YANLIŞ
YANLIŞ
Doğru olmayan, veya doğrunun karşıtı olan. Bir kurala,
ilkeye uymama durumu. Bu terim çeşitli disiplinlerde çeşitli manalarda ve en
çok da hata, bâtıl, sahte, sakîm, yalan, galat, dalâl, mugalâta vb. kavramların
eşanlamlısı olarak kullanılır.
Yanlış doğrunun karşıtı olarak ele alındığında bir
mantık terimi olur ve aynı zamanda, hata yerine de kullanılır. Hata ise hakikate
aykırı söz, hüküm veya görüşe denir. Diğer bir ifadeyle hata, zihnin yanlış
veya hakikate benzer olan bir şeyi hakikat, ya-huua hakikat olan bir şeyi
yanlış veya hakikate benzer zannetmesinden ibaret olan fiil veya hali
bildirir. Vakıaya uymayan, fakat sabit ve değişmez bir inanç haline gelmiş olan
yanlışlara, hatalara Cehl-i Mürekkep (Katmerli Bilgisizlik) denir. İnsansız ve
insanın yargılan olmadan sadece madde dünyası için geçerli bir hakikat veya
yanlıştan söz etmek imkânsızdır. Doğru ve yanlış kavramları, özellikle iki
değerli mantığın; Aristoteles ve onu takip eden formel (şeklî, sun)
mantıkçıların kullandığı değer ikilisidir. Yanlış formel (şekilsel) mantıkta
düşünme ilkelerine, kanunlarına ay kın olanı dile getirir. Eğer herhangi bir
düşüncemiz veya hükmümüz akıl ilkelerine ve konulan-na uymuyorsa buna yanlış,
hala denir. Bu sebeple hükümlerde mantıkî bir yanlışa düşmemek için özellikle
şu iki şarta dikkat edilmesi gerekir. Bunlardan birincisi: “Dü-şüncelerin
zihne uyması”; ikincisi İse “Düşüncelerin konusuna uyması” dır.
Meselâ “Bütün parçasından daha büyüktür”, “Eşit niceliklere eşit
nicelikler eklenirse sonuç aynı çıkar” denildiği zaman, bu düşünceler
zihin ilkelerine uygundur; bu sebeple de bu hükümlere doğru, hakikat denir.
Bunların aksini İddia etmek ise yanlışa, hataya düşmektir. Doğrunun diğer
şartı ise “Düşünce- j lerin konularına uygun olması” dır. Bu da |
düşüncenin realiteye uygun düşmesi de- J mektir. Meselâ bir kitaba “bu
kitaptır” dersek; hakikati ifade etmiş ve doğru söylemiş oluruz; aksi
halde, kitaba masa demeye kalkarsak o zaman yanlış düşünmüş oluruz. Çünkü
doğru ve yanlışı sadece hükümler ve kanaatler tayin ederler. Bir hükmün, eğer
kendisine uygun bir olgusu varsa doğru, böyle bir olgusu yoksa yanlıştır. Bu
sebeple Aristoteles, yanlışı gerçeklikle çelişen diye tanımlamıştır.
Bilindiği gibi mantığın gayesi, insan zihnini yanlış
ve hatalı düşünmeden korumak ve doğru düşünmenin yollarını, kurallarını
göstermektir. Ancak mantığın, karşımızdaki hasmı, geçici de olsa, bir an
susturmak için müracaat ettiği bir yol daha vardır ki, ona safsata, mugalata
veya sofizm (kasıtlı yanlış yapma, saptırma) denir. O halde, mantıktaki kasıtlı
yanlış ile kasıtsız yanlış (paralojizm) ı birbirine karıştırmamak gerekir. Bu
nedenle mantık hatalarını ikiye ayırmak mümkündür:
a) Kasıtlı
olarak yapılan mantık veya akıl yürütme (istidlal) hataları,
b) Kasıtsız olarak
yapılan mantık veya akıl yürütme halaları.
