FAİZ
FAİZ
Bir para mîklarının
kullanımı karşılığında ödenen bedel veya kiraya, kullanım dolayısıyla, şu
andaki naktin kazandığı pirime faiz denilmektedir. İktisatçılar bu genel
tamınla pek ilgilenmemişler, öıeden beri faizin niçin ödendiğini ve ödünç
alanın niçin faiz ödemeye hazır olduğunu soragelmişlerdir. İktisatçılar sermaye
birikimini sağlamak için yeterli tasarrufların yapılabilmesi amacıyla faizin
ödenmesi gerekliği cevabını vermişlerdir. Genelde kabul gördüğü şekilde sıfır
faiz oranıyla da bir miktar tasarruf sağlanabilmektedir. Ama bu miktar
istenmeyecek kadar küçiikıür. Pozitif faiz, gelir sahiplerinin kazandıklarının
hepsini harcamaları için gerekli bir rüşvet olarak değerlendirilmiştir. Bu
açıklamanın önde gelen savu nallarından biri N. W. Senior harcamamanın
yaradığı ıstırabı (tatminsizliği) lelafi el-mek için faizin gerekli olduğunu
iddia etmekteydi.
Sosyalistler, faizin
harcamamanın yol açtığı ıstıraba bir ödül olduğu açıklamasını alay ve
küçümsemeyle karşılamışlardır. “Eğer harca-yamama acıya neden
oluyorsa” diyorlardı, “Roıchilds ve öteki zenginler korkunç acılar
çekiyor olmalılar.” Mark’ın kendisi kapitalistin harcamayı arzu ettiğini,
ama aynı zamanda sermayesini biriktirerek güçlü olmak da istediğini iddia
ediyordu. Şüphesiz faizi sadece birini tasarrufun fırsat maliyeti olarak gören
marjinal çözümlemeler, bu tür zorluklan ortadan kaldırmakladır. Küçük
tasarrufçuların marjinal arzı temsil ettiği durumlarda gerçek “acı”
ortaya çıkmaktadır.
Sosyalistlerden gelen
eleştiriler iktisatçıları tedirgin et m İştir. İlgi alanının, harcamadan zaman
tercihine aktarılmasıyla aranan çözüm bulunmuş oldu. Faizin zaman tercihi
teorisi, ilkin VV.SJevons ve E. Von Böhm Bawerk gibi
Avusturyalı
iktisatçıların eserlerinde ortaya kondu. Bu teori daha sonra J.A. Schumpeter,
I. Fİsher, F.A. Fctter, F.A. Hayekve öteki iktisatçılar tarafından eleştirildi
ve daha tutarlı hale getirildi. Böhm-Bawerk insana “Gelecek-leki
isteklerinin eksik değerlenmesi perspekti-fi”ni yüklüyordu. Pek çok İnsan
için gelecekte edinilebilecek şeyler yerine, şu andaki şeyler daha tercih
edilir gelebiliyordu. Ama bu unsurun varlığı, durağan toplumlar dışındaki toplumlar
için sözkonusu olan, zaman tercihi teorisinin gerekli bir bileşeni değildir.
İlerici bir toplumda faizin var olması için gereken tek şey. insanların
kazandıklarının tüketimini bir süre ertelemeleri için bir rahatlık duymaları ve
bu yolla gelecek gelirlerini sınırlı bir oranın üzerine çıkarabilmelcri için
bir düşünce sahibi olmalarıdır.” Bugün pek az iktisatçı zaman tercihini
İnkâr etmekle birlikte bir çoğu, tasarruf miktarının faiz oranının bir
fonksiyonu olarak sunulduğu faiz şemasının zaman uzunluğu süresince küçük bir
esnekliğe sahip olduğunu düşünmektedir.
I936’da J.M.Keynes
Likidite (nakit) tercihini, faiz ödenmesini zorunlu kılan bir olgu olarak ele
almıştır. Faiz ödenmeliydi, çünkü insanlar ve kurumlar parasal tasarruflarını
harcama konusunda seçeneklere sahiptiler. Key-nes faizdeki bir düşüşün daha
üst düzeyde bir gelir elde etme umudunu getirdiğini düşünüyordu. Faiz oranının
düşüklüğü, biriktirme konusunda bir tescil oluyor, faiz oranının her düşüşü
sermaye hesabındaki kaybetme riskine karşılık bir tür sigorta olarak görünen
getiriyi faiz oranı ile yeni faiz oranının kareleri arasındaki fark kadar düşürüyordu.
