ZEKÂT
ZEKÂT
Zekâtın sözlük anlamı;
temizlemek, büyütmek, çoğalmak ve bereketlenmektir. Malı çoğalttığı için
zekâta bu ad verilmiştir. Dinî bir terim olarak İse şöyle tarif edebiliriz:
“Belli bir malın belli bir kısmını belli yerlere vermektir.” İslâm’ın
beş şartından biri olan zekât, yukarıdaki tariften de anlaşılacağı üzere,
belli bir miktarda mala sahip olan zengin m üs 1 umanların sorumlu bulundukları
ilâhî bir emirdir. Bu miktar da nisap miktarı mal olup ileride açıklanacaktır.
Zekâtın miktarı ise değişik ürünlere göre farklılık göstermektedir. Ticaret
mallann-da 1/40, ziraî ürünlerde 1/10-1/20, madenlerle su ürünlerinde 1/5’tir.
İslâm dini, sahibine gelir sağlayan tüm mallardan zekât vermeyi farz kılmış,
böylece toplumda tam bir sosyal güvenlik ortamı meydana getirmiştir.
Zekât, İslâm’ın sosyal
güvenlik alanında ortaya koyduğu çok önemli bir müsessese-dir. Zekât
müessesesi, İslâm toplumunda yaşadığı halde gözetilmeye muhtaç olan tüm fertlerin ihtiyaçlarını
karşılayabilecek güce sahip bir müessesedir. Zekât müessesesi, korunmaya ve
gözetilmeye muhtaç insanlara hitap etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumda
yapılması gereken birçok hizmetlerin de yürütülebilmesine imkân sağlar. Zekât
emri îslâm’ın ilk dönemlerinde bir müessese olarak yaşatılmış ve toplumdaki
sosyal dengesizlikleri gidermiştir. Ancak, sonradan müessese hüviyeti
bozularak fertlerin elinde, onların isteklerine bırakılmış bir İlâhî emir
durumuna gelmiş, bu sebeple de kendisinden beklenen sonuçlar alınamamıştır.
Bu bakımdan zekât denilince onu bir müessese olarak düşünmek gerekir.
İslâm’ın beş şartından
biri olan zekât; dinî Ölçüler bakımından zengin sayılan her müslümana farzdır.
Her sene zekâtını vermeyen kimse ile, gasp yolu ile haksız kazanç elde ederek
malını çoğaltan kimse arasında herhangi bir fark yoktur. Toplumdaki sosyal
dengesizliklerden kaynaklanan sorunların asıl sorumluları da zekât Ödemeyen
kimseler olmaktadır. Allah Teâla bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Eğer tevbe edip namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirlerse, dinde
kardeşleriniz olurlar.” (Tevbe, 11) Başka bir âyette ise şöyle
buyu-rulmaktadın “Eğer tevbe edip namazlarını kılarlar, zekâtlarını
verirlerse on lan n yollarını serbest bırakın.” (Tevbe, 5) Yani
zekâtlarını ödemeyenler, toplum içinde serbestçe dolaşma hakkına sahip
değillerdir. Bu gibi kimseler, müslüman kardeşlik hakkını da elde edemezler.
Zekât vermemek toplumsal dengeyi bozucu bir hareket olduğu için, İslâm’da
bunun cezası çok ağır olarak nitelendirilmiştir, tslâm hak ve adalet ilkeleri
üzerinde önemle durmuş, özellikle toplumda huzursuzluklara sebep olacak
olan davranışları
şiddetle kötülemiştir. Zekâtını verip üzerindeki haklardan kurtulan kişi hem
Allah larafmdan, hem de kullar tarafından sevilir. Zekâtını ve toplumun
üzerindeki haklarını Ödemeyenler ise daima kötü bir iz bırakırlar, böyleleri
insanlar tarafından sevilmezler. Bunlar Allah’ın rızasına erişemezler.
