Kimdir

Tarık Buğra’nın Yağmur Beklerken Romanı hakkında bilgi

Tarık Buğra’nın Yağmur Beklerken Romanı hakkında bilgi: Ötüken Yayınları arasında 1981 yılında basılan “Yağmur Beklerken”, 256 sayfa ve on bölümden oluşuyor. Toplumun belli bir dönemini çeşitli boyutlarıyla işlediğini, Cumhuriyet tarihinin belli bir olayını canlandırdığım göz önünde tutarsak Yağmur Beklerken, politik dönem romanları (Zeitroman) sınıfında yer alır. Yer belirlemesinden kaçınılmış oluşu, yazarın konuyu Tür­kiye çapında yaygın düşündüğünü, öyle değerlendirilmesini is­teğini gösterebilir. Seçilen Anadolu kasabası, birçok kasaba- dan biridir; merceğin altına alman, bir coğrafya ve toplum kesiti­dir. Zaman belirlemesi, ilk bölümün ortalarına doğru “Cumhuriyet nerdeyse yedinci yaşım tamamlayacak da…” (s. 19) sözleriyle yapılıyor. “Serbest Fırka” olayı, Cumhuriyet tarihinin ilk demokrasi denemesi olarak işlenirken o günlerin Türkiyesi, bir kasaba hayatına yöneltilen dürbünle gözler önüne seriliyor.

Üçüncü tekil anlatım biçiminde ilerleyen romanın anlatıcısı, herhalde yazarın en çok özdeşleştiği kişidir. Eserin demok­rasiden bıkılmış bir dönemde (1980 öncesi?) kaleme alındığını gösteren belirtiler oldukça çok.

Romanın odak figürlerinden genç Avukat Rahmi ve çok saydığı dayısı Rıza Efendi de çok partili hayata geçişi âdeta endi­şe ile izler:

Eskerlik yıllarımdan bilirin ben, İttihatçılar, İtilâfçılar döne­mi geri gelcek. Halkın bi kısmisi Halkçı, bi kısmisi Selbestçi olcek. İnanmayana derim; ciz şoraya… unutma bu dediği­mi… olcek. (s. 110-111)

Bütün duraksamalara karşın Serbest Fırka’nın reisi olmayı kabul edişi, saygı, hayranlık ve biraz da öfke karışımı tuhaf bir duyguy­la gözünde büyüttüğü, kasabanın saygın avukatı Kenan Beyin, sonunun yaklaştığı duygusuyla ondan yardım istemesi, başladığı işleri onun yürütebileceğine inancını açığa vurmasındandır.

Partilere bölünme ihtiyacının toplumsal bir olgu, hattâ insa­nın doğasında yer alan bir eğilim olarak da değerlendirilişine rastlıyoruz romanda. Rıza Efendi, yeğeninin uyarılarına rağmen siyasete girişinden sonra çevrede gördüğü ve yadırgadığı dav­ranışlardan yakınması üzerine şöyle der:

Al bakalım bacanağını. Kocadayım al. Al da bi düşün. Deyceğim şu: Adam dediğne bi de düşman lâzım. Hem de pek lâ­zım, şiddetle lâzım. Moskofu Bulgari çoktan unuttuyduk, Yunan’ı da unuttuk; tek tek düşmanlar bulur olduyduk gaari. Emme, ı’ıh.. pek tadı yok onun. Ayıplanır da sonra; açığa vuramassın. Fırka işi kolaylaştırıverdi işte. Senin beni, benim seni sevmem, beğenmem ne kadar tadlıysa, Altındaş’ın Gül- beyazlar’a öfkesi daha bi tadildir gibi gelir bana. Tadım kaçırıyon deye gücenip küserler sana deyesim gelir, (s. 177)

