KOZMOS
KOZMOS
Yaratılmış olan
varlıkların tümü, algı alanımız ve kavrayış gücümüzün erişip kuşatabildiği
düzenli ve uyumlu bir bütün içindeki tüm yaratıklar, atom çekirdeğinden
gökcisimlerine (ve en kaba biçimiyle maddeden, en latif düzlemdeki meleğe)
varıncaya dek uzayın (ve zamanın, uzay ve zaman Ötesinin) bütünü kozmos olarak
adlandırılır. Bu tanım, Batı düşüncesinin çizdiği kozmos şemasından daha kapsayıcıdır.
Gerçekten de, çağdaş düşüncede, düzenli ve uyumlu bir bütün olarak düşünülen,
kavranabilen maddeyle dolu uzayın tümü olarak tanımlanmakta; madde ötesi dışta
tutulmaktadır.
Günümüzde, kozmosun bu
dar çerçeve içinde tutulmasıyla da kalınmamış, kavram ayrıca bir bölümlenmeye
uğratılarak ‘dünyamız dışındaki doğa bütünlüğü* biçiminde alınıp bütün
yıldızları galaksileri, kümeleri, gazları ve bulutlan içeren, o kadarla kalan
bir alanla sınırlandırılmıştır. Dünyamızı da içine alan doğa bütünlüğü ise,
Fransızca’da Unİvers, İngilizce’de Universe, Almanca’da Unİversum ya da
Welt/Weltall kelimeleriyle anlatılır olmuştur. Bu adlandırma açısından bir yaklaşımda
bulunduğumuzda kozmos’un ah-şılagetdiği üzere kainat kelimesi yerine âlem
sözcüğüyle karşılanması daha uygun görünmektedir. Çünkü, Kainat, -yukarıdaki
yaklaşım çerçevesinde Uni-vers’in karşılı olmaktadır. (Yeni Türkçe-de
kullanılan evren kelimesi ise, her iki anlamda da kullanılmaktadır)
Kozmos kavramı
çevresindeki bu tutum bilimsel bir zorunluğun sonucu olmaktan çok, ideolojik
bir yaklaşımın ürünüdür. Üstün bir varlık olan insanı en geniş kapsamı içinde
varlıklarla birlikte irdeleme yönteminin doğurduğu bir kavram olan kozmos,
yaratıcının (ve haliyle de insanın) dışlanması temeline oturmuş bulunan
Batı’nınpozitivist/rasyonalist kafa yapısının bu doğrultudaki yaklaşımları sonunda
ve böyle bir yaklaşıma elversin di-yedir ki, ‘dünyamız dışındaki doğa bütünlüğü’
düzlemine oturtulmuş ve öylece tanımlanmıştır.
Bu çerçeve içinde
kozmos, sınırları belirlenemeyen bir fiziksel sistem olarak ele alınır.
Dolayısıyla maddi düzlemde ne olduğu ve nasıl oluştuğu noktası üzerinde
durulur. En yeni teoriye göre, kozmos başlangıçta tek bir bütün halindeydi. Büyük
bir patlama olmuş ve bu patlamayla birlikte kozmos oluşmaya başlamıştır. Nitekim
teoriye göre başlangıçta, kozmos, sıcaklığı arkasında 16 tane sıfır konularak
ifade edilen bir (1)
sayısının ifade ettiği yükseklikte, proton, nötron, pozitron ve nÖtrino gibi
temel parçaaklardan oluş-muş olağanüstü ve sonsuz yoğun bir ortamdır. Madde
yoğunluğu yerine eşdeğer enerji yoğunluğunun bulunduğu bu ortamda gerçekleşen
büyük patlama üzerine 10 saniye gibi bir zaman içinde sıcaklık dokuz sıfırlı
bir rakama inmiş ve temel parçacıklar daha ağır çekirdekler oluşturmak üzere
birleşmeğe başlamışlardır.
Bu birkaç dakikalık
olay sırasında nötronlar, protonlar tarafından çekilerek, yoğunluğu büyük
döteryum oluşmuş, ardından bir tepkimeler zinciri başlayarak hidrojen ve
helyum gazları ortaya çıkmıştır. Yüzde 25 helyum, yüzde 75 hidrojen ve az
miktarda da döteryum gazından oluşan ve bir yıldız çekirdeğini andıran bu mat
yapı, bir milyon yıl boyunca foton ya-yıhmına da elvermeksizin soğumaya yüz
tutmuş ve sonuçta sıcaklık 3000°C’a, yoğunluk ise 1000 atom/cm3 ‘e düşmüştür.