Zekâtın gerek ferde, gerekse
topluma yönelik birçok hedefleri vardır. Ana noktalan ile bu hedefleri aşağıda
özetleyeceğiz:
1- Zekâtın
en önemli hedeflerinden biri, paranın stok edilmesini önlemektir. Zekât emri,
kişileri stokçuluktan kurtarıp yatırım yapmaya sevk eder. Zekât, nakdî
varlıklar dışındaki malların da bir yıl elde tutulmasını, böylece toplumda
sıkıntıya meydan verilmesini etkin bir biçimde önleyici nitelik taşımaktadır.
Gerek nakdî varlıklar, gerekse diğer mallar zekât emri sayesinde stok
edilmekten kurtarılır. Parasını ve malını bir yıl elinde tutanların sene
sonunda bu mallardan hazır alarak ihtiyaç sahiplerine vermelerini sağlar. Bu
durum gösteriyor ki, islâm müslümanı ister istemez parasını çalıştırmaya,
çalıştırdığı parayı şuurlu bir şekilde işletmeye ve kazanç sağlamaya itiyor.
Bu Özelliği ile zekât emri, ekonomik hayatla büyük bir hareket meydana
getirir, ölü yatırımları Önler, tslâm stokçuluğun şiddetle karşısına
çıkmıştır. Bir âyette yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Altın ile gümüşü
stok edip bunları AJ-lah yolunda harcamayan lan, acıklı bir azap ile müjdele.
Bir gün stok edilen o paralar cehennem ateşi haline getirilerek, stokçulann Ön
tarafları, arka tarallan ve yan tarafları bunlarla dağlanacak ve kendilerine:
“İşte bunlar sizin sadece kendiniz için stok ettik-lerinizdir, stok
ettiklerinizi tadın” denilecek.” (Tevbe, 60)
islâm alimleri, bu
âyette bahsedilen stoktan kasdedilen mananın, zekâtı ödenmeyen mallan
kapsadığında ittifak halindedirler.
2- Zekât
mallan bereketlendirir. Zekât, mallan büyütmede ve bereket sağlamada ağaçlann
dallarını seyreltmeye, bahçelerindeki fideleri ayıklamaya benzer. Ayıklanan
fideler nasıl daha gür yetişirse, dallan seyreklenen meyve ağaçlannın meyveleri
nasıl daha gür ve sağlam yetişirse, zekâtı verilen mallar da daha gür ve daha
kuvvetli olur, daha çok verim sağlar. Bu nokta, bir âyette şöyle ifade
buyuruluyor: “Allah faize verilen mallan eksiltir, zekâtı verilen malları
ise çoğaltır.” (Bakara, 268) Zekât fakirlerin alım gücünü artırdığı için,
daha çok alış-veriş yapılmasına da sebep olur, dolayısıyla üretim yapan mal
sahiplerinin mallarının tüketimine de etki eder.
3– Zekât cimriliği yok ederek toplum fertlerini
cömertliğe sevk eder. İslâm, zekâtı emretmekle, cimrilik duvanm mecburi olarak
yıkmıştır. Zekât veren kişilerin aynı zamanda hayırlara koşan kişiler olduğunu
görmemiz, bunun en kuvvetli delillerinden biridir. Yüce Rabbimiz, bu konu ile
ilgili olarak şöyle buyuruyor; “Nefsinin cimriliğinden korunanlar,
kurtuluşa erenlerdir.” (Teğabün, 16) Cimri insanlar toplumda daima
güçlüklerle karşılaşırlar. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak bir âyette
şöyle buyuruyor: “Cimri olup kendini Allah’tan müstağni sayan, bir de
iyilikleri inkâr edenleri güçlüklere sevk edeceğiz.” (Leyi, 8)
Cimrilerin kötü
akıbeti konusunda Allah Tealâ şöyle buyuruyor: “Allah’ın hazinesinden
kendilerine verdiği malı harcamada cimri davrananlar, bu davranışlarının kendileri
için hayırlı olduğunu zannetmesinler.
Cimrilik yaparak
harcamadıklan o mallar Kıyamet gününde boyunlarına halka yapılacaktır.”
