Kimdir

Vehb Bin Münebbih kimdir? Hayatı ve eserleri

Vehb Bin Münebbih kimdir? Hayatı ve eserleri: (Ö. 110-114-116/728-732-734) Tâbiîler’den olan bu şahıs, isrâili rivayetlerin en mühim kaynağı addolunur. O, geçmiş haberleri evvelki kitaplardan öğreniyordu. Kardeşi olan Hemmâm b. Münebbih ticâret için Şam’a gittiğinde, ona mütalâa etmesi için kitaplar satınalırdı. Vehb’in, Allah’ın kitaplarından yetmiş iki tanesini okuduğu söylenir. Onun, kadere âit bir kitap tasnif edip, sonunda buna pişman olduğuna dâir haberler zikredilmektedir. Dâvûd b. Keysân es-San’ânî, Vehb b. Münebbih’den şöyle işittiğini kaydeder: “Hepsi de semâdan inmiş doksan iki kitabı okudum, onlardan yetmiş ikisi ibadet yerlerinde, yirmi tanesi ise insanların ellerinde bulunuyordu. Onlar, bunların pek azını biliyorlardı. Bütün bu kitaplarda, Meşiyyeti İlâhiyyeyi inkâr edenin kâfir olduğunu gördüm”. Bütün bu haberlerin itifak ettikleri nokta, onun eski din kitaplarını okuyup, eski dinler hakında geniş bilgiye sahip olduğudur. İbn Kuteybe “O ilk haberleri, dünyanın oluşu, Peygamberlerin ve hükümdarların sîretlerine âit haberleri biliyordu. Onun, Himyer Melikleri hakkında bir tasnifini gördüm ki, onların kıssaları, şiirleri, kabirleri bir cild içinde idi. O, Ebû Hureyre’den rivayet etti” demektedir.

Abdullah b. Seiâm ve Ka’bu’l-Ahbâr’dan daha âlim kimse var mıydı? Şeklinde Vehb’e bir sual sorunca, kendisini kastederek, her ikisinin ilmini ve diğer ilimleri cem’ eden birini biliyorum, o mu, yoksa diğer ikisi mi daha âlimdir? Şeklinde cevap vermiştir. Böyle bir mevkide bulunmasına rağmen, o da yalancılık, tedlis ve bazı Müslümanların akıl ve akidelerini ifsâd etmekle itham edildi. Buhâri, Nesâi, İbn Hibbân, Zehebi, Acelî, İbn Hacer, Ebû Zur’a onu sika görmüşlerdir. Ebû Hureyre, Ebû Sa’id el-Hudri, İbn Abbas, İbn Ömer, Abdullah b. Amr, Câbir, Enes b. Mâlik gibi sahabeden rivayet etmiştir. Ondan da oğulları, Abdullah ve Abdurrahmân, Amr b. Dînâr ve daha pek çok kişiler rivayet etmişlerdir.

Bu zâtın tefsirde rivayeti pek çoktur. Bu rivayetlerin bir kısmı İsrâiliyâta taalluk eder. Meselâ Hz. Adem kıssasını ele alacak olursak,âyetini Vehb b. Münebbih tefsir ederken, Aden Cennetinin şarkta; nehyolun-dukları ağacın cennetin ortasında; Havva’ya hitab edenin yılan olduğunu ve Al­lah’ın onu karnı üzerinde süründürerek ve ona toprak yedirerek intikam aldığınızikretmektedir. Bu bilgiler tamamen Tevrat’tan nakledilmektedir. Bakara 259. “… Allah burasını ölümden sonra nasıl diriltecek demiş, Allah da onu yüz sene ölü bırakmış, sonra dirilterek ona…” âyetinin tefsirinde, Kitab-ı Mukaddes’teki Yeremya hâdisesi anlatılmaktadır. Bu ayetteki şahsın Uzeyr veya Yeremya olduğu üzerinde ihtilaf vardır. Zira ayette, Kudüs’ün harabından sonra, tekrar ma’ınûr olması meselesi zikredilmektedir. Yine A’raf süresinin175-176. “Ey Muhammed, onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat…” âyetinde de Beor oğlu Belâm’ın kıssası anlatılmaktadır. Bu da aynen Tevrat’tan alınmıştır. Konuyu uzatacak bu gibi misaller daha pek çoktur.

Şimdiye kadar, İsrâiliyat lafzının dar olarak delâlet ettiği mânâ ile Yahûdilik’ten bahsettik. Şimdi ise, onu daha geniş mânâsı ile inceleyeceğiz. İslâm, doğuşu esnasında muhtelif dinlerle karşılaşmış, bu arada Hıristiyanlıkla da muhatab olmuştu. Müslümanların karşılaştığı bu Hıristiyanlar daha ziyade Tağieb ve Necran’lı Araplardı. Onların Hıristiyanlığı te’vil ve felsefeye dayanmayan, sa­dece nassa dayanan basit bir Hıristiyanlıktı. İlk karşılaşma da bunlarla olmuştu. Suriye ve Irak fethedilince, Müslümanlar te’vil ve felsefeye dayanan bir Hıristiyanlıkla karşı karşıya geldiler. Hıristiyan’ların geçmişe ait bir medeniyet ve kül­türleri olduğundan, fâtihler bu unsura muhtaç idiler. Müslüman’lar, Suriye’deki Hıristiyan’ları islâm’a davet etmiş ve dinlerinin hak olduğunu onlara ispat et­meye çalışmışlardır. Din sâlikleri arasında bu gibi münakaşalar Şam’da sık sık vuku buluyordu. Abdülmelik’in sarayında mevki sahirji olan Yahya ed-Dımaşkî, Müslüman’lara karşı, Hıristiyanlığı müdafaa için bir kitap yazdı. Bu kitap, sualii cevaplı idi. Bir Müslüman sana şöyle sorarsa, sen ona şöyle cevap ver ve sen de ona şu suali sor, diyordu.

