Kimdir

Alp Arslan kimdir? Hayatı ve eserleri

Alp Arslan kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1029-1072) Büyük Selçuklu sultanı. Malazgirt Savaşı’nı kazanarak Anadolu’yu Türkler’e açmıştır. 20 Ocak 1029’da doğdu, 25 Ekim 1072’de Barzam Kalesi’nde bir suikast sonucu öldü. Çağrı Bey’in oğludur. Oğuz geleneğine göre doğuşunda verilen “Yiğit-Arslan” anlamındaki asıl adından baş­ka, İslami adı Mehmed, künyesi Ebu Şüca, lâkabı Adudu’d Devle, unvanı Burhan-ı Emirü’l -Müminin’dir. Selçuklular’ın kuruluş yıllarındaki yoğun müca­dele ortamında yetiştiğinden sert bir karakter kazan­dı. Henüz çocuk sayılacak yaşta, Horasan’ın merkezi Merv’den küçük bir birlikle harekete geçerek Iran çöllerini aştı; Deyem’e akınlar yaptı, üç bin esir, bir milyon dinar değerinde ganimetle döndü. Selçuklular’a gerçek anlamda bağımsızlık kazandıracak olan Dandanakan Savaşı sırasında henüz 11-12 yaşlarındaydı ve diğer bir çok şehzade gibi, Çağrı ve Tuğrul beylerin Gazne Sultanı Mesud’a karşı verdiği bu büyük savaşı yakından izlemişti.

1043’e değin Gazne ve Harezm üzerine yapılan akınlarda önemli görevler aldı. Çağrı Bey’in hastalan­ması üzerine Toharistan’ı istilaya kalkışan Gazne Sultanı Mevdud’a karşı ilk büyük seferine çıktı. Bu tarihte, Horasan Veliahtı sanını taşıyordu. Hızla Belh’e ulaştı, Gazne birliklerini bozguna uğratarak sayısız tutsak, epeyce ganimetle Horasan’a döndü. Daha sonra Alp Arslan ve Çağrı Bey’in ilk ortak akını ile Tirmiz, Kubldiyan, Vahş, Kunduz kentleri ele geçirildi. Çağrı Bey, Toharistan’ın yönetimini oğluna bıraktı. Alp Arslan, adını taşıyan ilk sikkelerini buradaki yöneticiliği sırasında bastırmıştır.

Babasının 1058’de ölümüne değin Tuğrul Bey’in merkeziyetçi ve barışçı politikasına destek olmaya çalışan Alp Arslan, bu tarihte Horasan Meliki unvanı­nı kazandı. 1059’da, ayaklanan üvey kardeşi İbrahim Yınal’la savaşarak bu olaylar sırasında Hemedan’a kapanmak zorunda kalan amcası Tuğrul Bey’in ege­menliğini korudu. Rey kenti yakınlarında Heftâd-Pûlân’daki meydan savaşında İbrahim Yınal yenik düştü ve öldürüldü. Tuğrul Bey’in son yıllarında devletin doğu politikasını yürüten Alp Arslan, Abbasî Halifesi ile dostluk ilişkileri geliştirilmesinde, Anado­lu akınlarının sürdürülmesinde, Şiî Fâtimîler’e ve bir ara Bağdat’ı işgal eden Basâsirî’ye karşı başarılar kazanılmasında etkili oldu.

Tuğrul Bey’in 1063’te hastalanması üzerine yirmi bin atlı, on bin yayadan oluşan bir güçle Rey’e yönelen Alp Arslan, Nişabur’da amcasının iyileştiğini öğrenerek Belh’e döndü. Bu, onun ne olursa olsun başkasının tahta geçmesine fırsat vermeyeceğini gös­teriyordu. Tuğrul Bey 4 Eylül 1063’te ölünce, Selçuk­lu ülkesinde sekiz ay sürecek karışık bir döneme girildi.