(Al-i Imran, 180)
4– Zekât
insanı iyilikseverliğe götürür. Bir kimsenin iyiliksever olması için, en çok
sevdiği malından fedakârlıkta bulunması gerekir. Bir kimsenin değer vermediği
bir malını vermesi aslında İyilikseverlik değildir. Asıl iyilikseverlik,
kişinin en çok sevdiği malından harcamada bulunmasıdır. Bu konuda yüce
Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sevdiklerinizden harcamada bulunmadıkça iyilikseverlik
mertebesine ulaşamazsınız. Neyi harcarsanız, Allah Tealâ onu biliyor.”
(Al-i Imran, 92)
5- Zekât
verenler ilah! bir teminat altındadır. Bununla ilgili olarak Allah Tealâ şöyle
buyuruyor: “îman edip iyi işler yapanlar, namazı kılanlar, zekâtı
verenler için Allah katında lâyık oldukları mükâfat vardır. Onlar için ne
korku vardır, ne de bir üzüntü.” (Bakara, 276)
6- Zekât
kulu Allah’a yaklaştırarak itaatkâr kılar. Ruh yapısını güçlendiren ibadetler
Allah’a yaklaşmanın sebeplerinin bir bölümünü teşkil eder. Allah’a esas yaklaşma
malî ibadetlerle, toplumun maddî yapısını güçlendiren sosyal güvenlik
emirlerini yerine getirmekle mümkündür. Bu konuda yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor
“İyilik ve takva, sadece yüzünüzü doğu ve batı yönlerine çevirmekle
olmaz. Esas takva Allah’a ve Ahiret gününe inanan, meleklere, kitaplara inanan
ve sevdiği malını akrabaya, fakirlere, yolculara (darda kalıp) isteyenlere,
kölelere verenlerin; namazlarını kılan, zekâtlarım veren, sözleşince sözünde duran,
sıkıntılı anlarında, zorda ve darda kalınca, savaş esnasında sabredenlerin
yaptık-lan işlerdir. İşte gerçekten doğru kimseler bunlardır. Allah’tan sakınan
takva sahipleri de bunlardır.” (Bakara, 177)
7- Zekât
mallan temizler. Dolayısıyla toplumu da temizler. Zekât malı manevî kirlerden
temizler. Bu sebeple zekât ne alan kişi için bir kirlenmeye sebeptir, ne de toplumun
kirlenmesine sebeptir. Zekâtın kiri malın içindedir. Eğer zekâtı verilirse o
mal yıkanmış hale getirilmiş olur. Zekâtı alan kişi bundan zarar görmez. Zekât
vermekle malın sahibi kirlerden temizlenmiş olur. Bu kirler de, çekememe,
kıskançlık, düşmanlık gibi manevî kirlerdir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.)
şöyle buyuruyor: “Bu sadakalar insanların kirlerinden başka bir şey
değildir.” (Müslim, K. Zekât: 168) Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle
buyurulmak-tadır: “Allah Tealâ zekâtı, ancak geride kalan mallan
temizlemek için farz kılmıştır.” (Ebu Dâvud, K. Zekât’32)
8- Zekât
mallan koruma altına alır. Hz. Peygamber (s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle
buyuruyor: “Mallannızı zekât vererek koruma altına alınız, hastalarınızı
sadaka vererek tedavi ediniz. Dalgalar halinde inen belâları Allah’a dua ve
yakanşta bulunarak geri çeviriniz.” (Terğîb: 1/520)
9- Zekât
toplumda bir orta sınıfın oluşmasını sağlar. Bir müessese olarak düşündüğümüz
takdirde, her sene zekât bütçesinde toplanan büyük miktardaki para ve aynî
mallar, kısa zamanda ihtiyaç sahiplerine ve gerekli hizmetlere harcanırsa, her
yıl fakir ve muhtaçların sayısında azalma olur. Her sene zenginlerin sayısında
artış meydana gelir. Böylece her yıl toplumda büyük bir rahatlama kaydedilir.
Sadece öncelikli şartlar oluştuğunda Türkiye için her yıl toplanması gerekli
zekât, öşür ve humus miktarlarının bütçenin en az yansı kadar olacağını
düşünürsek, orta
sınıfın çoğalmasındaki süratin derecesini daha kolay ölçebiliriz. Zekât
müessesesi sayesinde toplum çok kısa zamanda fakirlik probleminden kurtulur.
