Nedir ?

Bela Nedir, Belâ Ne Demek, Anlamı, Kur’an ve Hadiste Bela, Hakkında Bilgi

Belâ, Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve manevî sıkıntı, dert, külfet.   

Belâ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “es­kimek; denemek, sınamak; gam, musi­bet, darlık ve sıkıntı” mânalarında kul­lanılmıştır. Firavun’un İsrâiloğullan’na yaptığı korkunç işkenceler “büyük belâ”(Bakara 2/49; A’râf 7/ 141; İbrahim 14/6) ve “açık belâ”(Duhân 44/33) diye vasıf­landırılmıştır. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmeye teşebbüsüne de “açık belâ” (deneme) denilmiştir fes-Sâffât 37/ 106. Allah’ın kendisini denediği kulun bu denemeden başarı ve yüz akı ile çık­ması da “güzel belâ” (belâün hasen) ola­rak tarif edilmiştir. Bu mânada Bedir Gazvesi ve sonucunda kazanılan zafer, “güzel bir belâ” yani başarıyla verilmiş bir İmtihan olarak nitelendirilmiştir.(Enfâl 8/ 17)

Kur’an’da dinî yükümlülükler de belâ kelimesiyle ifade edilmiştir. Bakara sû­resinin 155 ve Muhammed sûresinin 31. âyetlerinde belâ (ibtilâ) bu mânada kul­lanılmıştır. Allah’ın korku ve kıtlık ver­mesi, mal, can ve mahsulleri eksiltmesi de birer belâdır(Bakara 2/155). Esasen Kur’an’a göre dünya, kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir belâ (deneme) yeri olup ölüm ve hayat bunun için yaratılmıştır(Mülk 67/2). Hz. Peygamber de denenmek ve denemek için gönderilmiştir. Başta peygamberler olmak üzere Allah herkesi bir belâ ile denemektedir. Özellikle mutasavvıfların üzerinde önem­le durdukları bir hadise göre en şiddetli belâlara uğrayanlar önce peygamberler, sonra da onlara en çok benzeyenlerdir. İnsanın dert ve musibetlerle kar­şılaşması kaçınılmazdır. Çünkü kişinin gerçek şahsiyeti ibtilâ (denenme) halin­de ortaya çıkar. Deri için tabaklanma ne ise insan için ibtilâ da odur; altın ateş­te, insan mihnette belli olur. Büyük be­lâlara ancak büyük insanlar dayanabilir. Bir hadise göre kazanılacak olan seva­bın büyüklüğü katlanılan belânın ağırlı­ğı nisbetinde olur. Bu yüzden Allah sev­diklerine belâ verir. Buna razı olan Al­lah’ın rızâsını kazanır; isyan eden ise Al­lah’ın gazabına uğrar.

Belâya uğrama aynı zamanda günah­tan arınmaya ve manen yükselmeye de vesile olur. Öyle günahlar vardır ki an­cak belâya sabretmek suretiyle silinir. Hz. Âişe, Hz. Peygamber’den daha şid­detli ağrılara mâruz kalan birini görme­diğini söyler. Has­talığa mübtelâ olan müminin günahları affa uğrar.

Belâ, huzur ve selâmet mânasına ge­len afiyet* mukabili olarak da kullanıl­mıştır. Bir hadise göre afiyette olanlar, belâ ehline âhirette verilen sevabın çok­luğunu görünce, “Keşke dünyada iken derimiz makasla doğransaydı” diyecek­ler ve onların âhiretteki haline imreneceklerdir. Bununla birlikte Allah’tan afiyet dilemek gerekir. Bu yüzden belâda olanlara merha­met etmek lâzımdır; afiyette olanların da hamd etmeleri gerekir le!-Muuaüa. Hz. Peygamber, “Takat ge­tirilemeyen belâlara kendinizi mâruz bı­rakarak zelil olmayın” buyurmuş ve dayanılmaz belâlardan daima Allah’a sı­ğınmıştır.

Zâhid ve sûfîler belâ ve afiyet konu­sunu değişik bir şekilde ele almışlardır. Mutarrif b. Şıhhîr belâda sabır halinde olmayı afiyette şükür halinde olmaya ter­cih ederken diğer bazıları afiyette şükretmeyi belâda sabretmeye tercih etmiş­lerdir. Gazzâlî ise avam için belâya sab­retmenin nimete şükretmekten daha faydalı olduğunu belirtmekteyse de as­lında insanların her iki durumda takı­nacakları tavra, niyet ve amellerine gö­re belâya sabretmenin veya nimete şük­retmenin daha değerli olabileceğini dü­şünmektedir. Esasen ona göre sabır ve şükür iç içedir. Çünkü dini ve ahlâkî açı­dan her nimet bir belâ, her belâ da bir bakıma nimettir. Dolayısıyla kemal sa­hibi bir insan aynı şartlar altında hem sabredici hem de şükredicidir. Süfîlere göre belâ da afiyet de Allah’tandır. Al­lah hangisini münasip görürse insan onu gönül hoşluğu ile kabullenerek hakkın­da hayırlısının o olduğuna inanmalıdır. Allah’ın kahrını da lutfunu da hoş kar­şılayan, cefada da safada da rızâ halin­den ayrılmayan sûfîler beiâda “mübtelî”yi yani belâyı veren Allah’ı görürler-, belânın sonuçlarını ve karşılığını düşü­nerek teselli bulur, belânın acısını his­setmezler. Sevgiliyi temaşa ederken be­lânın ıstırabını unuturlar. Cüneyd-i Bağdadî’ye göre belâ ariflerin yolunu aydın­latan bir meşaledir; müridler için uya­nış, gafiller için helak olma sebebidir. İlâhî aşk ve muhabbeti esas alan muta­savvıflar en büyük dert ve belâ olarak aşkı görürler. Fakat âşık maşuku için her türlü acıya ve sıkıntıya severek kat­lanır, hatta bundan manevî bir haz du­yar.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler