Kimdir

Abdülkadir Meragi kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi

Abdülkadir Meragi kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: ( ? -1435) Azerbaycanlı Türk musikisi bestecisi. Orta ve Yakın Doğu’nun en büyük musiki bilginlerinden biri, geleneksel Türk musikisinin ilk büyük bestecisidir. Yaklaşık olarak 14. yy’ın ortalarında Azerbay­canın Meraga kentinde doğdu. Musiki bilgisinden ötürü “Hoca”, Meraga kentinde doğduğu için de Merâgî diye anılır.. Bazı kaynaklarda adı İbnî Gaybî diye de geçer, ilk musiki zevkini, Kuran’ı güzel okuması için kendisine musiki öğreten babası Gıyaseddin Gaybî’den aldı. Musiki yeteneğiyle genç yaşta parlayan Abdülkadir Meragi, babasının ölümünden sonra Meraga’dan ayrılarak Tebriz’e geldi. Azerbaycan o dönemde Celayirliler’in egemenliği altındaydı. Musi­kiye çok meraklı olan Celayirli hükümdarlarından Sultan Hüseyin bin Şeyh Üveys (1374-1382) Tebriz’ de onu saraya çağırdı, sesini çok beğenince de ona çeşitli armağanlar verdi. Abdülkadir Meragi ’nin hayatı bun­dan sonra hep saraylarda geçti.

Tebriz Sarayı’na girdikten bir süre sonra, o dönemin tanınmış musiki bilginlerinden Rızaeddin Rıdvan Şahın başkanlığında yapılan 100.000 dinar ödüllü musiki yarışmasını kazanıp sarayın baş okuyucusu oldu. Sultan Hüseyin’in ölümünden sonra yeri­ne geçen Sultan Ahmed Celayir zamanında da saraydaki yerini korudu. 1386’da Aksak Timur’un Azerbaycan’ı alması üzerine Sultan Ahmed Bağdat’a kaçınca, Abdülkadir Meragi de onunla gitti. 1393’te Timur Bağdat’ı da alınca, besteci bu kez sultanı izlemedi. Timur Bağdat’taki bütün seçkin bilginlerle sanatçıları Semerkant’a gönderdi. Abdülkadir Meragi, Timur’un yakın çevresine girdi, onun da baş okuyucusu oldu. Daha sonra Tebriz’de Timur’un üçüncü oğlu Mirza Miranşah’ın yanına gitti. Bu oğlunun beğenmediği davranış­larını yanındaki kişilerin kötü etkilerine bağlayan Timur, oğlunun çevresinde bulunan birçok bilgin ile sanatçının öldürülmesini emretti. Tehlikeyi zamanın­da haber alan besteci saraydan kaçarak ölümden kurtuldu. Tehlikeyi atlattığını hissedince saklanmak­tan vazgeçen Abdülkadir Meragi ‘nin o sıralarda Timur’la karşılaştığı ve çok güzel bir sesle Kuran’dan bir sûre okuyarak hükümdara kendini bağışlattığı söylenir.

Timur besteciyi yeniden hizmetine aldıktan sonra, gittiği her yere öteki bilginlerle birlikte onu da götürdü. 1398’de Hindistan seferine katılmak isteme­yen Abdülkadir Meragi, Timur’dan kendisini Semerkant’a göndermesini rica etti. Timur da onu son derece övücü bir dille yazılmış bir nişanla Semerkant’a gönderdi. Timur’un 1405’te ölümünden sonra, yerine geçen Sultan Halil’in (1405-1409), ondan sonra da Timurun dördüncü oğlu Sultan Şahruhun (1409­-1447) sarayında yaşadı. 1421 ‘de, Sultan II. Murad için yazdığı Makasıdu’l-Elhan adlı eserini sunmak üzere o zamanki Osmanlı başkenti-Bursa’ya geldiği tahmin edilmektedir; ama II. Murad dönemindeki siyasi karışıklıklar yüzünden Osmanlı sarayında ancak kısa bir süre için kalmış olabilir. Bir söylentiye göre, daha önce de Yıldırım Bayezid’in çağrısı üzerine Bursa’ya gelmiştir. 1435’te, Timuroğulları’nın yeni başkenti Herat’ta, o sırada şehri kıran veba salgınında öldü. Fatih Sultan Mehmed zamanında İstanbul’a geldiği söylentisi doğru değildir, çünkü ölüm tarihi İstanbul’un alınışından 18 yıl öncedir.