Yoğunluk ve sıcaklıktaki bu düşme sonunda ‘ışınım’olayı başlamış; maddenin
enerjiye baskm çıkmağa başladığı bu evrede ışınım yoluyla uzaya yayılan madde,
kütle çekimi etkisinin kuvvetiyle kümeler oluşturur olmuştur. Yıldız Çağı diye
adlandırılan bu süreçte gökadalarının ve yıldızların oluşumu gerçekleşmiştir.
Büyük patlama kuramına göre, patlama olayının uzantısı olarak kozmos, halen
genişleyen bir yapı belirtmektedir. Ancak, kozmozda bulunan kütle çekim
kuvveti bu genişlemeyi yavaşlatmakta ve dengelemektedir. Yoğunlukta da, ısı
gibi, zaman içinde düşmeler sürüp gitmektedir. Şu var ki, yoğunluğun belli
bir düzeyde sürüp gitmesi durumunda, kütle çekim etkileşimi sonucu genişleme,
bir süre sonra duracak ve koz-mosda çöküntü başlayacaktır. Bu açıdan
‘yoğunluk’, kurama
dayalı olarak oluşturulan senaryolar için büyük bir önem taşımakta ve ‘kritik
yoğunluk’ sayısına göre değerlendirmeler yapılmaktadır. Ortalama yoğunluk ‘
kritik nokta* dan büyük olursa, çökme; küçük olursa sürekli genişleme
sözkonusudur. Küçük yoğunluk durumunda açık, büyük yoğunluk durumun-daysa
kapalı bir özellik kazanan kozmosun (genel izafiyet teorisinde öngördüğü,
fotonların madde ortamında uzay-zaman eğrileri üzerine hareket edişi
doğrultusunda) salınım yapan bir kozmoz olduğu varsayılır. Yoğunluğa bağlı
olarak ya (artış halinde) çökme ya da (azalma durumunda) dağılma sonucuna
götüren bu ‘Genişleyen Evren Teorisi’nin genel geçer bir açıklama olarak
benimsenmesi üzerine ‘Durağan Hal’ teorisinin dayandığı ilkelerden biri olan
‘evrenin ortalama yoğunluğu değişmezdir’ görüşü terkedilmiştir. Bu teorinin en
ilgi çekici yanı, genişleyen kozmosda yoğunluk azaldıkça, sürekli bir biçimde
madde yaratılarak yoğunluğun dengelendiği görüşüdür. ‘Genişleyen Ev-ren Teorisi’nin
kozmosda yaratılmayı devre dışı bırakmasına karşılık, fiziğin temel yasalardan
biri olan madde ve enerjisinin korunumunauygun düşmediği gerekçesiyle
terkedilen ‘Durağan Hal Teorisi’ de kozmosun başlangıçsız ve sonsuz olması gibi
bir sonuca götürmektedir.
Bu yolla oluştuğu
varsayılan kozmozun, yapılan gözlemlere dayanılarak, bizimkine benzeyen
galaksilerle dolu olduğu sanılmaktadır. Uzayda yüzlerce, hatta binlerce
galaksinin oluşturduğu yığınlar bulunmaktadır. Kütle çekim kuvvetleri bu
galaksilerin en parlak olanlarını merkezde toplamış, daha sönük olanlarsa
yığınların dış bölümlerinde yeralmışlardır. Bu galaksilerden bir bölümü
çekirdek, disk, ayla ve sarmal kolları bulunan “sarmal galaksiler”;
diğer bölümüyse, elipsoit ya da küre biçiminde topluluklar oluşturan yıldızların
oluşturduğu ‘eliptik galaksiler’-dir. Ayrıca bu ayrımın dışında kalan ‘dü
zensiz galaksilerdin de varlığı sözkonusu edilmektedir. Bunlara da’bulutsu’ adı
verilmektedir. Sarmal bir gökada olan sa-manyolu, 2 milyon ışık yılı
ıızakliğındaki yine sarmal bir galaksi olan Andromeda ve daha 18 kadar galaksi,
dünyamızın da içinde bulunduğu ‘Yerel Küme’ diye adlandırılan yığını
oluştururlar. 2 Milyon ışık yılı genişliğindeki bir bölgeyi kaplayan ‘Yerel
Küme’nin ötesinde, yığının çapının birkaç katı uzaklıkta diğer galaksi ler
bulunur. Uzaya hangi doğrultudan bakılırsa basılsın, uzağa gidildikçe
sönükle-şen ve gözlemlenmesi güçleşen galaksiler ve bunların içinde yer aldığı
yığınlar gözlenir. Daha uzak bölgelerdeyse, ‘kuvazar’-lar yer alır. Bu
yıldızımsı cisimlerden binlercesi belirlenmiştir.
