33Sosyoloji Sözlüğü

FETVA

 

FETVA

 

Fetva, herhangi bir
meselenin dini hükmü­nü öğrenmek, bir meseleyi açıklığa kavuştur­mak ya da bir
işin yapılabilmesi için dini hü­kümlere uygun olup olmadığına dair sorulan
soruyu cevaplandırmak ve o işin dini hükmü­nü açıklamak demektir.

Bir müşkülü halletmek
ve açıklamak demek olan ifta (fetva verme), içtihada göre daha özel bir anlam
taşır. Zira ictihad, fıkhı bid’at hükümleri bizzat kaynaklarından çıkarmaktır.
İfta ise, mevcut olayın hükmünü açıklamak üzere fıkıhçı tarafından verilen ve
hüküm ma­hiyetinde olmayan cevaptır. Fetva verene “müftü”, hüküm
vermekle görevlendirilen kim­seye de “kadı” denilir. Müftü ile kadı
arasında mahiyet bakımından şu fark vardır: Müftü, şer’i hükümleri
kaynaklarından çıkartarak or-Laya koyarken, kadı, bu hükümlerden kendisi­ne
arzedilen hadiseye temas eden hükmü îe.<~ bit ederek tatbik eder. Ayrıca
kadı ulıı’le-mir’in vekili iken, müftü fetva verme ehliyeti­ne sahip her
müslüman erkek-kadm ve köieden olabilmektedir.

İslam toplumundaki
fıkhı kurumlardan biri olan fetva, fıkıh kaynaklarında ciddi bir incele­meye
tabi tutulmuştur. Şartlan, hükümleri ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği
İnceden ince­ye tesbit edilmiştir. Bu arada fer’i meselele­rin, asıllara irca
olunarak İncelenmesi esası da kabul edilmݧtİr.

Resulullah(s.)’a
çeşitli konularda fetva soru­lur, o da cevap verirdi. Huzuruna bir dava geti­rildiğinde
o davayı hallederek bir hükme bağ­lardı. Ayrıca Medine dışına tayin ettiği
valile­re ümmetin müşküllerine çözüm yolları bul­maları İçin nasıl hüküm
vereceklerine dair usul bilgisi vermişlerdir.

Onun Ölümünden sonra
Ashab’ın kitab ve sünnete müracaat ederek verdikleri fetvalarla İfta kurumu
işleklik kazanmıştır. Fetva, sonra­ları, sırf fıkıhla ilgili bir meselede
sorulan soru­ya verilen cevap anlamında kullanılmıştır. Gerçek fetva, ietihad
şartlarıyla birlikte başka jartları da kendinde bulunduran müetehid de­recesindeki
kişi tarafından verilir. Bu şartların başhcaları; fetva İsteme (istifta)
olgusunu bil­mek ve fetva isteyenin (müsteftİ) durumunu ve içinde yaşadığı
toplumu incelemektir.

Fetva veren kişinin şu
özellikleri taşıması ge­rektiği hususu genellikle kabul edilmiştir;

 1- İyi niyetli olması;

 2- Bilgi, hilİm, vakar ve temkin sahibi olması;

 3- Bilgisinin güçlü ve ke­sin olması;

 4- Gönül tokluğu ve yeterlilik;

 5-Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayırt edebile­cek
kudrette olması,.

İslam dünyasında
“İetihad kapısının kapandı­ğı şeklindeki görüş hakim olduktan sonra fet­valar
müçtehid sıfatıyla değil de, sadece belir­li bir sunni mezhebin fıkhını bilen
“müftüler” tarafından verilmeye başlanmıştır. Şii-İmamiy-ye fıkhında
ise “İetihad kapısının kapandığı” görüşü kabul edilmediğinden,
müetehidler fet­va vermeye yetkili sayılmaktadır. İslam’da din ve devlet ayrımı
olmadığı için fetvanın, devlet teşilatına bağlandığı ve biraz da daraltılarak
Şeyhülislamlar veya şeyhülislamlık makamı­nın tayin ettiği “müftüler”
tarafından verilen fıkhı mütealalar anlamını kazanması sonucu­nu doğurmuştur.