Abdülkadir Meragi klasik islam kaynaklarında olduğu kadar, Batılı kaynaklarda da Doğu dünyasının en büyük musiki bilginlerinden biri sayılmıştır. Ça­ğında, musiki bilimi büyük bir gelişme içindeydi; 13. ile 14. yüzyıllar arasında, Doğu’da Bedri Dilşad, Kutbeddin Şirazi, Safiüddin Urmevî, Molla Camî gibi ya doğrudan doğruya musikiyle uğraşmış ya da musikiyle ilgilenmiş birçok bilgin yetişmiştir. Abdülkadir Meragi ‘nin kuramsal eserleri, musiki bilimindeki bu gelişmenin en önemli ürünlerinden biridir. “Kâr’ları, besteleri ise, kendi çağının ve daha sonra uzun bir dönemin en büyük bestecisi olmasını sağlamıştır. Kendisinden önceki musiki örneklerinin ancak birka­çı notalarıyla günümüze ulaşabildiği için, Türk musi­kisinin ilk bestecisi kabul edilir. Güzel sesli, usta bir okuyucu ve iyi bir udî olması dolayısıyla, musikinin seslendirilmesinde de büyük bir değerdir. Uddan başka çalgılarda da ustalık göstermiş, bazı sazları geliştirmiş, hatta yeni sazlar icat etmiştir. Bestelediği parçalarda, zamanında bilinen bütün makam ve usûl­leri kullanmıştır. Farsça, Arapça ve Türkçe bildiği eserlerinden anlaşılmaktadır. Birçok kaynakta, beste­ciliği ile kuramcılığından başka, şair, ressam, hattat olarak da kendisinden övgüyle söz edilir.

Günümüze ulaşan kuramsal eserlerinin en önem­lisi Camül-Elhan‘dır. Besteci I405’te Farsça olarak yazdığı bu eserini önce oğullarından Nureddin Ab­durrahman’a armağan etmiş, ama 1413’te geri alarak bazı düzeltmeler yapmıştır; eserin bestecinin kendi el yazısıyla yazılı ilk nüshası Oxford’da Bodleian Kitaplığı’ndadır (Marsh, no.282). Bir başka nüshası İstan­bul’da Nuruosmaniye Kütüphanesi’ndedir (no. 3644); 1415 tarihli bu nüshada, eserin Sultan Şahruh’a sunulduğu yazılıdır. Aynı eserin besteci tarafından yapılmış bir özeti olduğu gibi, çeşitli kopyalan da vardır. Doğu musikisi sisteminin en ayrıntılı eserle­rinden biri olan bu kitapta, ezginin tanımından başlayarak en önemli kuramlar ile kuramsal eserler, makamlar, usûller, ölçüler, çalgılar, çalgı çeşitleri gibi musiki alanında değinilmesi gereken hemen her konu incelenmiştir. J.P.N. Land bu kitapta notaları bulunan bir musiki parçasını Batı notasına çevirmiştir.