DünyamızmiçindebulunduğuSamanyo-lu
galaksisi içinde 12 basamaklı sayılarla anlatılan sayıda yıldızın bulunduğu
yüz-bin ışık yılı çapındaki bir küre biçimindedir. Güneş, Samanyolu içindeki bu
yıldızlardan yalnızca biridir. Çevresindeki gezegenlerle birlikte Güneş
Sistemi’ni oluşturur. Günümüzde Güneş’in uydusu dokuz gezegenin varlığı
bilinmektedir. Bunlardan Merkür ve Venüs, Yeryüzüne göre Güneş’e daha yakın,
diğerleri İse, yakınlık sırasıyla Merih, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve
Plüton olup, daha uzaktırlar. Yer’ingüneşten uzaklığı 500 ışık saniye olup,
bu uzaklık Astronomi’de ‘Gök birimi’ olarak anlatılmakta ve ‘AU’ kısaltmasıyla
gösterilmektedir. Güneş sisteminin en uzak gezegeni olan Neptün, Güneş’e 40
AU uzaklıktadır ki, bu da yakla-şık 5,5 ışık saati tutmaktadır. Aynı uzaklık
Yer ile Güneş arasında 8 ışık dakikası; ay ile yer arasında İse, yalnızca,
yaklaşık 1,5 ışık saniyesîdir.
Görüldüğü üzere,
kozmos, günümüz bilim anlayışında -artık, yalnızca- bir fiziksel olgu olarak
değerlendirilmektedir.’-Dünyamız dışındaki doğa bütünlüğü’ sınırlamasıyla hem
‘Kozmos ve Dünya’ dolayısıyla ‘Kozmos ve İnsan’ ilişkisi dışlanmakta ve hem
de olay bütünüyle ‘doğa* perdesiyle perdelenmesi gibi bir eğilim içinde
bulunulmaktadır. Başlangıçta astronomi (daha önceleri de astroloji) biliminin
çerçevesi içinde yalnızca bir ‘tanımak ve bilmek için araştırma’ konusu yapılan
kozmos, pozitivist/rasyonalist anlayışın egemenliğinin ardından fiziksel bir
olay olarak irdelenince, (astrolojinin astronomiye dönüşmesi örneği)
kozmolog-rafyadan dönüşmeyle oluşan kozmolojinin alam içine sıkışarak
kozmogoni, uzay fiziği ve evren kimyası adlı disiplinlerin de yardımıyla
‘sıradan bir şey* durumuna indirgenmiş olmaktadır.
Bu, doğrudan doğruya
‘ideolojik* bir tutum olarak değerlendirilmelidir. Çünkü bu tutumla hem
insanın kozmos içindeki yeri gözden kaçırılmakta, hem kozmosla olan ilişkisinin
kesilmesine çalışılmakta; hem de bunların doğuracağı sonuç olarak ‘yaratıcı’ ve
‘yaratılış’ kavramları dışlanmış olmaktadır. Rasyonalizm -Pozitivizm-
Materyalizm zincirinin oluşarak İnsanlığın boynuna dolanma sürecinin hedeflendiği
‘Yaratıcısız Kozmos’ ve ‘Birba-şına Olan İnsan’ olgularını yapılandırma
doğrultusundaki yönelimi güdümleyen ‘i-deolojik’ tutumunun tutumun gerçekleştirdiği
bir yaklaşım biçimidir bu.
