Lugaz Nedir, Sanatı -Türk Edebiyatı- Özellikleri, Hakkında Bilgi
Arap edebiyatında ortaya çıkıp Arap ve Türk edebiyatlarında rağbet gören lugaz Fars edebiyatında genellikle yerini muammaya bırakmış ve muamma lugazdan daha çok gelişme göstermiştir. Farsça’da bu tür manzumeler için lugaz yanında çîstân ve uğ-lûta kelimeleri de kullanılır. Fars kültürünün etkisiyle Orta Asya Türkleri’nin bu tabiri kullandığı, Şiban Han’ın divanındaki “çîstân-ı iğne, çîstân-ı ok” gibi başlıklardan anlaşılmaktadır. Klasik İslâm belagatında ilm-i beyâna dahil hünerler arasında yer alan ve bu sebeple her üç edebiyatta benzer özellikler gösteren lugaz Taşköprizâde’nin Mevzûâfîn-ulûm’unüa, “Söz söyleyenin, maksadını gizleyerek bir eşyanın veya anlatmak istediği şeyin alâmet ve sıfatlarını zikredip ne olduğunu sormasıdır” şeklinde özetlenebilecek biçimde tarif edilmiştir. Burada maksadın doğru olarak tesbiti ve bilinmesi okuyucunun anlayışına, bilgisine ve kültürüne, metinde verilen ip uçlarına bırakılmıştır. Birbirine yakın özellikler gösteren muamma ile lugaz arasındaki en belirgin fark muammanın sadece es-mâ-i hüsnâ, esmâ-i nebî ve diğer özel isimlere dayanması, lugazın ise bunun dışındaki her türlü varlığın özelliklerinin anlatılarak isimlerinin bilinmesi ve genellikle soru cümlesiyle başlamasıdır.
Lugazlara “Nedir ol, nedir ol kim, ol ne isim, ne acep isim” gibi soru cümlecikleriyle başlanır. Farsça lugazlar “çîst, çîst ân ki, çîstân” gibi sorularla başlar. Arapça lugazlarda böyle bir şart görünmez, ancak bunlar da “mâ” gibi bir soru edatıyla ve “mâ hüve, mâ hüve’l-ism, habbirûnî eyye şey’in” gibi soru cümleleriyle tertip edilmektedir. Türk ve Fars edebiyatları ndaki örneklerde ilk mısraa yerleştirilen bu gibi ibarelerin ardından şiirlerin uzun olanlarında genellikle şairin mahlası da bulunur. Türkçe lugazlar bazı halk bilmecelerindeki tekerlemeleri andıran, “Bunu arif olan bilir; erbâb-ı kemâl anlar; her ne kim dilerse olur, ona feyiz kapısı açılır; isteyen bunu bulur, endişeden kurtulur; hünerin var ise fende feth kıl bu lugazım sen de” gibi cümlelerle sona erer. Neylî’nin, cevabı da lugaz olan bir mesnevisi bu türü tanıtma bakımından dikkat çekici bir örnektir: “Ol nedir kim bir hisâr-ı ma’nevî Ekser ebyâtı içinde mesnevî Fethine erbâb-ı tab’ eder gulu Ortaya alırlar onu sûbesû Hâsılı bir sırr-ı mübhemdir garaz Oldu gâhî cevher ü gâhî araz Söylesem de ben onu sana nedir Yine sorarsın onu bana nedir Oldu rehber kendisine bu lugaz Görünen köye kılavuz istemez.” Lugazlar metnindeki bilgiler, ipuçları, işaret ve imâlar değerlendirilerek sezgi veya istihraç suretiyle çözülebildiğinden çok defa muammaya göre daha uzun ve ayrıntılı manzumeler halinde düzenlenir. Bilinmesi istenen şeyin sıfat ve alâmetlerini ustalıklı bir biçimde ancak müphem bir tarzda söylemek gerekir. Meselâ, “Ol nedir ki yok-durur cisminde can / Karnı içi dopdolu yılan çiyan Dili yoktur yetmiş iki dil bilir Başını kesiceğez söyler ayan” kıtası kamış kalem için söylenmiş bir lugazdır.