Camîü’l- Elhan‘da Abdülkadir Meragi, bestecilik veri­mi hakkında açık bir fıkır veren ilginç bir anısını anlatır. 1376 yılında Şaban ayının 29. günü besteci Tebriz’de Sultan Hüseyin ile öteki devlet adamları­nın, bilginlerin bulunduğu bir toplantıdadır; o döne­min ünlü musikicilerinden Celaleddin Ubeydî, Radivüddin Rıdvan, Sadeddin Küçük de oradadırlar. Söz musikiye gelir. Oradakilerden biri der ki: “Musiki biçimlerinin en zoru növbet-i müretteptir (14-15.yy’da kullanılan uzun bir musiki biçimi), bir növbet-i mürettep ancak bir ayda bestelenir, unutul­maması için yazılıp tekrar edilmesi gerekir.” Abdülkadir Meragi, “Ben bir ay içinde otuz tane bestelerim, şu önümüzdeki Ramazan ayında her gün bir tane besteleyip arefe günü otuzunu birden tekrarlayabilirim,” diye ortaya atılır. Orada bulunanlar bunun imkânsız olduğunu söylerler. Birisi, “Kim bilir, belki de önceden bestelediklerini okuyacaktır,” diye şüphe­sini belirtir. Bunun üzerine Abdülkadir Meragi, “Güfteyi siz seçin, en zor sanatlardan hangilerinin yapılmasını istiyorsanız, onları da söyleyiniz,” cevabını verir. Sultan emreder; emir gereğince, Ramazanın birinci günü bestelenecek eserin güftesiyle ezgi ve düzüm bakımından içereceği sanatlar yazılarak kendisine verilir. Sultan Hüseyin, “Birinci eseri benim adıma bestele: makamı Hüseynî olsun; beş bölümden oluş­sun; son kıtada on iki makamla altı avaze’yi (eski musiki kitaplarında, ikinci derecede önem taşıyan bazı makamlar için kullanılan bir terim) göster, öyle ki her makam arasında bir avaze bulunsun. Makamlı bölümleri ‘terennüm’ sözleriyle bestele. Usûlü Sakili Remel olsun,”der. Abdülkadir Meragi eserini hemen orada, istenilen biçimde besteler; herkes büyük bir şaşkınlık içinde onu alkışlar, sultan da ona türlü armağanlar verir. Her gün bir eser besteleyen Abdülkadir Meragi, arefe günü hepsini birden tekrarlar. Birinci növbet-i mürettebin güftesiyle makam ve avazelerini kitabında ayrıntılı bir biçimde göstermiş, bu parçaların notaları­nı günümüze ulaşmayan eseri Kenzü’l-Elhan’da ver­diğini belirtmiştir. Bu olay, onun güçlü olduğu kadar verimli bir besteci olduğunu ortaya koymaktadır. Eski güfte derlemelerinde adına kayıtlı eserlerin çokluğu da bunu doğrular.

Bir başka önemli eseri Makasıdu’l-Elhan adını taşır. Bu eserin, Sultan II. Murad’a sunulan, besteci­nin kendi el yazısıyla yazılı nüshası bugün Hollanda’ da Leiden Üniversitesi Kitaplığı’ndadır (Or. 270-71); gene kendi el yazısıyla yazılı bir başka nüshası İstanbul’da Rauf Yekta Bey’in özel kitaplığındaydı, onun ölümünden sonra da mirasçılarına geçmiş olabi­lir. Bir başka nüsha Bodleian Kitaplığı’ndadır (no. 385, Ouseley.) Bunlar dışında, gene Bodleian Kitap­lığında, bu esere çok benzeyen bir kitap daha vardır; aradaki benzerliğe bakılarak, eserin II. Murad’dan önce, 1418’de Sultan Şahruh’un oğlu Baysungur’a sunulduğu tahmin edilmiştir. Abdülkadir Meragi gene ku­ramsal nitelikteki bu eserinde, ilk kitabının eksik yanlarını tamamlar, icat ettiği sazları tanıtır. Kitabın sonunda, icat ettiği sazlardan en ilginç olanının resmini çizip nasıl çalınacağını açıklar; “saz-ı kâsat” adını verdiği bu saz çini kâselerden yapılmıştır. Rauf Yekta Bey bu kitapta notaları bulunan musiki parça­larından birini Batı notasına çevirmiştir. Timur’un besteciyi Semerkant’a gönderirken yazılmasını emret­tiği nişanın metni de bu kitaptadır. Nişanın Farsça metni Rauf Yekta’nın besteciyle ilgili monografisinde, Türkçe çevirisi de Musiki Mecmuası’nda yayımlan­mıştır.

