etmek için konmuş, XVII. yüzyılın sonlarından itibaren olağan vergiler haline gelmişlerdir. Bunların toplam bütçe gelirlerine oranı % 10-20 arasındadır.

Osmanlı bütçeleri devletin tımar ve vakıf sisteminin dışında kalan nakdî harcamalarını kaydeder. Bunların bir kısmı mahsup işlemiyle yapılırken, bir kısmı da hazineden yapılan nakit çıkışlardır. Tahsis ilkesi dev­letin harcama politikasının esasıdır.

Bütçelerin ikinci önemli gider kalemi teslimattır. Bunlar ordunun ve sarayın çeşitli mühimmat ihtiyaçlarına ayrılan harcamalardır. Paylan %30´lardan %15´lere düşmüştür. Has ve salyane harcamaları %5-15 arasında bir orana sahip olmuşlardır. Bunlar haslara karşılık ayrılan Ödeneklerle yıllık Ödeneklerdir. Hazineden yapılan ve %5-15lik bir paya sahip olan küçük cari harcamalara da ihracaat denir.

Görüldüğü gibi, modern bütçelerde önemli bir yer tutan kamu yatırım harcamaları bu bütçelerde yer almıyor. Çünkü bayındırlık, eğitim, sağlık vs. yatırımları hazineden para çıkışı ile değil, bazı vergi mua­fiyetleri ve vakıfları eliyle yürütülüyordu.

Osmanlı maliyesi savaş ve maaş harcamaları için XVII. yüzyıldan itibaren iç borçlanma teşebbüslerine girişmiş, bunlar sonraları imdad-ı seferiye ve imdad-ı hazariye adı altında vergilere dönüşmüştür. Yi­ne XVIII. yüzyılın sonlarında başlayan esham uygulaması, büyük mukataa gelirlerinin halka satılması demekti ve bugünkü gelir ortaklığı sistemine benzer. XVIII. yüzyıİın sonlarında sözü edilmeye başlanılan dış borçlanma ise XIX. yüzyıl ortalarında, Kı­rım Savaşı sırasında gerçekleştirilmiştir. Bu süreç yirmibeş yılda duyûn-ı umumiye´ye yol açmıştır.

Osmanlı’larda Sosyo-Ekonomik Yapı-1
Osmanlı’larda Sosya-Ekonomik Yapı-2 Tımar Sistemi
Osmanlı’larda Sosyo Ekonomik Yapı-3 Esnaf ve Küçük Sanayi
Osmanlı’larda Sosyo Ekonomik Yapı-4 Ücretler-Ulaşım-Maliye-Finansman
Osmanlı’larda Sosyo Ekonomik Yapı-5 Vakıf Sistemi

Ahmet TABAKOĞLU – SBA

İlgili Makaleler