Tarih

İmam Ahmed bin Hanbel, Hayatı, Mücadelesi, Eserleri (Mezhep İmamları)

filozof/musnedhadis” 229″ 198″ İmam Ahmed İbn Hanbel

Ahmed Bin Hanbel, hicri 164 yılının Rebiulevvel ayında Bağdat’ta dünyaya gelmiştir. İmam Ahmed ibnu Hanbel’in tam adı, Ebu Abdillah Ahmed ibnu Muhammed ibni Hanbel ibni Hilal eş-Şeybani’dir. Bağdat, ayrıca onun yaşadığı, yetiştiği ve isim yaptığı yer olmuştur. Ahmed Bin Hanbel, hem anne hemde baba tarafından Arap soyludur. çünkü anne ve babası Şeyban kabilesindendirler. Bu kabile, Adnanilerin bir boyu olan Rabia kabilesinden gelme olup, Nizar kabilesi seviyesinde peygamber soyuna karışır.

Hambel, İmam Ahmed’in babasının değil, dedesinin adıdır. Babası, Muhammed Bin Hanbel Bin Hilal’dır. Babası İslam ordusunda kumandan veya kumandanlık rütbesine yakın bir asker idi.
İmam Ahmed’in babası henüz bir yaşını doldurmadan vefat etmişti, tarihçilerin anlattığına göre, babası daha otuzunda bir gençken ölmüştü.
Bu yüzden Ahmed’in terbiye ve yetişmesini annesi Safiyye bintu Meymune üstlenmiş, amcasıda buna nezaret etmiştir. Bu amaçla annesi onu daha çocuk yaşta ilim tahsiline göndermiştir.
İmam Ahmed ve ailesinin yaşadığı Bağdat şehri bir İslam ilimleri merkezi olması yanı sıra burada kıraat alimleri, muhaddisler, mutasavvıflar, dil alimleri ve filozoflar bulunuyordu, ayrıca Bağdat İslam aleminin başkentiydi.
İmam Ahmed, İslam ilimlerinden önce kur’an’ı ezberlemiş, daha sonra arapça, hadis, sahabe ve tabiin haberleri, Hz. peygamberin hayatı (siret) gibi ilimleri öğrenmişti.
Çocukluk ve gençlik çağından beri İmam Ahmed’de asalet ve takva belirtileri ortaya çıkmıştır. O, hem takva sahibi bir alim, hemde takva sahibi bir genç olmayı başarmıştır.

İmam Ahmed’in ders aldığı alimlerden bazıları şunlardır: İmamı Azam Ebu Hanife’nin talebelerinden olan İmam Ebu Yusuf, Huşeym ibnu Beşir, Sufyan ibnu Uyeyne, Yahya ibnu Said el-Kattan, Abdurrahman ibnu Mehdi, İmam Şafii, Abdürrezzak ibnu Hemmam.

İmam Ahmed, sünnete bağlılığıyla ün kazanmış, her konuda Resulullah (s.a.s.)’ı kendine örnek edinmiş biriydi. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bütün fiillerini, sözlerini, hareketlerini öğrenmeye özel özen gösteriyordu. Bunun için de ondan rivayet edilen hadisleri öğrenmeye ihtiyacı vardı. Dolayısıyla ondan nakledilen hadislerin kaynaklarına ulaşabilmek, rivayetleri en sağlam kaynaklardan alarak yazabilmek için çeşitli seyahatler gerçekleştirdi. Basra, Kufe, Mekke, Medine, Dımeşk (Şam), Halep, Cezire ve Yemen bu amaçla gerçekleştirdiği seyahatlerde ziyaret ettiği ilim merkezlerinin başında gelir. Yemen yolculuğunu, parasının olmaması sebebiyle kervancıların develerine bakmak suretiyle gerçekleştirdi. Bu yolculuğa çıkmasının amacı ise ünlü muhaddislerden Abdürrezzak ibnu Hemmam’ın naklettiği hadisleri bizzat kendisinden dinlemekti. Onun böyle bir amaç için bu derece yorucu ve uzun bir yolculuğa çıkması hadise ve hadis kaynaklarına ulaşmaya verdiği önemi göstermektedir.

Ahmed ibnu Hanbel’in yetiştirdiği talebelerin başında kendi oğlu Abdullah gelir. Abdullah aynı zamanda aşağıda ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız Müsned’in ravisidir. Bir diğer oğlu Salih de İmam İbnu Hanbel’in yetiştirdiği talebelerinin başında gelir. Bu iki oğlunun yanı sıra birçok öğrenci yetiştirmiştir. Ondan ilim öğrenen veya hadis nakleden ilim erbabının başta gelenleri ise şunlardır: Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, Yahya ibnu Muin, Ali ibnu Medini, Ebu Zur’a er-Razi, Ebu Hatim er-Razi.

Onun verdiği hadis derslerine bazen çok kalabalık kitleler toplanırdı. Bunlardan bazıları hadis almaya gelirken büyük bir çoğunluğu, onun ilim öğretmedeki, oturup kalkmadaki tavırlarını, edep ve ahlakını öğrenip örnek edinmek için derslerine geliyorlardı.

Abbasi Zulmü

Abbasi döneminde Mutezile mezhebinin etkisinde kalan bazı halifeler, bu mezhebin görüşlerini benimsemeyen ilim adamlarına zulmetmişlerdir. Bu zulme uğrayanlardan biri de Ahmed ibnu Hanbel’dir. Abbasi halifesi Me’mun, bütün alimleri Kur’an’ın yaratılmış (mahluk) olduğu görüşünü kabullenmeye zorladı. Bir takım ilim adamları zulümden kurtulmak için bu görüşü kabullendiklerini söyledilerse de Ahmed ibnu Hanbel bu görüşü benimsemediğini açıkça ifade etti. Bu yüzden hapse atıldı. Bu zulüm, Me’mun’dan sonraki halife Mu’tasım zamanında da devam etti. Bu yüzden İbnu Hanbel toplam iki yıl dört ay hapiste kaldı. Bu hapis süresi içinde ağır işkencelere maruz kaldı. Ama bütün bu işkencelere rağmen yine de inancına ters bir söz sarf etmeyi kabul etmedi. Mu’tasım’ın son dönemlerinde hapisten çıkarıldıysa da zulüm yine sona ermedi. Mu’tasım’dan sonra iş başına gelen halife Vasık döneminde de bir süre evinde göz hapsinde tutuldu. “Halku’l-Kur’an (Kur’an’ın Yaratılmışlığı)” dayatması Vasık’tan sonraki halife Mütevekkil döneminde sona erdi.

İmam Ahmed, birinci derecede bir hadis alimidir. Çünkü hayatında ağırlıklı olarak hadis ilmiyle uğraşmış, Resulullah (s.a.s.)’tan nakledilen rivayetleri derlemiş, ilmi sohbetlerinde hadis nakletmiş ve bu sahada el-Müsned gibi önemli bir kaynak eser ortaya koymuştur. Bu yüzden İbnu Kuteybe, İbnu Cerir et-Taberi, Tahavi, İbnu Abdilberr ve Gazali gibi bazı ilim adamları onun sadece hadis alimi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak o aynı zamanda bir fıkıh alimidir. İtikadi ve fıkhi meselelerle ilgili fetvalarıyla bir içtihad mezhebi ortaya çıkmıştır. Onun hadis ilmine verdiği ağırlık fetvalarında da kendini gösterir. Fetvalarında nasslara ağırlık verir, kıyas metoduna çok az başvururdu. Herhangi bir meseleye açıklık getirmek istediğinde, o konuda Kitap ve sünnetten açık bir hüküm bulamayınca sahabe ve tabiinin konuyla ilgili görüşlerini nakleder, kıyas ve içtihada başvurmayı en son çare olarak görür, bazen de “bilmiyorum” diyerek susmayı tercih ederdi. Farazi konularla uğraşmaktan, olmamış hayali meseleler üzerinde fikir yürütmekten kaçınırdı. Bilindiği üzere sonraki dönemlerde bu şekilde farazi meseleler üzerinde durulması ilmin iyice çatallanmasına, kitapların bu tarz farazi konularla ilgili hükümlerle doldurulmasına yol açmış, bu da ilmin temel noktalarının anlaşılmasını zorlaştırmıştır.

Eserleri

İmam Ahmed’in bizzat kendisinin yazdığı veya yazdırdığı tek eser aşağıda üzerinde duracağımız el-Müsned’dir. Bunun dışında ona nispet edilen eserlerin hiçbirini bizzat kendisi yazmamış ve yazdırmamıştır. Hatta kendi söz ve fetvalarının bile yazılmasına izin vermezdi. Ancak vefatından sonra ondan nakledilen bazı bilgiler ve rivayetler kitap haline getirilmiştir. Bu nitelikteki eserlerin de başlıcaları şunlardır:

1) Kitabu’s-Sunne veya İ’tikadu Ehli’s-Sunne: Bu eser İbnu Hanbel’in itikadi konularla ilgili tespit ve görüşlerini içermektedir ve oğlu Abdullah tarafından derlenmiştir.

2) Kitabu’z-Zuhd: Adından da anlaşılacağı üzere zühdle ilgili konuları, geçmiş peygamberlerin, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in, raşid halifelerin ve sahabilerin zühdlerini, onların zühd konusundaki sözlerini içermektedir. Bu eser de oğlu Abdullah tarafından derlenmiştir.

3) Kitabu’l-Vera: Bu eser de İbnu Hanbel’in öğrencisi Ebu Bekir el-Merruzi tarafından derlenmiştir. Merruzi, bu eserde İbnu Hanbel’e sorduğu bazı sorulara onun verdiği cevapları ve takvayla ilgili yüz mesele hakkındaki görüşlerini bir araya getirmiştir.

4) Kitabu’l-İlel ve Ma’rifeti’r-Rical: İlel yani zayıf hadislerin tanınmasını sağlayan işaretler hadis ilminin önemli bir alanıdır. Rical’in yani ravilerin tanınması da bu alanla ilgilidir. Bu eser de bu konuda yazılmış önemli bir eserdir. Eserde, Ebu Bekir el-Merruzi, İmam İbnu Hanbel’in ilel ve ravilerle ilgili görüş ve tespitlerini bir araya getirmeye çalışmıştır.

5) Kitabu Fedaili’s-Sahabe: Bu eseri de İmam Ahmed’in oğlu Abdullah derlemiştir. Abdullah bu eserde, sahabenin faziletleriyle ilgili olarak babasından duyduğu hadisleri nakletmiştir.

6) er-Red ale’z-Zenadıka ve’l-Cehmiyye: Dinsizlerin (zındıkların) ve cehmiyye denilen maddeci anlayış mensuplarının görüşlerine reddiye olarak yazılmış ilk müstakil eser niteliği taşımaktadır.

İmam Ahmed ibnu Hanbel’den alınan fetvalar, tespitler ve rivayetlerden derlenen bunların dışında da birçok eser bulunmaktadır.

Vefatı

İmam Ahmed ibnu Hanbel, H. 12 Rebi’u’l-evvel 241 tarihinde Cuma günü,77 yaşındayken, Bağdat’ta vefat etti. Cenaze merasimine yüz binlerce insan iştirak etmiştir. Bağdat’ta Dicle kıyısında bir yere defnedildi. Ancak yedinci yüzyılda Dicle ırmağının taşması sebebiyle kabri sulara karışarak kaybolmuştur.

el-Müsned

Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz üzere müsnedler hadis rivayet eden sahabilerin ya da hadislerin ilk ravisi durumundaki şahısların isimlerine göre (ale’r-rical) düzenlenmiş hadis kaynaklarıdır. Bu nitelikteki hadis kaynaklarının ilki Ebu Davud etTayalisi’nin Müsned’idir. Tayalisi’den sonra da müsned tarzında birçok hadis eseri yazılmıştır. Bunların başında da İmam Ahmed ibnu Hanbel’in yazdığı el-Musned gelmektedir.

İbnu Hanbel’in Müsned’i onun yedi yüz bin hadis arasından seçtiği otuz bin hadisten oluşuyordu. Buna Müsned’in de ravisi olan oğlu Abdullah ile talebesi Ebu Bekir el-Kati’i’nin on bin hadis daha ilave etmeleriyle bu eserdeki hadis sayısı kırk bine çıkmıştır. Ancak bunların içinden mükerrerler çıkarıldığında geriye otuz bin hadis kalmaktadır.

Musned’in başta gelen ravisi kendi oğlu Abdullah’tır. Onun yanı sıra diğer oğlu Salih ve kardeşinin oğlu Hanbel de bu eserin ravileri arasında yer alırlar.