Risale-i Fevaid-i Aşere adlı kitabı, ilk iki eserinin bir özeti gibidir. Kitabü’l-Edvar Türkçe olarak yazdı­ğı eseridir; bu kitap Leiden Üniversitesi’ndedir (Or. 1175). Son eseri ise Şerhü’l-Edvar‘dır; musikinin en büyük ustası saydığı Safiüddin’in Kitabü’l-Edvar adlı eserinin bir yorumu olan bu kitap Nuruosmaniye Kütüphanesi’ndedir (no. 3651).

Abdülkadir Meragi bütün bu kitaplarında, kendisinden önceki bilginlerin kuramsal çalışmalarını değerlendirmiş, çağının musikisini yorumlamış, bir­çok musiki sorununa eğilmiştir. Eseri o dönemlerde yapılan musiki çalışmalarının çağımıza ulaşmasını sağlayan en önemli kaynaklardan biridir. Musikinin hammaddesi olan sesi; sesin ezgiye dönüşmesi, kulağa gelişi, tizlik ve pestlik dereceleri gibi ses fiziğiyle ilgili sorunları büyük bir bilgin titizliğiyle incelemiştir. Üzerinde durduğu en önemli teknik sorunlardan biri, bir sekizli oktavın, özellikle de oktav içindeki “dörtlü aralığı”nın (do-fa) bölünmesiyle ilgilidir. Abdülkadir Meragi ‘nin bu konuda yazdıkları, kendisinden önceki bilgin­lerin vardıkları sonuçların bir yorumudur; Farabî, İbn Sina gibi o da Türk musikisinin bugünkü nota yazısına temel olan 24 aralıklı sisteminden söz etmez, Yunan musiki sistemi üstüne bilgi verir. Eserinin özgün yanı, başka bilginlerin çalışmalarım yorumla­makla yetinmeyip çağında dinlenen musikinin çeşitli nitelikleri hakkında geniş bilgi vermesindedir. Zama­nında kullanılan makamlar, usûller, musiki biçimleri, musiki aletleri üstüne geniş açıklamalar yapmıştır; bu açıklamaları, Türk musikisi tarihi açısından büyük değer taşır. Eserinin değerlendirilmesi, Türk, Iran, Arap musikilerinde, hatta bu üç kültürün doğal etki alanı içinde kalan yerel musikilerin temelindeki özel­liklerin açıklanması bakımından da önemlidir. Çağı­nın üç büyük devletinin saraylarına girmiş bir besteci olarak çok geniş bir bölgenin musiki ihtiyacına cevap vermiştir. Safiüddinle birlikte, Doğu’nun en büyük iki musiki kuramcısından biridir. Doğu’da 11.yy’da musikiye karşı başlayan ilgi Abdülkadir Meragi ‘den sonra, Osmanlı döneminde bir süre daha devam etmiş, sonraki yüzyıllarda birçok büyük besteci yetişmişse de, musiki kuramcılığı büyük ölçüde gerilemiştir. Musiki kuramı ye tarihiyle ilgili çalışmalar 20.yy başlarında Türkiye’de yeniden canlandığında, Abdülkadir Meragi ‘nin eseri birinci derecede önemli kaynaklardan biri olmuştur.

