TABİAT FELSEFESİ
TABİAT FELSEFESİ
Tabiatı, tabiat ürünlerini
ve orada olanları inceleyen sistemli düşünce. Daha özel olarak tabiat
felsefesi, tabiî varlığı organik ve inorganik olarak ayırdığımızda, her iki
alanın birbirinden farklı olduğunu gözö-nünde bulundurarak, her iki varlık
alanının özel ilkeleriyle, ortak ilkelerini ayrı bir inceleme objesi yapan,
zaman mekân, tabiatta geçerli olan oluş, her türlü bağlılıklar, karşılıklı
etki, tabiata hakim olan düzen ve nizamı, gerçek bağlar, denge sistemleri vb.
husustan inceleyip çözüme kavuşturmaya çalışan felsefe disiplinidir.
Tabiat felsefesi
deyimi oldukça yakın zamanlara ait olup, geçmişte “tabiat metafiziği”,
“tabiatın felsefesi”, “spekülatif fizik” şeklinde eşanlamlı
kullanımlarıyla birlikte, Seneca’nm “philosophia naturalis” deyiminin
karşılığıdır. Devimin bu anlamda ortaya çıkışı XVIII. yüzyıl Aydınlanması dönemindedir
ve özel bir disiplinin adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Önceki zamanlarda
yani Antik Çağ ve Orta Çağda tabiat felsefesiyle tabiat bilimi arasında
herhangi bir aynm yapılmadığından tabiat (physis) üzerine bir öğreti, yani
bütün olarak “kos-mos” ile varlık üzerine bir öğreti şeklindeydi. Bu
bağlamda üç alanın aynım yapılıyordu: a) Anorganik tabiatın öğreticisi olarak
kosmoloji, b) Organik tabiatın veya orga-nizmalann öğretisi olarak teleoloji,
c) ve son olarak psikoloji… XVII. yüzyılda psikolojinin bu grubtan
ayrılmasıyla geriye
kalan iki disiplin
fizyoloji olarak anıldı. Ayrıca Francis Bacon’ın bilimler ve felsefe alanındaki
sımflandirmasıyla tabiat bilimi, Bacon’ın ifadesiyle “historia
naturalis”ten, yani “tabiat felsefesi”nden aynldi. Sonraki
yüzyılda, yani XVIII. yüzyılda fizyoloji de tabiat felsefesinden ayrılarak
bağımsız bir disiplin özelliği kazandı. Yine benzer şekilde spekülatif fizik
(physica speculativa) ve ampirik fizik (physica empirica) ya da deneysel fizik
(physica experimentalis) ve genel kozmoloji (cosmologia generalis) tasnifi,
mesela Wolff tarafından yapıldı. Bugünkü tabiat felsefesi ve tabiat bilimi
ayrımları, sonuncu tasnife uymaktadır. Bu deyimler d’Holbach’ın Tabiatın
Sistemi (1770), Kan tın Tabiat Bitiminin Metafizik ilkeleri (1786) ve
Schelling’in Bir Tabiat Felsefesi Taslağı (1799) isimli eserlerinde kullanılmak
suretiyle yaygınlık kazandılar. Ne var ki XIX. yüzyılda, özellikle Schelling
ile Hegel’in spekülatif tabiat felsefelerine karşı gösterilen şiddetli tepkiler
de tabiat felsefesi şeklinde ifade edildi.
XX.- yüzyılda bazı
düşünürler tarafından tabiat felsefesinin bilimsel bir nitelik taşıyamayacağı
ileri sürüldü. Buna göre bilimin doğru Önermelerden oluşan bir sistem olmasına
karşılık felsefe genellikle, önermelerin anlamlarını zihni ve fiziki insan faaliyeti
ve davranışları bakımından açıklayan bir etkinliktir. Özellikle mantıkçı
pozi-tivistler sözgelimi Schlick ve Wittgenstein, bu anlayışı dile getirdiler.
