İgnaz Goldziher Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi
İgnaz Goldziher (1850-1921) Yahudi asıllı Macar şarkiyatçısı.
22 Haziran 1850’de Sigetvar’da doğdu. Dedeleri İspanya’dan Almanya’ya, oradan da Macaristan’a göç etmiş kuyumculukla uğraşan bir aileye mensuptur. Deri tüccarı Adolf Goldziher’in oğlu olan Ignaz (Ignace Isaac Jehuda) koyu yahudi bir dinî çevrede büyüdü. Dört yaşında iken İbrânîce okumayı öğrendi, beş yaşından itibaren de Tevrat dersleri almaya başladı. Sekiz yaşında başladığı Talmud, İbrânîce dil bilgisi ve yahudi din felsefesi dersleri Almanya’ya gönderildiği tarihe kadar (1868) devam etti. Kendi İfadesine göre ahlâkî ve ilmî araştırmalarının esasını bu dönemde oluşturmuş, her şeyi Kutsal Kitap noktainazarından görmeyi bu devirde öğrenmiş ve bu dönemde edindiği ideallere ömür boyu sadık kalmıştır. Daha on iki yaşında iken bir İbranî ibadetiyle ilgili ilk incelemesi yayımlanmıştır. On üç yaşında gerçekleşen yahudi cemaatine kabul merasiminde (Bar Mizva günü) dedelerinin imanına sadakat yemini eden Goldziher bu yeminini hiçbir zaman unutmadığını ifade etmiştir.
Budapeşte Üniversitesi”ne üç yıl dinleyici sıfatıyla devam eden Goldziher, on altı yaşında iken orada meşhur Orta Asya seyyahı ve Türkiyat Bölümü’nün kurucusu Arminius Vâmbery’nin ilk talebesi oldu. Onun yanında Türkçe, Farsça ve Arapça öğrendi. Arkasından Macar Eğitim Bakanlığı’nın verdiği bursla ve üniversitede kurulması düşünülen se-mitizm kürsüsüne hoca olmak amacıyla 1868-1870 ders yıllarını Berlin ve Leip-zig’de geçirdi. Bu iki şehirde daha sonraki ilmî hayatını yönlendirecek ilk adımlarını attı, Arap ve Sâmî filolojisi dersleri aldı. Aynı zamanda Lehranstalt für die Wissenschaft des Judenthums’ta Yahudiliğin İslâm’a tesiri konusunda doktora tezi yazmış olan reformist yahudi teologu Abraham Geiger ve Ortaçağ’da İslâmiyet-Yahudilik ilişkisi uzmanı Moritz Steinschneider ile tanışarak onların eserlerini inceledi. Yahudi felsefesinin ve yahudi ilahiyatına dair Arapça yazılmış eserlerin mahiyetini Steinschneider’in derslerinde kavradığını söyleyen Goldziher, doktora tezi konusunu Steinschneider’in tavsiyesi üzerine seçti ve çalışmasını Leipzig’e gitmeden bitirdi. 1869 yılında Maurus Ballagi, Goldzi-her’i Şark kültürünün yahudi kökenlerini konu edinen bir yazısıyla Macar Aka-demisi’ne takdim etti. Almanya’da ikameti esnasında dönemin meşhur genel dil bilimi uzmanı ve filozof Heymann Steinthal ile de karşılaşan Goldziher, daha önce eserlerini okuduğu Max Müller’in ilgilendiği efsane alanına ilgi duymaya başladı ve bu alanda da çalışmalarını derinleştirdi. Doğu dilleri uzmanı Heinrich Leberecht Fleischer’in de üyesi bulunduğu bir komisyon önünde Kitâb-ı Mukaddes’in XIII. yüzyılda Arapça yazılmış bir tefsiri üzerinde doktorasını verdi. Ardından iki yıl Lei-den ve Viyana’daki Arapça yazma eserler üzerinde çalıştı. 1872-1873 ders yılında Budapeşte Islahatçı Kalvenist Teoloji Fakültesi’nde İbrânîce okuttu.
