Dünya Edebiyatı

Ensabül Eşraf Nedir, Kitabı, Konusu, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Ensâbü’l-eşraf. Belâzürî’nin (ö. 279/892-93) ensâb ve tabakat esasına göre yazdığı İslâm tarihine dair meşhur eseri.

Belâzüri’nin zamanımıza intikal eden iki eserinden biri olan Ensâbü’l-eşraf Câhiliye devri, Hz. Peygamber’in hayat ve şahsiyeti, Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler ve Abbasîler’in ilk dönemi için önem­li bir kaynaktır. Eserden bahseden veya iktibasta bulunan kaynaklarda en-Neseb, el-Ahbâr ve’l-ensâb, Cümeîü ne-sebi’l-eşrâf, et-Târîhu’l-meşhur, En-sâbü’l-eşrâf ve ahbâruhum, Târîhu’î-eşrâf, el-İstikşâ ii’I-ensâb ve’l-ahbâr gibi adlarla anılan eser ensâb esasına göre kaleme alınmıştır. Hz. Ömer’in kur­duğu divan teşkilatındaki sıralamaya gö­re Arap kabileleri Hz. Peygamber’in men­sup olduğu Benî Hâşim’den başlayarak sıralanır, ona nesep bakımından en ya­kın olan Benî Omeyye ve Kureyş”in diğer kollarıyla devam edilir. Devlet arşivine hâkim olan bu anlayış ensâb ve tabakat kitaplarında da aynen muhafaza edil­miştir. Nesep konusunda günümüze in­tikal eden en hacimli eser olan Cemhe-retû’l-ensâb’m müellifi İbnü’l-Kelbî ile İbn Sa’d ve Halîfe b. Hayyât da et-Taba-kât adlı eserlerinde bu sıralamayı takip etmişlerdir. Belâzürî, bazı ilâve ve açık­lamalar dışında Hz. Peygamber’in soyu­nu İbnü’l-Kelbî’nin eserinden aynen al­mış, diğer bölümlerinde de aynı çerçe­veyi muhafaza etmiştir.

Belâzürî, eserin adında geçen “eşraf” kelimesiyle bugün anlaşıldığı gibi Ehl-i beyt mensuplarını değil kavmi arasında ileri gelen meşhur şahsiyetleri kaste­der. Esasen Belâzürî ve ondan önceki müellifler zamanında eşraf, Hz. Ali – Hz. Fâtıma’nm soyundan gelenlere has bir terim olarak kullanılmıyordu. Kelimenin bu son anlamı IV. (X.) yüzyılın sonların­da ortaya çıkmıştır. Müellif idarî, fikrî ve edebî sahalarda temayüz eden her­kese eserinde yer vermek suretiyle eş­raf kavramının sınırlarını genişletmiştir. Eşraf ifadesiyle Belâzürî’nin eserini ay­nı zamanda bir tabakat (hal tercümesi) kitabı olarak düşündüğü anlaşılmakta­dır. Nitekim müellif eseri hem ensâb hem tabakat kitabı gibi yazmayı planla­mıştır.

Eserine Hz. Peygamber’in hayatını an­latarak başlayan Belâzürî onun nesebini ele almak için Hz. Nuh’tan itibaren Araplar’ın soyuna, oradan Resûl-i Ekrem’in büyük ceddi Adnan’a, oradan da sırayla dedelerine kadar inerek onların kısaca şahsiyetleri ve çocukları hakkında bilgi verir, daha sonra da Hz. Peygamber’in doğumuna temas eder. Eserin siyer kıs­mı, Resûl-i Ekrem’in vefatı ve Ebû Be­kir’in halife seçildiği Sakîfe olayı anlatıl­dıktan sonra Ebü Bekir, Ömer, Ali. Has­san b. Sabit ve Hz. Peygamber’in hala­sı Safiyye bint Abdülmuttalib’in Resûl-i Ekrem’in ölümü üzerine söyledikleri mer­siyelerden verilen örneklerle sona erer. Ensâbü’î-eşrafın bu bölümü Muham-med Hamîdullah tarafından neşredilmiş­tir.(Kahire 1959)

