Kimdir

Francesco Borromini kimdir? Hayatı ve eserleri

Francesco Borromini kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1599-1667) İtalyan mimar. Barok mimarlık üslu­bunun en önemli sanatçılarındandır. 24 Eylül 1599’da Kuzey İtalya’da Lugano Gölü kıyısındaki Bissone’de doğdu. Babası bir yapı ustasıy­dı. Borromini mesleğe taşçılık yaparak başladı. Yirmi yaşlarındayken, ilerde en önemli yapıtlarını yarataca­ğı ve yaşamının sonuna kadar kalacağı Roma’ya gitti.

O günlerde dönemin önemli mimarlarından Maderno, San Pietro Kilisesi nin yapımını sürdürmekteydi. Uzak akrabası olan Borromini’yi taşçı ustası olarak yanına aldı. Borromini burada taş oyma bezemele­rin, melek heykellerinin yapımıyla uğraştı. Ama Maderno genç ustanın yeteneğini gördüğü için onu, ölümünden az önce üstlendiği Barberini Sarayının tasarımında da çalıştırdı. Borromini de ustasına her zaman büyük sevgi ve saygı beslemiş, hatta vasiyetin­de onun mezarına gömülmek istediğini belirtmişti.

1629’da Maderno’nun ölümü üzerine San Pietro’ nun mimarlığına Bernini getirildi. Borromini önce onun en yakın çalışma arkadaşı oldu, gerek San Pietro’nun gerekse Maderno’nun ölümüyle yarım kalan Barberini Sarayı’nın tasarımında ve yapım işlerinde vardım etti. Ancak aralarındaki ilişki hiç de dostça değildi. İçine kapanık, kuşkucu, huysuz ve çabuk kırılan bir insan olan Borromini, Bernini’nin başarılarını çekemiyor, kendini onun yanında ezilip kenara itilmiş, hakkı yenmiş olarak görüyordu. İkisi­nin mimarlığa bakışları da farklıydı. Bernini ressam­lıktan ve heykelcilikten yetişmiş, özellikle heykel alanında o günlerin en önde gelen sanatçısı olmuştu. Bu birikimi mimarlıkta da başarılı olmak için yeterli görüyordu. Taşçılık gibi yapı sanatının en önemli basamaklarından birinden gelen ve her şeyden önce yetkin bir vapı ustası olan Borromini ise, onu teknik alanda yetersiz buluyordu. 1633’te San Carlo aile Quattro Fontane Kilisesi’ni yapması önerilince hiç düşünmeden Bernini’nin yanından ayrıldı. Ama yaşa­mı boyunca onu en büyük rakibi olarak gördü, her fırsatta acımasızca eleştirdi. Ruhsal sağlığının giderek bozulması sonucu 2 Ağustos 1667’de Roma’da yaşa­mına kendi eliyle son verdi. San Giovanni dei Fiorentini Kilisesi ne gömüldü.

Borromini’nin mimar olarak yaptığı ilk yapı San Carlo aile Quattro Fontane’dir. Bir kilise ve avlulu bir manastırdan oluşan yapı grubu küçük ve elverişsiz arsaya çok ustaca yerleştirilmiştir. San Pietro’nun kubbesini taşıyan ayaklardan birinin içine sığabilecek kadar küçük olmasına karşın San Carlo Kilisesi, Yüksek İtalyan Baroku’nun en görkemli yapılarındandır. Kilisenin planı, kenarları eşit uzunlukta bir paralelkenardan oluşur. Paralelkenarın köşeleri yu­varlatılmış, kenarları ise, içeri doğru şişirilmiş, böylece iç mekân dalgalanan bir duvarla çevrili ve girişe göre dik konumda bir elipse dönüşmüştür. Bu çözüm Antik Çağ’da, Orta Çağ’da, hatta Barok dönemde de çok kullanılmış olan uzunlamasına akslı şema ile Rönesans’ın merkezi plan şemasını aynı yapıda birleş­tirmektedir. Yalnız burada, merkezi plandaki daire­nin yerini elips almıştır. Daireye oranla daha bitme­miş, daha da belirgin bir görsel etki uyandıran elips, bu nitelikleriyle barok düşünceye daha yakın olduğu için, aslında Borrominiden önceki barok mimarlarca da kullanılmıştır. San Carlo’da duvarların içbükey ve dışbükey girinti ve çıkıntıları, belirgin bir sınırla ayrılmaksızın birbiri arkasından devam eder. Böylece hangi öğenin nerede bitip hangisinin nerede başladığı­nın bir bakışta kavranamaması mekâna bir hareketlilik adeta bir akışkanlık getirmekte, çok canlı bir ritm kazandırmaktadır.

