Kimdir

Attilâ İlhan kimdir? Hayatı ve eserleri

Attilâ İlhan kimdir? Hayatı ve eserleri: Menemen’de doğdu (1925-11 Ekim 2005). İzmir Atatürk Lisesi’nde öğ­renciyken Ceza Yasasının 141. maddesine aykırı eylemde bulunma savı ile tutuklandığından okuldan “ihraç” edildi (1941). Danıştay’da açılan dava sonunda öğrenim hakkına konan yasak kaldırılınca İstanbul’da Işık Lisesi’ne girdi (1944). Ortaöğrenimini bu okulda tamamladı (1946). İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudu (1946-49). Senaryo yazarlığı, çe­virmenlik, gazetecilik, fıkra yazarlığı yaptı.

Attilâ İlhan, Cebbar Oğlu Mehemmed adlı uzun şiiriyle CHP Şiir Yarış­masında (1946) ikincilik ödülü kazanarak yeni edebiyatın ünlü kalemleri arasına birdenbire girmiş, İstanbul, Ülkü gibi halkevi dergilerinin yanı sıra Türkiye Sosyalist Partisi’nin organı Gün’de yayımladığı şiirlerle ilk hızını korumayı başarmıştır. Ataç’ın deyişiyle “erkekçe sesi” güngörmüş şairlere özgü becerileri, özellikle getirdiği yerel havayla toplumcu gerçekçi anlayış içinde yerini ararken şiirini iki yönde geliştirmeye çalıştığı söylenebilir:

1948’de çıkan ilk kitabı Duvar’ın Gâvurdağları’ndan Rivayet bölümün­de okuduğumuz öykü şiirlerde, kuruluşun dokusuna tam ve yarım uyakların egemen olduğu görülür. Dil, yoğun içeriğine karşın, engebelerden arınmış­tır. İşlediği temaya egemendir. Bu parçalarda Nâzım Hikmet’in ve Niyazi Akıncıoğlu’nun uzun şiirlerinden yararlandığı sezilir. Ama yerinde kullanıl­mış değişik deyimler, imge zenginliği ve beklenmedik sıçramalarla işlediği konuyu şiir düzeyine ulaştırma becerileriyle ustalarından çabuk kurtulur.

Belli toplumsal sorunlardan kaynaklanan şiirlerdeyse bireysel duyarlıkla toplumsal duyarlık kucaklaşma halinde görünür. Denebilir ki, bireysel duyar­lık toplumsal gerçekleri yumuşatma görevi yüklenmiş gibidir bu şiirlerde. Di­zelere, “boğazlanmış aydınlığın şarkısı”, “lacivert kanatlar”, “şimşeklerin kı­lıcı”, “şarap rengi şafak”, “erguvani çiçekler”, “uçuşan şarkılar”, “ela gözlü yağmur”, “yorgun kuşlar” gibi şairanelik düzeyindeki tamlamaların yanı sıra yer yer aynı nitelikte benzetiler egemendir. Bu yan öğelerden, şairin, şiirinde yaratmak istediği coşku fırtınasını sürekli kılmak için yararlandığı düşünüle­bilir. Bu dönem ürünlerinden 1941’de İzmir, Cemşid Hun’la Hasbıhal, Karan­lıkta Kaynak Yapan Adam, Révolution, Marianne, Lili Marlen, Heyemol’u Attilâ İlhan şiirinin bu özelliklerini taşıyan parçalar arasında sayabiliriz.

Bu özellikler İlhan’ın sonraki şiir aşamalarında da değişmez pek. Biraz daha yoğunluk kazanır. Duvar’daki kimi şiirlerinde gerçekleri yumuşatma görevi almış görünen bireysel duyarlıklar, giderek, Sisler Bulvarı’ndaki ki­mi parçaların oluşumuna yol açar. Bunlarda tamlama düşkünlüğü, sıfat abartmaları daha da artmıştır. Yer yer şairin iç dünyasını etkisine aldığı se­zilen toplumsaldan sorumluluklardan kaçma eğilimlerini simgeleyen soyut imgeler çoğalmaya başlar. Kişi duygulan öznelliğe dönüşür. Bunalım, umarsızlık, nedensiz yolculuk istekleri, avarelik temalarının işlendiği bu şi­irlerde dize, değişim geçirerek iç sesleri, boyutları, aralarındaki ilişkilerle Nâzım Hikmet estetiğinden uzaklaşır.

