Abdullah bin Abbas, İbni Abbas Kimdir, Hayatı, İlmi Kişiliği, Eserleri
Abdullah b. el-Abbâs b. Abdilmuttalib
Ebü’l-Abbâs Abdullah b. el-Abbâs b. Abdilmuttalib el-Kureşî (ö. 68/687-88) Hz. Peygamber’in amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve çok hadis rivayet edenler arasında yer alan sahâbî.
Yaşamı
İbn Abbas diye de meşhur olan Abdullah, hicretten üç yıl kadar önce, müslümanlar Kureyş’in ablukası altındayken Mekke’de doğdu. Annesi, Hz. Hatice’den hemen sonra müslüman olan Ümmü’l-Fazl Lübâbe’dir. Doğduğu zaman babası tarafından Hz. peygamber’e götürüldü ve duasına mazhar oldu. Hicretten muaf tutulanlardan (müstaz’af) olan annesiyle Mekke’de kaldı. Bir süre sonra onunla birlikte Medine’ye göçtüğü şeklindeki rivayet yanında, babası Abbas’la birlikte fetih yılı (630) hicret ettiğine dair de rivayetler vardır. Hz. Peygamber’in fiil ve hareketlerini öğrenmek arzusuyla onun yanında kalmaya çalışır, Peygamber’in zevcelerinden Meymûne teyzesi olduğu için bazı geceler Peygamber evinde konuk edilirdi. Peygamber’e karşı olan sevgisi, bağlılığı ve samimi hizmetleri sebebiyle onun takdirini kazanmış ve “Allahım, ona Kitab’ı öğret ve dinde mütehassıs kıl!” tarzındaki duasına nail olmuştur.
Halife Osman devrinden itibaren çeşitli vesilelerle Arap Yarımadası’nın dışına çıktı; Kuzey Afrika’ya, Cürcân’a, Taberistan’a ve İstanbul’a gitti. 656’da Hz. Osman tarafından hac emîri tayin edildi. Daha sonra Hz. Ali’nin maiyetinde Cemel ve Sıffîn savaşlarına katıldı. Ona, Muâviye’yi Şam valiliğinden azletmemesini tavsiye ettiyse de sözünü dinletemedi. Hakem olayında Ebû Müsâ el-Eş’arî’nin Ali’yi temsil etmesine karşı çıktı. Daha sonra Hâricîler’i ikna etmek üzere Ali tarafından görevlendirildi. Haricîler karşısında tahkîm’i savundu, bu olayı bahane ederek Ali’yi tekfir etmemeleri ve ona karşı gelmemeleri gerektiğini âyetlerle ispata çalıştı. Hâricî-İbâzî ve Sünnî kaynaklar arasında, söz konusu görüşmenin seyri hakkında farklı ifadelere rastlanıyorsa da görüşmelerin oldukça çetin geçtiği, bazı Hâricîler’in fikir değiştirerek kendi grublanndan ayrıldığı müştereken belirtilmektedir.
