Tarih

Hülagü Han Kimdir, Hayatı, Savaşları

Hülâgû. Moğol hükümdarı (1217’de doğdu, 8 şubat 1265’te Meraga öldü). İran’da Moğol hanedanının (İlhanlı Devleti) kurucusudur. 
Kardeşi büyük han Möngke tarafından İsmâiliye fırkasını ve Bağdat’ta bulunan halifeyi yok etmek üzere bir orduya komutan yapıldı. 1253’e Moğolistan’dan çıktı. 1256’da Âzerbaycan’daki Ehli Sünnet dışı bir fırka olan İsmâiliye taraftarlarını kılıçtan geçirdi. İsmâiliye devletinin son reisleri olan Rükneddîn’i öldürdü. Yüzlerce kale ve sığınağı yıktı. 1258’de Bağdat üzerine yürüdü. Bu sırada Abbâsî Devletinin başında Halife Müsta’sım bin Müstensır bulunuyordu.

16-17 Ocak 1258 halîfenin ordusu bir meydan muha­rebesinde hezimete uğradığından, ertesi gün Hülâgû Bağdad’in sûrlarına kadar dayandı; orada da zikre değer bir mukavemetle karşı­laşmadı. Nihâyet Hülâgû Bağdad’a saldırdı. Neft ateşleri ve mancınık taşları ile hücûm eden 200.000 mevcutlu Tatar ordusu karşısında 20.000’e yakın halife ordusu dayanamadı. Elli gün muhasaradan sonra Şiî vezir İbn-i Alkami sulh için diyerek Hülâgü’nün yanına gitti ve onunla anlaştı. Halifeye; “Teslim olursak serbest bırakılacağız”. dedi. Bu hîleden sonra teslim olan halîfe esir alınarak yanındakilerle beraber îdâm edildi. Dört yüz binden fazla Müslüman kılıçtan geçirildi. Milyonlarca İslâm kitabı Dicle Nehrine atıldı. Böylece büyük bir ilim hazinesi ve târihî kültür yok edildi. Güzel şehir harâbeye döndü. Hz. Muhammed’in hatırası olarak saklanan mübârek emânetler(Hırka-i Saâdet) ve (Asâ-yı Nebî) yakılıp külleri Dicle’ye atıldı. Beş yüz yirmi dört senelik Abbâsi Devleti yok oldu. Hülâgü’nün bu seferinde bir milyon kadar Müslüman şehid edilmişti.

Hülâgû’nün asıl hedefi Suriye’yi ele geçirmekti. Haleb’i aldı. Şam’a giderken Möngke’nin ölüm haberi üzerine İran’a döndü. Şam seferini tamamlamak üzere bıraktığı ordu 3 eylül 1260’ta Mısırlılar’a yenildi.

Daha sonra Hülâgû, mücâdeleye yeniden başlamak için, Franklar ile ittifak akdetti, fakat maksa­dına erişemedi. 1202’de Altın-Ordu’ya karşı başarısızlıkla neticelenen muhare­be yapıldı. Elcezîre, Kürdîstan ve Anadolu’daki küçük emirlikler ile Kafkas dağlarının güneyindeki Hıristiyan memleketleri Hulagu’nun te’sis ettiği devlete, tabî devletler sıfatı ile, ilhak edildiler; bu suretle Hülâgû’nun devleti Amu-Derya (Ceyhun)’dan hemes-hemen Akdeniz’e ve Kafkaslardan Hind okyanusuna kadar yayıldı.

Hükümdar da İlhan unvanını aldı; Gazan Han’a kadar bütün halefleri gibi, Moğolistan (daha sonrala­rı Çin) ‘da bulunan büyük han nâmına hüküm­ran oldu. Hülâgû’nun kendisi de, “büyük han” (İlhan-i buzurg ) ismi ile yâd edildi. Tebeası arasındaki Hıristiyanlar, Hülâgû ve hassaten Hırîstiyan zevcesi Dokuz Hatun tarafından, ekse­riya müslümanların zararına, himaye ediliyor­lardı. Açtığı harpler esnasında harap olan şe­hirler, kısmen kendi saltanatı zamanında, yeniden inşa edildi. Kendisi sulh zamanlarında Azerbaycan’ın kuzey-batısında, bilhassa Urumiye gölü sahilinde, oturmaktan çok hoşla­nırdı. Burada Merâga’nın kuzeyinde bir tepede meşhur rasathane, Alatağ’da bîr saray, Hoy’da puthâneler gibi, bir çok binalar yapıldı. Bu binaların büyük bir kısmı, o tarihten 40 sene sonra, Raşiduddin eserini yazdığı sırada, mev­cut idi; bunların kanlıntıları bugüne kadar bulunamamıştır. Hülâgû gölün doğu sahilinde vak­tiyle bir ada olan (Hülâgû zamanında da ada olup-olmadığı malûm değildir;  Raşiduddin, sâdece gölün kenarında bîr dağdan bahs­eder)  Şâhü ismindeki dağlık yarım-ada üzerinde muhkem bir saray yaptırmış veya mevcut bir sarayı ihya ettirmiştir ( krş. Yâküt, I, 513; aynı adada eski bir hisar üzerinde). İran’a ve  diğer memleketlere karşı    açılan harplerde kazanılan hazîneler burada muhafaza edilirdi. Hülâgû ve halefi Abaka bu­raya gömülmüşlerdir. Mısır kaynaklarına göre, Şahü’deki hisar 1282/1283’de, içindeki hazîneler ile birlikte, göle yıkılmıştır. İranlı müellifler böyle bir hâdiseden bahsetmezler. Hafız Abru kendi zamanında sarayın meskûn olmadığını söyler. Hülâgû, 8 şubat 1265’te ölmüştür. Moğol âdeti üzere, genç ve güzel kızlar ile beraber, gömülmüştür. İran moğolları arasında, hattâ putperestler devrinde de, bu âdetten sonraları artık bahsedilmiyor.

İlgili Makaleler