33Sosyoloji Sözlüğü

SÖMÜRGECİLİK

SÖMÜRGECİLİK

 

Daha çok ekonomik,
ticarî, siyasi ve dinî amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet veya toplumlar
üzerinde maddî, manevî bir kontrol ve nüfuz kurması veya üstünlük sağlaması
hareketi. Osmanlıcada müstem­lekecilik, Batı dillerinde ise koloniyalizm terimi
ile karşılanmıştır. Bir ülke vatandaş­larının başka bir ülkede kurdukları
yerleş­me birimlerine de koloni denmiştir.

Bir devletin başka bir
devlet üzerinde egemenlik ve kontrol kurması veya vatan­daşlarının başka bir
ülkede yerleşim birim­leri teşkil etmeleri anlamında sömürgecilik hareketinin
başlangıç tarihini belirleme imkânı yoktur, tnsan topluluklarının devlet
şeklinde de örgütlendikleri eski çağdan bu yana çeşitli sömürgecilik
uygulamalarına raslanmaktadır. Fenikeliler, Persler, Roma İmparatorluğu gibi
devletler; yaşadıkları dönemde Özellikle Akdeniz havzasında ve Avrupa’da
sömürgecilik faaliyetlerine gi­rişmişler ve koloniler kurmuşlardır. Özel­likle
Roma İmparatorluğu hem Avrupa’da hem de Avrupa dışında pek çok yerde as­kerî
koloniler kurmuş ve bu yolla o ülke top­lumlarına egemen olmaya çalışmıştır. Ro­ma
imparatorluğunun parçalanarak Avru­pa’da feodal prensliklerin öne çıkmaları, sö­mürgecilik
hareketini başlatmış ve çok sa­yıda feodal devlet birbirini dengelemiştir.

XV. yüzyılın sonlarına
doğru, Avrupa’da güçlenmiş olan merkezi imparatorlukların, Asya’dan Avrupa’ya
ulaşan kara ticaret yol­larına müslümanlann ve Akdeniz’de Vene­diklilerle
Cenevizlilerin egemen olmaları üzerine; Afrika ve Asya’ya ulaşmak isteyen
maceraperest denizcilere büyük destekler vermeleriyle başlayan “kesifler
çağı

sömürgecilik
hareketinin de yeni bir aşama­sını ortaya koymuştur. Dönemin güçlü dev­letleri
Portekiz ve İspanya yönetimlerinin desteğiyle denizlere açılan maceraperest­lerle
seyyahlar, bir yandan Afrika kıyıları­na, oradan güney Asya’ya ve kısa zaman
sonra da Amerika’ya ulaşarak buralarda, özellikle deniz kıyılarında kolonlar
kurdu­lar. Avrupa sömürgecilik faaliyetlerini üç alanda yoğunlaştırmıştır:

 

/. Afrika’da
Sömürgecilik

 

Avrupalıların daha çok
ekonomik amaç­larla Afrika kıtasına ilgi göstermelerinin ta­rihi XV. yüzyılın
başlarına kadar gider. Bu yüzyılda, Hindistan’dan Avrupa’ya ulaşan İpek yolu
ile diğer Ülkelerarası ticaret yolla­rının; karada güçlü İslâm devletleri,
deniz­de de Venedikliler tarafından kontrol altın­da tutulması, Avrupa’nın en
kuvvetli deniz gücüne sahip olan Portekizlileri güneye doğru inmeye şevketti.
Portekizliler Önce, S alıra1 dan gelen ticaret yollarının son bul­duğu Fas’ın
işlek limanlan Sebte (Ceuta), Tanca ve Agadir’i ele geçirip buralara hâkim
oldular. Altın, baharat ve köle peşin­de koşan Portekizliler, Afrika’nın
Atlantik sahillerinden güneye doğru inmeye devam ederek, Yeşil Burun ve Beyaz
Burun adala­rına ulaştılar, önce Altın Kıyısı’na, buradan da Angola’ya
ulaşmalarından (1484) sonra Bartolomeu Dias, Ümit Bumu’ndan dolaşa­rak Doğu
Afrika kıyılarına vardı (1488). Baharat yolunun başlangıcını bulmak ve yeni
topraklardan değerli madenleri ülkele­rine taşımak amacında olan Portekizli de­nizciler.
Doğu Afrika’da Zamberize nehri ağzında, Batı Afrika’da da Angola kıyıla­rında,
Gine körfezi, Sierra leone ve Senegal sahillerinde üsler ve antrepolar
kurdular.

Afrika kıyılarına ilk
ulaşan Portekizlileri İspanyollar takip ettiler ve Batı Afrika kıyı­larında
bulunan Sao Tome, Femando Po gi­bi bazı adaları ele geçirip deniz ticaretinde
birer üs ve depo olarak kullanmaya başladı­lar. XVII. yüzyılda İspanya’nın
egemenliği­ne giren Portekizliler’in Afrika’daki üstün­lükleri giderek
zayıfladı.