Başlangıçta, ‘ dünya*
nm kozmosla olan ‘göbek bağı’ kesilmiş, Kopernik eliyle bu
ikisi birbirine
yabancılaştırılmıştır. ‘Dünyanın çevresinde dönen Güneş’ kanısının yerine,
‘Güneşin çevresinde dönem Dünya’ düşüncesi yerleştirilmekle, Yeryüzü ve
dolayısıyla insan, kozmos içindeki seçkin ya da belirgin konumunu yitirerek,
‘sıradan’ bir kimliğe indirgenmiştir. Ardından, kozmos ‘fiziksel bir bütün’
olarak alınınca seçkin konumunu yitirmiş duruma düşürülmüş de bulunsa, zamanın
bir yerinde ‘kozmik bir açılım’a yönelebilecek olan insana kozmosun kapılan da
kapatılmıştır. İnsan, şu uçsuz, bucaksız akıp giden kozmos içindeki sayısız
yıldız yığınlarından birinin içinde bulunan bir saman-yolu içindeki
sistemlerden bir güneş sisteminin yalnızca bir uydusu olan bir gezegende, her
çeşit bağdan ve İlgiden kopuk, yalnız basma kalakalmıştır. Çevresindeki tüm
oluşlar ise, hiçbir gizemi bulunmayan birer fiziksel ve kimyasal olay; belki
matematik düzen içinde bîr kendiliğinden akıştır artık. İnsansız bir kozmos,
koz-mozsuz bir insan, eşittir, insan olmayan bir insan demektir. İnsanın
aslında kozmosa yabancılaşmakla kendi kendine yabancılaşmıştır.
Oysa bu yere gelinmeden
önce insan, kozmosla birlikte vardı. Kendi kimliğinin uzantısını kozmosun
derinliği içinde araştırarak yakaladığı sırların ışığında tanıma çabası
içindeydi. Kozmosa bakış biçimiyle kimliği de belirleniyor; kozmosu
yo-rumlayışı kişiliğini oluşturuyor ve ona bir dünya-görüşü, bir yaşam anlayışı
kazandırıyor, böylece seçkinleşiyor, İnsanlaşıyor-du. Kozmos ve insan içice
anlam kazanıyordu. İstisnasız tüm felsefi düşüncelerin ilk adımlarını hep
‘kozmos’a yönelik olarak atmış olmaları, kendilerini kurarken ‘ilkellerini
belirlemek üzere ‘kozmos-in-san’ ikilisinin ilişkisinden yola çıkmaları
bunun göstergesi ve
kozmostan soyutlanmış olan günümüz insanının biçareliği de olayın negatifinden
belirlenmesinde başlıca tutamaktır.
Bir arayış, insanın
kendim ve yaratıcısını, konumunu ve varacağı yeri arayış alanı olan kozmoz,
şimdi, yalnızca fiziksel bir sisteme İndirgenmişse, bunun sorumlusu da yine
insandır. Arayışı sırasında başına buyruk olmak isteyişi, kendince oluşturduğu
‘ilke’leri temel alarak kendi kozmosunu tanımlamaya kalkışması, kendi dışından
saydığı kimi aydınlıklara gözlerini kapaması, Allah’ın gönderdiği gerçeklerle
yarışmak istercesine gerçeği kendince araştırmaya kalkışıp, edindiklerini birer
ilk ‘ilke’ sayarak kozmosu buna göre anlamlandırmaya ve biçimlendirmeğe kalkışması
Kopernik-öncesi dönemde kimi sapkınlıklara yol açtığı gibi, sonrasındaki
gelişmelerde de bugün karşı karşıya kaldv ğı büyük felaketlere yol açmıştır.
İnşama olayların akışına bakarak yaptığı kendi yorumlarını ‘kesin gerçek’
sayıp, formülleş-t irdik t en sonra ‘değerler alanı’nı buna gö^ re düzenlemeye
çalışma eğilimi, onu başlangıçta kimi ‘ilkelerine’ dayalı kozmos ve insan
açıklamalarına kavuşturmuş olsa da, sonunda, büyük bir yitiğin kucağına atmıştır.
İnsanın, evreni kendince biçimlendirip onun üzerinde egemenlik kurma çırpınışının
ürünü olarak ortaya çıkan bir yitiktir bu.
