Kimdir

Nurullah Ataç kimdir? Hayatı ve eserleri

Nurullah Ataç kimdir? Hayatı ve eserleri: İstanbul’da doğdu (1898). Galatasaray Lisesi’nin IV. sınıfından ayrıldı. Ailesi tarafından gönderildiği Cenevre’de de düzgün bir eğitim görmedi. Beş yıl hevesleri doğrultusunda okudu, Fransızcasını geliştirdi. Dönüşünde Nişantaşı Lisesi’nde Fransızca öğretmenliğine başladı (Eylül 1921). Ticaret ve Milli Eğitim bakanlıklarında çevirmenlik yaptı (1926-27). Yeniden öğ­retmenliğe döndü. Ankara ve İstanbul liselerinde, İstanbul Üniversitesi Ede­biyat Fakültesi Yabancı Diller Okulu’nda, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde bu görevini sürdürdü (1927-45). Cumhurbaşkanlığı çevirmenliğin­den emekliye ayrıldı (Şubat 1952). Ankara’da öldü (17 Mayıs 1957).

Nurullah Ataç, ilk yazı ve şiirleriyle Dergâh dergisinde (1921-22) görün­müştü. Sonra Akşam, Hâkimiyet-i Milliye, Hayat, Yedigün, Tan, Haber, Akşam Postası (1922-40) dergi ve gazetelerinde çıkan tiyatro eleştirileri, söyleşileri, denemeleriyle sanat dünyasının vazgeçilmez güçlerinden biri du­rumuna geldi. 1920’li yıllarda Ahmet Haşim (Göl Saatleri), Ahmet Hikmet Müftüoğlu (Çağlayanlar), Halide Edib (Dağa Çıkan Kurt) ve Yakup Kadri (Erenlerin Bağından) gibi şair ve yazarların yapıtlarını değerlendirirken, edebiyatı bilen kişiliği ortaya çıktı Ataç’ın. Daha çok, tiyatro yazılarının ağır bastığı bir dönemdi bu. 1930’Iu yıllardaysa yeni edebiyatın oluşum evresine özgü gelişmelerin uzağında kalmadı. Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Necip Fazıl, Sait Faik, Mustafa Seyyit Sütüven, Cahit Sıtkı gibi şair ve yazarları de­ğerlendirerek şiir ve öyküdeki atılımların yarattığı beğeni değişimi üzerinde durdu en çok. En özel şiir sorunlarından, en genel kuramlara kadar uzanan geniş uğraş alanında edebiyatımızın çağdaşlaşması için gereken öğelerin bi­linmesine çaba gösterdi. Abdülhak Hâmidlerin, Halit Ziyaların, Hüseyin Cahitlerin, Cenap Şehabettinlerin şiir, öykü, eleştirme yazdıkları yıllarda Cumhuriyet dönemi kuşağının duyduğu tepkilere yandaş olmasına karşın, eski değerler karşısında toptan yadsımacı duruma düşmedi Ataç. Kendi şi­irini, öyküsünü, romanını arayan yeni kuşağın yaratıcıları gibi, o da yazar­lığını, edebiyatçı ve düşün adamı kişiliğini arıyordu.

Ataç’ın 1930’lu yıllarda yayımladığı 1500’ü aşkın yazıya konu açısın­dan eğildiğimiz zaman şöyle bir sınıflama çıkar ortaya:

Bu dönemin yazılarında “muharrir”, “kari”, “telakki”, “fâni”, “savt”, “bilakis”, “hadise”, “külî”, “an’ane”, “tenkid”, “münekkid” gibi eski söz­cükleri yadırgamadan kullandığı görülür. Ama dilimizin değişmesi olgusu­nu kabul eder. Kimi yazılarında, kendi deyişiyle “bazan korka korka, ba- zan cesaretle” Fransızca sözcüklere bulduğu karşılıkları da yazmaktadır. Büyük bir hızla değişenTürkçenin iki yüzyıl içinde “sükûn bulmuş” bir ye­ni dil yaratacağına inanmıştır.