Likidite teorisinin
daha gelişmiş bir biçimi de, faizin, alternatif biriktirme biçimleri olması
nedeniyle minimum bir düzeyin altına düşe-meyeceğinİ, ama bu minumum düzeyin
üzerindeki herhangi bir oranın, eğer gelecekte daha yüksek oranlar beklenmiyor
ve başka alanlardaki şartlar daha olumlu geliyorsa, biriktirmemeye yol
açacağını söylemektedir. Dennis Ro-berısan, haklı bir biçimde Keynes’in, denge
halindeki faiz oranının hem “para tutmanın marjinal faydasını” hem de
“para harcamamanın marjinal faydasız! iğini” tatmin eden bir oran
olduğunu göremediğini söylüyordu. Roy Harrod, ödünç alıcının beklemek yerine
ödünç vermesini tatmin edecek gerekli bedeli veya ödünç vermeyip de likid
tutması halinde ortaya çıkacak kaybı telafi edecek bedellerden, hangisi yüksek
İse onu vericiye Ödemesi gerekliğini söylemektedir. Keynes göründüğü kadarıyla
ikincisinin daha yüksek olacağını varsayıyordu.
Faiz teorilerinde
bütün iktisatçılar, üretkenlik veya sermayenin kazancını faizin bir belirleyicisi
olarak görmektedir. Statik ve dinamik çözümlemelerin karışımından, bir dizi
problem doğmaktadır. Schumpeter ve Böhm-Ba-werk fiziki üretkenliğin değil,
değer-üretkenliğinin Önemli olduğuna işaret ediyordu, Sc-humpeter Ekonomik
Gelişme ‘leoıisi adlı eserinde, yeni teknolojik gelişmeler ve sermaye birikimi
kesintisiz olarak sürdüğünde, marjinal değer üretme ihtimalinin ortadan
kalkacağını söylüyordu. Risksiz bir denge ya Ua “durağan düzeyde”
sonuçlanan bir ortamda zaman tercihî konusunda herhangi bir neden olacağını
kabul etmiyordu. Bu yüzden Böhm-Ba-werk’in ısrarlı reddedişlerine rağmen,
teorisi bir üretkenlik teorisiydi. F.H. Knight, Schum-peter’in “durağan
düzeyini” teorik dü/.eyde imkansız bir durum olarak kabul ediyordu. Çünkü
“Sermayenin Kullanımı Üzerinde Sınırlar yoktu.” Gerçek bir durağan
toplum, ekonomi dışı ve toplumsal güçlerin bir sonucu olabilirdi sadece.
Faiz konusundaki
üretkenlik teorileri, hür teşebbüse dayalı bir ekonomik sistemde ödünç almaya
neden olan şeyin yatırımdan beklenen birgetiri olduğu gerçeğini yansıtıyordu.
Sosyalist bir devlet ise maliyetleri farklı şekilde hesap edeceğinden ve
farklı değer ölçüleri olduğundan dolayı rasyonel planlamanın gelinlerini
hesaba katmak durumunda İdi. Yine de zaman tercihi konusunda örnekler sunanlar,
basil bir üretkenlik teorisinin hiçbir zaman yeterli olmadığını göstermekle
büyük bir katkıda bulunmuş oluyorlardı. Böhm-Bawerk, Kcyncs veya Schumpeler’in
temsil elliği uç noktaları savunan İktisatçılar,
giderek azalmaktadır. Deneysel düzeyde en azından etkili olan üç ayrı boyut
tesbit etmek mümkün: Teknik değişimlerden umulan kâr, likidite tercihi ve
planlı tasarruf. Bunlara bel-.ki zaman tercihini de eklemek mümkündür. Keynes
tarafından da onaylanmış bir makalesinde D.Mc. C. Wrneut “Sermayenin
marjinal faydalılığının ortaya çıkan değisjmlervasıiasıy-la faiz oranını
etkilediğini belirt iyordu. Çoğunluğunun katılacağı sonuç şu tanımda özetlenebilir:
Faiz, etkisini tüm piyasalarda hissettirmektedir. Özellikle de zaman tercihi
(tüketim kararları), sermayenin marjinal üretkenliği (yatırım kararları) ve
likidite tercihi düzeylerinde eşit biçimde iş görmektedir.
Faiz, ödüne,
verilebilen fonların kullanımı kargılığında Ödenen bedeldir. Faiz oranı, ödünç
alınan ana paranın bir yüzdesi olarak ifade edilen ve bir zaman dilimi üzerinde
tatbik edilen ödeme miktarıdır. Finansal aracı kurumlar hem borç alır, hem de
ödünç verirler. Kârlılıkları, para ödünç almak isleyenlerin ödeyeceği faiz
İle borç verenlerin isteyecekleri faiz arasındaki farktan kaynaklan maktadır.
Faiz oranlan basit ya da bileşik biçimde hesaplanmaktadır. Basit faiz, her
dönem için çına paraya gelir olarak eklenen miktarın yüzde olarak İfadesidir.