Çağın bunalımları
içindeki insanın kendini kurtarabilmesi, kendini yeniden konumlandırmasına
bağlı görünmektedir. Yaratılışındaki seçkinliğine ve kendisine musahhar
kılınmış doğanın bu özelliğine ilişkin bilincine karşın, kozmostaki’halifelik’
sıfatından yoksun bırakılınca, bilincinde olmaksızın da olsa, elinden alınmış
bulunan bu meşru egemenlik hakkım başka yoldan ele geçirebilmek için evrenin
mutlak yönlendiricisi, güdücüsü olmak gibi bir yetkiyle donanmanın ihtirasına
girmiş; kozmik bağlantılarının kopmuş bulunması dolayısıyla da neyi ele
geçirebilir-se kâr olduğunu sanacak bir günü birlikli-ğe tutuklanmıştır. Eğer,
kendini yeniden konumlandırırsa, kozmostaki yerini belirleyerek kozmosla yeni
bir iletişim içine girebilirse, doğaya yaklaşımı kesinlikle in-sanlaşacak,
çevresiyle İlişkileri yeniden düzenegirecek, benliği bunların uzantısıy-la
yeniden biçimlenecek ve ‘sorumlu bir kullanıcı ve yönetici’ olarak kozmos içindeki
tutumunu yeni baştan düzenleyecektir. Bunun için, ilkin, çok eski insanların
bile farkına varmış bulunduğu gerçeğe, kozmosun kalbinin dünya olduğu, yaratılışın
‘insan’ı amaçladığı ve insan için gerçekleşmiş bulunduğu gerçeğine dönüş yapılmalıdır.
Kozmolojinin son belirlemele-riyle ulaşılan ‘hangi noktasından bakılırsa
bakılsın, kozmosun tüm yapısının aynı biçimde görüleceği’ ve ‘uzayda kozmosu
temsil için seçilecek noktalardan tümünün eşdeğer bîr işlev ve özellik içinde
bulunduğu’ verileri de, herhangi bir yıldız sistemini ya da sistem içindeki
herhangi bir gezegeni odak almanın sonuçta bir fark doğurmayacağını açıkça
ortaya koymaktadır. Güneş sistemi diye bilinen sistemin merkeziolarakGüneş de
ahnsa, Merkür de alınsa, Dünya da alınsa, değişen hiçbir şey olmayacak, hepsi
birbirinin çevresindeki dönüşünü yine sürdürecek, yıllar yine 365/6 gün,
mevsimlerin sayısı yine dört, bir gün yine 24 saat olacak ve ay ve güneş
tutulmaları, kuyruklu yıldız görüntüleri yine şimdiki gibi sürüp gidecektir.
Değişen tek şey birilerinin Güneş Sisteminin merkezi olarak güneşi alıp, onu
da dağınık bir uzayda bir yıldız yığınının bir üyesi sayması yerine, bir
başkasının Güneş sisteminin merkezine Dünya’yı oturttuktan sonra, bu sistemi
Yer Kümesinin merkezinde sayması ve Yer Kümesini de kozmosun odak noktasına
oturtması olacaktır. Yani, kozmolojik, astronomik, fizik bakımlardan
-hesaplamalar da dahil- hiçbir şeyde bir değişme olmayacak, ama insan
özkonumuna oturacağı için, Rasyonalist-Pozitivist- Materyalist düşünce
sürecinde kendini yitirerek bir çıkmaz içinde bunalıma düşmüşlük sona erecek;
sorumluluğunun bilincine varan insanoğlu tüm kozmosla birlikte yaşamım ve kafa
yapısını da yeni baştan yorumlamayla kurarken ayrıca kozmosun derinli-ğiyle
alışveriş içinde bir gönül edinecek, böylece anlam kazanan yepyeni bir yaşam
içinde sükûnet ve tatmine kavuşacaktır. Çünkü, yaratıcıyı tanıyacak, yaratılışı
algılayacak, yaşamın buradaki geçiciliğini ve bu dünyanın ötesinde de sürüp
gideceği kavrayacaktır.
İslam’ın konuya
bakışma gelince, Kur’an-ı Kerim’de ‘kainat*sözcüğüne veya eşdeğer bir kavrama
rastlamam aktayız. Bu kavramın tslam Literatürüne girişi, m iislürn anların
felsefeyle tanışmalany-la birlikte başlar. Felsefenin yorumlamayla
biçimlendirerek kanıtladığı Kozmos’u İslam’ın öğretileriyle düzeltmek, yeniden
düzenlemek ve ötekilerin yanlışlarını gösterip, yanılgılarını belirlemek üzere
bu kavram gündeme getirilmiştir. Hatırlamak gerekir ki, ‘kozmos’, felsefeye
de, sıradan bir gökyüzü araştırması, bir merak konusu olarak değil, doğrudan
doğruya varlığa ve yaşama bakış, bunları yorumla-yışgereksinmesiyle girmiştir.