Romanda Halk Fırkası’na karşı bir politik güç olarak örgütlen menin inançlı savunucusu Avukat Kenan Beydir. Yazar bu figürün görüşlerine karşı mesafeli bir tutum içinde olmak iste­diğini ona göre, yine ona göre gibi sözlerle belirtiyor. Ama Kenan Beyin görüşlerinin halk arasındaki yankısını iletirken bu mesafeli anlatıcı tutumunun kaybolduğunu görüyoruz: “Kenan bey, esnaftan, zenaatkârlardan, iyi dürüst ve itibarlı bildiği kiminle1 konuşmuşsa ‘evet’ cevabını almıştı. Onlar sezmiyor, hattâ talimin etmiyor, biliyorladı… kavramışlardı vatandaşlık vazife, hak ve hüriyetlerinin önemini de, yararlarını da.” (s. 133)

Kenan Beyi Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısında bir muhalefet, bir karşı güç oluşturmaya iten nedenler romanda kâh anlatıcının ağzından, kâh bu figürün konuşmalarında şöyle dile getiriliyor:

Ona göre, İslâmın tortuları, yani bozulmadan kalan bazı kuralları, ilkeleri ve değer yargıları bile Türkiye için -kullanı­labilen- çok az ülkenin elde edebileceği bir büyük kozdur, (s. 134) Kenan Bey, İslâmla birlikte, eski Türk törelerinin de bu anlayışa uygun olduğunu söylüyor, Osmanlı’nın, bozulma­dan önce, önemli malî, mülkî, askerî kararları camilerde, cemaat önünde, tartışmaya açık tuttuğunu anlatıyordu. Ona göre, Dünya’nın en uzun ve köklü imparatorluğunu kuran da işte bu yönetici ve yönetilen bütünleşmesi idi. (s. 134)

Ve çağımızda bu bütünleşmeyi sağlamanın tek yolu gerçek bir parlâmento, kökü millette bir parlâmentodur, diyordu. Yine ona göre üçüncü millet Meclisi böyle bir nitelik taşımak­tan çok uzaktır; birinci ve ikinci meclislerin yarattığı ümitleri zedelemekte, aşındırmaktadır. Göstermeliktir, (s. 134)

Garb medeniyetini üstün hale getiren de bu olmuştur, mil­letlerin iktidar’ın köküne sahip çıkışları, idâre edenleri mu­rakabe haklarını evvelâ idrâk, sonra da ihkak etmeleri ol­muştur. Evet; Garbda çok zor alınmıştır bu netice, kanlara ve göz yaşlarına mâl olmuştur. Lâkin bizim milletimiz, ırkî ve millî hasletlerinin ve harsının sayesinde, aynı neticeyi, mü­nevverleri mes’uliyetlerini müdrik hale geldiği an istihsâl edebilecektir, (s. 135)

Kenan Beyin sağlık nedenleriyle gerçekleştiremeyeceğini anla­dığı için bu görevi kendisine devrettiği Rahmi, savaşkan yaradı­lışta değildir. Hattâ asıl mesleği avukatlığa bile yatkın değildir. Onun roman dokusu içinde bir leitmotiv gibi tekrarlanan sözleri (“Avukatlığı bile bırakacağım ağbey!”, “Çorapsızın Zehra’ya çarşaf olacak cübbe”, s. 131) ve çoluk çocuk, ev bahçe, inek-bu- /.ağı idilinden oluşan aile mutluluğu hayali (s. 123), bu politika fırtınalarına yatkın olmayan adamı okuyucuya yaklaştırmakta­dır.

Rahmi’nin Serbest Fırka reisliğini üstlendikten sonra da tek yanlı olmak tehlikesinden kendisini elinden geldiğince korudu­ğunu görüyoruz. Meselâ kasaba halkı okuduğu gazeteyi parti­sine göre belirlemişken onun (Cumhuriyet, Son Posta, Akşam, Yarın) dört gazete birden okuduğunu öğreniyoruz.

Serbest Fırka’ya karşı olanların, yani, iktidar sözcülerinin durumlarını, anlayışlarını ve iddialarını da bilmesi gerektiği inanandaydı. Hiç bir inanç veya düşünceye körü körüne saplanıp kalmamış, daha dürüstçe bir söyleyişle, saplanmak istememiştir.