Ekonomik, stratejik ve
ticarî amaçlarla Afrika kıyılarına yerleşen ve buralarda üs­ler, çiftlikler ve
koloniler kuran Portekizli­lerle İngiliz, Fransız ve Hollandalılar ara­sında
XVII. yüzyılın başından itibaren re­kabet başladı. Batı Afrika’dan Lizbon’a her
yıl ortalama 700 kg. altın ve 10.000 kadar köle getirilmesi, diğer Avrupa
ülkelerinin ticarî ve emperyalist duygularını tahrik etti. Avrupa’nın büyük
ülkeleri; Hindistan tica­reti amacıyla özel şirketler kurup Afrika’nın
sömürgeleştirilmesi hareketine katıldılar. 1600 yılında İngiliz Doğu Hindistan
Şirketi (East India Company), bundan iki yıl sonra da Hollanda Doğu Hindistan
Şirketi (Alga-meene Osündische Companie) kuruldu. Yi­ne aynı yıllarda kurulan
Fransızlar’ın Çin Şirketi (Compagnie de Chine) ve diğer şir­ketler,
milletlerarası ticaret alanında birbir­leriyle yoğun bir rekabete giriştiler.
Bilhas­sa Portekizlüer’le rekabet eden Hollandalı­lar, kısa zamanda
Portekizliler’in Batı Afri­ka kıyılarındaki değerli maden ve köle tica­retini
ele geçirerek Ümit Bumu’na yerleşti­ler ve burada Cape Colony’yi kurdular
[1652). Cape Colony, Avrupa-Hindistan ieniz yolu üzerinde önemli bir ikmal
mer-cezi ve antrepo olarak hizmet verdi.

Avrupalıların Afrika
kıyılarına yerleş-neleri zorla ya da çeşitli antlaşmalarla ol-iu. Batı, Güney
ve Doğu Afrika kıyılarında

Avnıpalılar’ın
yerleşmelerine karşı koyan yerliler, şiddetle ve kanlı biçimde etkisiz hale
getirildiler.

İlk dönemlerdeki
canlılığını giderek kaybeden altın ticaretinin yerini XVII-XVIII. yüzyıllarda
fildişi, baharat, palmiye yağı ve özellikle köle ticareti aldı. Sömür­geciler
kıyılarda kurdukları tanm işletme­lerinde köleleştirdikleri yerlileri çalıştır­dıkları
gibi, Amerika kıtasındaki geniş çift­liklerden ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerin­den
gelen köle taleplerine de cevap verdi­ler. Batı ve Güneybatı Afrika
kıyılarında, özellikle “köle kıyısı” adıyla da anılmaya başlayan
Nijer nehri ağzı, Luanda ve Altın Kıyısı gibi sahil bölgelerinde köle pazarları
kurularak Ulda, Porto Novo ve Badagri gibi önem kazanan limanlardan Amerika ve
Av­rupa’ya köle yüklü gemiler gönderilmeye başlandı. Portekizliler’in elinde
bulunan Angola kıyılarında da önemli köle pazarları kurulmuştu. Zaire (Kongo)
nehri deltası, Luanda, Benguela Önemli köle pazarlarıy­dı. Aynca Güney ve Doğu
Afrika’da Zam-bezi nehir deltası, Mozambik kıyılarında Küve (Kilwa) ve
Okyanus’taki adalarda kö­le pazarları vardı. XVII-XVIII. yüzyıllarda kurulan
Hollanda, İngiliz, Fransız, Dani­marka ve İsveç şirketlerinin en önemli faa­liyeti
köle ticareti olmuş ve XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu ticaret, Af­rika’nın
demografik ve sosyal yapısını al­tüst ederken, sömürgeci Batılıların bu yolla
zenginleşmelerine de imkân sağlamıştır. Afrika’dan götürülen köle sayısı kesin
ola­rak tesbit edilememekle beraber, bu sayının taşıma ve avlanma sırasında
ölenlerle bir­likte otuz milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir.

 

Kıtanın Paylaşılması ve Sömürgeleştiril­mesi:

 

Uzun yıllar köle,
değerli maden, baharat ve palmiye yağı ticaretiyle uğraşan Avrupalı­lar,
Afrika’nın iç kısımlarına ilgi duyma­mış, sadece kıyı bölgelerinde kurdukları
üs-lerle depo ve çiftliklere hâkim olmuşlardır. Amerika Birleşik Devletleri’nin
sivil savaş (1861-1864) sonunda köleliği bütün ülke­den kaldırıp, köleleri
tamamen serbest bı­rakması ve Batı Avrupa’da köle ticaretine karşı gelişen
kamuoyunun da tesiri ile, ya­rım asır kadar süren siyasî tartışmalardan sonra
Fransa’da (1848), Portekiz’de (1858), Hollanda’da (1863), İngiltere’de (1867)
ve diğer Avrupa devletlerinde, köle ticaretini yasaklayan kanunlar çıkarılması,
Batılı-lar’ın dikkatlerini, giderek gerileyen köle ti­caretinin ardından
tamamen Afrika’nın iç bölgelerine çevirdi. Kıtanın içlerine doğru düzenlenen ve
dış görünüşleri dinî ve ilmî hüviyet taşıyan keşif seferlerini, toprakların
emperyalist genişleme amacıyla paylaşıl­ması ve sömürge haline getirilmesi
takip et­ti.