Dolayısıyla tabiat felsefesi, tabiat biliminin yanında yer alan bir düşünce
alanı, bir disiplin niteliği kazanmaktadır. Nitekim XX. yüzyılda tabiat
felsefesi bu şekilde, hiç değilse önemli ölçüde böyle anlaşılagelmiştir. Ne var
ki soruna böyle bir yaklaşım tabiat felsefesiyle tabiat biliminin ilişkisini
gündeme gelmekten alıkoyamamaklâdır. Gerçekten tabiat felsefesiyle tabiat
biliminin eşdeğerde olduğunu ileri sürenler yanında araştırma alanları veya
konulan bakımından temelden farklı olduğunu savunanlar da vardır. Eğer bu iki
disiplin eşdeğer iseler, bunun doğal sonucu olarak özdeş oldukları da ileri
sürülebilir. Mesela Haeckel’in tabiat felsefesiyle tabiat bilimini farksız
kabul eden monizmi burada hatırlatılabilir. Buna karşılık her iki disiplin
özdeş değil, sadece eş-cinsten sayılırsa, o takdirde tabiat felsefesini
gelişmemiş bir tabiat bilimi olarak kabul etmek mümkün görülebilir. Ancak
tabiat felsefesi, tabiat bilimlerinin sonuçlarını toplu olarak bir tabiat
tasvirinde, bir “evren tablosu”nda birleştirirse ve tabiat bilimlerinin
en genel bölümü olarak kavranırsa, o takdirde tabiat biliminin ulaşılan son
noktası kabul edilebilir. Ne var ki tabiat felsefesiyle tabiat biliminin
ortak bir zemine dayandığı söylenebilir. Bu anlamda tabiat felsefesi hem
felsefeye hem de tabiat bilimine dayanan bir alan olarak görülebilir. Aynı
şekilde tabiat felsefesi, bağımsız labiat biliminden ilke yönünden farklı bir
disiplin olarak da düşünülebilir. Fichte, Schelling ve Hegel yanında başka düşünürler
bu son anlayışı savunurlar.
Ancak hemen
belirtilmelidir ki tabiat felsefesi olmaksızın tabiat bilimi “kör”,
tabiat bilimi olmaksızın da tabiat felsefesi “boş”tur. Kısacası
tabiat felsefesi tabiat hakkındaki bilgimizin olabilirlik ve gerçekliğe uygunluk
şartlarını tartışma, etkinlik ve çabasıdır.
Tabiat felsefesi,
Antikçağ Yunan düşüncesinden Yeniçağa kadar tabiat bilimleriyle hemen hemen
aynı anlamda kullanılmıştır.
Bu sebeple, tabiat
hakkında ortaya ablan felsefe görüşlerine, aşağı-yukarı, her filozofun
felsefesinde rastlanır. Bu anlamda tabiat felsefesi, tabiat üzerine; tabiatın
özü, biçimleri ve gerçekleri üzerine bir bilim anlamına gelir. Metafizikte,
özellikle Alman İdealistlerinin yüksek seviyede tabiat bilgisine erişmek için
tabiatı felsefî açıdan incelemelerine de bu ad verilir. Bir de, tabiat bilimlerinin
ana kavramları, ilkeleri, varsayımları üzerine felsefe yapmak isteyen bilgi
dalına da tabiat felsefesi denilmiştir. Burada tek tek bilimlerin araştırma
alanlarına ve sonuçlarına dayanılarak tabiat üzerine kuşatıcı bir felsefe
görüşüne varılmak istenir.
Tabiat felsefesinin
çıkış kaynağını mistisizme bağlayan yazarlar vardır. Sözgelimi Jöel Tabiat
Felsefesinin Mistik Düşünceden Kök Salısı (1926) adlı çalışmasında bu görüşü
savunur.