Siyerden sonra tekrar Hz. Peygamber’in nesebine dönen Belâzürî Resûlullah’ın amcalarından ve onların çocuklarından bahseder, önce öz amcası olan Ebû Tâ-lib ile oğlu Ali’yi, daha sonra onun ço­cukları ve torunlarını ele alır. Bu kısmın ilk bölümü Hz. Ali’nin şehid edilmesiyle, ikinci bölümü Muhammed b. Hanefiy-ye’nin hal tercümesiyle sona erer. Ese­rin bu kısmı Muhammed Bakır el-Mah-mûdî tarafından iki cilt olarak yayımlan­mıştır(Beyrut 1974-1977).

Ensâbü’l-eşraf’ın Hz. Peygamber’in diğer amcası Abbas ve çocuklarına yani Abbâsîler’e ait kısmında Mansûr zama­nına (754-775) kadarki tarihî gelişmele­re genişçe yer veren Belâzürî, Mehdî-Billâh (775-785) ve Hârünürreşîd (786-809) dönemlerini oldukça kısa anlatmış, daha sonraki Abbasî halifelerine yer ver­mediği gibi kendi yaşadığı devri de yaz­mamıştır. Bu durum, Belâzürî’nin, çağ­daşı olduğu Abbasî halifelerini ve içinde yaşadığı olayları yazmak istemediği şek­linde yorumlanabilir. Eserin Abbâsîler’e ait kısmı Abdülazîz ed-Dûrî tarafından neşredilmiştir(Beyrut 1398/1978). Zeyd b. Ali b. Hüseyin’in hal tercümesini ihti­va eden kısmı ise hem Mahmûdî hem de Dûrî tarafından atlanmıştır.

Emeviler’e ayırdığı bölüme Emevîler’in ceddi Abdüşems b. Abdümenâf ve oğlu Ümeyye’yi anlatarak başlayan Belâzürî bu kabile mensuplarına geniş yer ver­miştir. Emevfler’in önce Sûfyânîler, son­ra da Mervânîler kolunu ele alan müel­lif bu dönemdeki Haricî hareketlerine büyük önem vermiş, Emevî halifelerini anlatırken “el-Havâric fî ahdihî” başlığı altında bu zümrenin çıkardığı isyanlara ve sebep olduğu çeşitli olaylara bilhas­sa temas etmiştir. Belâzürî. Emevî hali­felerinden en fazla Abdülmelik b. Mer-vân’a yer ayırmıştır. Bu onun Hz. Peygamber’in siye­rine ayırdığı kısımdan (240 sayfa) daha fazladır. Kaynaklarına sahip olmadığın­dan veya Abbâsîler’in kendilerini düş­man olarak gördüklerinden olsa gerek müellif Endülüs Emevîleri’ne kitabında hiç yer vermemiştir.