Zekâtın Hükmü
Zekât’m hükmü farz
olup Kitap, Sünnet ve Icma-i Ümmetle sabittir. Kur’an-ı Ke-rim’in 34 yerinde
zekât emri vardır. Zekâun farz oluşu, altı yerde aynı ifade ile tekrarlanan şu
ayet-i kerime ile sabittir: “Namazı kılın, zekâtı verin.” (Bakara,
34,83)
Zekâtın farz oluşunun
delillerinden biri de, zekâtın bizzat Hz. Peygamber (s.) tarafından alınıp
gerekli yerlere dağıtılmasını emreden şu ayet-i kerimedir: “Müminlerin
mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizlemiş, mallarını tezkiye etmiş
olasın. Onlara dua et. Zira senin duan müminler için bir huzur
vesilesidir.” (Tevbe, 103)
Hz. Peygamber (s.) de,
bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor “İslâm, Allah’tan başka bir ilâh
bulunmadığına, Hz. Muham-med’in Allah’ın kulu ve elçisi bulunduğuna şahitlik
etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Hacca gitmen, Ramazan’da oruç
tut-mandtr.” (Buharı, K. Zekât)
İbn Abbas’tan rivayet
edilen bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (s.) Muazb.Ce-bel’i Yemen’e vali
gönderirken kendisine şu emri vermiştir: “Yemen halkım Allah’tan başka bir
ilâh bulunmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik etmeye davet et.
Bu hususta sana itaat ederlerse, onları günde beş vakit namaz kılmaya davet et
Bu hususta da sana itaat ederlerse Allah’ın kendilerine mallarından zekât
vermeyi farz kıldığını bildir. Zekât zenginlerden alınıp fakirlere
verilir.” (Müslim, 11/675)
Zekâtın farz olmasının
şartlan şunlardır;
1-Nisap
miktan mala sahip olmak: Nisap miktarı mal, dinî bakımdan zengin sayılacak
kadar mal demektir. Bu miktar Hz. Peygamber (s.) dönemindeki ekonomik şanlara
uygun olarak şu şekilde sınırlandırılmıştır: Ticarî mallar, para, hayvancılık,
ziraat ve madencilik.
Para ile ticarî
mallarda zenginlik için ölçü, o günün parası olan dinar ve dirhemler cinsinden
iki türlü tayin edilmişti. Altın para olan dinarlardan yirmi adet, gümüş para
olan dirhemlerden 200 adet. Yani o günün ekonomik şartlarında senelik zarurî
İhtiyaçları dışında bir kimsenin 200 dirhem parası, yahut 20 dinar altın
parası, yahut bunlar değerinde ticarî malı bulunan müslüman zengin
sayılmaktaydı. Günümüzde TL. cinsinden zekât nisabının hesaplanması için, o
günkü dinar ve dirhemlerin hakikî satın alma gücünün hesap edilmesi ve ona
göre bir Ölçü belirlenmesi gerekir.
Hayvancılık alanında:
Develerden zengin sayılmanın asgarî ölçüsü beş deve, sığırlardan en az iki
yaşını doldurmuş 30 sığır, koyunlardan en az bir yaşına girmiş kırk koyundur.
Bu sayılan hayvanların herbirin-den en az bu kadar mala sahip olan kişiler dinî
bakımdan zengin olup bunların zekât vermeleri gerekir. Beş deveden bir koyun,
30 sığırdan bir dana, kırk koyundan bir koyun zekât vermek gerekir.
Ziraî ürünlerde
zenginlik ölçüsü, bir tondur. İster sebze ve meyve olsun, ister tarım ürünleri
olsun, ister dayanıklı ister dayanıksız olsun, topraktan elde edilen tüm ürünlerden
1/10 nispetinde zekât Ödemek gerekir. Buna öşür denmektedir. Alimler arasında
teferruatta farklı görüşler varsa da tercih edilen görüş budur. Ziraaüe ilgili
tüm masraflarla, kişinin geçim masrafları hesap edilip çıkarıldıktan sonra
hasat sonunda elinde eğer bir ton ürün varsa, bunun 1/10’u olan 100 kilosunu
anında fukaraya, yahut gerekli yerlere zekât olarak ödemesi gerekir.