Tabiat felsefesi
tarihi iki bölüme ayrılabilir ki, bunlar klasik ve modern tabiat felsefesi
tarihleridir. Tabiat felsefesinde üç klasik çağ ayrımının yapılması da mümkündür:
Sokrates öncesi, Rönesans ve Romantik… Tabiat felsefesinin modem evresi ise,
H. V. Helmholtz, E. Mach ve W. Ost-wald gibi öncülerden
başlatılabilir. Gerçekten Ostwald’ın Tabiat Felsefesi Yazıları (1902-1921),
tabiat felsefesine ait sorunların tartışılmasını sağlayacak bir ortam oluşturmuş
ve dolayısıyla tabiat felsefesi, sistematik şekilde araştırılan bir felsefe
alanına dönüştürülmüştür. Nitekim R. Carnap ve H. Reichenbach’ın yayınladıkları
Erkenntnis (Bilgi) dergisi (1930^0) ile E. May’m kurduğu Philosophia Naturalis
dergisi (1950) bu konuda önemli birikim sağlamışlardır. Tabiat felsefesi, bu
günkü anlamıyla, zamanunızda ortaya çıkan bir felsefe dalıdır. Daha Önceleri
tabiat ya nazarî metafizik bir sorun olarak ele alınıyordu, yahut 19. yüzyılda
ve yüzyılımızın başında olduğu gibi, tabiat bilimlerinin bir metodolojisi veya
tabiat bilimlerinin bir felsefesi olarak inceleniyordu. Neticede tabiatın
değil de, tabiat bilimleriyle uğraşan bilimlerin felsefesi yapılıyordu. Gerçi
her filozof felsefesinde tabiata yer vermiştir; hatta ilk felsefe tabiatı incelemekle
başlamıştır da denilebilir. Zira Antikçağ ilk Yunan filozofları tabiatı gözlemekle
işe başlamışlar ve düşüncelerini tabiatla açıklamışlardır. Bundan dolayı, onlara,
tabiat filozofları denilmiştir, flk filozoflar düşüncelerini “Yoktan
hiçbir şey var olmaz” ilkesine dayandırarak her şeyin tabiattan çıktığı
sonucuna varmışlardır; ilk tabiat bilimlerinin henüz insan düşüncesine hizmet
edememesi yüzünden, bu düşünce Sofistler ve Sokrates’le birlikte insan felsefesine,
daha sonra da birleştirilmiş ve bütünleştirilmiş bir varlık açıklaması demek
olan sisteme gitme gayretleriyle Platon ve Aristoteles’de metafizik
açıklamalara dönüşmüştür. Ortaçağda da aynı sistemcilik ve metafizik hakikat
arayışı sürmüş, bu metafizik arayışa, ancak Rönesanstan sonra güçlü bir şüphecilik
karşı koyabilmiştir. Ortaçağ Batı Hıristiyan dünyasındaki taassup ve fikir
karanlığı, tabiat bilimleriyle yeni bir dialektiğe kavuşturulan yeni bir
tabiat felsefesi aracılığı ile aşılmaya çalışılırken, İslâm dünyasındaki tabiat
felsefesi faaliyetleri, hem çok daha Önce başlamış, hem de böyle bir taassubun
ve karanlık fikirlerin kök salmasına imkân vermemiştir.
İslâm dünyasında ilk
felsefe hareketleri, Sokrates öncesi tabiat filozoflarının tesiriyle
başlamıştır. Thales, Empedokles vb. gibi filozofların tabiat görüşü ile
Demokritos’un atomcu görüşünden ilham alan İslâm kelâ-mcılan bu görüşleri,
islâm öğretisi ile az çok uzlaşmış bir şekilde yeni bir takım felsefe akımları
haline getirmişlerdir. Bunlar arasında Tabiatçılar (Natüralistler)’ı, Maddecileri,
Bâtmileri, Ihvanu’s-Safâ vb.ni sayabiliriz, ilk kelâmcılardan Mutezile; varlık
açıklamasında atomculuk ve Empodok-les’den ilham almıştır. Meselâ İbrahim
Naz-zam, Ebu’l-Hüzeyl, Câhız, Hayyat vb. bunlardandır. Bunlann Eski Yunan
felsefesinden başka Hind ve İran felsefesi etkisinde de kaldıkları görülür.
Halbuki felsefenin, düşüncenin beşiği olarak vasıflandırılan Batı dünyasında
tabiat felsefesine yeniden dönüş, ancak Rönesansla başlayabilmiştir. İngiliz
filozofu Roger Bacon ile ortaya çıkan bu yeni akım en büyük gelişmesini italyan
filozofu G. Bruno’da bulur. Bu akıma ad olan “Tabiat Felsefesi”
terimi ise ilk defa Alman idealizminde, özellikle Schelling ve Hegel
felsefelerinde, mantık ve ruh felsefelerine karşıt olarak kullanılır. Tabiat
felsefesi adı altında yazılan ilk felsefe eseri de Schelling tarafından kaleme
alınmıştır. Fakat bu eser sadece adı bakımından Tabiat Felsefesi’dir; muhteva
bakımından ise nazari bir tabiat metafiziğidir. Bu metafiziğinde Schelling
bizdeki manevilik (Geist) ile tabiattaki manevilik (Geist) arasında bir
Öz-birliği bulmaktadır. Diğer bir ifadeyle Schelling’e göre, tabiat, oluş
halinde bulunan bir “ben” dir.
Ondokuzuncu yüzyılda
tabiat bilimleri büyük bir ilerleme kaydettiği halde, tabiat felsefesi tabiat
bilimlerinin felsefesi olmaktan bir adım bile ileri gidememiştir; çünkü bu
felsefe, tabiat bilimlerinin sonuçlarını ve metodlannı tesbite çalışan bir
bilgi olmak-
tan kendini bir türlü
kurtaramamıştır. Şurası da bir gerçektir ki, tabiat bilimlerinin felsefesi
olan bir bilgi dalı hiçbir şekilde bir varlık alam olan tabiatın felsefesi
olamaz.
XX. yüzyılda
felsefenin, özellikle tabiat felsefesinin bağımsız bir araştırma alanı olması
Husserl’in Fenomenoloji’siyle başlar. Husserl bu hususta şunları söyler:
“Felsefe, mevcut felsefelerden değil de, fenomenlerden hareket etmeli;
yani felsefe yine şeylere dönmelidir.” Husserl’in bu görüşlerini Ni-colai
Hartmann hareket noktası yaparak Modern Ontoloji’yi kurdu. Bu sayede felsefe,
bilimlerin tasallutundan kurtularak bağımsız bir bilgi haline geldi. Böylece
bilim ile felsefe arasındaki uçurum da kapanmış oldu.
İşte tabiat felsefesi,
ancak böyle bir temel üzerine kurularak, Schelling’in metafizik
nazariyelerinden ve bilimlerin metodolojisi (Bilim Mantığı) olmaktan
kurtulabil-di. işte bundan sonra tabiat felsefesi, her felsefe disiplini gibi
bağımsız bir felsefe dalı haline geldi. Artık o, ne organik varlığı, inorganik
varlığın bir devamı olarak gördü; ne inorganik varlığı, organik varlığa irca etmeye
çalıştı; ne de tabiatın Geist’ın ürünü olduğunu ileri sürdü ve ne de Geist’da
tabiatı gördü. Doğrudan nesneler ve fenomenler dünyasını olduğu gibi incelemek
tabiat felsefesinin hedefi haline geldi. Bütün fenomenlerin esasım, temelini
tabiat felsefesi inceler; fakat, hiçbir zaman, tabiat felsefesiyle tabiat
bilimlerini birbirinden ayırmak söz konusu olamaz; çünkü onlar arasında içten
bir bağ vardır. Emprik (tecrübî) araştırmalarla felsefe araştırmaları yanyana
ve birbirine dayanarak ilerler ve felsefe bilimsel araştırmaların ortaya
koyduğu sağlam bilgiyi görmezlikten gelemez; fakat tamamen bilimin buyrukları
doğrultusunda da hareket edemez, aksi halde bağımsızlığını kaybeder.
