33Sosyoloji Sözlüğü

ZEKÂ VE ZEKÂ TESTLERİ

 

ZEKÂ VE ZEKÂ TESTLERİ

 

Sık sık kullanılmasına
rağmen tanımı üzerinde bir anlaşma sağlanamamış olan zekâ, “problemleri
çözmek, yeni şeyler öğ­renmek, iyi düşünebilme yeteneği geliştir­mek için genel
zihinsel kapasite” ya da “ye­ni durumlara karşı uyum yeteneği”
olarak tanımlanabilir.

Zekânın bilimsel
olarak tanımlanmasın­da odaya çıkan güçlüklere rağmen herkesin varolduğunda
hemfikir olduğu ve nesnel bir biçimde ölçülmeye çalışılan zihnin bir işlevidir.
XIX. yüzyılın sonlarında İngilte­re’de Sir Francis Galton, Darvin’in biyolo­jik
evrim teorisinin etkisiyle insandaki kalı­tımla geçen özellikleri, bu arada
zihinsel yetenekleri ve kişisel karakteristikleri ölç­meye girişti. Galton
böylece bugünkü an­lamda zekâyı ölçemese bile bireyler arasın­daki
farklılıkları bilimsel olarak tespit etme girişimini başlatmış oluyordu.

Üstün’ insanları
diğerlerinden ayirdet-me girişimi Sir Galton’dan bu yana aralıksız sürdü.
Gakon’un çağdaşı ve modern psiko­lojinin kurucusu olan Wundt’un insan işlev­lerinin
laboratuvarda Ölçülebileceğini ka­nıtlamadaki öncü çabalarıyla Locke du­yumculuğunun
“bütün bilgi duyumlardan gelir” önermesi birleşince zekâyı Ölçmeye
çalışan psikologlar daha çok bireyler ara­sındaki duyusal-motor farklılıklara
yönel­diler. Zekâ farklılıklarını görme keskinli­ğinden, acıya karşı
duyarlılığa, hatta avuç içi çizgilerine kadar bir çok etkenle açıkla­maya
çalıştılar. Ve nihayet 1900’lü yıllarda Fransız hükümeti psikolog Alfred
Binet’e zihinsel özürlü çocukları diğerlerinden ayırma görevi verdi. Binet, bu
somut sorun karşısında artık zekâyı bir çok bileşenden oluşan bir işlevler
toplamı olarak almak ye­rine tek başına, ama karmaşık bir zihin işle­vi olarak
ele almak zorunda kaldı. Bugün bir çok uygulama alanına sahip olan zekâ
testlerinin İlk örneği, bu mantıkla hazırlan­dı. Her iki Dünya Savaşı sırasında
orduya acilen zeki insanlar kazandırma şeklinde yeni bir somut sorun çıkınca
zekâ testleri­nin uygulanması ve geliştirilmesi süreci be­lirgin bir ivme
kazandı. Binet ölçeği bir çok revizyondan geçerek günümüze kadar uzandı. Zekâyı
bir soyutlama yeteneği şek­linde düşünen ve bugün Stanford-Binet tes­ti diye
bilinen bu testin en belirgin özelliği zekâyı yaşla değişen bir işlev olarak
kabul etmesi, zekâ yaşı ve takvim yaşını birbirin­den ayırmasıdır. Buna göre
bir kişinin zekâ bölümü (Intelligence Quotient=IQ) zekâ yaşının (ki testin
saptadığı yaştır) takvim yaşına (bireyin gerçek yaşıdır) bölünerek yüzle çarpımından
oluşur. Stanford-Binet

zekâ testinden sonra
daha başka bir çok zekâ testi geliştirildi. Bunlardan en çok uy­gulanan
Wechsler tarafından geliştirilen erişkin ve çocuklara uygulanan zekâ testle­ridir.
Bu testlerin Stanford-Binet testinden en önemli farkları sözel ve performans
zekâların ayrılmış olmasıdır.