2- Elde
bulunan mal senelik zarurî harcamalardan artmış bulunmak. Mal eğer kişinin
senelik zarurî harcamalarından artma-mışsa, bu mal yok hükmünde olduğu için,
sahibine zekât ve öşür gerekmez. Senelik zarurî harcamalar şunlardır: Kişinin
içinde barınacağı ev, ev eşyası, bir yıllık yiyecek, bir yıllık giyecek
masrafları, (Bu masraflar kişinin hem kendisi için, hem de aile fertleri için
sözkonusudur.), çocukların tahsil masrafları, hastalık ve ilâç masrafları,
seyahat masrafları, ilim adamının kitapları için yaptığı tüm harcamalar,
binek. Bu bineğin yerini günümüzde çoğunlukla özel otomobil almıştır. Ancak
zarurî olan ihtiyaç normal bir otomobildir. Eğer otomobil lüks ise o takdirde
bunun da zekâtının hesap edilip ödenmesi gerekir. Çünkü şeriat zarurî harcamaları
zekâttan muaf tutmuş, fakat lüks harcamaları zekâttan muaf tutmamıştır. Lüks
bir otomobil ile lüks bir daire ve ev zarurî ihtiyaç değildir.
3- Mal
üzerinden bir yıllık zaman suresi geçmiş bulunmak. Dinî yönden kişinin zengin
sayılabilmesi için, nisap miktan mal eline geçtiği andan itibaren bir yıl hiç
eksilmeden elinde kalmış bulunması şarttır. Şayet böyle bir mal eğer elde bir
yıl kalmamışsa, örnek olarak 11 ay 29 gün elinde kalmış da son gün elden
çıkmışsa, bu maldan ötürü zekât vermek gerekmez.
4- Mal büyümeye müsait
olmak. Zekâtta büyüme ve çoğalma şartı vardır.
Büyümeye ve çoğalmaya
müsait olmayan mallardan zekât vermek gerekmez. Büyüme ve çoğalma da iki türlü
olur Biri ticaret yolu ile çoğalma, diğeri üreme yolu ile çoğalmadır. Büyümeye
ve üremeye müsait olmayan tezgah, işyeri, dükkan, mesken, traktör, biçer-döver
ve benzeri zarurî ihtiyaçlar ise zekâta tabi değildir. Çünkü bunlar çoğalmaya
müsait değildir. Bunun gibi binek hayvanlarından da zekât vermek gerekmez.
5- Mala el konulmuş olmamak. Nisap miktarı malın
zekâta tabi olması için, haciz ve benzeri yollarla bu mala el konulmuş olmaması
gerekir. Bir kimsenin kendisini zengin edecek kadar malı bulunduğu halde, bu
mala haciz konulmuş, yahut devlet tarafından el konulmuş, yahut bir zalim kişi
tarafından gasbedilmişse, tasarruf yetkisi elinde bulunmadığı için, bu kişi
zekât vermek zorunda değildir.
6- Mal,
kişinin mülkiyet ve tasarrufunda bulunmalıdır. Mülkiyet hakkı kişinin elinde
bulunmayan mallardan ötürü zekât vermek gerekmez. Bunun örneği, devletin mülkiyet
hakkını alması, yahut başka bir devletin emri altındaki bir malın tasarruf
yetkisinin elinden alınmış bulunması gibi durumlardır.
7- Mal temel
ihtiyaçlardan artmış bulunmak. Temel ve zarurî ihtiyaçlar ise yukarıda
açıklanmıştır. Ancak zarurî ihtiyaçları karşılayabilen mallardan ötürü zekât
vermek gerekmez.
8- Borçlu
bulunmamak. Malı bulunan, fakat buna karşılık borcu bulunan kimseye zekât
vermek farz değildir. Ancak, borcu düşüldükten sonra elde zengin edecek kadar
mal kalırsa o takdirde zekât vermek farz olur.
9- Harcama
ehliyetine sahip bulunmak. Harcama yetkisine sahip bulunmayan çocuk, deli ve
mahcur kimselerin zekât vermeleri gerekmez. Böyle kimselerin çeşitli yollarla
sahip oldukları mallarının zekâtını onlar adına veli veya vasileri öder.