Goldziher. Eylül 1873-Nisan 1874 tarihleri arasında Macaristan Eğitim Bakanlığı hesabına Yakındoğu gezisine çıktı. Bu gezi her ne kadar günlük dili ve Araplar’ın idare yapısını tanıma amacına yönelik bir inceleme gezisi gibi gösteriliyorsa da Goldziher’in bizzat bakan tarafından gönderilmesi, gittiği yerlerde resmî makamlar tarafından büyük bir ilgiyle karşılanması, onun sık sık “üstlendiği görev”den bahsetmesi ve nihayet dönüşünde bakana bir rapor takdim etmesi gibi hususlar, bu seyahatin siyasî bir misyonla yapılmış olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Goldziher İstanbul üzerinden Beyrut’a gitti, oradan da Şam’a geçti. Şam’da aralarında Tâhir el-Cezâirî’nin de bulunduğu bazı âlimlerle tanıştı. Daha sonra Kudüs’e ve Kahire’ye gitti. Kahire’de Ezher hocalarının derslerini takip etti ve Ezher talebesi cübbesini giyen İlk gayri müslim Avrupalı oldu. Cemâleddîn-i Efgânî ile de görüşen Goldziher, seyahati boyunca Macar İlimler Akademisi Kütüphanesi için Arapça yazma ve basılı kitaplar satın aldı. 1875’te Kahire Hidîviyye Kütüphanesi müdürlüğü görevine davet edildiyse de bunu kabul etmedi. Goldziher 1878’de Laura Mittler ile evlendi. İlk oğlu Max genç yaşında İntihar etti. ikinci oğlu Kari ünlü bir matematikçi oldu. 1892’de Macar Akademisi üyeliğine seçilen Goldziher 1896’da ikinci defa Mısır’a gitti. 1897 ve 1899 yıllarında toplanan XI ve XII. Şarkiyatçılar Kongresi’ne sunduğu iki raporunda bir İslâm ansiklopedisinin telifi için hazırladığı projeyi tanıttı. Aslında böyle bir teklif daha önce VVİlliam Robertson Smith tarafından da yapılmış (1882), fakat yayıma ancak 1908’de başlanabilmişti.
1904 yılında Budapeşte Üniversitesi Sâmî Dilleri Kürsüsü’ne ordinaryüs profesör olarak tayin edilen Goldziher, aynı yıl Amerika’ya giderek son otuz senede İslâmolojideki gelişmeler konusunda bir konferans verdi. Bu arada otuz yıldan beri sürdürdüğü Budapeşte Yahudi Ce-maati’nin idarî ve eğitim sekreterliğinden ayrıldı. Goldziher günlüğünde, hakaretlere muhatap olarak sürdürdüğü bu görevi hayatının en bedbaht zamanı diye tavsif eder ve içinde bulunmaktan zaman zaman utanç duyduğu Budapeşte Yahudi Cemaati’n-de yaygın olan dolandırıcılık ve sahtekârlıktan şikâyette bulunur. Öyle görünüyor ki Goldziher. kendisine çeşitli üniversite ve kütüphanelerden gelen teklifleri geri çevirirken adı geçen cemaat İçinde yaşamayı bir çeşit imtihan ve çile olarak telakki etmiş, burada karşılaştığı güçlükleri günahlarının kefareti saymıştır. Ancak onun daha iyi bir hayatı reddederek bu şartlarda yaşamayı tercih etmesi günlüğünde belirttiği sebeplerle de yeterince açıklanamamaktadır.
Goldziher 1910’da Macar Krallığı saray müşaviri oldu. 1914-1915 ders yılında Hukuk ve Siyasî İlimler Fakültesi’nde İslâm kurumlan ve hukuku üzerine dersler verdi. Ancak bu dersler hemen hemen hiç ilgi toplamadı ve Goldziher dönem sonunda talebe yokluğu sebebiyle dersleri bıraktı. 1917-1918 ders yılında Felsefe Fakültesi dekanlığı görevini yürüttü. Son konferansını verdikten üç gün sonra 13 Kasım 1921 tarihinde Rotlauf’da öldü ve Budapeşte Yahudi Mezarlığfna gömüldü. Geride bıraktığı çok zengin kütüphanesi daha sonra Kudüs’teki İbranî timi Şahsiyeti. Goldziher kendisini samimi ve katı bir yahudi olarak niteler. Onun yahudiliği. kendi ifadesiyle “yahudi peygamberlerinin öğretilerinde ifadesini bulan” bir dindir. Bu din monoteist olup şirkin her türlüsünü reddeder. İçinde yaşadığı “münafıklık ve sahtekârlıkla dolu” yahudi cemaatini materyalist ve gizli ateist olarak görmekle birlikte bu cemaatin menfaatlerini her zaman savunmuş, eğitim alanında bir dizi yenilik getirilmesi için plan ve programlar hazırlayarak Yahudiliğe hizmet etmeye çalışmıştır. Kendi döneminin yahudilerine karşı takındığı menfi tavır misyonuna aşın bağlılığının bir sonucu olup onların gerçek Yahudilikten uzaklaşmasından duyduğu kaygının bir ifadesidir. 1899’da uzun yıllardan beri beklediği haham okulu hocalığına tayinini büyük bir sevinçle karşılar. Hem insanî ilişkilerinde hem bazı yazılarında antise-mitizme karşı tavır alarak milletlerarası şarkiyatçı cemaati arasında edindiği yeri ve bunun sonucunda kendisine verilen unvanları bir yahudinin başarısı olarak gururla zikreder.