Abbasî Halifesi el-Kaim, Selçuklu boyunduru­ğundan kurtulma düşüncesiyle birtakım girişimlere kalkışırken, Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış da büyük bir ayaklanma başlattı. Çocuksuz ölen Tuğrul Bey’in veziri Kündürî, Sultan’ın sağlığında veliaht ilan edilen, Çağrı Bey’in küçük oğlu Süleyman’ı sultanlık tahtına oturttu. Türk beyleri bunu onaylamadılar ve Alp Arslan’a bağlılık bildirdiler. Bunlardan, Yağıbasan ve Erdem, Kazvin’de Alp Arslan adına hutbe okuttular. Kündürî, orduyu elde tutabilmek için 700.000 dinar para ile 200.000 dinar tutarında da giysi ve silah dağıttı. Alp Arslan’a elçi göndererek amcası­nın vasiyetini hatırlattı; isterse para gönderebileceği­ni, hutbelerde Süleyman’dan sonra onun adını da okutacağını bildirdi. Aynı günlerde Kutalmış, elli bin kişilik bir orduyla Rey’e yürüdü ve sultanlığını ilan etti. Alp Arslan’ın gönderdiği orduyu da yenilgiye uğrattı. Rey Kalesi’ne sığınan Vezir Kündürî, hutbe­lerde Alp Arslan’ın adını Süleyman’ın adından önce okutarak başlangıçtaki tutumunu değiştirdi. Bu geliş­meler olurken Alp Arslan, büyük amcası inanç Yabgu’nun ve bir bölge emirinin ayaklanmalarını bastırmakla uğraşıyor, başkent çevresindeki olaylarla ilgilenmekte gecikiyordu. Doğuda kesin sonuçları aldıktan sonra Rey üzerine yürüyebildi. 1064 yılı başında, Damegan yakınındaki Dih-i Nemek Vadisi’nde, o zamana değin görülmemiş taktikler uygula­yarak (vadiye su bağlatıp alanı bataklık haline getire­rek) Kutalmış’ı ağır bir yenilgiye uğrattı.

Alp Arslan, 1064’te Rey’de “Dârü’l-Memleke” adını taşıyan sultanlık sarayında, bütün rakiplerini yenmiş ve üstünlüğünü kabul ettirmiş olarak Selçuklu tahtına oturdu. Abbasî Halifesi el-Kaim de sultanlığı­nı onaylayarak unvanlar verdi; sancak ve kılıç gön­derdi; “dünya işlerinin, Adudu’d-Devle Alp Arslan’a bırakıldığını” İslam ülkelerine duyurdu. Alp Arslan yakın danışmam Nizamül Mülk’ü vezir yaptı.

Alp Arslan’ın dokuz yıl süren sultanlığı sırasın­da, Selçuklu Devleti’yle bütünleşmiş durumdaki Ab­basî halifeliği dışında, başlıca şu dört devletle ilişki kuruldu: Karahanlılar (doğuda), Gazneliler (Afganis­tan ve Batı Pakistan’da), Fatimîler (Mısır ve Suriye’ de), Bizans İmparatorluğu (Anadolu ve Balkanlar’ da). Sünnî İslam dünyasını, Şiî Fatimîler’e ve Hıristi­yan Bizans’a karşı güçlendirmek ve genişletmek isteyen Alp Arslan, bir yandan da giderek gücünü yitiren Gazneliler ve Karahanlılar’la savaştı; kimi zaman da dostluk ve akrabalık ilişkileri kurmaya çalıştı. Ancak, en etkili ve sürekli mücadele Bizans’la ve bu devletin izindeki küçük krallıklarla oldu.