Ensâbü’l- eşrafın bilinen eksiksiz tek yazma nüshası Süleymaniye Kütüphane-si’nde bulunmaktadır. Ayrıca Berlin’de Staatsbibliothek’te, San’a’-da Mektebetü Celâleti’l-Melik’te, Paris’­te Bibliotheque Nationale’de eksik nüs­haları vardır. Kahire’de Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de de Süleymaniye nüshasının bir kopyası mevcuttur. Abdülazîz ed-Dûrî. haklarında fazla bilgi vermeden Ensâbü’l-eşrafın Fas’ta üç ayrı yeni nüshasının bulunduğunu zik­reder. Bu nüshalardan biri Rabat’ta el-Mektebe-tü’l-âmme’de, biri eksik olan diğer iki­si de el-Hizânetü’l-Melekiyye’dedir. En­sâbü’l-eşrafın Emevîlere ait kısmının bazı bölümleri yayımlanmıştır. Yansın­dan fazlasını teşkil eden kısmın neşir çalışmalarına Abdülazîz ed-Dûrînin baş­kanlığında Amman’da devam edilmekte­dir. Eserin Abdüsemsoğullan (Benî Ümey-ye) kısmı Max Schloessinger ve İhsan Abbas tarafından Muâviye b. Ebû Süfyân kısmı U Califfo Mu’awi-ya I secondo il Kitab ansâb al-ashrof tradotto e annotato adıyla Levi Della Vi­da tarafından İtalyanca tercümesiyle bir­likte, Hz. Osman’dan Abdul­lah b. Zübeyr’e kadar gelen kısım S. D. F. Goitein tarafından Mus’ab b. Zübeyr-Abdülmelik devri de W. Ahlvvardt tarafından neş­redilmiştir.

Benî Ümeyye’den sonra Kureyş kabi­lesinin diğer kollarına ayrı ayrı yer veren Belâzürî ardından Kinâneoğullan’na ve Kayslılar’a geçmiş, ancak Saklf kabile­sine ayırdığı bölümü tamamlayamadan vefat etmiştir. Belâzürî eserine bir mu­kaddime yazmamıştır. Esasen onun yasadığı çağda kaleme alınmış birçok eser­de mukaddime bulunmadığı bilinmek­tedir. Ensâbü’l-eşraf a Cemâleddin İbnü’1-Kiftî {ö. 646/1248) ez-Zeyi caid Ensöbi’l-Belâzürî adıyla bir zeyil yaz­mıştır.

Ensâbü’l – eşraf tabakat. ensâb ve ah-bâr üslûplarının birleştirilmesi suretiyle teşekkül etmiştir. Müellif bir halifenin dönemine ait olayları ele alırken tarihçi­lerin ve tabakat müelliflerinin takip et­tiği usule de bağlı kalmaya çalışmış ve böylece geniş ufuklu bir tarihçi olduğu­nu ispat etmiştir. Kendisinden önce eser veren Urve, Zührî, İbn İshak, Vâkıdî gibi siyer ve megâzî âlimlerinden; Ebû Mih-nef, Avâne b. Hakem, Medâinî ve Hey­sem b. Adî gibi tarihçilerden; İbn Sa’d, Halîfe b. Hayyât gibi tabakat müellifle­rinden; İbnü’l-Kelbî, Ebü’l-Yakzân Sühaym, Mus’ab ez-Zübeyrî ve Zübeyr b. Bekkâr gibi ensâb âlimlerinden fayda­lanmış, birçoğu zamanımıza intikal et­memiş olan kaynaklardaki bazı haber ve rivayetlerin bugüne ulaşmasını sağla­mıştır. Ayrıca çeşitli bölgelerde, bilhas­sa Irak, Suriye şehirlerinde ve Medine’­deki âlimlerden derlediği şifahî rivayet ve bilgileri nakletmiştir. Abbasî halife­lerinin sarayında katıldığı ilmî ve edebî sohbetlerden de pek çok bilgi elde et­me imkânı bulmuştur.

Ensâbü’l-eşraf, olayları tarih sırası­na göre anlatmaması bakımından tarih kitaplarından, halifelerle ilgili kısa bir nesep bilgisi ve hal tercümesi vermekle yetinmeyip dönemlerini geniş bir şekil­de ve başka şahsiyetlerin faaliyetlerine de temas ederek anlatması bakımından da nesep kitaplarından ayrılır. Belâzürî, günümüze ulaşan diğer eseri Fütûhu’l-büldân’da olduğu gibi bu eserinde de orijinal bir plan çerçevesinde tarih, taba­kat, edebiyat ve ensâb kitaplarının üs­lûplarını mezcetmiştir. Ensâb’da diğer İslâm tarihi kaynaklarında görüldüğü gi­bi çeşitli şairlere ait şiirlere de yer ve­ren Belâzürî, bu manzumeler dolayısıyla da dikkati çekmektedir.