Avrupalıların
Afrika’nın iç bölgelerine ilgi duymaya başlamaları XVIII. yüzyılın sonlarına
rastlamaktadır. Önceleri, özellik­le önemli nehirlerin kaynaklarını keşfet­mek
için çeşitli dernekler kuruldu. Bunlar çoğunlukla Hıristiyanlığı yaymak için,
kili­senin ve sömürgecilik amacıyla hükümetle­rin destekledikleri coğrafya
dernekleri idi ve iç bölgelere keşif seferleri düzenliyorlar­dı. Bu keşif
gezileri ve Afrika’nın iç bölge­leriyle ilgili olarak elde edilen bilgiler,
Ba-b’da büyük ilgi gördü. Kilisenin desteğiyle misyonerler, seyyahların
arkasından derhal Afrika’nın her tarafına dağıldılar. Güney ve

Doğu Afrika Protestan,
Orta ve Batı Afrika ise Cizvit ve Katolik misyonerlerin faaliyet alanı haline
geldi.

XIX. yüzyıl AVrupa’mn
hızla sanayileş­me faaliyetine girdiği ve bundan dolayı da ucuz hammadde
kaynaklarına şiddetle ihti­yaç duyduğu bir devir olmuş, ayrıca sanayi­leşme ile
birlikte artan üretim de kısa za­manda doyum noktasına ulaşan Avrupa pa­zarlarının
yerine, yeni pazarların bulunma­sını mecburi hale getirmiştir. Ucuz ham­madde
temini ve yeni tüketim pazarları bul­ma ihtiyacı, Avrupa ülkelerini; Afrika’yı,
Güney Asya’yı, Orta ve Güney Amerika’yı ve uygun buldukları diğer yerleri
sömürge­leştirmeye itmiş ve bunun sonucunda Afri­ka hızla ele geçirilerek
paylaşılmıştır. XIX. yüzyıl ortalarına kadar kıtanın kıyıları bo­yunca sağlam
ticaret merkezleri ve çiftlik­ler kurmakla yetinen ispanyollar, Fransız­lar,
İngilizler ve Portekizliler yerleşmiş ol­dukları kıyıların arka bölgelerinin de
(hin-terland) kendi egemenliklerinde olduğunu iddia ederek, içerilere doğru
ilerlemeye başladılar. Sömürgecilik, çok kısa bir za­man içerisinde hemen hemen
bütün Afri­ka’yı Avrupa’nın hâkimiyetine soktu. 1875’lerde kılanın sadece onda
biri sömür­ge halinde iken 1895’lerde bu oran onda do­kuza yükseldi. XX.
yüzyılın başında ise kı­tada sadece Fas, Etiyopya ve Liberya ba­ğımsızlıklarını
koruyabilmişlerdi. Kısa za­manda bütün Afrika’nın sömürge haline gelmesinde
“fiilî işgal” prensibi ile “hinter-land” teorisi önemli rol
oynamıştır.

Avrupa devletlerinin
kıyılardan içerilere doğru ilerlemeye başlamaları ile hızlanan sömürgeleştirme
hareketi şuasında, sömür­geci güçler arasında çeşitli anlaşmazlıklar ortaya
çıktı. Bunun üzerine sömürgeci Avrupa devletleri, aralarında çıkan anlaşmaz­lıkları
görüşmek üzere 1884-1885’te Ber­lin’de toplandılar. Toplantı sonunda imza­lanan
Berlin Senedi ile daha önce sürtüşme­lere sebep olan sömürgecilikte “fiilî
işgal” prensibi ve “hinterland” teorisi hepsi tara­fından
benimsendi. Bu prensibe göre, kıyı­da yerleşim alanı bulunan bir ülkenin, bu
yerin arka bölgelerine de sahip olmaya hak­ta vardı ve bunun için topraklan
fiilen işgal etmesi gerekiyordu. Bu gerekçeyle Avru­palılar Afrika’yı fiilen
işgale ve daha çok yeri sömürgeleştirmeye yöneldiler. Kılanın hızla sömürgeleştirilmesi
sırasında çıkan anlaşmazlıklar çeşitli ikili antlaşmalarla halledilmeye
çalışıldı. Sudan üzerindeki Fransız ve İngiliz çatışması 4 Ağustos 1890 tarihli
Fransız-lngiliz antlaşması ile, Doğu Afrika’daki İngiliz ve Almanlar arasındaki
anlaşmazlık da, 15 Haziran 1890 tarihli İn­giliz-Al man antlaşması ile çözüme
kavuş­turuldu. Orta Afrika’nın İngilizlerle Fran­sızlar arasında paylaşılması,
21 Mart 1899 tarihli Fransız-lngiliz antlaşması ile ger­çekleştirilmiş ve her
iki ülkenin egemenlik alanları kesin sınırlarla belirlenmiştir.