Müsned’in yazılış gayesi sadece sahih hadisleri ortaya çıkarmak değil, dediğimiz gibi ravilerinin isimlerine göre bir hadis tasnifatı yapmak ve onların her birinin naklettiği hadisleri kayda geçirmek suretiyle bir başvuru kaynağı oluşturmaktı. Dolayısıyla bu eser sahih hadislerin yanı sıra hasen ve zayıf rivayetleri de içermektedir. İbnu’l-Cevzi yaptığı araştırma neticesinde Müsned’de sadece 18 mevzu hadis bulduğunu bildirmiştir. Fakat İbnu Hacer el-Askalani, el-Kavlu’l-Musedded fi’z-Zebb an Musnedi Ahmed adlı eserinde bu iddianın doğru olmadığını söylemiştir. İbnu Hanbel, mevzu hadis rivayet eden ravilere yanaşmadığından eserine mevzu rivayet almamaya özen göstermiştir. Ancak, Abbasi döneminde çektiği zulümler ve sıkıntılar dolayısıyla eserine bazı hasen ve zayıf rivayetlerin girmesini de önleyememiştir.

Müsned’de naklettiği hadislerin alındığı ravilere bakıldığında İbnu Hanbel’in 280 hadis şeyhiyle görüştüğü anlaşılır. Nasıruddin el-Albani’nin hazırladığı fihriste göre bu eserde 904 sahabiden hadis nakledilmiştir. Müsned’de bunların yanı sıra hadislerin ilk yazılı kaynakları durumundaki “hadis sahifeleri”nde yer almış hadislere de yer verilir.

İbnu Hanbel’in Müsned’i için yazılmış tek şerh Müslüman Kardeşler cemaatinin kurucusu olan İmam Hasan el-Benna’nın babası Şeyh Ahmed Abdurrahman el-Benna’nın yazdığı “Buluğu’l-Emani min Esrari’l-Fethi’r-Rabbani” adlı eserdir. Şeyh Ahmed Abdurrahman el-Benna aynı zamanda Müsned’i konularına göre tasnif ederek, “el-Fethu’r-Rabbani li Tertibi Müsnedi İmam Ahmed ibni Hanbel eş-Şeybani” adlı bir eser de yazmıştır. Müsned’in konularına göre tasnif edilmesi suretiyle oluşturulan bir başka eser de İbnu Zenkan Ali ibnu Hüseyin’in hicri yedinci yüzyılda telif etmiş olduğu “et-Teratibu’d-Derari fi Tertibi Musnedi’l-İmam Ahmed ala Eb-vabi’l-Buhari” adlı eserdir.

Günümüzde, hadis kaynakları verilirken Müsned denilince Ahmed ibnu Hanbel’in Müsned’i kastedilir. Bunun da özellikle bilinmesinde yarar var. Bu da müsnedler arasında en çok İbnu Hanbel’in eserinin tanınmış ve yaygınlık kazanmış olmasından ileri gelmektedir.


Ahmed İbn Hanbel

Ahmed b. Muhammed Hanbel, İbn Hanbel namı ile tanınmış meşhur İslâm fakihidir. Anne ve babası Arapların Şayba ailesine mensupturlar, İbn Hanbel, Rebiülevvel 164 (Aralık 780) te Bağdat’da doğmuş, aynı yerde 855 yılı 31 Temmuz Cuma günü ölmüştür.

İslam aleminin başkenti olması yanısıra İslam ilimleri merkezi de olan Bağdat’ta yaşayan İbn Hanbel, burada İslam ilimlerinden önce kur’an’ı ezberlemiş, daha sonra arapça, hadis, sahabe ve tabiin haberleri, Hz. peygamberin hayatı (siret) gibi ilimleri öğrenmişti.

