VOLONTARİZM
Latince, irade
anlamına gelen “voluntas” kökünden türetilmiş bir kavramdır. Ontolojide
iradenin, gerçekliğin nihâî teşkil edicisi, temeli olduğunu; iradenin,
olayların izahında zihin veya akla göre daha evvel veya daha üstün olduğunu
ileri süren felsefi bir teoridir. Daha genel anlamda, volontarist teoriler,
doğayı ve tecrübenin çeşitli yönlerini irade kavramı ışığında yorumlamaya
çalışmaktadırlar. Bu bakımdan Volontarizm evrenin, eşyanın ya da varlığın
esasını zihni kavramlar ve benzerlerinde değil, iradenin akıl dışı
eğilimleriyle tasarlamak gerektiğini kabul eden, kısaca iradeyi evrenin özü
kılan bir öğreti niteliğindedir. Bu irade kavramı, eski felsefelerdeki tutku,
istek, arzu gibi kavramlarla aynı anlamı içermektedir. Volontarizm kavramı,
muhteva olarak böyle tarihsel bir temele dayanmakla birlikte kavram olarak
ilkin, F. Tönnies tarafından kullanılmıştır. Augustinus, Duns Sco-tus,
Schopenhauer gibi filozoflardan önce ilk olarak Stoacılar’da volontarist bir
anlayış görülmektedir.
Stoacıların
volontarist anlayıştan temelde tabiattı uygun davranmayı amaçlarken,
Augustinus’un volontarizmi ahlâkî ilkede ifadesini bulur. Augustinus’a göre iyi
ve en iyi Tann’nın emrettiği şeydir, dolayısıyla bir şey iyi olduğu için değil,
Tanrı emrettiği için uyulmalıdır. Ancak ahlâkî ilkenin kimseye tabi
olmadığını, mutlak olduğunu, hatta iyiyi, güzeli, doğruyu teşkil edenin Tann’nın
iradesi olmadığını, fakat Tann’nın iradesini teşkil edenin mutlak iyi, mutlak
güzel ve mutlak doğru olduğunu söyler. Yani ahlâkî ilke iyi olduğu için, onu
emredeni en yüksek kanun koyucu saymaktayız. Öte yandan kendi çabasıyla
günahtan kurtulamayan insanı Tanrı kurtuluşa erdirir, fakat bu kurtuluşa
erdirmesi bütün insanlar için değil, bazı insanlar içindir. Kısacısı
Augus-tinus’da tanrılık iradeyi teşkil eden şey mutlak iyidir.
Thomas’nın zihnin
irade üzerindeki üstünlüğünü reddeden Scotus’a göre herşeyin ilk nedeni olan
tanrılık irade, yaratılmış zihinlerin en yüksek yasasıdır. İyi, doğru, ahlakî
yasa, ancak Tanrı tarafından istenilmiş olduğu için mutlaktır. Tersine iyilik,
güzellik, doğruluk, tanrılık iradeden bağımsız olarak mutlak olsalardı Tanrı,
kudretinde kendine tabi olmayan bir yasa tarafından sınırlandırılmış, olurdu
ve sonuçta ne mutlak özgürlük, ne de en yüksek varlık olmazdı. Gerçekte iyi,
ancak Tanrı onun böyle olmasını istediği için iyidir. O bakımdan Tanrı,
Musa’nın emirleri yerine İsa’nın yeni İncil’in kanunlarını koyduğu gibi, başka
yasalar da koyabilir. Aslında Scotus’un iradeciliğinin köklerini müslüman
kelamcılann, özellikle Gazali’nin irade konusunda ileri sürdükleri
tartışmalarda aramak gerekir. Gerçekte Gazali ilâhî iradeyi evrenin yaratılışında
yeter sebep olarak kabul eder, ancak Allah’ın iradesi sadece yaratış iradesi
değil, her an eşyada sürekli yaratış halindes tecelli eder. Bu bakımdan
Gazali’nin ilahî iradeyi yorumlaması batıdaki volontarist öğretilerden
tamamiyle farklılık gösterir. Ayrıca bazı müslüman filozoflara yönelttiği
eliştiri de bu bağlamda yoğunlaşır. Öte yandan o nedensellik ilkesinin mutlak
olamayacağını; ilâhî irade, Allah’ın takdir etmesi açısından eleştirir.