Belirledikleri ilk ilkelerinin ışığında, filozoflar, savlarını geçerli
kılmak, tutarlı bir eksene oturtmak için bu ilk ilkeler açısından kozmosa
bakmış, öylece yorumlayarak dü- Köle
ticareti ilk çağda başlayıp 19.
asirso-şüncelerinibütünleştinneninyollarınıara- nuna kadar devam etmiştir, mışlar ve bunun
sonucunda da ‘Kozmos’ Kölelik ve
köle ticareti çok eslâ devirİer-gündemin değişmez maddesi, felsefelerin den beri mevcuttur. Köleliğin genellikle
vazgeçilmez öğesi olmuştur. Çünkü her
zengin toplumlarda, artan iş gücü ihtiyaa-niçin, nasıl, neden’ sorusunun
yanıtı an- m karşılamak ve ağır
işleri gördürmek cak bütün içinde aranırsa bulunacak ve amacıyla başka ülkelerden köle satın
ahn-bütüne onaylatıl*rsa geçerlilik kazanacak- ması tarzında ortaya çıktığına dair
telakki-tır. Bîr bakıma, kozmos, belirlenen ilk il- nin bütün toplumlar için geçerlilik yönü
kelerin irdeleme zemini, doğrulanma or-
yoktur. Aynı şey, bir kısım insanların ken-tamı olarak işlev vermiş;
böylesine bir İş- dilerini üstün
görüp ağır ve zor işleri yap-levle her gündemde yer almıştır. İlk ilkele- maya
yabancı ve kendilerinden olmayan rin sistematize edilerek düşünce düzenle- kimseleri layık görme düşüncesinin
köleli-rinin kurulabilmesi bir ‘fikri kozmos’ oluş- ğe ve köle ticaretine imkân hazırladığı
id-turalabilmesiiçin, bir yöntem olarak, koz- diası için de söz konusudur. Tarihî
eser-mos hep ‘başvuru çerçevesi’ olarak kulla- ler,
koleliğibaşlıcaşunedenlerebağlamiş-nılmıştır. Diğer düşünce ve inançlar da yi- lardır:
ne kozmik bir kaynakla
ilişkilendirilerek,
1- Savaşlar:
Yakın zamanlara kadar, ta* böylece, herbirinin yaşama geçirilmesi- rihte,
genellikle mağlup milletler galip nin yolları aranmıştır.
mİlletlertarafındanköleleştİrilmis^ erkek-
Kur’an-ı Kerim’de ya
‘alemler’, ya da let köle, kadınlar
cariye kabul edilmiştir, ‘tüm şeyler’ ifadeleri yer alır. Ya da daha
2- Büyük suç işlemek: Bazı toplumlarda açık bir
anlatımla ‘yedi gök ve yer ve bun-
hırsızlık, zina ve katil (adam öldüume) gü-ların arasındakiler ve
içindekiler’ sözko- bi büyük suçlan
işleyenler ceza ataraJckö* nusu edilir. Bunun sebebi Kur’an-ı Ke- Ieleştİrilmişlerdir.
rim’in yaklaşımında
yaşamı anlamlandır-
3- Borçlu
olmak: Borcunu ödenekten inak, ya da bütünleştirmek için Kozmos aciz olanlar
alacaklının kölesi ölut, onwa ya da benzeri bir kavrama, böyle bir kav-
hizmetindebulunurveyaonamenfaatsağ’ ramın belirlediği bir ortama ihtiyaç bulun-
layan bir işte çalışmak mecburiyetindeka-mamış olmasıdır. lirdi.
Zübeyr YETİK
4- Fakirlik: Fakir olanlar bazı zorunlu ih-
Bk. Kozmoloji.
tîyaçlarım karşılamak için -muhtemelen
belirli bir süre-
kendilerini köle olarak sa-
KÖLELf K tarlardı. Aynı nedenle koyu pederşahî
(a-
taerkil) aileler
yoksulluktan kurtulmakve-
Bir kurum olarak
kölelik, genel anlam- ya ailenin malî
yükünü hafifletmek için de da, bir kişiye bir diğerinin üzerinde sahip- erkek çocuklarını köle olarak satarlardı,
lik hakkının verildiği mülkiyet türüdür.