Gerek Bağdat’daki tahsili esnasında (183 senesine kadar = 799 ) gerek tahsil amacı ile Irak, Suriye ve Hicaz ‘dan Yemen ‘e kadar yaptığı seyahatlerde bütün mesaisini hadis tetkikine ayırmıştı. Memleketine dönüşünde İmam Şâfi’i’den fıkıh ve usûl dersleri aldı (195—197 = 810— 813). Dinî anlayışı, itikatta olsun, amelde olsun, İslâmın ilk devrindeki (sadr-ı İslâm) an’aneler ile, kat’î olarak, ortaya çıkmıştı. Bu dinî anlayışları ortaya koymak için bir vesile de buldu. Halife al-Me’mun, el-Mu’tasim ve el-Vâsik devirlerinde akaidin, mu’tezîle mezhebine göre, tayini ve bunun devletçe bir nevi resmî ilm-i hâl mertebesine çıkarılması üzerine, Kur’an’ın mahlûk olduğu akidesini kayıtsız şartsız reddeden >ÇİFT TIKLAYINIZ kelâm ulemasına işkence uygulanırdı, İmam Hanbel’de, diğerleri gibi, bir itikat sorgusuna çekildi; prangaya vurularak, Tarsus’a, el-Me’mun nezdine gönderilirken, yolda halifenin ölüm haberini aldı. Bu halifenin halefi devrinde de bedenî ceza ve hapislere sabırla tahammül etti ve itikadından en küçük bir fedakarlıkta bulunmadı. Ancak el-Mutavakkil’in zamanında, devletçe sünnîliğe dönüldükten sonra, Hanbel’in çektiği zorluklar sona erdi. Bir çok defa halîfe tarafından taltif ve saraya davet edildi; hattâ, kendi haberi olmadan, ailesine maaş bağlandı. İlim ve takvası Peygamberin sünnetine olan sarsılmaz bağlılığı, etrafına büyük bir talebe ve mürid kalabalığı topladı. Bagdat’ta 12 rebiülevvel 241 (31 Temmuz Cuma 855) de öldü. Cenaze töreni altmış bini kadın olmak üzere sekiz yüz bine yakın insanın katılmasıyla, biyografi yazarlarının efsanevî tasvirlerine konu oldu. Bagdat’in Harbiya semtinde, Makâbir al-suhada’da, bulunan ve hakkında bir çok harikulade vak’alar rivayet edilen mezarı, uzun bir müddet, evliya türbesi gibi, ziyaret edilmiştir. VII. (XIII.) asrın sonlarına doğru, Dicle’nin bir taşması ile yıkıldıktan sonra, halkın bu hürmeti, Samankapi yakınındaki Kurayş mezarlığında bulunan ve 695 (1295/1296 ) te Timur tarafından tamir edilen, imamın oğlu ‘Abdullah’in mezarına intikal etti. O zamandan beri bu iki mezar bir sayılmakta ve babaya gösterilen hürmet oğula da gösterilmektedir

İbn Hanbal ‘in eserleri arasında, oğlu ‘Abd Allah tarafından takrirlerinden toplanıp, ilâveler ile genişletilen ve 28.000—29.000 hadis ihtiva eden büyük bir hadis külliyatı, Müsned çok şöhret kazandı. Oğlu onun Kitâb al-Zühd adlı eserine de zeyiller eklemiştir. Müsned pek çok yeni eserin yazılmasına kaynaklık etmiş ve bir ibadet gibi okunan bir kitap olmuştur. XII. (XVIII.) asra ait bir vesikaya nazaran, bu eser Medine’de, Peygamberin mezarında, cemaatle 56 celsede hatm edilmiştir. Müsned’din dışında İbn Hanbel’in, namaz erkânı ve âdabına dair, Kitab el-Salât va mü yalzam fîhâ” adlı eseri de yaygınlık kazanmıştır. İbn Hanbel’in hapiste iken yazmış olduğu, cedel mahiyetinde, bir risale, hanbelî ulemasının eserlerinde sık sık zikredilmektedir: el-Redd alâ’l-Zenâdıka ve’l-Cehmiye fî mâ şekkât fîhi min müteşâbih el-Kur’an; bu eserde, mu’tezilenin tatbik ettiği tavil yolu ile izah tarzını çürütmektedir. Keza Kitâb Taat al-Rasül adlı eseri de zikrolunur; bu eserde hadis ile Kur’an arasında tenakuz   ffcriilen hâllerde takip edilecek hatt-ı hareket bahis mevzuu olmaktadır. Dinî itikat ve kanaatlerini Kitab al-Sunne adlı bir eserinde topluca beyan etmiştir, İbn  Hanbel  fıkhın ayrıntısından  ziyade, hadis usûlü ile   meşgul   olduğundan,  bazı  fıkıh uleması, meselâ Taberi, kendisini tam bir fıkıh otoritesi olarak kabul etmemektedir; İşte İbn Hanbal yandaşlarının Taberi’ye  karşı besledikleri husumet, bundan neş’et eder. Gerçekten İbn Hanbel kendine mahsus  bir fıkıh sistemi tesis ve tedvin etmiş değildir, fakat bilhassa talebesinin fıkhı meselelere dair suallerine verdiği cevaplar, bu konudaki mütalâasını izah etmiştir. Meselâ şunlar zikrolunur: Masa’il Salih  (oğlu Salih tarafından kendisine sorulan sualler ile bu meseleler hakkındaki mütalâaları ) ve talebesi   Harb’in   suallerine verdiği cevaplar (İbn  Kayyım  at-Cevzîya, al-Turuk al-hikmiya fi ‘l-siyâsat al-şar’iya, Kahire, 1317, s. . 251, 293 v.dd.)- İbn Hanbal ‘in bu müellif tarafından görülüp istifade edilen Fatâvi’si, takriben yirmi kitap tutar; henüz hayatta iken, bir kaç talebesi, onun fıkıh derslerini derlemiştir; bunlardan biri, Abu Ya’küb İshale al-Kavsac, tereddüt ettiği noktalar da bizzat İbn Hanbel’e müracaat etmiştir; diğeri ise, bir müddet  sonra bu işe başlayan ve 311 (923/924) de   Bagdat’da ölen Abu Bekr al-Hal-lâl’dir. İbn Kayyim al-Cavziya (ölm.   751 — 1350)  A’lâm al-Muvakka’in adındaki  eserinde  Abu Bekr al-Hal-lâl’in eserinden bahsederse de, müellif her hâl­de kitabın  aslını  görmemiş  olsa gerektir. İbn Hanbal ‘in   tedrisatı   ile   inkişaf   eden   meslek, ehl-i sünnet icma ‘ı  ile, dört   hak   mezhepten biri olarak, tanınmıştır: bu­na hanbelî mezhebi denir.