Zekâ testleri geniş
bir uygulama alanı bulmuş, mevcut eğitim, sağlık, askerlik ve iş yaşamı
yapılanması içinde bir çok fayda­lar sağlamış olsa da, henüz zekânın niteliği
ve kökenleri sorunu aydınlatılamamıştır. Ancak bütün bu süreç içinde kazanılan
bilgi ve deneyimler zekâ hakkında daha ayrıntılı yaklaşımların ortaya çıkmasına
neden ol­muştur. Artık zekânın Binet’in kabul ettiği gibi global bir işlev
birimi olduğu düşünül­memekte, tam tersine bir çok işlevin (hafı­za, sözel akıl
yürütme, matematik akıl yü­rütme, benzerlik ve farklılıkları hızlı algıla­ma,
kelime bilgisi, vb.) karşılıklı iç-ilişkile-rinin değişik görünümlerinin zekâyı
oluş­turduğu sanılmaktadır. Böyle çok etkenli zekâ anlayışının sonucu olarak
yukarıda sö­zünü ettiğimiz Wechsler gibi yeni testler geliştirilmekte,
TJıorndike’in yaptığı gibi yeni zekâ tanımları yapılmaktadır. Thorn-dike
zekânın mekanik, sosyal ve soyut ol­mak üzere Uç türü olduğunu savunmakta­dır.
Mekanik zekâ, insanın el ve alet kullan­ma becerisini, sosyal zekâ insanları
anlama ve kişilerarası ilişkiler kurma, soyut zekâ ise semboller ve kavramlarla
düşünebilme yeteneğini temsil eder. Zekâ testlerinin ke­sin bir biçimde zeki
olanla olmayanı birbi­rinden ayırabildiği şeklindeki eski katı an­layış da bu
arada yumuşamıştır. Değerlen­dirmelerde kültürel farklılıklar, testin ge­rekli
gördüğü koşullarda yetişmemiş olma, hesaba katılmaya başlanmıştır. Daha
önemlisi zekâ testlerinde ölçülenin, insanın do­ğuştan getirdiği kapasite
değil, bu kapasite­nin davranışa dönüşmüş bölümü olduğu ka­bul edilmiştir.
Bütün bunların sonucu ola­rak artık zekâ testi kavramından vazgeçil-mekte, onun
yerine “genel yetenek ölçüm­leri” gibi daha iddiasız ifadeler
kullanılma yoluna gidilmektedir. Sürecin böyle bir yö­nelime girmesinde
kazanılan bilgi ve dene­yimler kadar ünlü düşünür Jean Piaget’nin görüşleri
etkili olmuştur. Onun ‘genetik epistemoloji1 adı verilen yaklaşımına göre,
bütün insanlarda belli gelişim evrelerine karşılık gelen bir global yapı olarak
aynı zekâ potansiyeli vardır. Ancak biyolojik uyum ile çevreye uyum arasındaki
etkileşi­me; fiziksel, bilişsel ve duygusal kapasite-leriyle ilgili olarak
organizmanın perfor­mansına göre zekâ farklılıklar gösterir. Bu yaklaşıma göre
zekâ psikolojik testlerle öl­çülemez; ancak niteliksel bir yapı şeklinde analiz
edilebilir.

Sir Galton’dan bu yana
zekâ hakkında yapılan en ilgi çekici araştırma konuların­dan biri de, zekânın
kalıtımla, çevre ile, ırk­la ve doğum düzeniyle bağlantılarının araş­tırılmasıdır.
Araştırmaların doğru bir sonuç vermesi için gerekli olan ara belirleyenleri
hesaba katma işlemi, bu araştırmaların hiç­birisi için yapılamadığından
bilimsel olarak genellikle ciddiye alınmamaktadırlar. Kal­dı ki, zekânın
böylesine değişik anlama gel­diği koşullarda, zekâ adına neyi ölçtükleri de
belli değildir. Zekâ ile ırk arasındaki bağlantıları elde etmeye çalışan
araştırma­lara ise bilimsel olduğu kadar politik eleşti­riler de
yöneltilmektedir. Özellikle İngilte­re, Amerika ve İsrail’de yapılan zekâ yö­nünden
bir takım etnik grupları, diğer bir ta­kım etnik gruplara üstünmüş gibi
gösteren sözde araştırmaların lekesi psikoloji tari­hinden kolay silineceğe
benzememekte­dir.

Bütün tartışmalara ve
belirsizliklere rağ­men zekâ alanında çok çaba gösterilen, ne­denleri
anlaşılmaya çalışılan, somut bir so­run olarak toplumun önünde duran bir konu
da zihinsel özürlü çocukların durumudur. Şimdilik ancak çok az bir kısmının
nedeni saptanabilen, onların da erken tanınan çok küçük bir bölümüne yardım
edilebilen zi­hin özürlülüğü zekâ ile İlgili çalışmaların en önemli amacı
haline gelmiştir.

Erol GÖKA