1902 yılında o güne kadarki hayatında yaptıklarını şöyle özetler: “Yahudi, Türk, Arap, Mısır, antik Asurlular, Sünnîlik ve Şiîlik üzerine bıkıp usanmadan önceleri fantezi dolu ve oldukça hür bir şekilde, sonraları daha sağlam temellere dayalı olarak yazılar yazdım… Diyebilirim ki İslâm ve Arap edebiyatı alanındaki yazılanm yeni bakış açılan getirdi… Macarca yazılarımın bir kısmı ile. gücümün büyük bir bölümünü harcayarak Yahudilik alanına epeyce katkıda bulundum”.
Goldziher, Arap dili ve edebiyatına olan derin nüfuzunu filolojik şekilcilikte bırakmamış, filolojiyi aynı zamanda kültür tarihini aydınlatmanın bir vasıtası olarak da kullanabilmiştir. Julius Well-hausen ve Christiaan Snouck-Hurgron-je ile birlikte bağımsız bir araştırma alanı olarak Batı’daki İslâmî incelemelerin kurucusu olmuş ve Batı İslâmoloji çevrelerinde yeni İslâmiyatçılar’ın manevî babası sayılmıştır. Louis Massignon. Goldziher’İn şarkiyatçıların gözünde İslâmî araştırmaların tartışılmaz üstadı olduğunu ve kendilerinin üzerinde geniş çapta etkilerinin bulunduğunu söylemiş, Theodor NÖldeke onu VVellhausen ile birlikte deha olarak kabul etmiş, Arap ilahiyatı ve felsefesi alanında rakibinin bulunmadığını ileri sürmüştür. Zâkir Kâdirî (Ugan), M. Fuad Köprülü ve İsmail Hami Danişmend gibi bazı Türk ilim adamlan da onun İslâm araştırmaları alanında yüksek bir mevkiye sahip bulunduğunu ifade etmişlerdir. Muham-med Tayyib Okiç’e göre hadisin mahiyeti hakkında en etraflı malumatı veren bir müsteşrik olup mümkün olduğu kadar kendini tarafsız göstermeye çalışmıştır. Zeki Velidi Togan da Goldziher’İn İslâmî ilimler alanında müstesna bir yere sahip olduğu kanaatindedir. Togan, 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde kurulması önerilip de senatoca uygun görülmeyen İslâm İlimleri ve Medeniyeti Kürsüsü’nde verilecek derslerden İslâm akîde ve teolojisinde, tefsir ve hadisin Goldziher’İn eserleri esas tutularak öğretilmesini tavsiye etmiş, ayrıca İslâm Araştırmaları Enstİ-tüsü’nce tercümesi teklif edilen eserler arasında Goldziher’İn hadis ve tefsire dair eserlerinin de yer almasını istemiştir. Ancak bu değerlendirmeler, Goldziher’İn eserlerinin Bat’da sahip olduğu büyük tesiri yansıtan telakkiler olarak ihtiyatla karşılanmalıdır. Bu görüşlerin üzerinden birçok yıl geçmiş olmasına rağmen Goidzi-her’in temel eserlerinin -birisi dışında-Türkçe’ye çevrilmemiş olması, onun son derece geniş çerçevedeki fikirleri üzerinde şümullü bir değerlendirme yapmayı engellemektedir. 1956’da yayımlanan Buhâri’nin Kaynaklan adlı eserinde Fuat Sezgin’in başlattığı ilmî tenkitlerin tamamlanabilmesi için bu boşluğun doldurulması gerekmektedir.
Mısır’da Goldziher’İn iki kitabı ile bazı makalelerinin Arapça’ya çevrilmesi ve Batı’ya açık bazı aydınların eserlerinde Goldziher’e sıcak bakmaları, şer’î ilimlerde yetişmiş âlimlerin şiddetli tenkitlerine sebep olmuştur. Bunlardan Mustafa es-Sibâî’ye göre hadis dalında şarkiyatçıların en tehlikelisi, tesiri en geniş ve en çok ifsat edicisi Goldziher’dir. Sibâî, 1956 yılındaki bir Avrupa seyahati esnasında görüştüğü Manchester Üniversitesi Arapça profesörü James Robson’a Goldziher’İn ilmî yanlışlarından bahsetmiş, Robson da bu asnn müsteşriklerinin İslâmî kaynaklara Goldziher’den daha iyi vâkıf bulunduklarını, zira onun zamanında bilinmeyen bazı İslâmî eserlerin bugün yayımlanmış olduğunu söylemiştir. Mustafa es-Sibâî, Goldziher’e karşı olan bu infialinde haklı olmakla beraber es-Sünne ve mekânetühâ fi’t-ieş-ri’i’l-İslâmî adlı eserinde ona ayırdığı uzun tenkitlerinde bu haklılığını gölgeleyen durumlara düşmekten kurtulamamış, Goldziher’İn eserlerini Arapça’ya çevirenlerin yaptıkları fahiş hataların kurbanı olmuştur.
Mustafa el-A’zamî ise Muhammeda-nische Studien’in II. cildinin şarkiyatçıların hadis alanında yazdıkları ilk ve belki de son önemli araştırma olduğunu, bu kitabın şarkiyatçılar arasında Kitâb-ı Mukaddes gibi telakki edildiğini, talebesi Joseph Schachfın dışında onun ayarında bir hadis araştırmacısının bulunmadığını söyler.
Batı’da ve Doğu’da bu derece önem verilen Goldziher’İn, İslâm dünyasında ilmî seviyede araştırmaların henüz yapılmadığı bir devirde otorite kurmuş olması onun gerçekten bu değere lâyık olduğu anlamına gelmez. Zengin kaynaklara dayalı kitap ve makaleleri İslâm ilim muhitlerinde bütünüyle tenkitten geçirilmemiş olmakla beraber onlardan bazıları üzerinde yapılmış ilmî değerlendirmeler Goidziher’in pek çok yerde hissiyatına mağlûp olduğunu, haksız ve yanlış sonuçlara vardığını göstermektedir. Bununla birlikte onun ilmî tarafsızlığı zaman zaman elden bırakmadığı, İslâm’ın hoşgörü ve mistik ruhaniyetine duyduğu hayranlığı dile getirdiği, Kur’-ân-ı Kerîm’in ilâhî menşeini pek kabule yanaşmazken dünya edebiyatının bir şaheseri olduğunu itiraf etmekten de kendini alamadığı görülmektedir.
Goldziher’İn bazan kendisini otorite sayanları mahcup edecek durumlara düşmesi, onun İslâmiyet’e dair kanaatlerini ilmî belgeler ve tarihî gerçeklerle yeterince destekleyememesinden kaynaklanmaktadır. Bunun çarpıcı örneklerinden biri, hadis tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan İbn Şİhâb ez-Zührî’ye yönelttiği İthamdır. Hadislerin siyasî gayelere hizmet için kullanıldığına inanan Goldziher’e göre Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân (685-705), Mekke’de hüküm süren Abdullah b. Zübeyr’in oraya gidecek Suriyeliler’den biat alabileceğini düşünerek hacca gitmeyi yasaklamıştır. Mukabil bir tedbir olarak da hac-cı Kudüs’teki Kubbetü’s-sahre’ye çevirmenin çarelerini aramış ve Kabe etrafında yapılan tavafla Kudüs’ün mukaddes mekânında yapılacak tavafın şer’an aynı derecede makbul sayılabileceğine dair bir karar çıkarmıştır. Zührî de bir hadis uydurarak siyasî sebeplerin gerektirdiği bu reformu haklı çıkarma isini üzerine almıştır. Bu hadise göre haccın Mekke, Medine ve Kudüs’te olmak üzere makbul olduğu üç mescid vardır.
Böyle bir düşüncenin Abdülmelik b. Mervân’a nisbetinin gerçeklik derecesi bir yana, bu teşebbüste Zührî’nin herhangi bir rolünün bulunması tarih bakımından mümkün değildir. Şöyle ki: Zührî’nin babası Abdullah b. Zübeyr’in yakın adamlanndandı. İbnü’z-Zübeyr’in 73′-te (692) ortadan kaldırılmasından sonra Zührî ailesi malî sıkıntıya düşünce Zührî Şam’a gitmiş ve Abdülmelik’le görüşmüştür. Bu görüşmenin tarihini, Gold-ziher’in faydalandığı kaynaklar arasında yer alan Zehebî’nin Tezkiretü’1-huf-föz’i “80 civannda” diye vermekte (I, 109-110), Buhârî’nin et-Târîhu’ş-şağir’i ise bunun için İbnü’l-Eş’as’ın isyan ettiği zamanı göstermektedir (I, 217). Bu isyanın 81-84 (700-703) yıllan arasında vuku bulduğu bilinmektedir. Buna göre Zührî’nin Abdülmelik’le görüşmesi Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesinde sonra gerçekleşmiştir.