 

Fransa’nın Sömürge Faaliyetleri:

 

Afrika’da en erken
sömürgecilik faaliye­tine başlayan ülke Fransa’dır. 1830’da Ce­zayir’i işgal
eden Fransa, 1845’lerden itiba­ren Senegal, Gine ve Batı Afrika kıyıların­dan
içerilere doğru ilerlemeye başladı ve ilerlemesini batı-doğu istikametinde Bü­yük
Sahra’nm kuzey ve güneyinde sürdür­dü. 1881’de Tunus’u işgal ettikten sonra bu­günkü
Mali, Cad, Nijer ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarını ele geçirip Batı
Sudan’ı tamamen denetimine alan Fransa,daha sonra Gabon ve Kongo bölgelerinde
keşifler yapan italyan asıllı Savorgnan de Brazza’nın çeşitli kabile şefleriyle
yaptığı anlaşmalara, bu seyahate malî destek sağla­mış olduğu gerekçesiyle
sahip çıktı ve Ga­bon’dan doğuya doğru ilerlemeye başladı. Jean-Baptiste
Marchand yönetimindeki Fransız ordusu Batı Sudan’da Faşoda’ya ulaştığında
burada bulunan İngilizlerle ça­tışma durumuna geldi; ancak anlaşmazlık
Madagaskar’ın Fransa’ya bırakılması, Fransa’nın da Batı Sudan’dan vazgeçmesi
suretiyle halledildi (1898). Kongo nehrinin ağzı konusunda Fransa ile Belçika
arasında baş gösteren anlaşmazlık, Berlin Konferan-sı’nda nehrin sağ larafı
Fransa’ya bırakıla­rak halledilirken, Dahomey (bugünkü Be­nin) ve Fildişi
Sahili de Fransa’nın sömür­geleri arasına katıldı. I. Dünya Savaşı önce­sinde
Fas’ı işgal eden (1912) ve savaş sonra­sında da Almanya’nın sömürgelerinden Ka­merun’u
ele geçiren Fransa, böylece kıtanın üçte birini teşkil eden Kuzey ve Batı
Afrika topraklarının hemen hemen tamamını de­netimi altına almış oldu. Güney
bölgelerin­de sömürgesi bulunmayan Fransa, Doğu Afrika’da da Süveyş Kanalı’nın
açılmasın­dan (1869) sonra stratejik önemi artan Afri­ka boynuzundaki îlalya ve
İngiltere ile bö­lüştüğü Somali kıyılarından, bugünkü Ci­buti topraklarına (Fransız
Somalisi) sahip­ti.

Afrika’da doğrudan
yönetim ve asimilas­yona dayalı bir idare kuran Fransa, sömür­gelerini iki ayn
federasyon halinde teşkilâ­tlandırdı. Senegal, Moritanya, Yukarı
Se-negal-Nijer, Yukarı Volla (Burkina Faso), Fildişi Sahili, Nijer, Gine ile
Dahomey’i bünyesinde toplayan ve başşehri Dakar olan Fransız Batı Afrikası
1896’da kuruldu.

Fransız Ekvatoral
Afrikası da 1910’da; Ga­bon, Fransız Kongosu (Brazzaville), Uban-gi-Şari (Orta
Afrika Cumhuriyeti) ve Çad sömürgelerini bir araya topladı. Fransa; sö­mürgelerini
Paris’ten yönetmeye çalıştığın­dan, idarî teşkilâtta mahallî kadrolara yer
vermedi. Buralardaki insanları Fransız va­tandaşlığına almakla beraber onların
me­denî ve siyasî haklarını kullanmalarına or­tam hazırlamadı. Sadece anavatana
aktarı­lacak ekonomik çıkarlarla ilgilenen Fransa, siyaset ve eğitim alanında
uyguladığı asi­milasyon ilkesi sebebiyle millî değerleri unutturup, yerine
kendi kültür ve değer hü­kümlerini yerleştirmeye çalıştı. Fakat buna rağmen,
1939’da Fransız Baü Afrikası’nda-ki on beş milyon nüfus içerisinde, sadece 2136
kişi Fransız vatandaşlığını kabul et­miş bulunuyordu. Fransa, sömürgelere
Franstzlar’ın yerleştirilmesinde ve bunların yönetimde görev almalarında hassas
davra­nırken yerli aydınların, kabile şeflerinin ve diğer ileri gelenlerin
toplum üzerindeki et­kilerini de silmeye çalıştı.