Fetvaların, önemli
siyasi olaylar ile ilişkili ol­dukları için İslam devletlerinin işleyişindeki
et­kisi büyük olmuştu. Emeviler, müftülerden gö­rüş almadıkça büyük İşlere
girişmemişlerdir. Abbasiler ise siyasi mülahazalar dolayısıyla Medine’deki
müftülerden temaslarının kop­ması nedeniyle, şer’İ delillere kıyası da katan
Irak fakihlerine yakınlık göstermişler, Ebu Hanife ve arkadaşları gibi büyük
şahsiyetler­den istidafe etmişlerdir. Osmanlı devletinde de bu geleneğe riayet
edilmiş, fakihler, fetvala­rında kaynak göstermekle yükümlü tutulur­ken,
Şeyhülislamlar bundan muaf kılınmıştır. Osmanlı devletinde özellikle XVI.
yüzyılda fetva makamları olan müftilik ve şeyhülislam­lık devlet yönetiminin
hemen her alanında bir­çok fetva vermişlerdir. Balkan devletlerinden
bazılarıyla Osmanlı devleti arasında müftülük teşkilatına ait muahedeler bile
bulunmakta­dır. Bu fetvalar şer’i, hem de örfi kanun niteli­ği kazanmıştır.
Kanunname mecmualarında fetvalar ve bunların nitelikleri sıralanmakta­dır.
Günümüzde medeni kanun kapsamına gİ-ren konularda olduğu gibi, arazi ve vergi
me­seleleri ile ilgili fetvalar da verilir ve bunlar uy­gulanması zorunlu
kanunlardan sayılırdı. Ör­neğin Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin Os­manlı
devletindeki arazi çeşitleri ve bunların miri, haraciveya öşri topraklar olduğu
hakkın­daki görüşleri, bir fetvanın hukuki unsurlarını kapsamakla birlikte
birer kanun maddesi ha­linde kabul mecmualara geçirilmiştir.

Fetva emini,
Şeyhulislam’a sorulan seri me­selelerle ilgili fetvaları hazırlamak, yazılı
soru­lara cevap vermek, şer’iyye mahkemesince ve­rilen ilamları incelemekle
görevliydi. Fetva eminleri, fıkıh ilmiyle yakın ilgisi bulunan kim­seler
arasından seçilirlerdi. Şeyhülislam’in fet­va verme yetkisi yanında vilayet,
sancak ve ka­zalarda da halkın sordukları sorulara cevap ve­ren müftülükler
vardı. Müftüler, verdikleri fet­vaların üzerine nerenin müftüsü olduğunu ya­zar
ve verdikleri fetvanın Arapça metni ile hangi kitaptan aldıklarını
belirtirlerdi. Bu ara­da “İçtihat kapısının kapandığı” görüşü, daha
Önce verilmiş fetvalar dışında bağımsız bîr ieti­had yapılmasını engelliyordu.
Fetvalar daha sona erdirilmesini hedeflemiştir. Şu veya bu insan değil de,
insanı yaratan Allah, bazı kural­lar koymuş ve onlara uyulmasını istemiştir.
Peygamberlerle savaşanların ve onları sürgün edenlerin başında genelde sömürüp
sustur­dukları insanlara karşı otoritelerini kaybet­mekten korkan kanun
koyucular ve yönetici­ler vardır. Fıkıh, Allah’tan İnsanlığın mutlu­luk ve
olgunlaşması için gelen son semavi din olan İslam ve onun İki ana kaynağı
Kur’an ve Sünnet’İn pratiğe uygulanmış şeklidir. Fıkıha, bu anlamda, Kur’an ve
Sünnet’İn her asır insa­nının anlayacağı ve yaşayabileceği düzeye indi­rilmiş
şekli de denebilir.

Hukuk sistemleri ile
İslam fıkhı arasında, ba­zı temel farklılıklar vardır:

1– İslam
fıkhının kaynağı ilahidir. İlahi olma özelliği her hükmünde asıldır. Diğer
hukuk sistemleri ise, insanların örf ve geleneklerine, otoritenin arzularına,
fikri yapılarına ve bü­yük oranda ‘çıkarlarına’ dayanır. Özet olarak İslam
fıkhı, Allah’tan insana, hukuk-sistemleri ise, insandan insana doğrudur. İslam
fıkhı, Al­lah ve insan arasındaki oranlamayla ölçülecek bir yaptırım ve kabul
getirirken, hukuk sistem­leri, benzer yapılı kişilerin bu kuralları birbir­lerine
tatbikinden ibaret olduğu için ancak, mevcut silahlar ve insanlara karşı bu
silahla­rın üstünlüğüne paralel bir yaptırım ve kabulü sözkonusudur. Batılılar
kendi hukuklarının toplumun içinden çıktığına ve toplum tarafın­dan
belirlendiğine inanırlar. Oysa müslüman­lar için hukuk (fıkıh) toplumdan önce
gelir ve onu biçimlendirir. İslam fıkhının kuralları, Al­lah’ın insanlar İçin
koyduğu ebedi ve ezeli öl­çülerin uygulamaya dönüşmüş biçimleridir.