Bileşik faiz ise ana para ve geçmiş dönemlerden aktarılan faiz ödemelerinin
birikmesini de faiz çerçevesine alan bir hesaplamadır. Faiz oranları sabit
tutulabilir. Bu durumda borç süresi içinde oran değişmez. Faiz oranının
değişken olması durumundu ise borcun süresi İçinde oran değiştirilebilmekledir.
Faiz uygulaması
konusunda da ahlakî eleştiriler yapılagelmiştir. Örneğin Marks faizi kâr ve
kirayla birilklc finansal kapitaliste gelen ve doğrudan emeğin sömürülmesiıulen
kaynaklanan ;ırlık değerin bir unsuru olarak görmekleydi. Marksİst-Leninişı
rejimler düşük faiz orunları uygularlar. Bu. bankaların çalışabilmesi ve
ödemeler mekanizmasının işlemesi için gereken kadardır. Faiz alınıp verilmesi
çeşitli zamanlarda çeşitli dinler tarafından lanetlenmiştir. Marksist
itirazlar ise dinî ve ahlakî olmaktan çok toplumsal nedenlere dayanmaktadır.
İslâm faizciliği
yasaklamaktadır. Ama bunun faiz oranını tesbit etmeyi tamamen yasaklamayı
gerektirip gerektirmediği hususunda dinbilimscl bir tartışma devam etmektedir.
Faizin yasaklanmasının sebeplen şunlardır: Faiz, servetin birkaç insanın
elinde birikmesine yol açmaktadır, bu yüzden insanın diğer insanları
düşünmesini engellemektedir. İslam, parasal mübadeleden kazanç sağlamasına,
kazanma kadar kayıp riski de olmadığı durumlarda izin vermemektedir. İslâm
çalışılarak kazanılan servel ile karşılaştırıldığında faiz yoluyla kazanılan
serveti bencilce bulmaktadır. Bu eleştiriler, özellikle de ikinci, garanti
edilmiş düzenli faiz ödemelerini gayrı-meşru bırakmaktadır. Bu ilkeler tabii
ortaklık biçimindeki yatırımları engellememektedir. Çünkü kazanç oranları
değişime açıktır ve ortaklar kayıp riski ile de karşı karşıyadır. Son yıllarda
İslâm ülkelerinde kâr ve zarara ortaklık şeklinde beliren ve giderek
yaygınlaşan İslâm bankaları ve finaııs kurumları bulunmaktadır.
Faizin, özellikle
enflasyon noktasında İslâm açısından yapılan değerlendirmelerinde, piyasada
kullanılan para hususu da herhalde gözden uzak tutulmamalıdır. İslâmî hukuk
kurallarının, İslâm’a göre şekillenmiş toplumlarda ve ekonomik bir hayatta
gerçek anlam ve işlevini kazanacağı açıktır. Bugün dünya üzerinde kullanılan
paraların üzerindeki değer tümüyle soyul bir değerdir. İslâm’da ise, paranın
bizzat kendisi, madeni, üzerinde taşıdığı değer önemlidir.
İslâm, meseleye sadece
“ekonomi” açısından değil, adalet, hakkaniyet, insaniyet ve Ahirct
hayalı açısmdanda bakmaktadır. Bu yönüyle, varlıklı birinin muhtaç durumdaki
bir insana borç para vermesi, Ahiret hayan noktasında alabildiğine Özendirilmiş
olup, “karz-ı hasen” kurumunun kurulmasına da yol açmıştır. Öte
yandan, bu tür muamelelerin toplumdaki kardeşliği, tesanüt ve yardımlaşmayı
artıracağı
açıktır.
İslâm faizi şiddetle
yasaklamasının yamsıra, para biriktirmeyi ve atıl para bulundurmayı da hiç bir
zaman tasvib etmemektedir. Para veya malın belirli ellerde birikmesini hoş görmediği
gibi, bunların ticaret, borç, infak veya yatırım gibi çeşitli alanlarda sarfını
teşvik etmektedir. İslâm, faizi yasaklayarak, toplumda kapitalist bir sınıfın
büyümesine izin vermediği gibi, millî gelirin adi], insaflı ve hakkaniyete
uygun bir biçimde dağılımını da sağlamaktadır. Faiz, İslâm’a göre zengini daha
zengin, fakiri ise daha fakiryapmakladır.
Nominal ve gerçek faiz
oranları arasında bir ayrım sık sıkyapılagclmiştir. Gerçek oran, nominal
orandan beklenilen enflasyon oranının çıkarılmasıyla elde edilmektedir. Doğal
faiz oranı kavramı da sık sık kullanılmaktadır. Bu, bir ekonomiyi enflasyona
yol açmayacak bir dengede tutabilen faiz oranıdır.
(SBA) Bk. Faizsiz
Bankacılık.