 

İngiltere’nin Sömürge Faaliyetleri:

 

Afrika’nın
sömürgeleştirilmesinde en büyük paya sahip olan İngiltere, XIX. yüz­yılın
başlarında Hollanda’nın elindeki Cape Colony’yi alıp (1815) buradan kuzeye doğ­ru
ilerlemeye başladı. Daha sonra da Sü­veyş Kanalı’nın açılması ile stratejik ve
ekonomik Önemi iyice artan Mısır’ı işgal ederek, Fransa’nın buradaki nüfuzuna
son verdi (1882). Böylece Afrika’nın güney ve kuzey noktalarını ele geçirip
buralardan iç bölgelere doğru ilerleme imkânını elde etti. Nil nehrinden güneye
inmeğe devam ede­rek Sudanhlar’ın şiddetli savunması karşı-

sında iki kere
başarısızlığa uğradıktan son­ra, Sudan’ı da işgale muvaffak oldu ve bura­sı
Mısır-lngiliz ortak yönetimi altına girdi (1896). Afrika’da güney-kuzey
doğrultu­sunda genişlemeye çalışan İngiltere Cape Colony’ye yerleştikten sonra,
burada bulu­nan Hollandalı çiftçilerin kuzeye doğru çe­kilerek kurdukları Oranj
ve Transvaal dev­letlerini sömürgeye kattı (1877). Sömürge­lerini genişletmeye
çalışan İngilizler Bec-huanaland (bugünkü Zimbabve) (1885) ve Nyasaland’ı
(bugünkü Malawi) (1889) ele geçirdikten sonra Güney Afrika Federasyo-nu’nu
kurmak istediler ve 1881’de dış politi­kada İngiltere’ye bağımlı olmak şartıyla
ba­ğımsızlık verdikleri Boerler’in Transvaal ve Oranj cumhuriyetlerini, birkaç
yıl devam eden savaş sonunda sömürge haline getirdi­ler (1902). Doğu Afrika’da
bulunan Uganda 1892’de İngiliz yönetimine girerken, Kenya da 1895’te İngiliz
himayesini kabul etti. Da­ha sonra burası krallığa bağlı bir sömürge haline
geldi (1920). I. Dünya Savaşı sonun­da Almanlardan da Tanganika’yı almak su­retiyle
Doğu Afrika’ya tamamen sahip olan İngiltere, Batı Afrika’da da Gambia, Sierra
Leone, Alün Kıyısı ve Nijerya’yı sömürge­lerine kattı. XX. yüzyılın başlarında
dünya­nın en büyük sömürge imparatorluğunu ku­ran İngiltere, Fransa’nın aksine
sömürgele­rinin yönetiminde dolaylı yönetim prensi­bine göre hareket ederek,
kabile şeflerine ve yerli aydınlara söz hakkı tanıyıp yerliler­den oluşan bir
idare kadrosunun ortaya çık­masını teşvik etti. Bu durum ve aynca yerli
kültürlerin ortadan kalkması için Özel bir gayret göstermemesi, İngiliz
sömürgeleri­nin bağımsızlığa geçişini daha kolay hale getirmişti

 

Almanya’nın Sömürge Faaliyetleri;

 

Almanya, Afrika’da
sömürgecilik faali­yetine geç başlamış ve erken çekilmek zo­runda kalmıştır.
Esas itibarıyla sömürgeci­liği bir lüks olarak gören Bismarck, biraz da
kamuoyunun baskısı üzerine 1884’ten itiba­ren sömürgeciliğe yöneldi. Kamerun’da
seyyah Dr. Nachtigal’in ileri gelen bazı ka­bile reisleriyle yaptığı himaye
anlaşmaları, burasının Alman sömürgesi haline gelme­sinde etkili oldu (1884).
Seyyah Nachti­gal’in gayretleriyle Togo, Alman nüfuzuna girerken (1884),
Güneybatı Afrika da (bu­günkü Nabibya) 1884’te bölgeye müdahale eden
Almanya’nın sömürgesi haline geldi. Diğer taraftan XIX. yüzyılın sonlarına doğ­ru
Cari Peters adlı bir gemici, Zengibar’da kabile şefleriyle yaptığı bazı
anlaşmalarla, 140.000 km2’lik bir bölgede hak sahibi ol­muş ve bu hakkını
devletine devretmesiyle de Almanya’nın Doğu Afrika’daki sömür­gesi kurulmuştur
(1885). Berlin Kongresi, Almanya’nın, Kamerun, Togo ve Güneyba­tı Afrika
üzerindeki himayesini teyit etmiş­tir. İngiltere’nin, Almanya’nın Doğu Afri­ka’daki
nüfuzunun genişlemesinden endi­şelenmesi üzerine bu iki devlet 15 Haziran 1890
tarihinde imzaladıkları bir antlaşmay­la. Doğu Afrika’da kendi nüfuz alanlarını
düzenlemişlerdir. Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine,
sömürgeleri, Milletler Cemiyeti’nce ingiltere ile Fransa arasında
paylaştırılmıştır.

 

Diğer Avrupa Ülkelerinin Sömürge Fa­aliyetleri:

 

Afrika’da sömürgecilik
faaliyetine ilk başlayan ülkelerden olan Portekiz; Güney-

batı Afrika’da Yeşil
Burun adaları, Sao To-me ve Gine Bissau da Portekiz’in sömürge­leriydi.

XVI. yüzyılda Kanarya
adalarına yerle­şen İspanya, İspanyol Ginesi’ni, Fimando Po adasını ve Rio
Muni’yi (bugünkü Mbini) işgal ederek sömürge haline getirdi.