Halk deyim ve deyişleri yerine bu şiirlerde, “Sidney Bichet’in caz hava­larını çiğneyip tüküren”, “yağmur Saint-Jacques kulesine doğru yağıyor­du”, “sana mardi gras için bir japon maskesi aldım” (Kaptan 2) biçiminde yabancı sözcükler görülmeye başlar. Bir yerde ifade ettiği gibi, “tout-va-bi- en kahvesinde” yazılan bu tür şiirlerin 1954’ten sonra gelen kimi şairler üzerinde hem içerik, hem biçim yönünden etkisi büyük olmuştur.

Kitabın “Dıştan içe” bölümünü oluşturan şiirler arasında Cazgır, Barak- Muslu Mezarlığı, Mustafa Kemal, Batı, Nâzım Hikmet için yazıldığı sezilen Bursa’dan Yaylım Ateş, yalnız içerikleriyle değil, yapılarıyla da kendine öz­gü bir toplumcu şiirin örnekleri olarak görünür. Yüksek sesle okuma özel­liklerine karşın güçlerini sözcüklerin şiddetinden almaz bu şiirler. Tamlama­lar ve benzetiler özgündür. Yine halk şiirine, türkülere özgü deyim ve deyiş­ler çağdaş şiir beğenisine aykırı düşmeyecek biçimde kullanılmıştır, diz dövdüm

gözlerimin şavkı aktı Sakarya’nın suyuna

Sakarya’nın sularında nâmın söyleşir

hemşehrim Sakarya, öksüz sakarya

ankara’dan uçan kuşlar

kemal’im der günler günü çağrışır

kahrolur bulutlara karışır;

gök bulut yaşmak bulut

uca dağlar dev boyunlu morca dağlar

divan durmuş bekleşir

mustafa’m mustafa kemal’im.

Attilâ Ilhan’ın Sisler Bulvarı’nda “dıştan içe” ve “içten dışa” olarak deyimlediği yönelişleri, şiirlerinin sonraki aşamalarında özellikleri daha da belirginleşmiş olarak görürüz. Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum ve Be­la Çiçeği’nin belli bölümlerini oluşturan şiirler, yer yer iki ayrı kişiliğin ürünleri izlenimi bırakacak ölçüde ayrı dünyaların havasım taşırlar.

İçten dışa, şairin ifadesiyle, “yalnızlığım giyinmek” zorundaki bireyin aşklarını, iç dünyasına sızan korkuları, kargaşayı, karşı koyamadığı tutku­ların yarattığı fırtınaları, serüven düşkünlüğünü nerdeyse benmerkezli bir kişiliği yanısıtır. Bu şiirlerde yoğun ve sürekli bir karanlığı yaşar gibidir Attilâ İlhan. Yaşamının her saatinde boğuntulu yağmurların getirdiği başkala­rının bilemediği sıkıntılardan yorgun düşmüşe benzer. Sevdiği sözcükler ara­sında, “yalnızlık, korku, karanlık, düşmek, ağlamak, kahrolmak, bıçak, bı­çaklanmak, gece, yıldızlar, ölmek, öldürmek, intihar”, özellikle “yağmur” kolay seçilmekte, bunların kullanıldığı dizeler, kaynağı anlaşılamayan birey­sel acılarla yüklü romantik ve dramatik bir ortamı oluşturmaktadır.

Öte yandan Yağmur Kaçağı’nda “acı ninni”, Ben Sana Mecburum’da “memleket havası”, Belâ Çiçeği’nde “mahur sevişmek” bölümlerindeki şiir­lerdeyse yaşama bakışı, geçmişle yaşanan arasında kurmaya çalıştığı bağlan­tılar, 27 Mayıs 1960 hareketinden sonraki eylemlerin yarattığı sevinç ve umutlarla donanmış bir duyarlık olarak çıkar karşımıza. Bu iyimserlikle Yağmur Kaçağı’ndaki “Eğer ben yalnızsam yanılmışsam / Ellerimden tut yoksa düşeceğim / Yağmur beni götürecek yoksa beni” (sf. 13) diye yakman şairden aşağıdaki dizelerle hesap sorar gibidir: hem bir kere yalnızlık ne demek bu kadar milyonla bir haksızlığın ekmeğini paylaşırken bir cehennem sofrasında kadın erkek saçımın her teli var ya her teli saçımın her telinde milyonlarca yürek taşırken isimlerini bilerek bilmeyerek yalnızlık ne kelime.

(Bela Ç i ç e ğ i, sf. 78)

Yasak Sevişmek ve Tutuklunun Günlüğü kitaplarındaysa geçmiş deney­lerin, etkilenmelerin, bileşim çabalarının, kuruluşla içerik, içle dış arasında­ki denge arayışlarının bütün olanakları kendini ortaya koyar. Bu kitapları oluşturan şiirlerde yer yer eski Attilâ İlhan’ı anımsatan sözcüklerle kurul­muş dizelere, yine ikili üçlü tamlama düşkünlüğünün yarattığı şairane ha­vaya rastlanır belki. Ama bunlar çoğun, şiirin vazgeçilmez öğeleri olma du­rumundan çıkmıştır. Dörtlü, beşli, altılı kuruluş açılmalarında ayrıntı görü­nüşünde kalan “malzeme”ye rastlanmaz pek. Önceleri gerilim yaratmak için başvurulan kimi yapay öğeler de elenmiştir. Bu döneminde de; elimden gelen bu ben iki kişiyim ikisi birbirinden çıkmaya uğraşıyor bilmem ki hangisinden vazgeçeyim birisi yeni baştan serüvene başlamış öbürü silahında son mermiyi yakıyor çoğalmak neyse ne ayrılmak zor.

(Yasak Sevişmek, sf. 31)

dizelerinde söylediği gibi, kişiliğindeki ayrı doğrultulardaki yönelişlerin et­kisiyle yine “ben” ve “toplum” arasındaki gelgit’ler içinde görünür. Kurdu­ğu düşler, yaşadığı özlemler, kendi kendisine yakıştırdığı niteliklerle “ben”, hayalsi bir evrenin öznesi durumundadır.

O kadar uğraşırım yalnızlığımdan çıkamam (Yalnızgezer, Yasak Sevişmek)

Bitmeyecek bu benim alıp başımı gittiğim Senin için kaç İstanbul değişerek ( Ağustos Mızıkacıları, a . y . )

Beni de kırdılar içimden kırdılar (Ben Artık Küsüm, a . y . )

Benim sigortalarım yanmıştı cenova henüz çocuktu (Sempilon Treni, a . y . )

Nedir ki bu iki ayrı duygusal yönelişin kesiştiği yerden sonra (Şehnaz Faslı, Yasak Sevişmek) çoğun, yapay niteliklerin ürünleri izlenimi bırakan “ben”, insana özgü ortak özelliklerle donanmaya başlar. Böylece dörtlük, ga­zel, şarkı gibi eski biçimlerde sıkıntıya düşmeden söyleyişin değişik hünerlerini gösteren Attilâ îlhan, son iki kitabında yarattığı dünyada, bireyselle toplumsal olanı -Duvar’daki ilk şiirlerindeki gibi- kucaklaştırmayı başarır. Yasak Seviş­mek’te Yorgunlar Sendikası, Çalar Saat; Tutuklunun Günlüğü’nde Zincirleme Rubailer, Emekçiye Gazel, Alende Alende, İmgelem Kuşları… bu döneminin ut­kuları arasında ilk akla gelen parçalardır. Dörtlüklerdeyse kendini hiç zorlama­dan, yapaylığa düşmeden becerilerinin son sınırlarına ulaşmıştır: düşünceli sevda çiçekleri hangi uzak ölülerin dudaklarıyla uzattıkları buğulu camlar gibi serin ölümlü insanın ölümsüzlüğü derinliğinde yatan hayyâm’dan nâzım hikmet’e yazılmış bütün rubâilerin.

ŞİİR KİTAPLARI

Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi 1, Şükran KURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.

İlgili Makaleler