Türk boylarının, fethetmek ve yerleşmek amacıy­la yarım yüzyıldır yöneldikleri Anadolu’ya yeniden bir dizi akın yapıldı. “Rum Gazaları” denen bu savaşlar, birincil kaynaklarda yarı destansal anlatımla­ra konu olmuştur. Alp Arslan bu akınları sultanlık tahtına oturmadan önce başlatmış, 22 Şubat 1064’te, Rey’den ayrılarak Urmiye’nin kuzeyindeki Merend’e gelmiş, buradan Gürcistan’a yönelmişti. Bu, tipik bir Rum gazâsıydı. Ordusu, Kangarni yöresine yayılır­ken, öncü birlikler de Kür Havzası’na ilerlemiş, Alp Arslan Şavşat’a oradan da Oltu’ya gelmişti. Kars ve Ani kaleleri geride kalmıştı. Gürcistan Kralı IV. Bagrat, dağlara sığınarak güçlükle kurtulabilmişti. Bu akınlarda, Türk orduları Ahılkelek’i zaptetti. Bu ilk başarıyı o an için yeterli gören Alp Arslan, kızını aldığı Ermeni Kralı Kivrike’ye ve Gürcistan kralına dostluk eli uzattı. Bu iki komşu devleti vasal edindi. Selçuklu ordusu birçok ganimet ve tutsakla geri döndü. Aynı sırada, Alp Arslan’ın henüz on yaşında­ki oğlu Melikşah da Vezir Nizamü’l-Mülk’ün gözeti­minde, bir başka orduyla Van’ı ve çevresindeki Bizans sınır kalelerini almıştı. Kardeşi Kavurd’un saldırıları yüzünden akınlarını sürdüremeyen Alp Arslan, Kirman’a geldi. Kavurd, kendisini karşılayarak bağlılığını belirtti. Alp Arslan, Temmuz 1064’te yeniden akınla­ra girişti. Doğu Anadolu’nun sarp doruklarındaki irili ufaklı birçok kale, ağır kayıplar verilerek ele geçirildi.

1065-1066 yıllarında Alp Arslan, doğudaki so­runlarla ilgilendi. Bu arada Doğu Anadolu akınları da sürüyordu. Ülke yönetiminde kimi değişiklikler yapılarak Alp Arslan’ın oğulları Toğan, Argun, Ilyas, Ayaz, Tekiş, Tutuş ve Böribars’a valilikler verildi. Selçuklu soyunun atası inanç Yabgu (Selçuk Bey’in oğlu) Herat valiliğinden alınıp Mazenderan’a atandı. 1065’te Türkistan seferine çıkan Alp Arslan,Ceyhun’ u geçerek Aral ve Hazer kıyılarını dolaştı. Oğuzlar’ ın asıl yurdu olan Man-Kışlağ’a vardı. Kıpçaklar’ı yenerek, kralları Kafşut’u kendisine bağladı. Selçuk Bey’in mezarını ziyaret amacıyla Cend’e gitti. Bura­dan Gürgenç’e gelerek kentin imar edilmesi için buyruk verdi. 7 Mayıs 1066’da Merv’e döndü. Ertesi yıl, kardeşi Kavurd ile eniştesi Elbasan’ın ortak ayaklanmalarını bastırmak için bir kez daha Kirman’a yürüdü. Bu sırada Anadolu içlerinde, akıncı komu­tanlarından Afşin’le Gümüştekin’in çekişmesi başla­mıştı.

1067’de ikinci kez Gürcistan seferine çıkarak bölgedeki Hıristiyan-Müslüman beylerin anlaşmasını bozan Alp Arslan, Erran’da, bağlılıklarını bildirmeye gelen yöre beylerini kabul etti. Hazer ülkesine yapılan akınlardan sonra Abhaz’a geçti. Komutanla­rından Savtekin’in çabalarıyla kimi kaleler ele geçiril­di. Abhaz Kralı Ahastan’la çevre halkı Müslüman oldular. Tiflis düşünce Gürcü Kralı Bagrat bağışlan­ma dileğinde bulundu. Mevsim kışa döndüğünden Alp Arslan savaşa ara verdi. Sultanın dönmesini fırsat bilen Kral Bagrat, 1068 yazında Tiflis’i yeniden ele geçirdi.

Alp Arslan’ın doğuya yöneldiği bu yıllarda, göçler ve iç ayaklanmalara katılan Türkmenler’in kaçmaları yüzünden, Anadolu’daki Türk nüfusu gi­derek artıyordu. Aralarındaki mücadele sonucu Gümüştekin’i öldüren ve bu nedenle Alp Arslan’dan kaçan Afşin, kalabalık ordusu ile ilkin Suriye’ye inmiş, buradan Malatya dolaylarına gelerek bir Bizans ordusunu yenmişti. Kayseri’ye geçen ve kenti alan Afşin, Konya ve Çukurova’ya akınlar düzenledi. Yalnızca Halep çevresinde ele geçirdiği tutsak sayısı 70.000’i buluyordu. Bu gelişmeler, Bizans’ı toparlan­maya zorladı.

Bizans İmparatoriçesi Eudoksia, orduyu toparla­mak, Anadolu’yu kurtarmak düşüncesiyle genç ko­mutanlardan Romanos Diogenes’le evlendi. Diogenes, 1 Ocak 1068’de Bizans imparatoru oldu. ilkba­harda sefere çıkan Diogenes, Tephrike’de (Divriği) karşılaştığı akıncı Türk birliklerini yenerek güneye indi, Menbiç’i aldı. Alp Arslan’ın yeniden sevgisini kazanan Afşin ise, Ahlat’ı üs edinerek Amorium’a (Emirdağ) dek ilerledi. Alp Arslan, Afşin’in başarıla­rını desteklemek için, kimi Selçuklu prenslerini, bu arada kuzeni Erbasganoğlu Kurtçu’yu Anadolu’ya gönderdi. Diogenes’in, sıklaşan Türk akınlarını dur­durma çabasıyla Ahlat’a saldırması sonuçsuz kaldı. 1069-1070 arasında Türkler’in başarıları gelişirken Bizanslı Komutan Manuel Komnenos’u tutsak eden Kurtçu, Bizanslılar’ın etkisiyle Alp Arslan’a karşı ayaklandı ve İstanbul’a sığındı. Kendisini kovalayan Afşin, Orta Anadolu üzerinden Denizli’ye, oradan Marmara kıyılarına dek ilerledi.

1070 yılı ortalarına doğu Alp Arslan, yanına gelen Afşin’in Anadolu ve Bizans’a ilişkin haberlerini değerlendirerek, ayrıca bir Fatımî devlet adamının Mısır’ı alma çağrısını uygun görerek Azerbaycan üzerinden Bizans topraklarına girdi. Malazgirt Kale­si’ni aldı. Böylece, Doğu Anadolu’nun Ani’den sonra önemli bir kenti daha Türkler’e geçmiş oluyordu. Yoluna devam ederek Erciş, Siverek, Tulhum kalele­rini de ele geçirdi. 10 Mart 1071’de Urfa önüne geldi, kenti alamadan Suriye’ye yöneldi ve Halep’i kuşattı.

Halep’i ele geçiren Alp Arslan’a, burada bulun­duğu sırada, Bizans İmparatoru’nun bir elçisi gelerek dostluk önerisinde bulunmuş ve olumlu cevap alarak geri dönmüştü. Bunun üzerine Halep’ten ayrılan Alp Arslan, Mısır yolunu tuttu ise de bir günlük yürüyü­şün sonunda, Diogenes’in doğuya ilerlediğini, yitiri­len kaleleri geri almak niyetinde olduğunu öğrendi. Birliklerinin bir bölümünü Suriye’de bıraktıktan son­ra hızlı bir yürüyüşle Anadolu’ya yönelen Alp Arslan, Fırat’ı geçerek Diyarbakır üzerinden Ahlat’a geldi. Nizamü’l-Mülk’ü olası bir bozgunda devletin dağılmasını önlemek için Hemedan’a gönderdi. Bi­zans ordusu hakkında bilgi toplamak üzere bir süvari tümenini öncü yolladı. Bu tümen, Bizans ordusunun öncülerini bozguna uğrattı. Kesin sonuç almak kara­rıyla yola çıkan Diogenes’in ordusunda Franklar, Normanlar, Slavlar, Gürcüler, Abhazlar, Ermeniler Peçenek ve Uz Türkleri de vardı ve tüm ordu 200.000’e yakın bir güç oluşturuyordu. Alp Arslan’ın ordusu ise 50.000 kadardı. Barışın savaşa tercih edildiğini bir kez daha belirtmek için Emir Savtekin, Diogenes’in ordugâhına gönderildi. Burada çok so­ğuk karşılanan ve imparatorun “Biz İsfahan’da, atları­mız Hemedan’da kışlayacak!” tehdidine; “Hayvanla­rınız Hemedan’da kışlar. Fakat sizin nerede kışlaya­cağınızı bilemem!” yanıtını veren Savtekin, savaşın kaçınılmaz olduğu haberini getirdi. Sonunda iki ordu, Malazgirt Kalesi önündeki Rahba düzlüğünde karşı karşıya geldiler. Savaşı Türkler kazandı. Peçenekler’le Uzlar’ın Türk saflarına geçmeleri, sonucu önemli ölçüde etkilemişti. Tutsaklar arasında İmparator Dio­genes de vardı. İki devlet arasında barışı öngören bir antlaşma imzalandıktan sonra, Diogenes İstanbul’a dönmesi için serbest bırakıldı.