Yeni sanatçıların yapıtları karşısında da kendi beğenisini, kişisel eğilim­lerini açığa vuran “sevdim”, “sevmedim”, “beğendim”, “beğenmedim” türünden sözcüklerle “zayıf’, “kuvvetli”, “güzel” gibi nitelemeleri kullanır Ataç- Sevmişse coşkulandığım duyumsatan sözcüklere engel olmaz. Yeniyi değerlendirirken bir yönüne yaklaşmakla yetinmez. Eskiyle karşılaştırır. Daha önce verilmiş yargılar varsa onları tartışarak doğrular ya da benim­semediğini ifade eder.

Bu döneminde de çoğu şairane benzetilerden, gereksiz tamlamalardan arınmamış olan çağdaşı yazarlar gibi uzun tümceye eğilim duymadığını söyleyebiliriz. Henüz “devrik tümce” kullanmamasına karşın, sorular ve yanıtlarla hareketlendirmeye çalışır anlatımım. Bir okunuşta anlaşılır olma­ya özen gösterdiği bellidir.

1940’tan ölümüne kadar, on yedi yd içinde bini aşkın deneme ve söyleşi yayımladı Ataç. Çoğunluğu Ulus, Cumhuriyet, Türk Dili, Varlık, Son Hava­dis dergi ve gazetelerinde çıkan bu yazılarda da dil ve edebiyat konularının önde geldiği saptanabilir. Özellikle 1945’ten sonra dil üzerine düşüncelerini açıkladığı yazılar büyük sayılara varır. Dil sorununu, uygarlık bilincinin vazgeçilmez öğelerinden saydığı için “Atatürk devrimleri”nin de vazgeçil­mez bir parçası olarak görüyordu Ataç. “Dil Devrimi” adlı yazısında, XIX. yüzyıl içindeki değişmeleri vurgularken, bu görüşünü de şöyle açıklar:

Dil devrimi buyrukla olmuş. Bu söz de doğru, söyleyenlerin sandık­larından çok daha doğru. Buyrukla oldu dil devrimi; bütün devrim­ler buyrukla olur. Kimin buyruğu ile? Bu toplumun buyruğu ile… Bu toplum, Türk ulusu, dilini değiştirmek gerektiğini yıllardır içinde du­yuyor, o dileğini bireylerinin birkaçına, birçoğuna duyuruyor. Türkçenin arapça, farsça sözcükleri bırakmasına, kendi köklerinden yeni sözler yapmasına, kendi kendine gelişmesine çalışanlar hep o buyru­ğu duymuş olan kimselerdir. Dil devrimini Atatürk buyurmadı. Ata­türk de toplumun buyruğuna uydu. Atatürk’ün adına bağlandığımız devrimlerin hepsi de bu toplumun buyruğu ile olmuştur.

Ataç’ın dilin değişmesi olgusunu çağdaşlaşmanın doğal gereği saydığı için edebiyattaki çağdaş atılımlar karşısında da eski alışkanlıklarını aşma­ya, eski değer ölçülerini değiştirmeye çalıştığım söyleyebiliriz. 30’lu yıllar­da Nâzım Hikmet şiirine yaklaşırken4 çok yönlü özelliği olan bir şairin ge­tirdiklerini görebilmişti. 1940’lardan sonra yalnız Orhan Veli ve arkadaş­larının değil, toplumun, sanatın ve kendilerinin bilincinde olan tüm Cum­huriyet dönemi kuşağının eski beğenilerin tuzağına düşmeden izlenebilece­ğini gösterdi. Giderek de sorunlarına eğildi yeni edebiyat hareketinin.