5- Köle asıllı olmak: Bir zamanlar, köle
Çeşitli nedenlerle
temel hak ve hürriyet- kadının
(cariyenin) çocuğu, babası hür bi-leri ellerinden alınan insanların belirli
yer le olsa, köle kabul edilirdi, ve
pazarlarda her hangi bir mal-tneta gibi
6- Hakim devlete Ödenecek vergiyi öde-alınıp sarılmasına
ise köle ticareti denir, yememdk:
Özellikle İslâm ülkelerinde yi*-
şayan gayr-i müslİm
unsurlar vermekle mükellef oldukları “Cizye”yi ödemekten aciz
olduklarında çocuklarını cizye mukabili esir-köle olarak hükümete takdim
ederlerdi.
.7- Modern
teknik ve keşiflerle artan işgücü ihtiyacını karşılamak: Daha ziyade coğrafi
keşiflerden ve buharlı makinala-nn icadından sonra ortaya çıkan iş gücü
ihtiyacını karşılamak buharlı makinaların ağır iş kollarına eleman bulmak
maksadıy-le yabancı ülkelerden köleler satın alınmıştır.
Tarihî bilgilerimize
göre, kölelik Yunanlılar, Yahudiler, Romalılar ve Araplar nezdinde oldukça
yaygındı. M.Ö. IV. ve V. asırlarda Atina diğer şehirlere oranla bîr medeniyet
merkezi halini alınca, ağır ve yorucu işlerde çalıştırılmak üzere Trakya,
Suriye, Mısır ve diğer bazı Asya ülkelerinden köleler satın almışlardır.
Yunanlılar, fazla olmamak kaydıyle, aynı ihtiyaçlar nedeniyle kendi
vatandaşlarını da köle olarak istihdam etmişlerdi.
Bir mîllet olarak
ortaya çıktıktan sonra Yahudiler arasında iki çeşit kölelik söz konusu idi.
Bİri, büyük suç İşleyen veya borcunu ödeyemeyen İsrailoğulları, diğeri yabancılardan
alınanlardı. Birincilerin sosyal mevki ve itibarı diğerlerinden yüksekti.
Yabancı köleler, ister savaş yoluyla İs-railoğullarının hakimiyeti altına giren
milletlere mensup olsunlar, isterse para ile satın alınmış olsunlar, her türlü
temel hak ve menfaatlerden mahrumdular.
Romalılarda kölelik
çok eski tarihlerden beri yaygındı. Kölelik fetihler nedeniyle devamlı
gelişme göstermiştir. Sayıları yüzbinleri bulmuştu. İmparatorluk zirvedeyken
büyük devlet adamlarından her birinin binlerce kölesi olduğu gibi, feer
Romalıya da üç köle düşüyorduABunlann çoğu az evvel söylendiği üzere
fetihlerden elde edilen harp esirleri veya çocuklardı. Esir pazarı denilen özel
yerlerde satılırlardı. Satılmayanlardan azami istifadeyi sağ-lamakiçin köleler
efendilerinin göstereceği her işte çalıştırılır, en ufak bir hataları yüzünden
şiddetli işkencelere maruz kalır, kırbaç altında İnim inim inlerlerdi. Yahudiler
arasında olduğu gibi Romalılarda köleler iki gruba ayrılmış değildi. Hepsi aynı
muameleye tabi idiler. Zaman zaman kanunlarla kölelere uygulanacak muameleler
konusunda bazı düzeltmeler yapılmışsa da, efendilerine bağlılıklarında
herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.
Diğer ülkelerde de
kölelik vardı. Kaynaklar, İranlıların harp yoluyla sahip oldukları Türk
esirleri hediye olarak Bizans hükümdarlarına gönderdiklerinden bahseder.
Araplarda da kölelik yaygındı. Savaş ve baskın yoluyla elde edilen esirleri
veya Habeş ve civarı vahşi kabilelerden satın aldıktan kimseleri köle olarak
kullanırlardı. Hükümdarlar nezdinde binlerce köle bulunurdu. Asiller arasında
köle satın alarak hediyeleşmek âdetti. Gelinlere me-hir olarak da köle
verilmekteydi. Arabistan’da esir tüccarlarının gelip köle ticareti yaptıkları
pazar ve panayırlar vardı. Ku-reyş’in başlıca ticaret yollarından birisi de
köle ticareti idi. Araplar arasında meşhur bir diğer köle cinsi de
“Kan”lardı. Romalı-lardaki serfler gibi ziraatle meşgul olurlar,
arazilerle birlikte satılırlardı. Araplar, cariyelerin (köle kadınların)
çocuklarını da köle kabul ederlerdi.