10- Hür ve
müslüman olmak. Müslüman olmayanlara zekât vermek farz değildir. İslâm
devletinin sınırları içinde yaşayan gayr-i m üs! i inlerin mallarından zekât
değil cizye ve haraç alınmaktadır. Bunların miktarı ise zekâtın miktarından
daha fazladır. Artırılıp eksiltilebilir. Köleler de zekât vermekle sorumlu
değillerdir. Çünkü kölenin kendisi başkasının mülküdür. Eline geçirdiği mallar
da başkasınındır. Dolayısıyla kendileri için zekât sorumluluğu yoktur.
Zekâtın Verileceği Yerler
Zekâtın verileceği
yerler sekiz sınıf olup Tevbe suresinin 60. ayetinde açıklanan şu yerlerdir:
1- Fakirler
Fakirler sınıfından kimlerin kasdedildiği konusunda değişik görüşler ileri
sürülmüştür. Ancak, bunların zekât ve-remiyecek ölçüde mala sahip olan ve zekât
alabilen kimseler olduğunu söyleyebiliriz.
2- Miskinler
Bu sınıfın belirlenmesi konusunda da değişik görüşler ileri sürülmüştür. Yirmi dört saatlik yiyeceği bulunmayanlar,
yahut Kitap ehli gayri müslimlerin fakir ve muhtaçları olduğunu söyleyenler de
vardır.
3- Zekât
işlerinde çalışanlar: İslâm’ın ilk dönemlerinde zekât müessese olarak vardı. Bu
müessesenin birçok görevlileri, çalışanları, amir ve memurları vardır. Zekât
müessesesinin tam olarak işleyebilmesi
için, İslâm bu müessesede çalışanlara, toplanan zekâtlardan belli bir
hisse ayırmıştır. Bu çalışanların fakir olması şartı yoktur. Zengin de
olsalar, çalışmalarının karşılığı olarak kendilerine, toplanan zekâtlardan
belli bir miktarda maaş verilmesi öngörülmektedir. Bu maaşın miktarı konusunda
farklı görüşler olmakla beraber, geçimi rahatlıkla sağlayacak ve zekât
mallarında gözü kalmayacak şekilde ayarlanması gerektiği görüşü ağırlık
kazanmaktadır. Böylece İslâm’ın çok önemli bir sosyal güvenlik müessesesinin
ayakta durması sağlanmıştır.
4- Müellefe-i Kulûb: Bunlar İslâm’a karşı
yumuşatılmak, zararsız hale getirilmek, yahut İslâm’da sebat ettirilmek
istenen kimselerdir. Hz. Peygamber (s.) hayatta bulunduğu sürece, bu türden
bazı kimselere zekât fonundan hisse ayırarak onları İslâm devletine kazandırmış,
yahut İslâm’a ve zayıf m üsl umanlara karşı zararlarını önlemiştir. Daha
sonra Hz. Ebu Bekir döneminde, Hz. Ömer’in girişimi ile müellefe-i kûlûba zekât
verilmesinden vaz geçilmiş, bunun için İslâm’ın kuvvetlenmiş olduğu gerekçe
olarak gösterilmiştir. İslâm’ın ve m üsl Limanların zayıf düştüğü dönem ve
bölgelerde ise bu sınıfın yeniden ihyası gerekir.
5- Köleler
Bugün İslâm dünyasında hukukî köle bulunmamaktadır.
6-
Borçlular: Bunlar fakir ve miskinler sınıfından ayrı olup Özellikle Allah yolundaki
hizmetler için borçlanan kimselerdir. Toplumda ortaya çıkan anlaşmazlıktan gidermek,
diyet tazminatı gibi ağır para cezasına çarptırılan kimselere yardım etmek
için, zengin olduğu halde borçlanan kimselerdir. Böyle kimselere borçları
kadar zekâttan yardım yapılabilir. Borçlular sınıfı, genel çerçevede Allah’a
itaat yolunda borçlanan kimseleri kapsamakla beraber,
geçimi İçin borçlanan
kimseleri de içine alır.