Yapı bir kasnağa oturan, yine elips biçimli bir kubbeyle örtülüdür. Kubbenin iç yüzü kaset sırala­rıyla kaplıdır. Bu kasetler kubbenin merkezindeki fenere doğru yükseldikçe küçülür ve görsel bir yanılsatmayla kubbenin daha yüksek görünmesini sağlarlar. Tepedeki fenerden giren ışık, kasetleri yalayarak kasnak hizasına kadar yayılırken, mekânın daha aşağıda kalan bölümlerini görece bir karanlık içinde bırakır. Bu etki, kubbenin boşlukta yüzüyor­muş gibi algılanmasına yol açar.

Borromini San Carlo’nun dış yüzünü, yapının içinden çok sonra, ancak 1667’de yapıp bitirebilmiş- tir. Onun burada yapı yüzüne getirdiği yenilik, hare­kettir. Yapının yüzü yan yana üç tane içbükey bölüm­den oluşur. Kilise girişinin de yer aldığı orta bölümü ise dışbükey bir çizgi izler; daire yayı biçiminde kaldırıma taşan basamaklar bu etkiyi daha da vurgu­larlar.

İç mekânda olduğu gibi dış yüzdeki bu dalgalı yüzeyler de birbiri içine akarak erir, rüzgârda dalgala­nan bir perde izlenimi yaratır. Sanat tarihçisi N. Pevsner bu dış yüzü “…adeta çıplak insan vücudu gibi sallanır, kıpırdar, istek uyandırır” diye tanımla­maktadır. O günlerde, birbirine bitişik yapıları ve dar sokaklarıyla henüz Orta Çağ’daki görünümünden kurtulmamış olan Roma kentinde böyle bir yapı yüzünün yol perspektifine nasıl bir zenginlik, nasıl plastik bir derinlik kattığı ortadadır. Ama Borromini’ nin, yapının yüzüne getirdiği hareketin bunun da ötesinde bir anlamı vardır. Borromini duvardaki yüzeysel etkiyi yok etmek için ona dıştan bezemeler eklememiş, iç mekândan gelen hareket1 aktarmıştır. Böylece plandaki hareketlilik, iç duvarların büklümlerindeki gözle izlenen basınç, dış yüze yansımıştır. Dış yüz, iç mekânla hiçbir ilişkisi bulunmayan bir tiyatro dekoru gibi ele alınmaktan kurtulmuş, iç mekânı biçimlendiren hareketi dışarıya da yansıtan bir ayna olmuştur. Böylece taş da bir yapı malzemesi olarak esneklik kazanmakta, taştan örülen duvarlar katılık­tan kurtulmaktadır.

Borromini 1642’de, San Carlo’nun iç bölümlerini bitirdikten kısa bir süre sonra Roma’da Cizvitler’in üniversitesi olan Sapienza’da bir kilise yapmakla görevlendirilmiştir. Sant’ Ivo della Sapienza diye anı­lan bu kilise, daha önce yapılmış olan Rönesans üslubundaki ince uzun avlunun bir ucunda yer alır. Avluya bakan ön yüzünü oluşturan içbükey duvar, eski yapının iki yandaki kanatlarıyla olağanüs­tü bir uyum içinde bütünleşir. Bu duvarın yüzeyinde­ki gömme sütunlar da (plastr) kanatlardaki sütun dizilerinin yarattığı ritmi devam ettirirler.

Sant’ Ivo’nun iç mekânı, Borromini’nin yapıla­rındaki hareketlilik kavramının en iyi belirdiği örnek­tir. Kilisenin planı, altı köşeli bir yıldızın içine yerleştirilmişse de, bu geometrik bağıntı ilk bakışta algılanabilecek kadar açık değildir. Yıldızın sivri uçlarının yuvarlatılmasıyla ortaya çıkan yarım daire biçimli nişler, yuvarlak orta mekânı çevreler. Böylece yine dalgalı duvarlarla birbiri içine akan bir yan mekânlar dizisi oluşturulmuştur. Doğrudan alt yapı­nın üstüne oturan ve altı tane dışbükey dilimden oluşan kubbe, bu biçimiyle, aşağıdaki yarım daire planlı nişlerin yarattığı hareketliliği sürdürür ve tepe­sindeki fener aracılığıyla daha da yukarılara doğru iletir. Fener, bir koni ve bunu çevreleyen sarmal bir bezemeyle son bulur. Bu sarmal biçim insanda, yapının tabanından kubbenin merkezine kadar içer­den yükselen hareketin, adeta fenerin tepesinden dışarı fırlayıp, daha da yukarılara doğru devam ettiği izlenimini uyandırır. Sant’ Ivo della Sapienza’nın kubbe feneri bu ilginç görüntüsü nedeniyle, çeşitli sanat ve mimarlık tarihçileri tarafından Mezopotam­ya’daki ziguratlara, Baalbek’deki Venüs Tapınağı’nı, Samarra Camisi’ nin sarmal rampalı konik minaresine benzetilmiştir.