Daha sonra Hz. Ali onu Basra valiliğine tayin etti (39/659). Bu görevde iken hazineyi suistimal ettiği, halifenin konuya eğilmesi üzerine istifa ederek devlet hazinesinden fazlaca bir meblağı da almak suretiyle yakınları ile birlikte şehri terkettiği yolunda bazı kaynaklarda yer alan çelişkili bilgiler, Batılı yazarlar tarafından ilgi çekici bulunmuş, sübûtu kati bir iddia imiş gibi Basra’ya vali olduktan sonra İbn Abbas hakkında ileri sürülen rivayetlerin ihtiyatla karşılanması gerektiğine işaret edilmesine rağmen- üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Halbuki muteber cerh ve ta’dil kaynaklarından hiçbirinde yer verilmeğe ve üzerinde durulmağa değer görülmeyen bu bilgilerin temelinde siyasî çekişmelerin ve Şiî-Sünnî ihtilâfının bulunduğu İlk bakışta anlaşılmaktadır. Zira Taberi’nin senediyle naklettiği bu haberin rivayet zincirinde yer alan isimlerden biri olan Ebû Mihnef Lût b. Yahya, bazı otoritelerce “Güvenilmez”, “Zayıftır”, “Hiçbir değeri yoktur”, “Aşırı bir Şiî’dir” gibi ifadelerle değerlendirilmiştir. Yine bu senede göre, haberi kendisinden duyanlar da belli değildir. Bu safhada haberin râvileri, isimleri meçhul bazı Kişilerdir. Ayrıca yolsuzluk iddiasının muhbiri olarak görülen Ebü’l-Esved ed-Düeli’ye İbn Abbas’ın tahkir edici sözler söylediği ve bu sebeple aralarında şahsî bir sürtüşmenin mevcut olduğu, Basra’dan ayrılırken hazineden aldığı malların birikmiş şahsî istihkakı ile fey’den kendine düşen paydan ibaret bulunduğu da bu iddia ile birlikte zikredilen bilgiler arasındadır. Hz. Peygamber başta olmak üzere Ömer, Osman. Ali gibi zevatın dua, öv gü, güven ve iltifatlarına mazhar olan. gerek ashap gerekse tabiîn devirlerinde bilhassa tefsir ve fıkıh meselelerinde otorite olarak tam bir itimatla kendisinden faydalanılan, tarihin hiçbir devrinde ve muhitinde bu seçkin kişiliğine gölge düşmeyen İbn Abbas hakkında böylesine dayanaksız iddialarla hüküm verilmeye kalkışılması ve cüretin “Yalancı”, “Namussuz”, “Hilekâr”, “Düzenbaz” gibi çirkin ifadeler kullanacak boyutlara kadar ulaşması, ilim adına bir talihsizlik olarak değerlendirilmelidir. F. Buhl’ün bu garaz-kârâne üslûbu müsteşriklerce de tepki ile karşılanmış olmalı ki, sözü edilen ansiklopedinin ikinci baskısında İbn Abbas’ın hayatını L. Veccia Vaglieri yeniden yazmış, İbn Abbas’ın Basra Valiliğinden ayrılırken hazineye el koymuş olabileceğini, ancak bunun müslüman toplum nazarında aleyhine hiçbir etki yapmadığına ve onun güvenilir kişiliğine gölge düşürmediğine göre, bu konuda onu haklı gösterecek kuvvetli gerekçelerin bulunduğunu, bu sebeple bu tür iddiaların bir değer taşımayacağını belirtmiştir. Mürûcü’z-zeheb’de yer alan ve İbn Abbas’ın Hulefâ-yi Râşidîn ve özellikle Hz. Ali hakkındaki müsbet kanaatlerini Muâviye’ye karşı nasıl bir açıklıkla söylediğini gösteren rivayet, onun Muâviye tarafına geçtiği tarzındaki iddiayı tereddüde yer bırakmayacak şekilde çürütmektedir.
Kaynaklar, mümtaz bir kişiliğe sahip olan Abdullah b. Abbasın siyasî ve sosyal olaylar karşısında ilmî otoritesini ve siyasî itidalini daima koruduğunu belirtmektedir. Meselâ Muâviye’nin vefatından sonra Ali taraftarları Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet ettiği zaman, Abdullah Kûfeliler’e güvenilemiyeceğini, davetlerine icabet etmemesi gerektiğini ona söylemiş ve mutlaka bir yere gidecekse bu yerin Yemen olabileceğini, aksi halde bazı tatsız olaylarla karşılaşabileceğini kendisine hatırlatmışsa da sözünü dinletememiştir. Kerbelâ faciasını haber alınca çok üzülmüş ve rivayete göre gözlerini kaybedecek derecede ağlamıştır. Abdullah b. Zübeyr’in halifeliğini ilân ederek Harem-i şerifi kendisine karargâh edinmesi üzerine, hilâfete Emevîler’den daha lâyık olmasına rağmen Harem-i şerifi karargâh yapmasına karşı çıkmış ve ona biat etmeyerek Taife çekilmiştir. Hayatı boyunca müslümanların birlik ve beraberliğini savunan, bunun gerçekleşmesi için zaman zaman yetkilileri uyaran, gerektiğinde eleştiren ve kendisine yapılan halifelik tekliflerine iltifat etmeyen Abdullah b. Abbas, yetmiş yaşlarında iken Tâif te vefat etmiş, cenaze namazını Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefıyye kıldırmıştır.