Günümüzde bu teorinin
psikolojik, etik, teolojik ve metafizik volontarizm olarak ele alınması adeta
bir gelenek halini almıştır.
Psikolojik Volontarizm:
Psikolojideki
volontarist teoriler insanı, akh ve zihni iradesine bağlı, belirli ve kesin
sonuçlan irade eden oluşumlara sahip bir canlı olarak yorumlar. Bu teorinin
klasik temsilcileri Tho-mas Hobbes, David Hume, Arthur Scho-penhauer’dır.
Örneğin, Hobbes, bütün iradeli insan davranışlarım, tamamını
“gayret” ismi altında topladığı arzu veya nefrete bir cevap, bir
tepki olarak düşünmüştü. O, bu iddiasında temel olarak, etik ve politik teorilerine
dayanmaktaydı. Hume ise iradenin yönelimlerinde aklın hiçbir rolünün olmadığını
ileri sürmektedir. O, “Akıl, sadece ihtirasların kölesi olabilir ve
onlara hizmet ve itaat etmekten başka bir göreve sahip olduğunu da asla iddia
edemez” demektedir. Schopenhauer ise iradenin insanın doğası ve özü
olduğuna ve kendisini tüm fenomenlerin altında yalan kendinde şey (thing in
it-self) ile tanıyabildiğimiz herşeyin hakikati olduğuna inanmaktadır.
Diğer psikolojik
volontarizmi savunan filozofların görüşleri, Hume’un teorisinden temelde çok farklı
değildi. Hepsi de insanın arzulan, istekleri veya iradeleri tarafından harekete
geçtikleri fikrinde mutabıktırlar.
Etik Volontarizm:
Açıkça görülmektedir ki insan doğasının
volontarist yorumu,
etik için oldukça
önemli konulan ve sorunları içermektedir. Eğer hedefler ve sonuçlar tamamiyle
iradenin ürünleri iseler irade, ne aklî ne de gayn aklî (akıldişı)dir. Aynca
amaçlar, kendi başlarına, aklî ve gayn aklî olarak da nitelendirilemezler.
Zira, iradî bir oluşumun sonucu olarak gerçekleşen bu veya şu hedefin bağımsız
bir şekilde İyi veya kötü olup olmadığını sormak anlamsız olacaktır. Thomas
Hobbes bu sonucu belirli bir şekilde belirtmişti. Hobbes, bir şeyin iyi olduğunu
söylememin, o şeyin bir kimsenin arzusunun yansıdığı bir nesne olmaktan başka
bir anlama gelmediğini ifade etmekteydi. Ona göre bir şeyin kötü olduğunu
söylemek de bir kişinin ona karşı nefretinin belirtilmesidir. iyi ve kötü
kavramlan, farklı insanlarda çok değişik anlamlara bürünen göreli
kavramlardır. Bu bakış açısından bilge bir davranış; sahip olunan hedeflere
ulaşmada uygun davranışın seçimi demek olan ihtiyat ve basiretten başka bir
anlama gelemez. Hobbes, her insanda bir amacın varolduğunu düşünür. Her ne
kadar bu, tüm insanlarca ortak olan kendini koruma amacı olsa bile. Nitekim
onun siyaset felsefesi, içinde insanların emniyet ve muhafaza içinde
kendilerini koruyabilecekleri bir devletin varoluş imkânlarını formüle eden
araş-tırmalan içerir.
Temel olarak, aynı
düşünceleri, Sokra-tes’in çağdaşı Protagoras da ileri sürmüştür. Bu düşünce,
onun meşhur “insan, herşeyin ölçüsüdür” vecizesinde dile gelir. Bu
fikirler, yüzyıllar sonra William James felsefesinde, pragmatizmin önemli bir
yönü olarak etkilerini gösterecektir. James, şeylerin (nesnelerin), insanlarca
istenen veya arzulanan hakikatin bir özelliği olarak iyi olduklarını
düşünmekteydi. O, böyle bir isteğin
“güneşin
altındaki herşey” için sözkonusu olabileceğini belirtmekteydi. James,
du-yumlanabilir varlıklann arzularından başka, evrendeki hiçbir şeyin bundan
daha başka bir değere sahip olmadığını kabul etmekteydi. Bu fikirlerden
hareketle James, düşüncelerini kendine has bir vecize ile tamamlar. Bu
vecizeye göre insanlar, diğer arzularına engel olmadan, “en az
zararla”, sahip oldukları arzularını gerçekleştirmek zorundadırlar.