7– Allah
Yolundaki Hizmetler Zekâtın verileceği yerlerin en önemlisi ve sürekli olanı
Allah yolundaki hizmetler sınıfıdır. Çünkü zekât müessesinden yardım alarak
fakirler ve miskinler sınıfı ortadan kalkabilir. Nitekim Ömer b. Abdülaziz
döneminde böyle olmuş, toplumda zekât verilecek bir fakir kişi kalmamış,
zekâtlar bu gibi Allah yolundaki hizmetlere harcanmaya başlanmıştır. Fakir ve
miskinler sınıfının tamamen ortadan kalktığı zamanlarda toplanan zekâtlar
sürekli olarak Allah yolundaki hizmetlere harcanmak suretiyle zekât emrinin
fonksiyonu ebedi olarak devam eder. Allah yolundaki hizmetleri kısaca
zikretmekte yarar görmekteyiz:
a) Allah
yolunda t’lâ-i Kelimetullah için savaşacakların silah, teçhizat ve mühimmatını
sağlamak, böylece İslâm ordusunun güçlenmesini sağlamak, Bulgaristan, Rusya,
Afganistan, Filistin ve benzeri İslâm dünyasında ezilen milletlerin
müstemleke-ci zalim düşmanlarına karşı güçlenmelerini sağlamak için zekât
fonundan Allah yolunda harcama yapılabilir. Bu gibi harcamalara her asırda
ihtiyaç vardır. Zekât müessesesinden yapılan en önemli harcamalardan biri de
bu gibi harcamalardır.
b) İslâm
kültürünün yayılması için harcamalarda bulunmak. Kültür savaşı cephelerdeki
savaşlar kadar önemlidir. Küfür, şirk, zulüm ve hertürlü kötülük cehaletten
kaynaklanmaktadır. İslâm medeniyeti,
İslâm kültürü ile dünyaya yayılmıştır. Her asırda İslâm’ın değerlerinden
yararlanabilmek için, İslâm kültürünü çok iyi araştırmak ve topluma yaymak
gerekir. Bunun için resmî ve Özel ilmî müesseselere, kiilüphanelere,
matbaalara, çağın getirdiği teknik araçlara şiddetle ihtiyaç vardır. Bununla beraber,
islâm kültürünü ortaya çıkaracak ve her asırda yaşayan müslümanlann anlayacağı
şekilde anlatmak için ilim adamlarına ihtiyaç vardır.
8- Zekâtın
verileceği yerlerin sekizincisi ve sonuncusu yolculardır. Yolculuk esnasında
beklenmedik bir durum ile karşılaşıp parasız kalan, yahut sığınacak bir yer
bulamayan müslümanlara zekâttan karşılıksız yardım yapılabilir. Bu gibi
kimseler memleketlerinde zengin de olsalar, garip oldukları için, ihtiyaç
durumunda zekât fonundan karşılıksız yardım alabilirler. İslâm seyahati lüks
saymamış, bilâkis çeşitli ayetlerde müslümanlann yeryüzünü dolaşmaları ve
gördükleri tarihî eserlerden ibret almaları, böylece görgü-bilgilerini
anırmaları tavsiye edilmiştir. Seyahatin müsl umanlar açısından önemli bir
faydası da İslâm kültürünün yayılmasını sağlamaktır. Çünkü müs-lüman gittiği
yere kültürünü de götürecektir. Dolayısıyla islâm’ın tanınması ve bilinmesine
katkıda bulunmuş olacaktır, İşte bu ve benzeri sebeplerle tslâm, kurduğu zekât
müessesesinden zengin de olsalar yolcuların yararlanmasını mubah kılmıştır.
Zekâtlar, yolcular ve
savaşanlar dışında zengin olan kimselere verilemez. Bunun gibi Allah yolunda
olmayan, Allah’a inanmayan kişi ve kuruluşlara verilemez. Zekât paralan ile
Allah’a karşı günah işleyen kişilere de zekât verilemez. Bir kimse oğluna, babasına,
dedesine, torununa zekât veremez.
Y. Vehbi YAVUZ