ATOMCULUK
ATOMCULUK
Maddenin atomlardan
oluştuğunu ve evrendeki tek gerçekliğin “atom” olduğunu savunan
felsefe öğretisine atomculuk denir. Yunanca-da “A-tomos” bölünemeyen,
parçalanamayan anlamına gelir. Atomculuk öğretisine göre, maddenin artık daha
fazla bölünemeyen ve daha küçük parçalara ayrılamayan en son parçaları
“atomlar”dır. Nasıl ki, dilde her kelime bir takım harflerin
birleşmesinden oluşuyorsa, eşya da, en küçük parçacıklar olan atomların
birleşmesinden meydana gelmektedir.
Atomculuk öğretisinin
başlıca temsilcileri, Abdera okulunun kurucuları olan Leukippos ve
Demokrilos’tur. Fakat bunlardan önce, arada bazı farklar olmasına rağmen
atomculuğun gelişmesinin iki basamağı olarak Empe-dokles ve Anaksagoras
dünyayı bir takım nihai parçacıklardan oluşmuş sayıyorlardı. Hatta
Anaksagoras bu parçacıkların sonsuz derecede küçük olduklarını bile
söylemişti. Ne var ki, bu gözle görülemeyen sonsuz küçüklükteki unsurlara
modern anlamıyla atom mahiyetini kazandıran ve atomculuğu İnceden inceye işleyerek
eşsiz bir maddeci okul yapısı özelliğine kavuşturan ilk düşünür Demokritos
olmuştur.
İlk Çağ’da yaklaşık
V.yüzyıklaki atomculuk ile öteki atomculuk anlayışlarının farkını da
gözöniirıdc tutmak gerekir. İlk Çağ atomculuğunu, dar anlamda atomculuk olarak
nitelendirmek yerinde olur. Bu filozofların atomculuk anlayışları duyuma
dayalı deney verilerini Parmenides’İn, genel olarak da Elcalıların
“Varlık” ve bunun değişmez olduğu görüşüyle ilişkili olarak maddeyi
temelle ndirmek ve açıklamak isterler.
Denıokrİtos’a göre, evrende
varolan şeylerin yokolacağı düşünülemez. Bu düşünce kaynağını Parmenides’İn
ünlü “Varlık vardır” önermesinde bulur. Yani varolan
“Varlık”ın yokolacağı nasıl düşünülemez ise, aynı şekilde
“yokluk”tan Varlık’m çıkması da mümkün olamaz; Parmenides’İn
öğrencisi Zenon’un söyle-yişîyle bunun aksini düşünmek mantıki bir çelişmedir.
Demokrİtos’a göre,
eşyanın artık bölüncme-yen en son unsurları olan atomların “sertlik”,
yani nüfuz edilemezlik ve “hareket” gibi İki önemli özelliği vardır.
Sertlik Özelliği, atomların evrendeki yegane gerçek olduklarım gösterir.
Çünkü sertlik, “dolu” olan şeye işaret eder; Varlık adını almaya
layık olan tek şey de “dolu” olan şeyler, yani atomlardır. Bu sert
atomlar, yokluktan İbaret olan bir alanda hareket ederler. Buna “boş
mekan” adı verilir. Boş mekan, gerçek değil, bir “hiç”tir.
Evrendeki tek değişme de, işte atomların boş mekandaki bu hareketinden
ibarettir.Varlıkları meydana getiren atomlar, birleşme ve ayrılmalar ile
hareketi, o da evrendeki değişmeyi gerçekleştirir. Fakat bu değişmede ne
Empedokles’in ileri sürdüğü gibi bir rastlantı, ne Anaksagoras’ın düşündüğü
şekilde biramaç(tetos)sözkonusudur. Çünkü atomların hareketi niceliklerine
bağlı olarak zorunludur, dolayısıyla evrende bir zorunluluk bulunmaktadır.
Ayrıca bu zorunluluk hep aynı şekilde sürüp gider. O halde evrendeki değişme
mekaniktir. Çünkü zorunluluk ve nedensellik, atomların hareketinden dolayıdır
ve bu da hareket ve değişmeye mekanik bir mahiyet kazandırır. Böylece,
Demokritos atomculuğu mekanikçi bir evren görüşüne ulaşır.
Öteyandan Demokritos
atomculuğu, Empe-doklcs ve Anaksagoras atomculuğundan da ayrılır. Demokritos
atomlarda niceliksel özellikler bulunduğunu ileri sürerken, diğerleri
atomların niteliksel özelliklere sahip olduklarım da savunur. Ayrıca,
özellikle Anaksagoras, atomların parçalanacağını da kabul etmektedir.