Tabiat felsefesi
konusunda ortaya çıkan akımlar şöylece özetlenebilir:
a) Skolastik veya Yeni Skolastikçiler: Bunlar tabiat felsefesini
“ilk nedenden” hareket ederek tabiatın açıklanması şeklinde
anlarlar. Bu anlayış tabiat biliminin tabiat açıklamasına karşıt olarak
tabiatı daha kolay görülebilir olan nedenlerden hareket ederek görmeyi hedefler.
Nedenlerden kasıt ilk nedenler olarak Aristotelesin dört nedeni olabileceği
gibi, “ilk varlık nedeni” olarak değişen şeylerin özü veya herşeyi
belirleyen sonuçtaki onto-lojik ilkedir,
b)
Fenomenolojik Bakış: Aris-totelesçi skolastikten etkilenen H. Conrad Martius’un
tabiat felsefesi konusundaki açıklamasında fenomenolojik bir bakış ağır basar.
Fenomenolojik anlayışta Max Sche-ler ve H. Weyl öncelikle anılmalıdırlar.
c)
Kategoryal’Ontolojik tabiat felsefesi: Fenomenolojik anlayışa oldukça yakın ve
ampirik araştırmaya da bağlı akım. N. Hartma-ran, H. Plassner, özellikle de G.
Jacoby. Buna göre tek tek özel bilim alanlarını; araştırma sonucunda
kategoryal olarak “objektif gerçeklik” ve “ideal” varlık
yapılarını birlikli biçimde belirginleştirmek veya açığa çıkarmak asıldır.
Mantıkçı ampirist tabiat felsefesi kendisini “tabii bilimsel felsefe”
olarak kavrar,
d) A
priorici-eleştirel tabiat felsefesi: Kan t1 a ve Yeni Kantçılara özellikle
Natorp, Cassirer, C.F.V. Weizsaecker, P. Plaass, L. Scheafcr ile Fries (yeni
Friesci akım)’e dayanarak, Kant’ın tezlerine, bu arada a priori konusuna döner
ve bilgi şartlarının aynı zamanda bilgi objesinin de şartlan olduğunu
belirlemek ister. Üzerinde ısrarla durulan konu ise, tabiat bilimini her türlü
metafizikten arındırmak “boşuna bir çaba”dır, çünkü bu tabiat
biliminin olabilirliğini ortadan kaldırır,
e) Metafîziksel tabiat felsefesi: Tümevanmsal
(istikrai, endük-tif) metafizik, tabiat bilimlerinin verilerini, irade
özgürlüğü, hayatın menşei, evrenin sonsuzluğu, ruhun ölümsüzlüğü gibi konular
hakkındaki metafîziksel sorulara cevap getirmek bakımından değerlendirir.
Ayrıca tabiat bilimlerinin sonuçlarının bir felsefi sistem içinde biraraya
getirilmesi, bu sonuçların sistemi doğrulaması denenir. Bunlardan başka
Diyalektik maddeci tabiat felsefesiyle Epistemolojik tabiat felsefesi de
vardır.
Sonuç olarak
diyebiliriz ki, tabiat felsefesi, genel ontolojinin bir bölümünü meydana
getirir; ona dayanır, fakat onun aynı değildir. Tabiat felsefesi, bu görünümüyle,
tabiat verileri üstünde yeni bir takım ihtimalleri düşünen bir varlık
felsefesidir.
Hüsamettin ERDEM Bk.
Tabiat, Tabiat Bilimleri