Kasıtlı olarak yapılan istidlal hatalarına mantık
dilinde mugalata, safsata, sofizm denildiğini daha önce belirtmiştik. Buradaki
hala, ya şeklî (surî) dir; bizzat akıl yürütmededir; tasavvurların mantıkî irübaün-dadır,
yahut da maddîdir; akıl yürütmenin hareket noktasındadır. Diğer bir ifadeyle,
düşüncenin vakıa ile uygun olmayışındadır. Şeklî hataya şu istidlal şeklini
örnek verebiliriz:
Bütün balıklar suda yaşar.
Balina da suda yaşar.
O halde, balina da balıktır.
Bu akıl yürütmede öncüller (muked-demât) doğru olduğu
halde kıyasın kurallarına uyulmadığı için sonuç yanlıştır. Bu kıyas II. şekilden
Basit İktiranlı bir kıyastır. Böyle bir kıyasın doğru sonuç verebilmesi için
-sekiz tane genel şartlar yanında- özel şartı gereği iki öncülden birinin
olumsuz olması gerekir. Halbuki burada öncüllerden her ikisi de olumludur ve
elde edilen sonuç ise yanlıştır. Çünkü balina balık değil, memeli bir
hayvandır.
Maddî olarak yapılan istidlal- hatasına örnek olarak da
şu kıyas gösterilebilir:
Nadir olan şeyler kıymetlidir.
Kör at da nadirdir.
O halde, kör at da-kıy m etlidir.
Burada ise yanlış öncüllere dayanılarak yanlış bir
sonuç çıkartılmıştır. Çünkü her nadir olan şey kıymetli değildir. Görüldüğü
gibi safsata veya mugalâta, başkalarını şaşırtmak ve aldatmak maksadıyla
görünüşte ve şeklî olarak doğru, gerçekte ise yanlış olan kıyas şekilleridir.
Tartışmalarda bazı kimselerin ustalıklı kelime oyunlarıyla kar-şısındakileri
şaşırtarak yanlış sonuçlar çıkarmaları ve meseleyi başka mecralara götürmeleri
de bir mugalatadır.
Mantıkî yanlışlıkların çoğu bilmeden ve istemeyerek
meydana gelir. Bu tip hatalar arasında Tümevarım (İstikra, Induction) hataları.
Tümdengelim (Talîl, Deduction) vb. hatalarını sayabiliriz. Tümevarım hatalarının
daha ziyade deney ve gözlemlerin eksik ve yetersiz olmasından, yahut da acele
ve telaşla çıkarılan sonuçlardan ileri geldiği görülür. Tümdengelim hataları
da ya terimlerin kapalılığından, ya önceki tasavvurların veya hükümlerin
unutulmasından, yahut da tamamiyle bir. takım haricî uygulamalardan;
tümdengelimin esasını teşkil eden tümel önermenin, ilke veya prensibine uygun
olmadığı halde, o hükümlerle aynı kabul edilmesinden doğar.
Bir de Bacon’in Idol (Put) adını verdiği, insanı
yanıltan ve doğru düşünmesini engelleyen bazı önyargılar vardır. Ona göre,
tabiata hakim olabilmek için onu doğru olarak tanımak, bilmek gerekir. Bu
hususta ilk yapılacak şey de bir takım önyargılardan, -Soy, Mağara, Çarşı ve
Tiyatro idollerinden-putlardan kurtulmaktır. Gerçeği çarpıtan bu engellerden
(idollerden) sıyrıldıktan sonra, sistemli, plânlı bir araştırma yolu olan tümevarım
metodunu acele etmeden kullanmak gerekir. Zira tabiata egemen olacak bilgi,
ancak bu yolla elde edilir.
Mantıkî hatalar yanında, zihnin biyolojik ve
psikolojik yönden yetersiz işleyişinden meydana gelen bir takım hatalar da
mevcuttur. Bunlar ruhî hatalar, muhayyile hala I an, müşahede halaları vb.
leridir. Ruhî veya psikolojik hatalar diyebileceğimiz bu hatalar daha ziyade
hafıza yanılmaları ve aksamaları olarak ortaya çıkan bunları zaman zaman
bencil düşünceler ve akıl hastalıklarının da takip ettiği görülür. Çeşitli muhayyile
halaları arasında vehim, sann (hal-lucination, illusion) vb. zikredilebilir.