Ne var ki, Demokritos
ve dolayısıyla atomcular, bütün olarak herşeyin yalnızca atomlardan
oluştuğunu ve gerçek olan tek şeyin atomlar olduğunu söyledikleri için bir
katışıksız birer maddecidirler. Onlara göre her şey zorunlu ve mekanik bir
nedensellik ile hareket etmektedir. Bu düşüncenin, yaratıcı ve düzenleyici
bir Tanrı anlayışına yabancı olacağı doğaldır. Çünkü amaçsız ve zorunlu bir
mekanik ortamda artık evreni belirli bir amaçla yaratan ve düzenleyen bir
Tanrıya yer veya gerek yoktur. Aslında maddi olan atomların varolabil-mesi
için, maddi olmayan (hiç olan) boş mekanın şart koşulması atomculuğun
açıklanması ve çözümlenmesi mümkün olmayan temel bir çelişkisidir. Buna bir de
şu noktayı eklemek gerekir: Demokritos, evrenin sonsuz olarak bölünemeyeceğini
söylüyor. Çünkü evren sonlu olan parçalardan,yani atomlardan oluşmuştur.
Fakat cisimlerin İçinde bulunduğu mekan sonsuzca bölünebilen bir şeydir. Böylece
bu “boş mekan” oldukça garip bir nitelik kazanmış oluyor: Bir yandan
o bir “hiç”tir, varlıktan mahrumdur; öte yandan tek gerçek sayılan şeyin,
yani maddenin varolmasının ve buna bağlı olarak hareket etmesinin,
değişmesinin ve oluşumunun temel, hatta tek şartı kabul edilmektedir. Bu
bakımdan Dcmokritos’un Atomculuk anlayışı düalist bir nitelik kazanmakta ve bu
da onun maddeci felsefesinde giderilemeyecek bir çelişkiyi İçinde
barındırmaktadır.
Dcmokritos’un
Atomculuk anlayışı Epİku-ros ve Lucretius tarafından benimsenecektir, Fakat
Aristoteles’in Dcmokritos’u ve felsefesini gölgede bırakmasıyla atomculuk Orta
Çağ’da, müslüman bazı düşünür ve bilginlerin sınırlı ilgisi dışında, sözkonusu
bile edilmeyecek, ancak Rönesans’tan sonra müslüman düşünür ve bilginlerin de
etkisiyle yeniden hatırlanacaktır. XVII. yüzyılda Gassendi Demokri-tos
atomculuğunu gündeme getirecek, Leib-niz’in “Monadlarıyla atomculuk
yeniden canlanacaktır.
Pozitifbilimlerdeki
gelişme ve bilimlerin felsefeyle olan sınırının İlk Çağdakİnden farklı bir
niteliğe dönüşmesi atomculuğu daha çok bilimin sınırlan içine çekmiştir.
Atomculuğun günümüzdeki kazandığı anlam böyledir. H.-Bergson ve W James gibi
filozofların eleştirilerine maruz kalan “Psikolojik Atomculuk”a göre,
duyumlar, ruhsal olaylar ruhsal atomlardan oluşur. Yani ruhsal olaylar, basit
unsurların görünüşleri olarak yorumlanabilirler. Ayrıca “Mantıksal
Atomculuktan da sözedenler olmuştur ki, Russell ve L.Wiıtgenstein bunun
temsilcileridir. Wittgenstein’ın ilk dönem felsefesine göre evren nesnelerle
değil, atomik gerçeklerle ve atomik cümlelerle ifade edilir.
Genel olarak İslam
düşüncesinde atomculuk yaklaşık IX. yüzyıldan itibaren tartışılmaya
başlanmıştır. Bu da Eş’arî’den önce Kelâm çevrelerinde atomculuğun tartışıldığını,
ancak daha sonra Eş’arî’nin konuyu İlk Çağ Atomculuğundan farklı bir şekilde
yorumladığım gösterir. Eşarİ’nin açıklamalarından, Ebu’l-Hu-zcyl (öl: 841 ya
da 849), cl-İskâfi (01.854-855), el-Cübbaî (01.951), Muammer ve çağdaşları
Hişamel-Fuvatîve Abbad b.Sülcyman’ın değişik yönlerden Atomculuktan
etkilendikleri sonucuna varılabilir. Mu’tezilîler Yaratılışı, Allah ile evren
arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek amacıyla evrensel bir nedensellik (determinizm)
ilkesini temel almak İstediler. Yani yaratmanın çeşitli olgu ve olayları bir
nedenler bütünü içinde dereceli olarak sıralanmaktadır. Bu sıralanma madde
alemini düzenleyen ikinci dereceden nedenlerden başlayıp temel nedenlere,
nedenler nedenine kadar gider.