Denebilir ki, yandaş olduğu bu hareketi temsil eden kişilere, onların ya­pıtlarına, gelişmenin çeşitli aşamalarında çözüm bekleyen sorunlara yaklaşımı edebiyat adamı kişiliğinin özelliklerini ortaya çıkarır Ataç’ın. Hareket içinde izleyici olarak da görünür, denemeci eleştirmen olarak da. “Bir Mek­tup” adlı yazısında şöyle tanımlar uğraşını:

Evet birkaç tenkid yazısı yazdım, belki daha da yazarım. Tenkidlerimde bir öğretiye bağlanmadım, yani doctrinaire değilim. Bir kitap­tan hoşlandım mı, hoşlanmadım mı onu söylerim; sevdiğim parçala­rı başkalarına da gösterip sevdirmeye çalışırım. Yargılarımın kesin, şaşmaz yargılar olduğunu ileri sürmem; eserlerin bende bıraktıkları izlenimleri belirtmek isterim. Bu yolda yazan tenkidcilere yanılmıyor­sam, impresioniste, izlenimci derler. Ama tenkit yazılarım azdır; asıl essai, deneme yazmağa, bir moralist olmağa heves ederim.

Ataç’ın deneme yazarı niteliğiyle gereken birikim ve becerilere sahip ol­duğu kabul edilmiştir. Asım Bezirci, diyalektik bir kavrayışa sahip olduğu­nu söylediği yazarlar arasında onun da adını anar. Hüseyin Cöntürk’e gö­re “eleştirinin tarihi, yüzde doksan Ataç’ın tarihidir”. Necati Cumalı “ba­tılılaşma yolunda bir yazm, düşün savaşçısı”[1], Cemal Süreya “Anadolu Sokrates’i” olarak niteler onu. Adnan Binyazar ise şöyle değerlendirir: ‘Akıl’ temel kavramdır Ataç’ta. Tüm kavramları bu akıl süzgecin­den geçirmek gerektiğini ileri sürer, yaptıklarıyle, ettikleriyle. Onun kalıpları kırmasında kullandığı araç da bu kavramlarla düşünsel bü­tünlük kazanır.

YAPITLARI

KAYNAKLAR: Tahir Alangu, Ataç’a Saygt (1959); TDK adına Hikmet Dizdaroğlu, Konur Ertop, Sami N. Özerdim, Ataç (1962); Metin And, Ataç Tiyatroda (1963); Saadet Ulçugür, Nurullah Ataç (1964); Asım Bezirci, Nu- rullah Ataç, Eleştiri Anlayışı ve Yazıları (1968); Mehmet Salihoglu, Ataç’la Gelen (1968); Türk Dili: Necati Cumaiı, Emin Özdemir, Hikmet Dizdaroğlu, Adnan Binyazar, Mehmet Salihoğlu, Orhan Ural, Selim ileri, Özkan Gök­su’nun yazıları (Mayıs 1977); Meral Tolluoğlu, Babam Nurullah Ataç (1980); Nusret Hızır, Bilimin Işığında Felsefe (1985); Mahir Ünlü, Türk Dili Dergisi (Temmuz-Agustos 1990); Haşan Bülent Kahraman, Varlık (Nisan 1992); Muhsin Şener, Türk Dili Dergisi (Kasım-Aralık 1992); Mahir Ünlü Türk Dergisi (Temmuz-Ağustos 1990)

Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı 4, Cumhuriyet Dönemi 2, Şükran KURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.

Nurullah Ataç kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: 21 Ağustos 1898 yılında İstanbul Beylerbeyi’nde doğan Nurullah Ataç, Hammer çevirmeni Ata Bey’in oğludur. 1909 yılında ilkokulu bitirdiğinde aynı yıl annesini kaybetmiştir.

Daha sonra dört yıl Galatasaray Lisesi’nde okumuş ve babasının isteği üzerine eğitimini tamamlamak üzere İsviçre’ye gitmiştir. Ancak oradaki okul yaşamından hoşlanmamış ve okulu yarım bırakarak istediği gibi özgür bir öğrenim almıştır. Bu arada Fransızca’sını özel çabalarıyla çok geliştirmiş ve tiyatroya merak sarmıştır.

Ataç, 19211 925 yılları arasında Nişantaşı Lisesi, İstanbul ve Vefa Sultanisi, Üsküdar ve Adana Liseleri’nde öğretmenlik, Ticaret Genel Müdürlüğü’nde çevirmenlik, 1926 yılında da yazı işleri müdürlüğü yaptı. Ekim 1926 Eylül 1927 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’na geri dönmüş ve Talim ve Terbiye Dairesi’nde çevirmenlik ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yapmıştır.

Ataç, bir süre de Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nde Yayın Şefi olarak çalıştıktan sonra, Cumhurbaşkanlığı çevirmenliğine getirilmiş, emekli oluncaya kadar (1952) burada görev almıştır. 17 Mayıs 1957 yılında hayatını kaybetti. Ataç gazete ve dergilerde eleştiri ve sohbet yazıları yazdı. Eleştirileriyle ve Öz Türkçe’yi savunan yazılarıyla genç yazarları etkiledi. Öz Türkçe ile yazmak gereğini savunarak yeni sözcüklerin yazın dilimizde tutunmasına büyük gayret gösterdi. Ayrıca Fransız, Rus ve Latin klasiklerinden başarılı çeviriler yaptı. Ataç makale ve eleştiri yazılarını bazı kitaplarda toplayarak yayınladı. Çocuklar için yazmadı ancak dilimizde tek kaynak olan Ezop masallarını Türkçe’ye çevirdi:

Aisopos Masalları (1944).

Kaynak: Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ansiklopedisi, 2. Cilt, Hasan Latif SARIYÜCE, Nar yayınları, 2012

Nurullah Ataç kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1898-1957) Türk deneme ve eleştiri yazarı. Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk dene­mecidir. İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ali Nurullah Ata’dır. Hammer’den çevirdiği Devlet-i Osmaniye Tarihi adlı kitapla ün kazanan Mehmed Ata Bey’in oğludur. Dört yıl Galatasaray Sultanisi’nde okuduktan sonra okulu yarıda bıraktı, bir süre öğrenim için İsviçre’de kaldı. Mütareke’de yurda dönünce, Edebiyat Fakülte­sine devam etti (1922); kendi çalışmalarıyla Fransızca öğrendi, özel öğrenimle yetişti. 1921’de Nişantaşı Lisesi’nde Fransızca öğretmenliğiyle başlayan öğret­menlik hayatı, İstanbul, Ankara ve Adana’daki çeşitli liselerde 1945’e değin sürdü. Ticaret Vekâleti’nde (L925-26), Talim ve Terbiye Dairesi’nde (1926-27) çevirmen, Basın-Yayın Umum Müdürlüğü’nde (1944-45) yayın şefi olarak çalıştı. 1952’de, son görevi olan Cumhurbaşkanlığı çevirmenliğinden emekliye ayrıldı. 1949’dan ölümüne değin Türk Dil Kurumu’nda çeşitli görevler aldı. Ankara’da öldü.

Yazı hayatına 1921’de Dergâh dergisinde birkaç şiir, tiyatro yazısı ve Ahmet Haşim üstüne yazdığı bir eleştiri ile başladı. Bu tarihten sonra, gazetelerde, dergilerde sürekli olarak yazı yazdı. Yazıları Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Son Posta, Haber Akşam Postası, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde; Hayat, Edebiyat Gazetesi, Mektep, Varlık, Anayurt, Yeni Adam, Yedigün, Hafta, Ayda Bir, Yarımay, Yeni Mecmua, Ülkü, Seçilmiş Hikâye­ler, Türk Dili dergilerinde yayımlandı. Yunan, Latin, Fransız, Rus edebiyatları yazarlarından elliye yakın çevirisi vardır.

En tanınmış çevirileri şunlardır:

Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk deneme yazarı, deneme türünün ilk ustasıdır. Eleştiri yazıları da yazdı. Yazılarında yeni bir edebiyat beğenisi, yeni bir kültür anlayışı ortaya koydu. 1940’tan sonraki yazılarında Türkçe’nin özleşmesi için büyük çaba harcadı. Yazı yazdığı dönemde, dilde özleşme konu­sundaki tutumuyla, yerleştirmeye çalıştığı edebiyat beğenisiyle, savunduğu yeni insan ve kültür anlayışıy­la, Türk edebiyatının en etkili kalemlerinden biri olmuştur.

Ataç öncelikle bir denemeci olmakla birlikte, yazıları eleştiri özellikleri de taşır; doğrudan doğruya deneme türüne sokulabilecek yazılarının yanı sıra, bir eleştiri yazısı gibi okunabilecek denemeleri de vardır. Denemeleri, Cumhuriyet’le birlikte daha kararlı bir tavırla Batı’ya yönelen Türkiye’de, yeni sanat, kültür, ahlak ve yaşama biçiminin nasıl olması gerektiği konusundaki görüşlerini sergiler. Batı’nın, köklerini Rönesans’tan alan, Aydınlanma çağı ile de hızlanan kültürel ve ideolojik değişme sürecini etkilemiş dü­şünce ürünlerini, akılcılık, laiklik, şüphecilik, bireyci­lik gibi ilkelerini Türk fikir hayatına yerleştirmeye çalışır. Eleştirel yazılarında ise, Türk edebiyatının geçmişten günümüze kadarki belli başlı dönemlerini Batı edebiyatı kültürüyle değerlendirir; geçmişte öne­mi abartılmış yazarların eserlerindeki eksikleri, kusurları gösterir, gölgede kalmış değerleri tanıtır, yeni edebiyatın olumlu yönde gelişmesi için uğraşır. Birçok önemli edebiyat sorununa dikkati çekerek verimli tartışmalar başlatmış, kalıplaşmış yargılar üzerinde yeniden durulmasını sağlamıştır. Kendisinden önce Türk edebiyatında eleştiri örneği yok değildi, ama eleştirinin ciddiye alınması, daha önemlisi, bir eleştiri göreneği kurulması ilk kez Ataç’la başlar.

Yazıları, içeriklerine göre, üç öbekte toplanabi­lir: yeni bir kültürün, düşünce ve yaşama biçiminin oluşturulması doğrultusundaki denemeleri, edebiyat sorunlarım ele aldığı deneme ya da eleştiri yazıları, dilde özleşme konusundaki yazıları.

Yazı yazdığı dönemde, deneme,, yeni kurulmakta olan bir toplumun birçok sorununun tartışılıp, bu sorunlar çerçevesinde bir düşünce alışverişi sağlanabi­leceği bir yazı türü niteliğindeydi. Nitekim Ataç, denemelerinde, edebiyat sorunlarından gündelik ya­şayışla ilgili somut sorunlara, aşk, ölüm, yalnızlık vb. gibi evrensel temalardan güncel sorunlara dek, hemen her konuyu işledi. Bir denemeci olarak etkilendiği Montaigne, Remy de Gourmont, Andre Gide, özel­likle de Paul Leautaud gibi, konularını bir söyleşi havası içinde, konuşurcasına tartıştı. Oluşmasına ça­lıştığı yeni kültürün en gözüpek birkaç savunucusun­dan biridir. “Osmanlılık” diye nitelediği bütün bir geçmişin düşünce yapısıyla, hümanist, akılcı, pozitivist bir Batılı anlayış içinde mücadele etti. Çoğulcu bir düşünceye ulaşmanın, Batı hümanizmini ve onun bir parçası olan demokratikleşme sürecini hazırlayan fikirlerin özümlenmesiyle sağlanabileceğine inanmış­tı. Bu sürecin bütününe sahip çıkmak isteyen bir kültür adamı olarak, o gelişmenin birçok çelişkisini de yansıtır. Ataç’ın bugün için belki de en önemli yanı, Batı dünyası içindeki düşünce çeşitliliğim temsil etme yolunda gösterdiği inançlı, içten çabalarıdır.

Yeni kültürün oluşmasında seçkin aydınların önderliğine inanır. Prospero ile Caliban başlıklı ünlü denemesinde, yeni Türk aydınının Batılı aydınlar gibi özgür düşünceli, şüpheci, bir öğretiye bağlanmanın sakıncalarını gören, bağımsız, toplumdaki çoğun­luğun alışkanlıklarından sıyrılmış seçkin bir birey olmasını ister; Prospero, bu kişiliğin bir simgesidir. Caliban ise, çoğunluğu, tutuculuğu, gelenekçiliği temsil eder, yerleşmiş değer yargılarına sıkı sıkıya bağlı, her tür yeniliğe kapalıdır. Ataç yeni kültürün, ancak toplumdaki Prospero’ların çoğalmasıyla oluşa­bileceği inancındadır. Batı düşüncesindeki çeşitliliğin temsilciliğini üstlendiği ölçüde bir demokrat, ama aydın kadrolar eliyle yepyeni bir kültür oluşturulma­sını savunduğu ölçüde de seçkinci bir “Cumhuriyet aydını”dır.

                Sanat, edebiyat konularındaki yazılarında ya da eleştiri yönü ağır basan denemelerinde, öncelikle şiir sorunlarına eğildi. Türk şiirinin Divan ve Halk şiirinden günümüze kadarki dönemlerini değerlen­dirdi. Eski şiiri en iyi anlayan edebiyat adamlarından biridir. Divan şiirinin yabancı etkilerle geliştiği, Halk şiirininse asıl ulusal şiirimiz olduğu yolundaki kalıp­laşmış yargıyı sık sık eleştirir, ikisinin de aynı duruk toplumun ürünü olduğunu, aralarında öz bakımından bir fark bulunmadığını belirtir. Divan şiirinin biçim ve deyiş güzelliğini övmüş, bu şiirdeki sesin, söyleyi­şin Türkçe olduğunu vurgulamıştır. Bakî, Fuzulî, Nedim, Şeyh Galip gibi şairlerin ustalıkları üzerinde uzun uzadıya durmuş, Neşatî, Nailî, Nazîm gibi eski şiirin daha az bilinen ustalarının yeni zevke açık yönlerine dikkati çekmiştir. Divan şiirinin de, Halk şiirinin de Batılı bir gözle okunmasını ister. Divan şiirinden sonra deyiş güzelliğinin yok olduğu, yüzyıl başlarına kadar da büyük bir şair yetişmediği görü­şündedir; ona göre, Tanzimat, Servet-i Fünun şairleri Batı şiirini biçimsel olarak taklit etmişler, şiire öz bakımından bir yenilik getirememişlerdir. Yahya Kemal’in Batılı anlamda ilk Türk şairi, Ahmet Haşim’in de özce yeni şiirin ilk büyük temsilcisi olduğunu söyler. Türk şiirinde çığır açan üç şair, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet ve Orhan Veli’dir; ilki, eski şiir dilini yıkıp aruzla Türkçe şiir yazılabileceğini, İkincisi ahengin vezinsiz de elde edilebileceğini, üçüncüsü de şiirin belli bir konusu ve sözlüğü olamayaca­ğını göstermiştir. Türk şiirine yenilik getiren şairlerin, özellikle Garip’çilerin benimsenmesinde ve onlarla birlikte şiir anlayışının değişmesinde Ataç’ın büyük emeği geçmiştir.

Birçok yazısında, izlenimci eleştiri anlayışının bir örneğini verir. Bu tür yazılarında, okuduğu eserleri derinlemesine inceleyerek değerli yanlarını aydınlatmaktan çok, o eserden yola çıkarak kendi duygularını, düşüncelerini dile getirme kaygısı içindedir; kendi beğenisini aşılamak, tıpkı bir sanatçı gibi okurlarını etkilemek ister. Yargıları özneldir, öznel olduğunu da gizlemez. Ataç, eleştiriyi bir sanat, eleştirmeni de bir sanatçı olarak gören Anatole France, William Hazlitt, Jules Lemaitre gibi izle­nimcilerden etkilendiğini açıkça belirtir. 1950’den sonra Türk edebiyatında yeni eleştirel yaklaşımlar ortaya çıkmasıyla, bu öznelci tutumu değiştirir, eleştirmenin öznel yargılardan kaçınması, sanat ürün­lerini belirli ölçüler ve verilerle değerlendirmesi ge­rektiğini söyler, ama bu yönde somut bir eleştiri örneği yoktur.