Sevmiyordu Yarın ı. Bambaşka sebeplerle ve bambaşka şekilde de olsa, savcı gibi, o da tiksiniyordu bu gazeteden. Daha doğrusu Rahmi, o yanda, bu yanda, ‘kaleminden kan damlayan’ kavgacı yazarları sevmiyordu, (s. 160)

Partisinin kuruluş gerekçelerine gün geçtikçe kendini inandırsa, kazanacaklarını umsa da parti içinde kendisinin benimseyeceği doğrultulara da kayma ihtimallerini aklına getirip kuşkulanıyor:

Ama Rahmi’nin düşünmek ve hesaba katmak istemediği, aklını yokladıkları zaman kiminde utanır, kiminde öfkelenir gibi olduğu şeyler de vardı:

Gâvur alfâbesi?

Kapatılan tekkeler, dergâhlar, zaviyeler?

Karılar?

Bunlar da oy kaynaklan idi ve Rahmi utansa da, öfkelense veya, hattâ, korksa da, adı üstünde işte, Serbest Fırka, bun­ları da, serbestliğin hakkı sayıp kullananlar vardı, (s. 214- 215)

Roman dokusu içinde Kenan Beyin temsil ettiği görüşün karşıt kutbu, Halk Fırkası müfettişlerinden Hilmi Beydir, Rahmi’nin bacanağı Sami Hocadır. Bunlardan Hilmi Beyin Çocuk Esirge­me Kurumu’nda yaptığı bildirilen konuşmasının yalnızca Ata­türk ile İsmet İnönü’yü hep yan yana ve aynı kalıplarla övdüğü­nü gösteren sözleri aktarılıyor: “Her bölümü, ‘Halâskâr-ı mil­let… dâhi-yi muazzam., münc’i-yi vatan’ gibi sıfatlarla Gazi Paşa ile başlıyor ve her bölümü İsmet Paşa’ya bağlayarak kapatıyor­du. Rahmi’ye, birkaç defa, parti penceresinden onların geçişini seyredenleri düşündürdü.” (s. 165)

Daha sonra romanın iki karşıt figürü ziyafet sofrasında karşı karşıya getirilirken, yalnızca öfkeli bir müfettişle onu alt etmeyi beceren bir Serbest Fırka Reisi tablosu veriliyor. Yazarın karşıt figürlerini birbiriyle eşit güçte dile getirerek roman dokusunda denge kurmadığını görüyoruz. Hilmi Bey, Sami Hoca ve öteki Halk Fırka’dan ya çok silik, ya da oldukça olumsuz işlemekle yazar, kendisini Serbest Fırka arkasında aramamıza neden olu­yor.

Romanda anlatılanın zaman süresini belirleyen tarihler ve­rilmiyor, ancak birinci bölümde Rahmi’nin rakı sofrasını hazır­layan çoluk çocuğunun “bahçeden kopardıkları domates, biber, kayısı, kirazları soğusunlar diye saldıkları kuyudan çektiklerin­den anlıyoruz ki, kayısı kiraz zamanıdır, Haziran gibi. Son bö­lümdeki “Bahçe kuruldu kurulalı, hiçbir güz böyle perişan ol­mamıştı.” sözleri, anlatılanların bir yaz mevsimini kapsadığı sonucuna vardırıyor. Uç dört ayla sınırlanan dış zaman çerçe­vesi, geriye dönüşlerle Rahmi’nin ilk çocukluk yıllarına kadar uzanıyor. Geriye dönüşlerin ilki, birinci bölümde, bir çağrışım aracılığıyla uygulanıyor. Rahmi, “sıtma doktoru’na öfkesini Halk Fırkası’nın kasabada kurduğu saltanat vesilesiyle tazeler­ken çocukluk aşkı Anakız’a ve o günlere döner. Ne var ki bu geriye dönüşü okuyucu, roman figürünün bilincinde, ruhunda geçenleri onunla birlikte doğrudan yaşamıyor, anlatıcının ara­cılığıyla buna çağrılıyor:

Ama sıtma doktoruna değil, kendisinedir bu sövüş: çün­kü Anakız’ı hatırlamıştır;

Devamı için alıntı yaptığımız kaynağa müracaat ediniz.

Kaynak: Çağdaş Türk Romanı üzerine incelemeler, Gürsel Aytaç, Doğubatı Yayınları, 2012

İlgili Makaleler