Zengin kaynaklara sahip olan Belâzü­rî rivayetleri eserine alma, tarih verme ve rakamları kullanma konusunda çok dikkatli hareket etmiştir. Ancak eserini kronolojik değil neseb şecerelerine gö­re kaleme aldığından meselâ Muâviye’-yi Hz. Osman’dan önce, Hz. Ömer’i de Adî kabilesi içerisinde daha sonra ele almak mecburiyetinde kalmıştır. Müellif bir halife hakkında bilgi verirken o devirdeki siyasî, askerî ve dinî gelişme­lere geniş yer ayırmıştır. Bu bakımdan eser siyasî açıdan olduğu kadar İçtimaî, iktisadî, edebî yönleriyle de değerli bir kaynaktır. Ensâba ait bilgileri İbnü’l-Kel-bî’den alan müellif şahıs yahut kabile­lerin nesebini verirken sened zikretmemiştir. Yazılı veya sözlü kaynaklardan alıp “kale” (dedi ki) ifadesiyle kaydettiği haberler onun en sağlam saydığı riva­yetlerdir. Daha çok yazılı kaynaklardan aldığı bilgiler için “yurvâ an” veya “ru-viye an” (rivayet olunduğuna göre), sözlü kaynaklardan aldığı bilgiler için de “ze­kere” (zikretti) ifadelerini kullanır. Belâzürî, çağdaşı olan ve olmayan kişilerden rivayet alırken mümkün olduğunca is­nadı kullanmaya çalışmıştır. Semâ ka­yıt ve icazetine riayet etmekle birlikte kaynağını zikretmeden yer verdiği riva­yetler de vardır. Ayrıca bazı rivayetleri kısaltmış, birçoğunu da bir haber hali­ne getirmek üzere birleştirmiştir.

Zikrettiği rivayetler arasında tercihte bulunmasıyla meşhur olan Belâzüri. ay­nı konudaki rivayetlerden doğru kabul ettiğini “daha sahih”, “daha sabit”, “da­ha meşhur” gibi ibarelerle ifade eder. Güvenilir bulmadığı rivayetleri de “iddi­adır”, “bâtıldır”, “cahil sözüdür”, “sabit değildir”, “hatadır”, “vehimdir” gibi ifa­delerle cerheder. Doğruluğu hakkında kesin bir kanaate sahip olmadığı riva­yetlerin sonuna da “Allahu a’lem” iba­resini koyar ki bu yönüyle diğer klasik İslâm tarihçilerinden meselâ Taberî’nin metodundan ayrılır. Taberî, haberleri kro­nolojik olarak vermek istemesinin tabii sonucu olarak farklı ve zıt rivayetleri ko­nuyu tamamlamak için eserine almayı tercih etmiştir. Belâzürî ise bütün tarih­çiler tarafından kabul edilmiş olan riva­yetlere öncelik vermiş, bunu yaparken de muhtelif senedleri zikretmeksizin râ-vilerin İttifak ettiğini gösteren “kâlû” (de­diler ki) ifadesini kullanmış, daha sonra aynı konuda bulabildiği farklı rivayetleri senedleriyle birlikte yazmıştır. Bu hu­sus Belâzürî’nin metodunun anlaşılma­sı bakımından son derece önemlidir. Ta­berî’nin, rivayetlerinde Irak mektebine daha fazla yer vermiş olmasına karşılık Belâzürî ilk devir İslâm tarihine ve fetih­lere ait rivayetlerde genellikle Medine ekolüne dayanmış, mahallî rivayetlere de çok ehemmiyet vermiştir. Bütün bunlar onun tenkitçi bir metot ve zihniyete sa­hip olduğunu göstermektedir.

TDV İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler