Tarihi Eserler

Balkapanı Han/Hanı Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Balkapanı Hanı, İstanbul Eminönü’nde şehrin en eski ticaret hanlarından biri.

Bizans devrinden beri şehrin alışveriş ve toptancı tüccarlarının bulundukları hanlar bölgesindedir. Esasının Bizans devrinde Venediklilerin ticaret merkezi olduğu ileri sürülmekte ise de bunu doğrulayacak bir belirti yoktur. Sadece bugünkü hanın bodrumu ve zemin katı­nın bir kısmının Bizans devri inşaatı ol­duğu tesbit edilmektedir. Hanın adı, Türk devrinde buranın şehre getirilen balların toptancılık merkezi olduğunu gösterir gibidir. Fakat ihtilalci Mehmed Ziya Bey’in ifadesine göre hanın adı “bardan değil, Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’ndeki “balyos” denilen temsilcisinden gelmekte, böylece hanın Venedik balyosunun makamı olduğu id­dia edilmektedir. Venediklilerin Bizans imparatorluğumun son devrinde, şehrin içinde ve bu çevrede Eminönü-Tahtakale arasında bir mahalleleri veya imti­yaz bölgeleri olmakla beraber, Balkapanı Hanı’nın onlara tahsis edilerek buranın balyosun makamı olduğunu ispat ede­cek bir bilgi yoktur. Ancak Topkapı Sa­rayı Arşivi’ndeki belgelerden 919 (1513) tarihli bir beratta (E. 7701/1), “Balıkpazarı kurbundaki Balıkpazan kapısı ile Odun kapısı arasında Edirne yahudiieri mahallesinde balyosların İkamet etmek­te oldukları evleri, kiliseleri ve odalarıy­la ve altındaki ahır ile bunun civarında Venedik kilisesi demekle maruf olan ki­lisenin ve altındaki bodrumun…” un Si­nan Paşa’ya verildiği bildirilmektedir. Böylece Balkapanı Hanı çevresinin XVI. yüzyıl başlarına kadar Venedik balyos­larının mahallesi olarak bilindiği kesin­lik kazanır.

Fetihten bir süre sonra Balkapanı Ha­nı Türk mimari üslûbuna göre tamam­lanarak önemli bir ticaret merkezi ol­muştur. Ancak bu değişiklik ve inşaatın ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Fâ­tih Sultan Mehmed’in vakfiyelerinde, Bal-Kapanı Hanı’nın onun Ayasofya evkafın­dan olduğuna dair bir kayıt bulunmayı­şına karşılık. Osman Nuri Ergin tarafın­dan ileri sürüldüğüne göre İstanbul ka­dısına yazılan 1007 (1598-99) tarihli Sul­tan III. Mehmed’in bir fermanında bazı malların, “…Fâtih Sultan Mehmed’in Aya­sofya Cami-i Serifi’ne vakfeylediği Bal­kapanı denmekle mâruf handa hıfzolunduğu…” bildirilmektedir. Evliya Celebi XVII. yüzyılda Balkapanı Hanı’nı “kale gi­bi büyük bir han” olarak tarif ederek Mı­sır tüccarlarının burada “eğleştikleri­ni” bildirir. Böylece handa baldan baş­ka malların da depolandığı anlaşılmak­tadır.

Balkapanı Hanı’nda baldan başka yağ, donyağı, zeytinyağı, pamuk, keten, şe­ker, kahve, sabun, pastırma, peynir, tuz vb. malların depolandığı, bunlar dışarı­dan geldikçe bir kısmının Sarây-ı Âmire ihtiyacı için alındığı, geri kalanının han­da perakendeci esnafa dağıtıldığı ba­zı fermanlardan anlaşılmaktadır. 1138 (1725-26) tarihli bir fermanda, o vakte kadar Balkapanı Hanı’nda toplanarak buradan satıldığı öğrenilen pamuğun başka yerlerde de satılması üzerine fi­yatların kontrolden çıktığı bildirilerek bundan böyle yine bu handan dağıtıl­ması emredilmiştir. Bu fermanlardan, handa toplanan mallardan Ayasofya vakfına pay düştüğü de öğrenilmekte­dir. 1200 (1786) tarihli bîr ferman da Balkapanı Hanı’nda toplanan malların esnafa eşit şartlarla dağıtılmasını ön­görür.

Balkapanı Hanı 1180 (1766) zelzele­sinde zarar gördüğünden derhal tamir edilmiştir. Daha sonraları hanın büyük bir tamir görerek girişin karşısındaki üst kat odalarının yenilendiği, üzerlerinde yazılı 1278 (1861-62) tarihinden anla­şılmaktadır. Ancak han sonraları çok ba­kımsız kalmış ve mimarisini değiştiren inşaatlarla görünümü bozulmuştur. Bu arada kemerlerin aralan kapatılmış, hat­ta ortadaki avlunun etrafı kiremit kap­lı ahşap çatılı sundurmalarla örtülmüş­tür. 23 Temmuz 1952’de çıkan bir yan­gında on dokuz oda ile birlikte bu sun­durmalar da yanmış ve avlunun etrafı tekrar açılmıştır. 1986’da Balkapanı Hanı’ndaki tüccar ve esnaf burayı tamir ettirmek üzere teşebbüse geçmişler ve odalardan birinin de evvelce mescid ol­duğunu ileri sürerek burayı yine ibadet yeri olarak ihya etmeyi teklif etmişler­dir. Fakat 1989 başlarındaki ziyarette handa hiçbir tamir veya ihya çalışması izine rastlanmamıştır. Her tarafı peri­şan bir bakımsızlık içinde bulunuyordu. Ayrıca avlunun bir kısmını esas bünyeye aykırı olarak yapılmış yeni bir bina kap­lıyordu.

Hanın altındaki mahzenler biçimin­de olup dörtköşe altışar payenin ortada sıralandığı dikdörtgen uzun mekânlar halindedir. Bunların üstleri tuğladan to­nozlarla örtülüdür. İki uzun mekânın bir­leştiği yerde bir koridor ile iki küçük me­kân daha vardır. Duvar tekniği bu mah­zenin Türk devrinden önceye ait oldu­ğunu gösterir. Bu alt yapının üstünde yükselen hanın duvar tekniği ve malze­mesi de farklılıklara sahiptir. Alt kattaki hücrelerin üstündeki dükkânların avlu­ya bakan taraflarında payelere oturan kemerli bir revak dolaşır. Fakat bu da birçok yerlerde yıkılmıştır. Duvar örgü­leri taş ve üç sıra tuğladan olmakla be­raber bazı yerlerde yalnız tuğla kullanıl­mış olması geç devirlerde yapılan yama­lara işaret sayılabilir. Üst kattaki odala­rın kubbeleri evvelce kurşun kaplı oldu­ğu 1935’te çekilen bir fotoğrafta görül­mektedir. Balkapanı Hanı’nın Tahtakale caddesi tarafındaki cephesi sokak çiz­gisine uyularak yamuk yapılmıştır. T. Bertele’nin eserindeki krokide bu ya­muk kısmın içinde çok dar. kapalı bir avlu bulunduğu işaretlenmiştir. G. Pervitiç’in sigorta planında da bu avlu işaret edildikten başka önündeki parça Balkapanı Hanı’ndan ayrı Aktar Hanı adıyla küçük bir yapı olarak belirtilmiştir. Ta­mamen XIX. yüzyıl mimarisinde olan bu eklentinin, tarihî hanın bu köşesinin de­ğiştirilmesi suretiyle mi yapıldığı hak­kında bir şey söylemek mümkün değil­dir. Hanın esas avlusu ise 42 x 31 m. ölçüsündedir ve kaba taşlarla Arnavut kaldırımı biçiminde döşenmiştir. Yine Ber­tele’nin eserinde yayımlanan Gabuzzi ta­rafından çizilen resmi, Balkapanı Hanı’­nın orta avlusunu henüz bozulmamış hali ile gösterir. Burada ortada bir havuz ile ağaçlar vardır. Alt kat dükkân hüc­relerinin Önlerinde ise muntazam kire­mit kaplı birer sundurma dolaşır.

E. Mamboury, tanınmış İstanbul reh­berinde, hanın avlusunda o tarihlerde henüz duran büyük bir kantardan bahsederek bunun Türk eseri olmakla beraber esasının Bizans örneklerine (!) da­yandığını iddia eder. Ancak tamamen Türk işi olan bu kantar, üzerindeki hic­rî ve milâdî olarak ayrı ayrı işlenmiş ta­rihlerden anlaşıldığına göre 1282 (1866) tarihli idi. Fakat bu tarih ahşap kısımla­rın tamirine ait olmalıydı. Söylendiğine göre İstanbul’un bütün esnafının kan­tarları XX. yüzyıl başlarına gelinceye ka­dar bu mîrî kantarda kontrolden geçiri­lerek mühürleniyordu. İstanbul ticaret hayatının değerli hâtırası olan bu kan­tarın ahşap kısımları 1952 yangınında yanmıştır. 1989’da bu kantarın enkazı­na rastlanamamıştr. Yalnız beşik tonoz­lu geçit dehlizine açılan dövme demir­den orijinal kapı kanatları henüz duru­yordu. Pervitiç planında üst katta işa­retlenen harap mescidin de ihya edildi­ğine dair bir belirti görülememiştir.

Balkapanı Hanı, İstanbul’un en eski ticaret hanlarından biri olarak ve aynı zamanda eski bir yapının kalıntısı üstün­de inşa edilmiş olması bakımından tari­hî değeri haiz bir eserdir. Ciddi bir araş­tırma yapıldıktan sonra ilmî esaslara gö­re tamir ve ihyası iyi olacaktır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler