TEKNOLOJİ
TEKNOLOJİ
Ekonomik kalkınma ve
büyüme literatüründe teknolojiye verilen yer ve önem son yıllarda büyük bir
gelişme göstermiştir. II. Dünya Savaşından sonra değişik alanlardaki
teknolojik gelişmenin sür’atle ilerlemesi, azgelişmişliğin temel nedenleri
araşma “teknolojik değişme” ifadesinin sokulmasına neden olmuştur.
Aslında teknolojik
gelişme kavramı iktisatçıların kafasında yeni doğmuş değildir. Klasik
iktisatçılarda “zanaatın durumu” Marx’ta “gelişmenin
motoru” olarak ele alınan teknolojik gelişme, Schumpter’de müteşebbisle
birlikte iktisadi gelişmenin temelini teşkil ediyordu.
Teknoloji kavramı çok
çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. En basit tarifine göre teknoloji,
üretilen mallardan ibarettir. Diğer bir deyişle teknoloji üretilen mallarla
birlikte bu malın üretiminde kullanılan makina ve teçhizatı, emeği ve yönetimi
de kapsamı içine almaktadır. Üçüncü bir tanımlamayla ise teknoloji; sadece bir
üretimde bulunmak için kullanılması gerekli üretim faktörlerini ve bunlar
arasındaki bileşim oranlarını gösteren bir üretim fonksiyonu olarak tarif edilebilir.
Buna göre:
Y= P(K, E)
şeklinde
göstereceğimiz bir üretim fonksiyonu aynı zamanda bir teknolojiyi de belirleyecektir.
Daha açık bir deyimle, herhangi bir maldan (Y) kadar üretmek için ne kadar
kapital (K) ve ne kadar emek (E) gerekli olduğu ve bu iki faktörün ne oranda
(K/E) birleşeceğini gösteren üretim fonksiyonu aynı zamanda bir üretim
tekniğini ve teknolojisini gösterir.
Teknolojik Gelişme Türü ile İlgili Yaklaşanlar
Teknolojik gelişmenin
türlerini iktisat teorisinde dört grup alanda toplamak mümkündür.
1- Soyutlanmış Teknolojik Gelişme:
En basit teknolojik gelişme türü olan bu işlemde,
teknolojik gelişmeyi yatırımlardan ve dolayısıyla sermaye stokundan ayırmayı
amaçlamaktadır. Nedeni ise teknolojik gelişmenin bir maliyet olmadan elde
edilebilmesini sağlamak ve türlü karmaşık ilişkilerin ele alma güçlülüğünü
ortadan kaldırmaktır.
Teknolojik gelişmenin
bu şekilde alınışı model için olup nüfus artışı gibi, iktisat dışı nedenlerde
belirlendiğinin var sayılmasına dayanır.
Teknolojik gelişmenin
bu şekilde tanımlanması, nötr teknolojik gelişmeyi ortaya koymaktadır.
Nötr Teknolojik
gelişmenin 3 türlü tanımı yapılmakladır. Bunlardan ilki Hicks-türü-nötr
teknolojik gelişmedir ki bunun amacı teknolojik gelişme ile, faktörlerarası
ikame esnekliğinin sonuçlarım ayırdetmek ve aralarındaki ilişkiyi açık hale
getirmektir.
ikinci Tür Nötr
Teknolojik Gelişme: Harrod-türü-nötr teknolojik gelişme olarak adlandırılır.
Bundan amaç ise büyüme teorisine uygun düşecek bir teknolojik gelişme kavramı
bulmaktır.
Üçüncü Tür Nötr
Teknolojik Gelişme ise solow~türü-nÖtr adını taşımaktadır. Bu türlü lan im
lamanın amacı da, yine belirli başka bir grup madde uygun teknolojik gelişme
kavramı bulmaktır.
2- Araştırarak öğrenme:
Bu yaklaşımda teknolojik gelişmenin
araştırmaya bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu yaklaşıma göre teknolojik
gelişmenin tek kaynağı bu amaçla yapılan araştırmalardır. Burada sermaye
birikimi ile teknolojik gelişme arasında teıc yönlü bir ilişki belirtilmemekte,
birlikte ortaya çıkma durumu kabul edilmektedir.
3- Sermaya Birikimi-Teknolojik Gelişme:
Bu yaklaşımda teknolojik gelişme ile sermaye
birikimi arasına fonksiyonel bir ilişki getirilmektedir. Bu ilişki teknolojik
gelişmenin, sermaye birikiminin fonksiyonu olması biçimindedir. Yeni
teknolojik gelişme tamamen sermaye birikiminin uyarması ile
gerçekleşmektedir.
4- Teknolojik Gelişme-Sermaye Birikimi:
Bu yaklaşım üçüncü
yaklaşımdaki nedensellik ilişkisini tersine çevirerek elde edilmiştir. Bu
yaklaşımda sermaye birikimi teknolojik gelişmenin fonksiyonudur. Bununla
birlikte bu yaklaşımda teknolojik gelişme sermayeden soyutlanmamıştır.
Teknolojik Açık
Teknolojik açık, iki
ülkenin teknoloji seviyeleri arasındaki fark olarak tarif edilir. Bu tarifteki
“teknoloji seviyesi” kavramını iki ülkenin hem icat ve hem de yenilik
seviyeleri arasındaki fark olarak düşünmek gerekir.
Teknolojik açık,
bilimsel olarak iki ayn şekilde ölçülebilir. Birinci ölçü tarzına “yatırıma
dönüştürülmeyen teknolojik açık” adı verilir ve çeşitli ülkelere ait
üretim fonksiyonları mukayese edilir. Bu amaçla ele alınan üretim fonksiyonu
bir sektöre ait olabileceği gibi, topyekün ekonomiye de ait olabilir. İkinci
ölçme usulüne ise “yatırıma dönüştürülmüş teknolojik açık” adı
verilir.
Buna göre iki ülke
arasındaki teknolojik açık her ülkenin sahip olduğu makina ve teçhizatın
“yapılış yılı”na göre ölçülür. Böyle bir ölçü, son model makina ve
teçhizatın eski modellere göre daha da üstün olduğu faraziyesine dayanır.
Teknoloji Transferi
Üretim tekniklerinin
seçiminin gelişmekte olan bir ülkenin ekonomik kalkınmasının ve istihdamının
üzerinde çok büyük etkisi vardır. Çünkü o ülkenin istihdam hacmi, iş
imkânları, üretimin çeşitliliği ve kapasitesi üretim tekniklerinin seçimine
bağlı olmaktadır. Dolayısıyla çok uluslu şirketler yatırımlarda bulunacakları
az gelişmiş ülkelerdeki gelişme ve işgücü politikaları üzerinde etkili
olmaktadırlar. Bu etkinin olumla ya da olumsuz olması yatırımcı ülkenin
çıkarları, ile bunlardan yararlanacak olan ülkenin çıkarlarının birbirleriyle
çakışmamasına bağlıdır.
Teknoloji transferi
genellikle sanayi ülkelerinde geliştirilen ve uygulanan üretim tekniklerinin
hiç değiştirilmeden gelişme halindeki ülkelere transfer edilmesi şeklinde
ortaya çıkmaktadır.
Sanayileşmiş ülkelerde
gerçekleştirilmiş olan bu tur üretim teknikleri muhakkak ki bu ülkelerde
mevcut faktör ilişkilerinden esinlenmiştir. Sanayi ülkeleri nisbeten sermayenin
yoğun olduğu ve doloyısıyla ser-maye-yoğun üretim tekniklerinin geliştirildiği
ülkelerdir. Teknolojilerin transfer edilmek istendiği ülkeler ise emek-yoğun
üretim tekniklerine sahiptir. Çünkü emek-yoğun bir üretim faktörünün mevcut
olduğu bir ülkede sermaye-yoğun yatırımlara öncelik ve önem verilmesi o ülkede
emeğe verilen değerin azalmasına ve yerel kaynakların kötü kullanılmasına
neden olmaktadır. Bununla birlikte sanayileşmiş ülkelerde uygulanan üretim
tekniklerinin az gelişmiş ülkelere aynen transfer edilmesinin de çeşitli
nedenleri vardır.