Navona Alanı’nda yapımı sürmekte olan Sant’ Agnese Kilisesi ’nin bitirilmesi işi 1653’te Borromini’ ye verilmiştir. Kilisenin ilk mimarı Carlo Rainaldi (1611-1691) özellikle giriş merdivenlerini çok geniş tutarak alana doğru taşmasına neden olmak gibi bazı nedenlerle eleştirilere uğramıştı. Borromini ele aldı­ğında yapı epeyce ilerlemiş, planında değişiklik yap­ma olanağı kalmamıştı. Onun yapıya pli katkısı ön yüzün, bir de kubbenin biçimini tasarlamak olmuş­tur. Bu ön yüzün, biçimleniş bakımından kilisenin içi ile tam bir bağıntısı yoktur. Ama içbükey orta bölümüyle, hem tüm yapı kütlesinin Navona Alanı’ndan geriye doğru çekilmiş gibi görünmesini sağlamak­ta, hem de yarattığı hareket duygusuyla Borromini’ nin üslubunu çok güzel ortaya koymaktadır. Yüksek bir kasnağa oturan sivri kemerli kubbe ise Roma kentindeki kubbelerin en zarif olanlarından biridir. Alandan bakıldığında iki yandaki ikişer katlı çan kuleleri kubbe ile birlikte algılanabilecekte, hepsi birden kilisenin alt yapısıyla uyum içinde birleşerek dengeli bir bütün oluşturmaktadır. On yüzünün

Ortaya koyduğu plastik değer nedeniyle Sant’ Agnese, Yüksek Barok dönemi mimarlığının İtalya’daki en önemli örneklerinden sayılır. Borromini bu kadar katkıda bulunduğu yapıyı bitirmeden görevden alına­rak yerine yeniden Rainaldi getirilmiştir.

Din dışı mimarlık alanında Borromini daha çok eski yapıların değiştirilmesi ve genişletilmesi gibi işlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Ama o böyle durumlarda bile olağanüstü çözümler ortaya koyabil­miştir. Spada Sarayı ‘nda yaptığı ve gerçek uzunluğu görünenden çok daha kısa olan kolonad, barok sanat anlayışının önemli öğelerinden birinin, yanılsatıcı görüntünün en ilginç örneklerindendir. Borromini’ nin Sapienza için 1661’de yaptığı Alessandrina Kitap­lığı, kitap raflarının iç mekânın bütünleyicisi olarak düşünüldüğü üç katlı büyük okuma salonuyla, 18. yy’da Avrupa’nın birçok büyük kitaplık yapısına örnek alınmıştır.

Ölümünden bir yıl önce, 1666’da bitirdiği son yapısı Propaganda Fide Okulu’nda Borromini’nin üslubunun önemli bir değişime uğradığı izlenir. Duvar yüzeylerindeki hareketliliğin azalması ve süs­lemelerin sadeleşmesi sonucu yalın, ama ağır ve anıtsal bir görünüme bürünen ön yüzüyle bu yapı, onun daha önceki bütün yapıtlarından ayrılır.

Yaşamı süresince beğenilen ve tutulan bir mimar olmakla birlikte Borromini, bir yandan da yapı sanatının temel kavramlarını sarsmakla suçlanmıştır. Alışılmadık, çok cesur ve kendine özgü üslubu, ne kadar yenilikçi olurlarsa olsunlar Bernini, Cortona, Rainaldi gibi çağdaşı mimarlar tarafından bile yadır­ganmışım Borromini’nin kendi ülkesindeki meslekdaşları üzerinde pek etkisi olmamıştır. Ancak sonrala­rı Geç Barok döneminin özellikle Alman ve Avustur­yalı mimarları, onun mekân tasarımındaki dahice ilkelerinden yararlanmışlardır. Borromini’nin mimar­lığa getirdiği esnek plan kavramını, özellikle de yapı yüzünü oluştururken kullandığı dalgalı duvarları, günümüze değin çeşitli mimarların pek çok kez uyguladığı gözden kaçmaz. Gaudi’nin, Le Corbusier’ nin, 1960’larda ürün vermiş daha başka mimarların yapıları arasında bunun örnekleri vardır. Sanatında hep yeniye, alışılmamışa, zamanı için şaşırtıcı olana yönelmesine karşın, Borromini de pek çok büyük sanatçı gibi geçmişi hiçbir zaman gözardı etmemiştir. Ama eskimiş üslupların yarattığı biçimleri taklit etmek yerine, onları kendi özgün yaratıları içinde eriterek kullanmasını bilmiştir.

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 19. cilt, Anadolu yayıncılık, 1984

İlgili Makaleler