İslâm kelamalarına
göre de cisimler atomlardan oluşmaktadır ve atomların hareket edebilmesi İçin
de boşluğun bulunması gerekir. Boşluk olmadan hareketin meydana gelebilmesi
için cisimlerin birbiri içine girmelerini kabul etmek gerekir ki, bu mümkün
değildir.
Eşarîler yaratılış,
Allah ile evren ilişkisinde, Mu’tezililcrin bu nedensellik ilkesini yeterli
görmeyerek, bunu atomculukta, yani maddenin bölünmezliği esasında ele almaya
çalışırlar. Gerçi atomculuk Yunan, daha Önce de Hİnt düşüncesinde biliniyordu,
ancak Eş’arî-ler bu nazariyeyi “yaratış”, “küllî kudret”
konularını açıklamak için, farklı ve değişik bir şekilde düzenleme yoluna
gittiler ve geliştirdiler. Buna göre, maddenin bölünmezliği, tabiî olarak
aşkın (müteal) bir ilke (mebde)’nin varlığını gerektirir. Bu ilke maddeye ve
onun bütün bileşimlerine belirginlik ve özellik verir. Maddenin parçalanabilir
olmasını kabul etmek, ona kendi özünde belirlenim (determi-nation: taayyün)
imkanı ve nedenini de taşıdığı anlamını kazandırır ve bu anlamda ilke veya
mebde düşüncesi de geçerli olmaz. Aksine maddenin bölünmezliği, yani atomculuk
teorisi benimsenirse, maddenin varlıkta belirlenimi, niteliği ve belirli bir
nesnede ortaya çıkışını temellendiren aşkın bir ilkenin müdahalesi zorunlu
olur. Dolayısıyla yaratıcı bir Tanrı düşüncesi açık, kesin bir şekilde kendini
kabul ettirir. Böylece Eş’arîler Allah’ın alemdeki mutlak kudreü, hakimiyeti
ve yaratışı konusunda atomculuğu iddialarını desteklemesi bakımından uygun
gördüler. Başka söyleyişle, nedensellik sürecine bağlı olarak düzenlenen
Aristo-telesçi mekanik alem anlayışı Allah’ın alem üzerindeki kudretini ve
hakimiyetini açıklamakta yetersiz kalıyordu. Özlerinde bulunan arazlar gibi,
hem yaratılmaları, hem de devamları bakımından Allah’ın “hayr”
İradesine bağlı atomların düzenlenmesi ve sıralanması Allah’ın ihtiyarî
iradesi anlayışlarına daha denk düşüyordu.
Kısacası İslam
Kclûmalarına özellikle Eş’a-rilere göre atomların en belirgin özelliği, mahiyetlerinin
fani (arızi) oluşudur. (Demokrİ-tos Atomculuğunun zıddı) ve bu evrenin de
“fani varlıklar” (arazlar) (Kur’ân, Enfal 8/24, 46,47) sınıfına ait
bulunduklarıdır. Başka söyleyişle İslam Kclamcıları (Mesela Mu’lczİlî Huzcyl),
Dcmokritos’un atomculuğundan harckct etmekle birlikte, ondan farklı olarak, Allah’ın
varlığını İsbat etmede atomlardan yararlanırlar. Çünkü atomlar sonlu ve
ölümlüdürler, dolayısıyla yaratılırlar ve yok edilirler; mekanda yer
kaplamaları bakımından da sınırlı ve sonludurlar. Evren de böyledir. Keza
Eş’a-riler de atomların sınırlı, bir başlangıca ve sona sahip, yani yaratılmış
ve ölümlü olduklarını, mekanda yer kapladıklarını, cevher değil araz
olduklarını; bu bakımdan maddeye devamlılık veya sonsuzluk niteliği
yüklcnemcye-ceğini, aynı şekilde evrenin de yaratıldığını vb. ileri sürerek İlk
Çağ Demokritos Atomculuğundan farklı bir anlayışı ortaya koydukları
söylenmelidir.
Modern fizikte atom
diye maddenin tecrit edilmiş yapıtaşı olarak adlandırılacak birimleri olduğu
fikri kabul edilmez. Atom-altı dünyanın araştırılması atomların elektronlardan
meydana geldiği ve elektronların şu veya bu sayıda olmasının atomun
özelliklerini belirlediğini ortaya koydu. Elektronlar atom çekirdeğinin
çevresinde dönüyorlardı. Atom-altı parçacıklar dediğimiz elektronlar,
nötronlar ve protonlar bile sabit bir yapıya sahip değildi ve ikili (dual) bir
görünüme sahip tamamen soyut varlıklardı. Onlar bazan dalga, bazan da parçacık
(partikül) şeklinde görünüyor ve bazan madde, bazan da ışık olarak karşımıza
çıkıyordu. Bütün bu modern keşifler atomculuğun çağdaş felsefeden silinmesine
neden olmuştur.
Yüksel KANAR[1]