2  İslam fıkhının ana ilkeleri belirlenmiş olup
kıyamete kadar değişmez niteliktedir. Ancak fer’i konularda, ana ilkelere sadık
kalı­narak içtihadlar (değişiklikler) yapılabilir. Be­şeri hukuk sistemlerinde
ise, hiçbir hükmün sabitliği ve ebediyen değişmeyeceği düşünüle­mez. İçtihadın
varlığı, fıkhı, bir zaman sonra donma ve ihtiyaca cevap vermemekten kurtar­maktadır.
Fıkıh, hayatın bütününe ayarlanmış yapısıyla ancak bütünü istenen sonucu verir.
Bölümlerinden bir bolümü, o bölümden arzulananları bileveremeyebilir.

3  İslam Fıkhı, hayatın her alanını ve anını
kapsar. Zaman ve mekanın değişmesi ile eski­me ve yetersizliğe düşmesi söz
konusu olmaz. Bu açıdan bakıldığında İslam fıkhının “İslam Hukuku”
olarak tercüme edilmesi doğru sayıl­mayabilir. Diğer hukuk sistemleri fıkhın
kap-samlılığı ve  evrenselliğinden
yoksundurlar. Fıkhı bir hukuk sistemi gibi görmek, onun en­gin perspektifini
daraltmaya yol açar. Hukuk sistemleri belli ulusların, genelde coğrafya ve
kültürlerinin etkisinde kalarak geliştirdikleri kurallardır. Demokrasi,
Sosyalizm vb. adlarda birleşiyor görünseler de, her ulus için değiş­kenlik gösteren
bir demokrasi ve sosyalizm vardır. Fıkıh ise, cins ve coğrafya sınırlarını
kaldıran, tek dünya ve tek insan prensibine da­yanan bir hukuk sistemidir.
Fıkıh ancak kendi terimleriyle tanımlanabilir. Ayrıca,  “ahiret” kavramının da fıkıhta yer
alması, hukuk kavra­mı ile ayniliğini veya ona denkliğini ortadan
kaldırmaktadır.

4– Fıkıh,
sosyal yönü ağır basan bir disiplin­dir. Hak, yalnız Allah’ındır. Ancak her
bireyin başkasına zararı olmadığı sürece bireysel öz­gürlükleri vardır. Kamunun
çıkarı, bireyin çı­karından önde tutulur, ama birey de ezilmez.

5– Fıkıhta
dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki ayrı ceza gündeme gelir. Dünyevi cezadan kur­tulan
bir yükümlü uhrevi ceza İle muhakkak karşılaşacaktır.

6-  Fıkıh, hiç bir hukuki sistemde olmayan bir
biçimde olayları iki bölümde inceler: Za­hir ve batın. Hükümler zahire (dı§
görünüşe) göre verilirken fıkıh dünya için tatbik edilmiş olur. Ancak hükmü
-insan olmaktan kaynakla­nan bir nedenle- yanıltan bir durum olursa, bu da
olayın batın yönüne, ahiretteki hesaplaş­maya havale edilmiştir.

7-  Fıkhın gayesi “en iyi insanı”
oluşturmak, onu yetiştirmektir. Diğer amaçlar bu hedefin arkasından gelir.
Beşeri sistemlerde ise gaye, silah gücüyle de olsa, toplumda huzur ve istik­ran
sağlamaktır. İslam fıkhı İle beraber zikre­dilen “Şeriat” kavramı
onun eşanlamlısı değil­dir. Çünkü ilkin şeriat, kitab ve sünnet olarak
vahiydir. Fıkıh İse mütçehidlerini içtihadlarınıda içerir. İkinci olarak da,
Şeriat vahiy olduğu için hatadan berîdirAyrıca İslam fıkhı ifadesi üzerinde
icma edilen ve edilmeyen konulan da içerir. Son olarak İslam fıkhının
yanılma-ması diye bir şey yoktur.

İslam fıkhının
çoğunlukça kabul edilmiş dört kaynağı vardır; Kitab (Kur’an), Sünnet, İcma ve
Kıyas. Kitab ve Sünnet tartışmasız iki kaynaktır. İcma ve kıyasta ise, ilk iki
kaynak içerisinde olma ya da ikisinden birine dayan­ma, kıyaslanma şartı
vardır. Değişik mezheple­re göre, üzerinde ittifak olmayan başka Wkay-naklar da
vardır.

İnsan hayatındaki
eylemlerin fıkıh dilindeki ifadelerinden temel hükümleri oluşturan te­rimleri
ise şöyle sıralayabiliriz: Fıkıhta bütün eylemler beşli bir sınıflamaya tabi
tutulmuş­tur Farz (ya da vacib) yapılması zorunlu olan eylemler; mendub yapanın
övüldüğü fakat yapmayanın da kınanmadığı eylemleri; mu­bah, ne iyi, ne de kötü
olan eylemler; mekruh, yapanın kınandığı eylemler; haram ise kesin­likle
yasaklanmış olan eylemlerdir.

Nureddin YILDIZ Bk.
Fetva; İçtihad; Şeriat.

 

İlgili Makaleler