Bir de hadiselerin ve objelerin görünüşlerini eksik idrakten, gerçek olan bir
şey yerine, muhayyilede meydana gelen şekillerin ko-
fiulmasından ileri gelen yanlışlar vardır. Meselâ yanm
bardak suya batırılan bir çubuğun kınk görülmesi, tren yolunun ileride
daralması, ufukta yer ile göğün birleşmiş görülmesi tep birer idrak
yanılmasıdır. YanhŞ. hata insan oğlunun ayrılmaz bir Zi i
parçasıdır. Zira insanın olduğu yerde yanlımın,
hatanın olmaması hemen
hemen imkânsızdır. Zihinde, düşüncede, müşahedede görülen hatalar yanında;
dinde , hu-jtukta, ahlâkta, dilde vb. daha bir çok sahada ^ hatalar yer
almaktadır. Dindeki hataya günah (zemb),
masiyet, isyan denir. j£ur’ânda:
“Ey Rabbimiz, biz Sana isyan et-jjfc, bizim günahlarımızı bağışla ve bizi
Ce-j^nneni azabından koru” (Âl-i fmran, 16) -L/nutma ve hatalarımızdan
dolay» bizi he-^ba çekme (yarlığa)” (Bakara, 286) buyudur.
Ahlâk’da ise yanlış, hata, sehv manasına pullanılır-
insan beşer olması hasebiyle hacdan salim olmaz. Fakat ilk hatayı unutup w
tekrar aynı hataya düşmesi halinde ayıp-j^ır, üçüncü defa aynı hataya düşünce
ah-^ olduğuna hükmolunur. Ondan sonra ^ ona acımak ve öğüt vermek gereksizdir.
. j,Iâk ve din açısından hataların en büyüğü v(î en tehlikelisi inanç, itikat
hatasıdır, insan ^yle bir hataya düşünce, derhal bunu dü-Jirnesi gerekir. Eğer
bu hata düzeltilmez-. dünya hayatının esas gayesi olan âhiret \jy3ü daha baştan
kaybedilmiş olur. /Vhlâk açısından hata, acelenin hayırsız uğu olarak
nitelendirilir. Acele ise, ha- Bk.
Hakikat ilerde de belirtildiği gibi, şeytandandır. * sebeple, aceleyi terk
eden, büyük ölçü- hatadan da korunmuş
olur. Namus ve d -fini düşünen ve onu korumak isteyen s, aceleyi terk etmek;
her şeyde tedbir dikkat etmek
zorundadır.
Umumiyetle hatalar mantıkî, manevî ve haricî sebepler
diyebileceğimiz sebeplere bağlı olarak meydana gelir. Mantıkî sebepler hatanın
gerçek sebepleri değildir. Bunlar sadece hatalara yol açarlar. Meselâ bilme
gücündeki tabiî eksiklikler, hasselerin hatalı, vehimli çalışması, muhayyile vehimleri,
Önceden edinilmiş sabit fikirler, bencil düşünceler vb. bu kabildendir. Manevî
sebepler arasında ise dikkat ve düşünme eksikliği, zihni karıştıran, onun
sükûn ve huzurunu, tarafsızlığını bozan çeşitli eğilim ve ihtirasları; haricî
sebepler arasında ise terbiye tarzını, batıl baskılara ve nüfuzlara bağlılık,
örf ve âdetlere uyma, züm-recilik, bölgecilik, tarafgirlik, dil yapısı ve
çeşitli kelime oyunları vb. ni sayabiliriz. Bütün bunların Ötesinde, hatanın en
büyük sebebi bilgisizlik, cahilliktir. Hele bu bilgisizlik katmerleşmiş ise,
yani “Cehl-i Mü-rekkeb” haline gelmiş ise daha da büyük hataların
sebebidir. Dinimizde bilgisizlik hor görülmüştür. Bir de bilmediğinin de farkında
olmayarak, her şeyi bildiğini zannedenler ise apaçık hakikatleri inkâr
ettikleri için bakar körler diye
nitelendirilmişlerdir. islâm alı lâkin da bu tip insanlar, Islâh olması
mümkün olmayan insanlar grubu içinde yer alır. Bu gibilerden hep Allah’a
sığınılmış ve böyle bir duruma düşmemek için hep duada bulunulmuştur.
Hüsamettin ERDEM