O dönemlerde ilahi
dinler kölelik hususunda fazla bîr değişiklik yapmamıştır. Kilisenin yer yer
köle istihdam ettiği görülmüştür. Kilisenin etkisiyle Avrupa’da bütün devlet
adamları köleliği himaye etmiş, hırsızlığa ve dilenciliğe mani oluyor diye
faydalı olduğunu bile ileri sürmüşlerdir.
Kölelik ve köle
ticareti İle ilgili esaslı düzenlemeler İslâmiyet’le olmuştur. İslâm,
savaşlarla gelen köleleşmeyi tabiî karşılamış, onun dışındakileri bertaraf
etmeye çalışmıştır. Fetihlerle raüslümanlarm eline pek çok esir geçmiş, bunlar
savaşçılar arasında bölüşülmüştür. Bazan bir müslü-man süvarinin hissesine
çeşitli savaşlarda yüzlerce esir düşerdi. Dört Halife döneminden sonra
sayıları oldukça çoğalan esirler, genellikle bölüşülmeden toptan satılırdı.
Satış bazan üç ay, hatta Endü-s’deki bir savaştan sonra olduğu gibi altı ay
sürmüştür. Hatta bazan savaşçılara düşen esir sayısı oldukça fazla olduğundan,
onlara bakmaktan aciz kaldıklarında satarlardı.
Bazı valiler,
özellikle Afrika, Türkistan ve Mısır valileri, yönettikleri vilayetlerin
haracından belirli bir bölümünü esir île öderlerdi. İslâm’a göre de, kölenin
sahibi onu kendi hizmetinde tutmak, satmak yahut azâd etmek haklarına sahipti.
Ancak, daha ziyade azâd etme yolunun tercih edildiği görülür. Nitekim köle azâd
etmek bazı günahlardan kurtulmaya da vesileydi. Peygamberimiz “köleleri
güçlerini aşacak şeylerle mükellef tutmayınız, siz ne yerseniz, kölelerinize de
o yemekten veriniz” buyurarak kölelere şefkat ve merhametle muamele
etmeyi tavsiye etmiştir. Hatta kölelerin serbest bırakılması için hazineden
onlara borç para verilerek yardım edilmesini emreden de O’dur.
Osmanlılar döneminde
savaşlarla elde edilen esirler genellikle satılmışlardır. Ardından Sudan ve
diğer Afrika ve Asya ülkelerinden esirler alınıp satılmıştır. Ancak,
Osmanlılar İslâm kültürünün etkisiyle kölelerine Avrtıpa ^ve Romalılar gibi
davranmamışlar,
köleleri eğitip devlet hizmetinde çalıştırmışlardır. Osmanlı devlet adamları
arasında sadrazamlığa kadar yükselen köle torunları vardı.
Köle ticareti, yeni
dünyanın, yani Amerika’nın keşfiyle Avrupalılar arasında daha da hızlandı.
Lakin bu siyah köle ticaretiydi. Yeni dünyanın geniş topraklarını işlemek,
madenlerinden yararlanmak için büyük miktarlarda işgücüne ihtiyaç hissedilmiş,
bu maksatla köle tüccarlarının dikkati, yeni yeni keşfedilmeye başlanan Afrika’ya
yönelmiştir. XV. asırdan itibaren milyonlarca Afrikalı köle, başta Amerika
olmak üzere pek çok ülkeye götürülüp satılmıştır.
Köle ticareti ilk önce
1792’de Danimarka tarafından yasaklanmıştır. 1807’de İngiltere onu
izlemiştir. Türkiye’de ise, ancak Tanzimat’tan sonra yasaklanmıştır. Amerika
1808’de köle ithalini yasaklamış* sa da, iç savaşa kadar köleliğe engel olamamış,
Kuzey-Güney savaşlarından sonra ancak kaldırılmıştır (1865). Ama yer yer köle
ticareti devam etmekteydi. Köle ticaretinin bütün ülkelerde yasaklanması ancak
Birleşmiş Milletlerin “Köleliğin, köle ticaretinin ve köleliğe benzer kurum
ve uygulamanın kaldırılması sözleşmesV’vı kabul etmesiyle mümkün olabilmiştir
(7 Eylül 1956).
İzzet ER Bk.
Sömürgecilik.