Günümüzde en çok ele alınan yanı, Osmanlı-Türk musikisi üzerinde bıraktığı etkidir. Abdülkadir Meragi Türk musikisinin ilk kaynaklarından biri sayılır. Eserleri Kanuni dönemine değin oğlu ve torunu aracılığıyla, IV. Murad’ın Irak seferinden sonra da Bağdat’tan istanbul’a getirilen sanatçılarca 17. yy’ın ortalarına değin Osmanlı musikicilerine öğretilmiştir. Ne var ki, günümüzde besteciye mal edilen, Türkiye’ de radyo ve konser programlarında da yer verilen musiki parçalarından hemen hiçbirinin kendisine ait olduğu kesinlikle söylenememektedir. Bu eserlerden hiç değilse bir bölümü, kendisinden sonra gelen Abdülali, Ayıntabî Mehmed Bey, Şeştarî Murad Ağa gibi bestecilere aittir. Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde 3652 no.’da kayıtlı bir güfte derlemesinde eserleri­nin güfteleri yazılıdır, ama ona mal edilen parçaların hiçbiri bu derlemede yoktur. Segâh, Acem, Uşşak, Arazbar, Bestenigâr gibi makamlarla Hafif, Muham­mes, Aksak Semai, Yürük Semai gibi usûllerden kuramsal kitaplarında hiç söz edilmez. Ayrıca, 3652 no.’lu derlemedeki güftelerin “terennüm” bölümleriy­le ona ait olduğu söylenen “kâr’ların ilgili bölümleri de birbirine benzemez.

Osmanlı bestecilerince adı her zaman saygıyla anılmış, eserleri örnek alınacak bir usta sayılmıştır; pek çok eserin ona mal edilmek istenmesinin bir nedeni de budur. Türk musikisinin 500 yıllık gelişme­si içinde, Itrî ve İsmail Dede’yle birlikte, en çok iz bırakan bestecidir. Bunun bir örneği olarak “kâr’ları, “kâr’ın dindışı musikide en üstün tutulan biçim sayılmasına yol açmıştır. Müziğinin Abdülkadir Meragi ‘nin eserlerinde özgün, yalın bir anlatım daha ilk dinleyişte dikkat! çeker; bestecinin bir hafız olarak beslendiği dinsel musikiden gelen, arka plandaki mistik öğeler son derece parlak, çekici ezgiler içinde eritilmiş, duygu yükü hafifletilmiştir. Bu musiki, belli bir dönemin bütün gelişmelerini kendi eserinde toplayıp geçmişin bir özetini yapan başka bestecilerde olduğu gibi, yeni bir arayışı dfeğil, aradığını bulmuş, doymuş, kendisine ulaşan değerle­rin zenginliğini en tutarlı bir biçimde dile getirmeye çalışan bir kişiliği yansıtır. Abdülkadir’in bu eserlerle, 14.yy gibi dünya musikisi açısından da erken sayılma­sı gereken bir döneme göre olgun bir sanat düzeyine eriştiği söylenebilir.

Doğu musikisini inceleyen Batılı bilginlerden Kiesewetter ile, bu konuya ilgi duyan tarihçi Hammer, Die Musık der Araber adlı kitapta Abdülkadir Meragi ‘yi İran-Arap musikisinin en büyük kuramcılarından biri olarak tanıtmışlar, aynı konuya eğilen başka Batılı araştırmacılar da besteciyi doğrudan doğruya Iran musikisine mal etmeye çalışmışlardır. Batılı bilginle­rin bu yöndeki sözlerini Rauf Yekta Bey La Musique Turque’de, Hüseyin Sadettin Arel de Türk Musikisi Kimindir? adlı eserinde eleştirmişlerdir. Rauf Yekta Bey, özellikle Kiesewetter ile Fetis’in Doğu musikisindeki perdeleri yanlış yorumladıklarını ortaya koy­muş, Abdülkadir Meragi ‘nin doğum yeri olan Meraga’da Fars­ça değil, Türkmence konuşulduğunu söylemiştir. Arel de klasik Iran musikisinin çağımıza ulaşan hiçbir örneği bulunmadığını belirttikten sonra, yeni İran musikisi ile Türk musikisi arasındaki farkları vurgula­mıştır. Rauf Yekta Bey’in Esatiz-i Elhan adlı kitabı­nın ikinci bölümü besteci hakkında yazılmış değerli bir monografidir.

Abdülkadir Meragi Yapıtları

Kuramsal:

23.Uşşak Hafif Kâr: Ez şevk-i lika aşk-ı cemalest-ü didim;

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Anskilopedisi, 1. Cilt, Anadolu yayıncılık, 1983

İlgili Makaleler