Afrika’daki sömürgeci
devletlerden bir diğeri olan Belçika, Kral II. Leopold tara­fından 1882’de
kendi şahsî hâkimiyeti altın­da bağımsız bir devlet olarak kurulan ve Berlin
Kongresi’nce de bağımsızlığı kabul edilen (1885) Kongo’yu (bugünkü Zaire)
1908’de sömürgeleştirdi. Belçika yerli hal­ka idarede söz hakkı tanımadığı gibi
onları eğitim alanında da geri bırakmaya gayret göstermiş, buna karşılık sağlık
ve misyo­nerlik hizmetlerine önem vermiştir. Geniş yetkilere sahip olan
şirketler, özellikle yö­netimde etkili olmuşlardır.

Diğer Avrupa
ülkelerine nisbetle Afri­ka’da sömürgecilik faaliyetlerine daha geç girişen
İtalya, Önce Kızıldeniz kıyısındaki Eritre’ye yerleşti (1889); ardından Soma­li’nin
güneydoğu kıyılarını ele geçirdi (1893). Daha sonra da Etiyopya’ya saldırdı,
fakat Adva’da (Adoua) yenilgiye uğradı (1896). Osmanlı İmparatorluğu’nun Bal­kan
Savaşı’yla uğraşmasından istifade ede­rek Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal etti
(1912); 1896’da ele geçiremediği Etiyop­ya’yı da II. Dünya Savaşı öncesinde
millet­lerarası şartların uygun olduğu bir sırada hâkimiyeti altına aldı (1935).

 

Sömürge Yönetimleri:

 

Afrika’da sömürge
yönetimlerinin kuru­luşu kolay olmamıştır. Afrika’yı, aralarında imzaladıkları
çeşitli antlaşma ve kongrelerle paylaşan Avrupa devletleri, kendi nüfuz
alanlarındaki sömürgelerde birbirinden farklı yönetim politikaları takip
etmişlerdir. Sömürgecilik hareketlerinin ana sebebi ekonomik ve milletlerarası
politika alanın­da prestij kazanmak olduğundan, sömürge­ci ülkeler öncelikle
Afrika’da faaliyet gös­teren şirketlere destek sağlayarak, buradaki ekonomik
imkânların anavatana aktarılma­sına çalıştılar. Sömürgenin ekonomik yapı­sı,
hammadde ihracı ve mamul madde ithali şeklinde bir temele oturtularak, tamamen
sömürgeci ülkenin ekonomik ihtiyaç ve çı­karlarına uygun biçimde kurulup
geliştiril­di. I. Dünya Savaşı’ndan Önce Afrika’nın bazı yerlerine sömürgeci
sermayesinin ya­tırım yapması, Afrikalılar’ın İhtiyaçlarına değil Avrupa
ülkelerinin çıkarlarına yöne­lik olmuştur.

Sömürge yönetimlerinin
bir başka özel­liği, sömürgelerin en güzel ve en önemli yerlerine Avrupalılar’ın
yerleştirilmesi ve her türlü stratejik mevkilerin onlara veril­mesidir.
Cezayir’e yerleştirilen 400 bin ka­dar Fransız, bu ülkenin bağımsızlığa kavuş­masında
büyük problem teşkil etmiştir, ital­ya, Libya’nın sulanabilir arazilerine
îtal-yanlar’ı yerleştirmiştir. Batı, Orta ve Gü­neybatı Afrika’daki Avrupalı
beyazlar ise Güney Afrika’ya nisbetle daha az problem olmuş, Güney Afrika ve
Rodezya’da ırk ay­rımı resmî politika haline getirilmiştir.

Fransa, Portekiz ve
Belçika; sömürgele­rini merkezden yönetmeye ve onları merke­zin bir vilâyeti
şekline getirmeye çalışırken, İngiltere yerinden yönetim ilkesine uyarak
dolaylı yönetim politikası takip etmiştir. Doğrudan yönetim biçimini uygulayan
Fransa, takip ettiği asimilasyon politikasıy­la, kültürel bakımdan kendi toplum
ve gelenekleriyle çatışan nesillerin yetişmesine se­bep olmuştur. Yerlilerin
yönetimde söz sa­hibi edildiği sömürge yönetimlerinde de, sadece Avrupalılar’a
yardımcı olacak kad­roların yetişmesine çalışılmıştır.

İktidarın Batılı
güçlerin elinde olması sömürge topraklarında sosyal yapıyı ve si­yasî bünyeyi
bozmuştur. Kabile şeflerinin etkisiz hale gelmesiyle toplum bölünmüş ve
birleştirici, bütünleştirici geleneksel un­surlar kalmamıştır. Aynca Bati
ülkelerine ait şirketlerin şehir merkezlerinde kurduk­ları tesislerde, kırsal
kesimdeki yerlilerin gelip işçi olmaları, şehirleşme eğilimini ve bununla
ilgili olarak da konut ve gecekondu problemini ortaya çıkarmıştır. Batı ideolo­jileri,
değer yargılan ve kültür kalıplan, or­tadan kalkan geleneklerin ve eski
kültürün yerini almıştır. Genellikle misyonerlerin yönettikleri okullarda
Batili ideallerle yeti­şen bir seçkin zümrenin meydana çıkması, yerli halkın
lehine olmaktan çok sömürgeci ülkenin lehine hareket eden bir aydınlar
zümresini oluşturmuştur.