Ataç Türkçe’nin özleşmesine en çok katkıda bulunan, bu alanda en az kurumlar kadar etkili olmuş bir yazar sayılmaktadır. Özleşme konusundaki tutu­mu kendine özgü bir yaklaşımdan kaynaklanır. Dili bir uygarlık sorunu sayar; Cumhuriyet’ten sonra dil sorununun gündeme geldiği ilk yıllarda, okullarda eski Yunanca ile Latince’nin öğretilmesi fikrini ortaya atar. Bu dilleri öğrenmenin amacı, İlk Çağ yazarlarını asıllarından okumak değil, Batı uygarlığını hazırlayan düşüncenin temellerini kavramaktır. Klasik dilleri öğrenmenin bir yararı da, Avrupa dillerinden alınan kelimelerin kök anlamlarının bilinmesidir. 1940’tan sonra, Yunanca ile Latince öğretilmesi fikrinden vazgeçmemekle birlikte bütün gücüyle dilin özleşmesi davasına sarılır. Yabancı dillerden gelen her kelime için Türkçe karşılık arar; dilden kelime atmada başvurduğu ölçüt, bir kelimenin dil yapısı içinde özümlenip Türçeleşmesi değil, yabancı kökten gelme­sidir. Pek çok kelime türetti, bunlardan bazıları zamanla yerleşmiş, ama büyük bir bölümü hiç tutul­mamıştır. Yunanca ya da Latince köklerin bilinmesi konusundaki ısrarı, 1940’lardan sonra kökleri bilinen, yani bütünüyle öz Türkçe kelimelerden kurulu bir dil oluşturma çabasına dönüşür. Ataç’ın klasik dillerden Batı dillerine geçmiş kelimelerin kök anlamlarından uzaklaştığı gerçeğini bir yana ittiği ve dilin kavramsal yönünü göremediği söylenebilir; Türkçe’den bugün de anlamamış birçok kelimeyi dilden atmak istemesi, bununla açıklanabilir. Özleşme yolunda harcadığı çabaların bugün için de değerli olan yanı, kelime düzeyinde bir özleşmeyle yetinmemesi, dilin kullanı­mına sözdizimi açısından da bakmasıdır. Türkçe’nin sözdizimini ciddi bir biçimde araştırmıştır. Bu alan­daki en önemli katkısı devrik cümledir; konuşma dilinde bulunan devrik cümlenin işlevini göstermiş, yazı diline kazandırmıştır. Sözdizimi çerçevesindeki çalışmaları ve uyarılarında, yararlanılacak pek çok şey vardır. Dili kullanmaktaki titizliğini yazarlarımıza aşılayabilmesi de, Türkçe’nin en büyük kazançların­dan biri olmuştur.

Ataç’ın düşünsel arayışı, yeni bir edebiyat, yeni bir kültür, yeni bir dil biçiminde özetlenebilir. Kavgasını verdiği düşüncelerin artık aşıldığı söylene­bilir, ancak, katkıları o dönemin tarihi ve kültürel koşulları göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Değerini bugün de yitirmeyen yanı, denemeciliğidir. Batı edebiyatını özümlemiş bir kafanın, ince bir edebiyat beğenisinin ürünü olan, kusursuz bir Türk­çe’yle yazılmış denemeleri her zaman ilgiyle, zevkle okunacak güzelliktedir. Denemeci Nurullah Ataç yeni Türk edebiyatının başlıca klasiklerinden biridir bugün.

YAPITLAR:

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 9. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983

İlgili Makaleler