İbn Hanbel, fıkhî hükümlerde azimet yolunu seçmiştir. İctihadlarını Kur’an-ı Kerim’e, sahih ve merfû hadîslere, Ashab-ı Kiram’ın sözleri­ne dayandırmıştır. Ashab-ı Kiram’ın sözlerini rey ve kıyasa tercih ederdi. Ancak bu esasa aykırı olmaması halinde rey ve kıyas yoluyla da hükümler çıkardığı olurdu. Maslahat-i Mürsele’yi de bir delil olarak kabul etmiştir.

İbn Hanbel, merfû hadîslere aykırı olan bir şeye iltifat etmezdi. Saha­benin fetvalarıyla amel eder ve bunlar arasında ihtilaflı olan meselelerde Kitab ve Sünnet’e en yakın gördüklerine sarılırdı. Bir konuda diğer türden hadîsler bulunmadığında mürsel denilen hadîs ile hasen kabilinden saydığı zayıf hadîslerle de amelde bulunurdu. Rivayetinde töhmet bulunan zayıf ha­dîsleri ise terk ederdi.

İbn Hanbel, velilerin keramet göstermesinin mümkün olduğunu ancak, harikulade olay gösteren her kişinin veli olduğuna hükmedilemeyeceğini söyler. Ona göre kimin veli olduğunu bilmek mümkün değildir. Çok sayıda Ashab-ı Kiramdan kerametin meydana gelmeyişini, imanlarını kuvvetlendirmek için vasıtaya (keramete) muhtaç olmadıklarının delili olduğuna hükmeder.

Hiç bir mezhepte, hanbelî mezhebinde ol­duğu  kadar, bid’at yasağı aşırılığa vardırılmamıştır. İşte bu mezhep bağlıları arasında bütün mezhebî ve toplumsal ilişkilerde hâkim olan sıkılık ve genellikle diğer sünnîlerde olduğundan daha mutaassıp bir hoşgörüsüzlük, bundan ileri gelmiştir. İtikatta hanbelî mezhebi, eski el-Eş’ar’i kelâmına istinat eder. Bizzat al-Aş’ari bile, müslüman zihniyeti üzerinde müessir olabilmek için, mez­hebini düzenlerken, İbn Hanbel’e yaklaşmak maksadı ile, bir çok fedakârlıkta bulunmağa mecbur olmuş; hatta İbn Hanbel’in bakış açısına tamamen uygun bulunduğunu ve onunla ihtilâfa sebebiyet verecek her şeyden kaçın­dığını açıkça bildirmiştir.