 

Afrika’nın Bağımsızlığı:

 

Batılı devletlerin
Afrika’da kurdukları sömürge yönetimlerine karşı yerliler çeşitli tarihlerde
ayaklanmışlar ve Afrika kanlı ça­tışmalara ve kıyımlara sahne olmuştur.
Özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra sö­mürge imparatorluklarında bazı kıpırdan­malar
başladı. Kuzey Afrika’da Abdül-kerîm el-Hattâbî’nin Rif Cumhuriyeti’ni ku­rarak
(1921-1926), Fransız ve İspanyol egemenliğine karşı başlattığı bağımsızlık
hareketi güçlükle bastırılabildi. Senûs-îler’in Libya’da İtalyan emperyalizmine
karşı yürüttükleri direniş, bütün İslâm dünyasında büyük yankı uyandırdı.
Mısır’daki milliyetçi gelişme ise İngilizler’i ülkeye sözde bağımsızlık vermeye
mecbur etti (1922) ve Mısır 1936 tarihli İngiliz-Mısır antlaşmasıyla daha geniş
yetki ve imkânla­ra kavuştu. Tunus, Çad, Yukarı Volta (Bur-kina Faso) ve
Kamerun’da Fransızlara karşı ayaklanmalar yoğunlaşırken, Angola’da da Portekiz
yönetimine karşı bağımsızlık ha­reketi başlatıldı (1913). Alman Güneybatı
Afrikası’nda Herero ve Hotanto (1904), Al­man Doğu Afrikası’nda Maji Maji
(1905-1907), Netal’de Zulu (1906), Somali’de Seyyid Muhammed (Deli Molla)
(1890-1898) ve Sudan’da Mehdî (1881-189) ayak­lanmaları anılması gereken önemli
hareket­lerdir.

Afrika’da asıl
bağımsızlık dönemi II. Dünya Savaşı’ndan sonra başladı. Savaş yıllarında ve
savaştan önce bağımsızlık dü-şUncesi yeterince gelişmemişti. Çeşitli yer­lerde
ortaya çıkan isyanların kanlı biçimde bastırılması da, yerli ileri gelenler
arasında bağımsızlık lehindeki düşüncelerin geliş­mesini engelledi. Nitekim İL
Dünya Savaşı yıllarında Afrika’nın Avrupa ile bütünleş­mesini ifade eden
Eurafrica düşüncesi Lu-mumba, Senghor, Houphouet-Boigry gibi geleceğin önemli
liderleri tarafından da sa­vunuldu ve bağımsızlığa karşı çıkıldı. Sa­vaştan
sonra ise Birleşmiş Milletler’in, mil­letlerarası siyasî şartların ve cepheden
dö­nen askerlerin etkisiyle, bağımsızlık düşün­cesi Afrika’da da kök saldı ve
özellikle Gü­ney Asya’daki sömürgelerin savaştan he­men sonra bağımsızlıklarını
kazanması, Afrikalılar için örnek teşkil etti. Milletlera­rası kamuoyunun
sömürgeciliğe karşı ge­lişmesi, Birleşmiş Milletlerin sömürge top­lumlarını
bağımsızlığa kavuşturmak ama-

cıyla Vesayet
Konseyi’nin denetimine ver­mesi, Afrika’nın uyanışını hızlandırdı. 18-24 Nisan
1955 tarihleri arasında Üçüncü Dünya ülkelerine dahil yirmi dokuz Asya ve
Afrika ülkesinin tertip ettikleri Bandung Konferansı’nda, sömürgelerin
bağımsızlık istekleri açıkça ilân edildi. II. Dünya Sava­şı’ndan hemen sonra,
özellikle Batı Afri­ka’da kongreler dönemi başladı. Amerika Birleşik Devletleri
ve Avrupa’da okuyup ülkelerine dönen aydınların liderliğinde ge­lişen kongreler
muhtariyet, selfdeterminas-yon, anayasa gibi taleplerin dile getirilme­sinde
etkili oldular. Bunun üzerine sömür­gelere, sömürgeci ülkenin sayâsî yapısında
yer alan haklara benzer birtakım haklar ta­nındı. Siyasî partilerin kuruluşuna
izin ve­rilmesi üzerine, 1958’lerde kongreler döne­mi yerini partiler dönemine
bıraktı. Özel­likle partileşme hareketi, anayasalara ve ge­nel oy hakkına
kavuşan Batı Afrika’da gö­rüldü.