Bu zafer, Türkler’e Anadolu’yu açmış, daha önceki akınlardan hiçbirisinin sağlamadığı önemde sonuçlar yaratmıştır. Diogenes’le imzalanan antlaş­manın sonradan Bizans’ça tanınmaması, Türkler’in Anadolu’yu ele geçirme girişimlerine hız verdi. Ant­laşmanın bozulduğunu öğrenen Alp Arslan, komu­tanlarına Anadolu’nun baştanbaşa alınmasını buyurdu.

Zaferden sonra İsfahan’a dönen Alp Arslan, 1072’de damadı Karahanlı Sultanı Nasır Han’la oğul­ları arasındaki savaşlara son vermek üzere yeniden Türkistan seferine çıktı. Barzam kalesi dışındaki Karahanlı kalelerini ele geçirdi. Direnen kalenin komutanı Harezmli Yusuf teslim olduktan sonra sultanın huzuruna çıkarıldı. Alp Arslan’ın ayağını öpmek için yere eğilen Yusuf çizmesinde gizlediği bıçakla ona saldırdı. Sultan,aldığı ağır yaralar nedeniy­le ancak dört gün yaşayabildi. Ölüm döşeğinde komutanlarından, oğlu Melikşah’ı sultan tanıyacakları sözünü aldı.

Büyük Selçuklu Devleti’ne en güçlü dönemini yaşatan Alp Arslan, İslam dinine aşırı bağlılığı yanın­da, eski Türk geleneklerine de büyük önem verdi. Bu amaçla, komutanlarına ve askerlerine sık sık “Han-ı yağma” usulü verir, Göktürkler’deki “Ulus’un Baba­sı” anlayışını yaşatırdı. Türk-Müslüman ülkelerde, bilim, sanat ve düşüncenin gelişmesi yolunda Tuğrul Bey döneminde başlatılan çalışmalar Alp Arslan zamanında da sürdürüldü. Bağdat’ta Nizamiye Med­reseleri kuruldu, parasız öğrenim kurumları açıldı. Ebu İshak Şirazî, Gazzalî Ebubekir Şâşî gibi büyük bilginlerin saygınlık gördükleri bu dönemde, Bağdat ve İsfahan, yalnız Ortadoğu’nun değil, dünyanın belli başlı bilim ve sanat merkezlerindendi. Büyük Türk dilcisi Kaşgarlı Mahmud, bu yıllarda. Bağdat’ta çalışmış ve Divan-ı Lügati’t-Türk’ü hazırlamıştı. Kentlerin imarına önem verilmiş, yeni yerleşim mer­kezleri kurulmuş, yol, kale, köprü gibi bayındırlık eserleri yapılmıştı. Okuma-yazma bilmeyen Alp Ars­lan sağduyusu ve zekâsı ile bir yandan yönetim ve askerlik işlerini başarıyla sürdürürken bir yandan da ülkesinin gelişmesi için büyük çaba göstermiştir.

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 5. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983

İlgili Makaleler