Bu Hıristiyan’lar ve diğer din sâlikleri, İslâm’da geniş bir anlayış içinde, din ve vicdan hürriyetine sahiptiler. Bilhassa Emevî Devleti’nde, Hıristiyanlar gayet yüksek mevkilerde bulunuyorlardı. Hatta kendilerine mushaf dahi yazdırılıyordu. Abdurrahmân b. Avf (ö 31/ 651), Hîre ehlinden bir Hıristiyana mushaf yazdırmış ve ona yetmiş dirhem vermişti. Başka bir haberde, Abdurrahmân b. Ebî Leylâ (ö. 148/765) ya Hire’den biri, yetmiş dirhem mukabilinde bir mushaf yazdığı; bir Nasrâninin de Alkame (ö. 62/681) ye mushaf yazdığı söylenmektedir. İslâm devletinde muhtelif unsurların birbirlerinden medeniyet dersi almalarına bir şey mani olmuyordu. Hıristiyan’ın, Müslüman ve Mecûsi’den talebesi olduğu gibi, bunların aksi de varid oluyordu. Hıristiyan ve Mecûsi olan âlimlerin en iyi talebeleri ekseriya Müslümanlardı. Milâdi IX. asrın ortasından itibaren, Müslüman devletlerdeki Hıristiyanların vaziyeti, eskisine nazaran fenalaştı. Bunun sebebi Müslümanların kültür bakımından yükselmeleriyle, Hıristiyanlara olan ihtiyacın azalması idi. Bunun diğer bir sebebi ise, Hıristiyan memleketlerinde, Müslümanlara karşı yapılan tazyikler olabilir. Ancak, yine de Müslüman’ların İspanya’da uğradıkları zulüm ve cebrî, İslam ülkesinde bulunan Hıristiyanlar, hiç bir zaman görmemişlerdir.  Böyle bir serbestiyeti içindeolanlar, din neşrinde Müslümanlardan daha fazla istifade etmiş ve bu arada İsa ve Mesih ile Ekânim’in kader sahasında tesirleri eksik olmamıştır.

Müslümanlarla Hıristiyanların münasebetlerine katkı sağlayan diğer bir âmil de, İslâm’ın onların kadınları ile evlenmeye cevaz vermesidir. Böylece birçok evlenme vuku bulmuş onlardan bazıları Müslüman olmuş, bazıları ise olma­mıştır. Hattâ bazıları da Müslüman olmuş gibi görünüp, eski dinlerinde sebat etmişlerdir. el-Hâris b. Abdillah (el-Ma’rûf el-Kubbâ en-Nasrâniyye)nin annesi Hz. Ömer zamanında öldüğünde yıkanıp defnedilmesi için elbiseleri çıkarıldı­ğında, boynunda bir salîp bulunmuş, bunun üzerine defni bırakılıp, dinî ahkâ­mına göre gömülmesi için, kendi din ehiine teslim edilmiştir.

Bu iki dine mensup olanların, aralarında böyle sıkı bir münasebet bulun­duktan sonra, birbirlerine tesirler yapacağı tâbii’dir. Kur’ân-ı Kerîm’deki kıssalar ve müphemlerin bazıları, onlardan alınan fikirlerle açıklanmak istenmiştir. Bu hususa bir kaç örnek verelim: Âl-i İmrân Sûresi’nin 55. “O zaman Allah şöyle demişti: Ey İsâ, şüphesiz ki, seni öldürecek olan benim, seni kendime yükseltip kaldıracak, seni küfredenlerin içinden tertemiz kurtarıp çıkaracak…” âyetinde, Hz. İsa’nın ölüp ölmediği meselesi uzun münakaşalara sebeb olmuştur. Bu arada Vehb b. Münebbih’den gelen bir haberde, Allah onu gündüzden üç saat öldürdü. Sonra da kendine kaldırdı, denmektedir. Halbuki bu haberlerin, İncillerdeki Hıristiyan inancından ileri geldiği açıkça görülmektedir. Onların itikadınca, isâ öldükten üç gün sonra dirilecektir. Keza, Mâide’nin mahiyeti hakkındaki sözler de İncil’den nakledilmektedir. Ekseriye bu gibi nakiller, Vehb b. Münebbih ve Abdu’l-Melîk b. Cüreyc vasıtasıyle gelmektedir.

Kaynak: Tefsir Tarihi, İsmail Cerrahoğlu, Fecr Yayınevi

İlgili Makaleler