Bugün İslâm  mezhepleri arasında bağlıları pek az olan hanbelîlik, VIII. (XIV.) asra kadar, İs­lâm coğrafyasında çok daha geniş bir saha­ya yayılmıştı. Mukaddasi bunlann İran ‘da, İsfahan, Rey, Şahrazur ve daha bir çok mahallerde, bulunduğunu kaydeder ki, oralarda bu mezhep dinî veçhelerde türlü türlü aykırılıklar göster­miştir. Her şeyden evvel bunların hepsi halife Mu’aviya’nin hatırasına hususî bir hürmet gös­terirlerdi. Emevî  hatıralarına  bu bağlılıkları, Mu’aviye’nin takvası dolayısiyle değil, fakat sünnîlerce tanınmış bir halife olması sebebindendir. Hanbelîler arasında Yezid hak­kında beslenen müsbet kanaat de, aynı açıdan yorumlanmalıdır   edilmelidir.  ‘Abd al-Vâhid al-Şîrâzi   {Kitâb  al-ıns al-calil, a. 263 ) tarafından, V. (XII.) asır­da Suriye ve Filistin ‘e sokulan  hanbelî mezhebi, IX.  (XVI.) asra kadar mevcudiyetini mu­hafaza   etmiştir. Bizzat hanbelî olan Mucir al-Din (ölm. 927 = 1521), yukarıda zikredilen   Kitab al-lns  al-calil   (s.  592 v.d.) adlı eserinde, VI. asırdan   IX. (XIII. — XVI.) asra kadar hanbelîlerin Filistin ‘deki en mühim ricalini kaydeder. Keza bu devrede Suriye ‘de l’akî al-Din b. Taymiya nin zuhuru (661—728 = 1263—1328), büyük bir hâdise   teşkil etmiş­tir. Bu zat, uzun müddet din meselelerinde ha­lcim bir rol oynamış olan ulemaya karşı, hanbelî mezhebi lehinde, yeniden mücadeleye  girişmiştir ( reddiyesinin esasları şu idi: Kur’an ve ha­disin aklî izahı — tavil — red ve cerh, her türlü bid’ati ve   bu  meyanda,   mezarları  ziyaret ve evliyadan istimdad v.a. ‘yi red; . Fakat bu hareketi ile sünnî  icma’i ümmet ahkâmına tecavüz etti. Duçar olduğu akibet üzerine, hanbelî mezhebi itibardan düştü. İslâm âleminde, Türkler hâkim vaziyete geçinceye kadar, her şehirde, hanbelî mezhebi de dâhil olmak üzere, dört mezhebin resmî kadıları vardı. Osmanlı hâkimiyeti ise, hanbelî mezhebine müthiş bir darbe olmuştur; bu zamandan itibaren hanbelîliğin sahası git­tikçe daraldı ve ancak, bazı münferit mahaller­de, Sünnîliğin bir unsuru olarak, mevcudiyetini idame edebildi. XVIII. asırda yeni ve daha sıkı bir hareket, Vahhâbîlik adı altında, çıktı ki, bunda İbn Teymiye’nin fikirlerinin etkileri büyüktür.

Taki al-Din b. Teymiye ve onun sadık talebesi Muhammed b. Kayyim  al-Cevziya (ölm. 751 = 1350/1351) ki, her ikisi de itikat bahislerindeki kabalıkları ve başka türlü düşünen ve inananlara karşı gösterdikleri müsamahasız kavgaları ile ünlüdür. Bu iki zatın bir çok cilt tutan eserleri sonradan Kahire’de  basılmıştır. Bunlar, hanbelî  mezhebinin ilmî bîr surette tetkiki için, faydalı eserlerdir. Daha XI. (XVII.) asırda  bazı    meşhur  hanbelî   âlimleri,  Buhüt (Mahallat  al-kubrâ ‘da bir kaza) ‘tan neş’et etmiştir:  ‘Abd    al-Rahmân    al-Buhüti  (ölm. 1051 = 1641/1652)  ve talebesi   Muhammed  al-Buhüti   (ölm.   1088 = 1677/1678),  her ikisi de Kahire ‘de  yaşamış  ve  tedrisat ile meşgul olmuştur. Cami’ el-Ezhar’de  ‘Abd al-Kâdir b. ‘Omar al-Dimîski’nin Nayl  al-maârih adındaki eseri  {münşi diye tanınan ve 1030 =■ 1621 de   ölen Mar’i  b. Yusuf ‘im   Dalil al-Tâ’ib— tab. Büfâk,   1288—adlı  eserinin şerhidir), hanbelî tedrisatının esası olarak telâkki edilir.

 

İlgili Makaleler