Volontarist teorilerin
temelinde yatan gerçek açık bir şekilde görülmektedir ki bu teorilerde,
“Bir insanın arzularını gerçekleştirmesi nedir?” anlamında
yorumlansa bile, “İnsanların arzularının gerçek değeri nedir?”
şeklindeki bir soru hiçbir cevap alamayacaktır. Hiçbir anlam ile
ilişkilendiril-meyen böylesine bir sorunun yanında, Kanl’ın yaptığı gibi,
ahlâkın metafizik ilkelerinin araştırılması da sözkonusu değildir.
Bu ahlâk anlayışında,
doğruluk veya yanlışlık araştırmaları, arzuların tatmini konusunda ileri
sürülen araç değerlerin fayda-lılığını içeren çeşitli görüşlerin doğruluk veya
yanlışlığıyla ilgili sorularda gündeme gelmektedir. Bu araştı imaların, kendi
başlarına hedeflere yönelik sorularla hiçbir ilişkisi sözkonusu değildir.
Jeolojik Volontarizm:
tnsan iradesine, insan aklının üzerinde bir yer veren teorilerde görüldüğü
gibi teolojik yorumlamalar da ilâhî iradeye özel bir önem atfetmektedirler.
Belki teolojik volontarizmin en belirgin biçimi, St. Peter Damian (1007-1072)’ın
düşüncesinde Örneğini bulmaktadır. O, insan aklı veya “diyalektik”in
teolojik olaylarda değersiz olduğunu ve basit bir akıl için bile mantık
ilkelerinin sadece Tanrı iradesinin arzusu tarafından gerçekleştirildiğini
ileri sürmektedir. O, Tann’nın mutlak kudret sahibi olduğunu ve aklın ileri
sürebileceği tüm saçma ve çelişik yargılara karşılık, doğrularını
söyleyebileceğini belirtmektedir. Nitekim, bu görüş sadece Tann iradesine
dayanan ilâhî olaylar sözkonusu olduğunda spekülasyonlarda bulunan filozoflar
için bir temel teşkil etmektedir.
Bu görüşe çok benzer
bir diğer fikir, ilâhî kaderin haklılığını göstermeye çalışan fıde-izm
(imancılık)’in çeşitli biçimlerinde etkilerini göstermektedir. Nitekim, Sören
Kier-kegaard; dinî yaşamda hiç yeri olmayan akıl ve delil gibi kavramların
(nosyonların) kesin inkârını ve tek bir şeyin rızası olarak kalbin saflığını
tasvir etti. Blaise Pascal tarafından ileri sürülen fikirlerin takipçisi
olarak William James de benzer tarzda herhangi bir delilin sözkonusu olmadığı
dinî inancın yansıdığı muhtelif olaylar altında mutlak saflığın müdafaasını
yaptı ve iradeye inanmanın haklılığım savundu. Pek çok çağdaş din
felsefecileri tarafından da ifade edildiği gibi dinî fenomenler ve özellikle
inanma olgusu, akıldan çok iradenin yansıdığı bir durum olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu, klasik Hıristiyan düşüncesinde, St. Ansclmus gibi filozof ve
rasyonalist teo-loglarca, dinî inanma önce gelmeli, onu ise aklî anlama,
anlamlaştırma takip etmelidir şeklinde dile getirilmiştir. Nitekim, bu fikir,
şu alışılmış vecizeyle ifade edilmiştir: “Credo ut intclligam (Aniayayım
diye inanıyorum.)”
Belki de ahlâkî
sorunlarda Tann’nın iradesinin üstünlüğü konusunda Sören Kier-kegaard gibi
titizlik gösteren kimse yoktur. O, ilâhî iradenin, tüm edimlerin tek ve son
ahlâkî yorumunda sözkonusu cdilcbileccğini ileri süren bir kişidir.