Bunların başında
gelişmekte olan ülkelerdeki araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin yok
denecek kadar az olması gelir. Dolayısıyla bu ülkelerin kendi yapılarına uyacak
üretim tekniklerinin araştırılmasının maliyeti çok yüksek olacaktır. Belirli
üretim teknikleri ise ürünün özelliği ve çeşitliliği açısından kullanımı
zorunlu olabilmektedir. Dolayısıyla bu ürünü elde edebilmek için sermaye-yoğun
üretim tekniği yerine emek-yoğun üretim tekniğini ilave etmek imkan dahilinde
olmamaktadır.
Bununla birlikte bütün
bunlardan az gelişmiş ülkelerdeki üretim tekniklerinin hiç bir şekilde
değiştirilmediği gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Ender olmakla beraber üretim
tekniğinde doğrudan yatırım yapılan ülkenin faktör ilişkilerini dikkate alan
bazı intibakların yapıldığı haller de mevcuttur. Ancak bu intibakların çok daha
düşük işçilik masraflarından daha fazla faydalanmaya yönelik olduğu ve
yapılan değişikliklerin işgücü yoğun bir üretim tekniğine geçişi zorunlu
kılmadığı ifade edilmemektedir. Genel kanıya göre bu alanda başarı ile alınacak
önlemler üretimin küçük kısımlara ayın lab i İni e si ve işlemlerin etkili
şekilde geliştirilebilme derecesine bağlı kalmaktadır.
Teknoloji transferi
istihdam üzerinde de farklı etkiler meydana getirmektedir. Yapılan
araştırmalarda sanayi sektörüne yapılan yabancı yaürımlann bu sektörleri hızla
ge-
nişletmesine rağmen,
istihdam hızı da aynı büyüklükte anmamaktadır. Çok uluslu şirketlerin gelişme
halindeki ülkelerde (sanayi sektörüne) yaptıkları doğrudan yatırımların büyük
bir kısmı, az istihdam yaratan alanlar teşkil etmektedir. Bununla birlikte en
fazla istihdam alanı sağlayacak olan tarım sektörüne yapılan yatırımlar çok
düşük olmaktadır. Halbuki gelişmekte olan ülkelerde istihdam sorununu çözmek
için yatırımların fazla istihdam yaratacak olan alanlara yapılması
gerekmektedir.
Bununla birlikte
imalat sanayiine yapılan yatırımların bu ülkelerde az da olsa istihdam
yaratma açısından sağladığı katkılar gözardı edilemez. Genellikle bu sektöre yapılan
yatırımlar ithalatı ikame edici bir fonksiyona sahip olduğu ve mevcut bir işyerini
devir almak suretiyle değil de yeni bir fabrika kurma şeklinde gerçekleştirdiği
taktirde bu alıntı etkinin daha da belirgin olarak ortaya çıktığı
görülmektedir.
Teknolojik Değişme Çeşitleri
Teknolojik değişmeler
eş-ürün-eğrileri-nin orijine yaklaşıp uzaklaşması veya kapital ve emek
miktarlarının ölçüldüğü eksenlere yaklaşıp uzaklaşması ile gösterilebilir.
Etkisiz Teknolojik
Değişim: Faktör fiyatları değişmediği halde faktör prodüktivitelerinin
teknolojik gelişme nedeniyle artması, belli bir üretim seviyesine daha az
faktör kullanarak ulaşmasını mümkün kılmıştır. Böyle bir durumda faktör
bileşim oranları aynı kaldığı için bu tür teknolojik değişmeye “etkisiz
teknolojik değişme” adı verilir.
Kapital Yoğun-Emek Yoğun Teknolojik Değişmeler
Eğer teknolojik
değişme, faktör fiyatları değişmediği halde belli bir üretime ulaşmak için
eskisine oranla daha çok kapital ve daha az emek kullanılması sonucu doğurursa
bu tür teknolojik değişmelere kapital yoğun veya emek tasarruf ettirici
teknolojik değişmeler adı verilir.
Bunun tersi olursa,
yani belli bir üretime ulaşmak için daha çok emek ve daha az kapital kullanmak
mümkün olursa bu tür teknolojik değişmelere de “emek yoğun” veya
“kapital tasarruf ettirici” teknolojik değişmeler adı verilir.
Nur Z. KESKİN
TELEOLOJİ
Evreni, amaçlarla
araçlar arasında bir ilişkiler sistemi olarak gören felsefe öğretisi. Bir
başka tanımıyla, İnsanın amaçlarım adalet ve mutluluk açısından ele alıp çözüme
kavuşturmak isteyen disiplin, yani tabiat, insan ve toplumların amaçlara göre
tes-bit edilerek yönetildiğini ileri süren felsefe teorisidir. Bunlar sadece
insan davranışlarını değil, tarih ve tabiat olaylarının da, tümelin
(küllinin) olduğu kadar tek tek olayların da amaçlarla belirlenmiş ve
yönetilmiş olduğunu kabul ederler.
Evrende her varlık ve
olayın belirli bir amaca göre geliştiğini ve meydana geldiğini, hiç bir
varlığın ve olayın boş yere ve maksatsız varolanılyacağını kabul eden teleoloji,
varlığın amacını araştırmayı kendisine bir görev saymıştır. Teleoloji, varlığı
amaç-neden ilkesine göre açıklamaya çalıştığı için Determinizm, Mekanizm,
Madde-cüik ye Evrimci varlık Öğretilerine karşıttır. Çünkü amaçlılığın olduğu
yerde, determinist ve mekanist varlık açıklamaları ve tesadüf fikri
tutunamaz. Zira nesnelerin ve objelerin “neden” meydana geldiklerini
açıklamaya çalışan Determinizm’e karşı, varlıkların hangi “amaç”
için meydana geldiklerini araştıran amaçlılık anlayışı, evrende böylesine bir
amaç güdebilecek üstün bir gücün varlığı inancına dayanmaktadır.
Amaç (Telos)
düşüncesini felsefeye ilk getiren antik çağ tabiat filozofu Anaksago-ras’tır.
Teleoloji terimini ilk kullanan ve felsefeye mal eden ise Alman filozofu Wolff
(1679-1754)’dür. İlkçağ tabiat filozofu Anaksagoras (500-428) evrenin bir
telos, bîr amaca göre meydana geldiğini düşünüyordu. O, bu evreni meydana
getiren ve yöneten zihnî ilkeye “nous” adını vermiştir. Bu
teleolojik görüşünden dolayı, Sokrates ve Platon Anaksagoras’ı, kendilerinden
önceki filozoflar arasında en “gerçek filozof diye nitelendirmişlerdir.
Amaç (Telos) kavramı Anaksagoras’dan sonra çeşitli Yunan filozofları ve
Özellikle Aristoteles tarafından geliştirilmiştir. Aristoteles’in ünlü
“En-telekheia”sı telos kökünden türetilmiştir. Aristoteles’de
entelekheia, kendi içinde bir amaca sahip olan, kendisini görünüşlerinde gerçekleştiren
öz, maddeye biçim (form, şekil) veren, mümkünü gerçek olana çeviren etkin
ilkedir. Bu anlayışa göre, bütün tabiat varlıkları amaçlarını kendi içlerinde,
özlerinde taşırlar ve bu amaca göre biçim ve yapı kazanırlar. Cansız
varlıklarda ise bu şuursuz bir amaçtır ve varlıkları daha Önceden belirlenmiş
bir maksada doğru geliştirir. Bunun için Aristoteles’e göre, tabiat belirli
bir amaca göre oluşan bir süreçtir; böyle bir sistemde tesadüfe hiçbir şekilde
yer yoktur. Anaksagoras’ın “telos” ve dolayısıyla Aristoteles’in
“entelekheia” kavramı daha sonra bütün idealist felsefelerin temel
kavramı haline gelmiştir. Gaiyet veya amaçlılık (gaye-scbep) ilkesi daha yakın
zamanlara kadar, pozitif tabiat bilimlerinde bile determinizm (neden-etki) yerine
kullanılmaktaydı. Bütün tabiat olayları arasında geçerli olan yasa ve
bağıntılar Aristoteles’in ortaya koymuş olduğu telos anlayışıyla açıklanmaya
çalışılmıştır. Farabi, îbni Sina, Aquino’lu Thomas, Leibniz, Buffon, Kant,
Hegel, Heidegger vb. gibi düşünürler bu Aristotelesçi teleolojik anlayışı
sürdürmüşlerdir. Bunlardan Kant, bilimi kuran akıl alanında ideolojinin
düşünülmez olduğunu söylerken, sanat ve organik tabiat görüşünde bir iç
amaçlılıktan (gaiyetten) söz etmektedir. Amaçlılığa karşı ilk tepki ise İlkçağda
Demokritos atomculuğu, mekanizmi ve determinizmi ile başlamıştır. Onu
Epi-kürcüler, Descartes, Robert Böyle, La Mettrie, Materyalistler, Spİnoza,
Psikolog Kostyleff, J. Loeb vb. takip etmiştir. Bu me-kanist ve determinist
görüş inşam bir “Ma-kina-Adam” (La Mettrie) olarak tanımlamış,
biyolojik (J. Loeb) ve ruhî olayları (Kostyleff) mekanizm ile açıklamakta ısrar
etmişlerdir.
Pozitif tabiat
bilimlerinin gelişmesi, düşünürlerin tabiata, tekrar nesnel varlığa dönmesiyle
“amaç-neden” ilkesi yerine “neden-etki” ilkesi hakim olmaya
başlamış, böylece maddeci ve bilimci determinist anlayış ile idealist ve
metafizik teleolojik anlayış arasında kapatılması imkânsız bir uçurum meydana
gelmiştir. Çünkü determinizm bir nesnenin nasıl meydana geldiği sorusuna
açıklık getirir; amaçlılık İse niçin, ne amaç ile meydana geldiği sorusunu
cevaplandırmaya çalışır. Bu yüzden de teleoloji tabiattaki amaçlan belirleyen
üstün bir ilkenin, Allah’ın veya aklın mevcudiyetini gerektirir. Bu anlayışa
göre herhangi bir varlığın yapısını ve gelişimini belirleyen onun nedeni değil,
amacıdır. Bu amacı da Allah koymuştur. Fasulyeyi fasulye yapan, fasulye tohumu
oluşu değil, Tann’nın tayin etmiş olduğu fasulyeleşme amacıdır.
Bu sübjektif
amaçlılığın karşısında yer alan objektif ve bilimsel amaçlılık ise tamamen
maddîdir. Tabiattaki amaçlılığın maddî nedenleri bulunduğu ve bu amacın Çevreye
en iyi bir biçimde uyma olayından ibaret olduğu Danvin tarafından ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Bitkiler ve hayvanlar dünyasındaki değişmeler, onların, hayatın
değişen şartlarıyla karşılıklı olarak etkileşmesinden meydana gelir.
Determinizmi kabul etmeyenler karşısında yer alan bilimci ve maddeci anlayışa
göre, eğer insanlar tabiat ve toplumdaki nedenselliği keşfetme-miş olsalardı,
hiçbir davranışta bulunamazlardı, dolayısıyla bilim de yapamazlardı. Bilindiği
gibi pozitif tabiat bilimleri tama-miyle nedensellik anlayışının ürünüdür. Bu
bilimlerin teorideki temsilcisi olan dialek-tik materyalizm, özellikle canlı
organizmaların anatomik yapılarındaki ve davramşla-rındaki amaçlılığın
temelinde objektif ve maddî sebeplerin yattığını göstermiştir. Danvin
nazariyesi işte bunu ispatlamaya çalışan bir çabanın ürünüdür. Buna göre hayvan
ve bitkilerdeki değişiklikler, çevre şartlanndaki değişiklikler sebebine dayanır.