Kierkegaard, bir olayın ancak ve ancak bu tarzda anlaşılması gerektiğini, aksi
takdirde, Tann’nm emrettiklerine ve hakimiyetine bir şart getirilmiş olacağını
ve bundan da ilâhî İradenin uzak olduğunu belirtmektedir. Bu fikir, 14. yy’da
açık bir tarzda Ockham’lı William tarafından da ileri sürülmüştür. Ockham,
insanî ve ilâhî akıl değil, ilâhî iradenin, nihaî bir ahlaksal ölçüt olduğunu
ileri sürmüştü. Bazı davranışlar günahtır, çünkü Tann tarafından
yasaklanmışlardır; bazıları da değerlidir, çünkü Tanrı tarafından
emredilmiştir.
Bundan dolayı Ockham
için ahlâkî kanun, Tann’nın serbest seçiminin eseridir ve Tann’nm seçimi için
de hiçbir ahlâkî kanunun zorlaması sözkonusu değildir. O, kendi başına, bu
kanunun yegâne kaynağıdır.
Metafizik Volontarizm;
Bir dizi düşünür,
irade kavramının hukuk, ahlâk ve genel olarak insan davranışlarının
anlaşılmasında oldukça büyük bir öneme sahip olduğuna inanmaktadırlar. Bunlardan
birkaçı gerçekliğin kendi başına anlaşılmasında iradenin Önemini vurgularlar.
Bazı görüşler de J. G. Fichte, Henri Bergson ve diğerlerinin felsefelerinde
bulunmaktadır. Fakat, hiçbir felsefede iradenin önemi, Arthur
Schopenhau-er’ınkinden daha belirgin değildir. Scho-penhauer, iradenin temel ve
asıl gerçeklik olduğunu ve tüm fenomenal dünyanın (görünürler aleminin)
iradenin bir yansıması olduğunu düşünmekteydi. O, yaşayan nesneleri,
iradelerinin nesnelleşmesi (objekti-vikasyon) olarak tasvir eder.
Schopenhau-er, ayrıca sadece davranışları değil, aynı zamanda bitki, hayvan ve
insanların anatomik yapılarını da bu varsayımdaki terimlerle açıklamaya
çalışır. İrade, Schopenhauer tarafından, tüm kudrete sahip bir kör kuvvet
olarak, görülebilen herşeyin sonsuz yaratıcısı şeklinde tasvir edilir. Tüm
canlılarda temelde aynı olduğunu söylediği cinsel arzu, yaşamak ve arkasında
hiçbir amacı barındırmayan, bir varlığı devam ettirmek (ebedîleştirmek) için
mevcut bulunan kör bir itilim kuvveti (motiv, urge) olarak tanımlanır.
Schopenhauer, akıl veya zekâ ile yapılan hiçbir şeyi kabul etmez. Tüm kültürlerde
ve bütün zamanlarda bulunan dinî coşkunluk (içtepi, itki), sonsuz varlığa sahip,
akıldışı ve kör iradeye yönelik bir tepki olarak izah edilmiştir. Tüm
canlıların büyüme ve gelişiminde Schopenhauer, doğadaki iradenin yayıl iminin
sözkonusu olduğunu söyler. Doğada nesneler, hiçbir aklî amaç veya hedefle
ilişkili olmaksızın, metafizik manâda irade edilmiş olanla ve değişmez bir
biçimle uygunluğu gerçekleştiğinde, engellere rağmen, onaya çıkar ve değişime
uğrar. Bu volontarizmin temelinde o, hepsine de iradenin yansıdığı kin, merhamet
gibi duygusal terimlerin ışığında ahlâkı izaha çalışır.
Schopenhauer, Kant’a
keskin bir karşıtlıkla, ahlâkın akıl veya zekâ ile yapılan hiçbir şeye sahip
olmadığını ileri sürer. O, insanların sadece iradeye sahip olduklarını ve her
insanın iradenin bir serbest etkisi, yansıması olduğunu belirtmektedir.
İnsanlar kendi karakter, davranış ve kaderlerinin yazarları değildirler.
Diğer volontarist
filozoflar gibi Schopenhauer da insan davranışlarında akıl dışı faktörlere
büyük önem vermekledir. Daha sonraki dönemlerde Nietzsche, “güçlülük
İradesi” kavramını ortaya atmış ve dünyanın özü olarak güçlülük iradesini
kabul etmiştir. En yüksek iyi olarak yaşamayı gören Nietzsche’ye göre, hayatın
olduğu her yerde güçlülük iradesi vardır.
Ali DÖLEK Bk. İrade