Çevre değişikliklerine uyma zarureti, tabiî ayıklanmayla gerçekleşir ve
soyaçe-kimle kuşaktan kuşağa geçerek canlı organizmaların yapısında bir
amaçlılık meydana getirir. Canlı organizmalardaki her oluşum hayatı sürdürme
amacına dayanır; ama bu amaçlılık, zaman içinde tamamen objektif ve maddî
sebeplerle meydana gelmiştir. Bu amaçlılık içinde en köklü olanı da hayatı ve
nesli devam ettirme amacıdır.
Dahilî amaçlılık
olarak da nitelendirilen böyle bir amaçlılık yeni biyoloji ve tıbta da gittikçe
yerleşmektedir. Bu amaçlılık anlayışına göre, canlı varlıklarda her uzvun belirli
bir amaç ve hedefe yönelik olduğu, uzuvlar arasında bir uzlaşma, dayanışma ve
yardımlaşmanın bulunduğu kabul edilir. Bu durumu insan organizması en iyi şekilde
ortaya koymaktadır. Canlı varlıklar mekanizmden ziyade finalizm ile
açıklanabilirler. Organizmaların kendi kendilerini yenilemesi, onarması ve
düzenlemesi ancak amaçlılık ilkesiyle açıklanabilir. Manuk’da akıl ilkelerinden
söz edilirken, nesnel dünyanın açıklanmasında Nedensellik ve Amaçlılık
ilkelerinin kullanılması gerektiği üzerinde durulur. Yani varlıkların bu ilkelerle
açıklanabileceği belirtilir.
Teleolojinin ahlâk ile
de bir ilgisinin olduğu görülmektedir. Çünkü Lapie’nin de dediği gibi, insanı
teleoloji, adalet ve mutluluk nazariyeleri olgunlaştım. Mutluluğu yükseltmek
amaçlılığın esas dayanağıdır. Zira her varolan bir amaca bağlı olarak yaratılmıştır;
amaçsız hiçbir şey yoktur.
İslâm düşüncesinde ve
temel kaynak olan Kur’ân-ı Kerim’de hiç bir şeyin boş yere yaratılmadığı, her
şeyin belli bir amaç için yaratıldığı ve bütün varlıkların da insanın emrine
amade kılındığı, insanın ise ibadet, erdem, mükemmellik ve olgunluk vb.ni
gerçekleştirmek için yaratıldığı belirtilmektedir. Aynca evrende görülen düzen
ve uyumun tâbi olduğu ilke olan amaçlılığa dikkat çekilerek bunlar üzerinde
düşünülmesi, bunlardan Allah’ın kudret ve azametine dair deliller çıkarılması
istenmektedir. Allah’ın varlığını ispat etmede kullanılan teleolojik delil de
bu çeşittendir. Allah’ın varlığını ispatta kullanılan bu delil, ontolo-jik ve
kozmolojik deliller dediğimiz, bilimsel, felsefi ve kelamı akıl yürütmelere
dayanan delillerden daha kolay anlaşılmaktadır. Burada; “her düzen bir
düzenleyiciyi gerektirir” akıl yürütmesinden hareket edilerek ve
tabiattaki düzene bakılarak Allah’ın varlığının ispat edilmeye çalışılması,
teleolojik delili ortaya koyar. Bu delil, doğrudan doğruya evren ve tabiattaki
düzen ve uyuma dayanmaktadır. Evrendeki amaçlılığı inkâr, Allah’ı inkâr
demektir, diğer bir ifadeyle, evrenin mekanizm ve tesadüfler tarafından idare
edilmesi demektir ki, bu da mantıkî bir çelişkiyi doğurur ve bütün kutsal kitaplara
da aykırıdır. Varlıktaki metafizik amaçlılık ilahî bir düzenlemenin sonucudur
ve bunun üstünde de bir düzenleyici (nâzım) düşünülemez.
Hüsamettin ERDEM