II. Dünya Savaşı
Öncesinde Etiyopya’yı işgal eden İtalya, savaşta sömürgelerini ko­ruyamadı ve
İtalyan Doğu Afrikası İngilte­re’nin eline geçti. Savaştan sonra ise İtal­ya’nın
egemenliğinde bulunan topraklar Birleşmiş Milletler’in sorumluluğuna veril­di.
Daha sonra Somali (1950) ve Libya (1951) bağımsız devlet olurken Eritre, Eti­yopya’ya
katıldı (1952).

İngiltere 1922 ve
1936’da Mısır’a bağım­sızlık yolunda önemli yetkiler vermekle birlikte, Süveyş
Kanah’nın stratejik önemi dolayısıyla buradaki egemenliğini 1956 Süveyş krizine
kadar sürdürmeye devam et­ti. Bu olayda Fransa ve İngiltere’nin başarı­sızlığa
uğraması, sömürgelerde bu ülkelere karşı yürütülen bağımsızlık hareketlerinin
güçlenmesine yardım etti ve özellikle Mısır, İngiltere-Fransa ortak egemenliği
altın­daki Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasını (1956) hızlandırdı. Birleşmiş
Milletler’in İtalyan sömürgelerine bağımsızlık verme­si, Süveyş krizinde
İngiltere ile Fransa’nın başarısızlığa uğramasından sonra, Mısır ve Sudan’ın
bağımsızlığa kavuşmaları ve mil­letlerarası alanda sömürgecilik aleyhine ka­muoyunun
gelişmesi gibi faktörlerin hız­landırdığı Afrika’daki bağımsızlık hareket­leri,
Altın Kıyısı’mn Gana adıyla bağımsız­lığını ilân etmesi (1957) üzerine, birden
yo­ğunluk kazandı. II. Dünya Savaşı’ndan son­ra anayasa rejimine kavuşan Altın
Kıyı-sı’nın başkanı Kwame Nkrumah, aynı za­manda Gana’nın kurucusuydu ve
başarıyla sonuçlanan mücadelesi, onu Afrika ülkele­rinde örnek alınan bir lider
durumuna getir­di. Bu bölgedeki İngiliz sömürgelerinden Nijerya 1960’ta, Sierra
Leone 1961’de, Gambia da 1965’te bağımsızlıklarını kazan­dılar. Batı ve Orta
Afrika’da sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra; kıtanın güney
ve doğu bölgelerindeki İngi­liz sömürgelerinde takip edilen politika de­ğişime
uğramak zorunda kaldı. Orta Afri­ka’da beyazların hakimiyetini sürdürmek için
kurulan Orta Afrika Federasyonu başa­rısızlığa uğradı. Uganda 1962’de, Kenya
1963’te ve Lalawi (Nyasaland) ile Zambiya (Kuzey Rodezya) 1964’te
bağımsızlıkları­na kavuştular. 1965’te de Güney Rodezya bağımsızlığını kazandı,
ancak yönetim 1980 yılma kadar beyaz azınlığın elinde kaldı; 1980’de yönetim
siyahlara geçti ve ülkenin adı Zimbabve olarak değiştirildi. 1966’da İse
Botswana adını alan Bechuana-land ve Lesotho bağımsızlıklarını elde etti­ler.

Sömürgelerini iki ayrı
federasyon halinde örgütlemiş olan Fransa, bağımsızlık ha­reketlerinin
gelişmesi üzerine federasyon içinde nisbî Özerklik vermeyi denedi. Bu amaçla
düzenlenen 1944 Brazavi (Brazza­ville) Konferansı; Fransa Birliği’ni (Uniön
Française) oluşturmaya yönelikti. Ancak bu yapı içerisinde sınırlı özerklik
verilmesi, sömürgeleri bağımsızlık ülküsünden vaz-geçiremedi ve ilk önce bir
antlaşma ile Fas ve Tunus bağımsızlıklarını kazandılar (1956). 1958’de Gine,
Fransa Cumhurbaş­kanı General De Gaulle’ün bazı alanlarda sömürgelere özerklik
vererek kurduğu Fransız Ülkeler Topluluğu’na (La Commu-naulc) girmeyi
reddederek bağımsızlığını ilân etti. Bu olayın arkasından Fransa, iki yıl
içinde Fransız Batı Afrikası ile Fransız Ekvatoral Afrikası’ndaki sömürgeleri
olan Moritanya, Senegal, Yukarı Volta, Nijer, Kamerun, Çad, Gabon, Kongo, Orta
Afrika Cumhuriyeti ve Madagaskar’a bağımsızlık vermek zorunda kaldı. Bu tarihte
Fransa’nın elinde sömürge olarak yalnız Cezayir ile Fransız Somalisi kalmıştı
ve bunlardan Ce­zayir, 1954’ten beri devam ettirdiği silâhlı kurtuluş
mücadelesini kazanarak 1962’de, Fransız Somalisi 1977 yılında Cibuti adıyla
bağımsızlıklarını kazındılar.

Belçika 1960’ta
Kongo’ya (Zaire), 1962’de de Burundi ile Ruanda’ya bağım­sızlık vermek zorunda
kaldı. Sömürgeleri­ne en son bağımsızlık veren ülke Afrika’nın en eski
sömürgeci devleti olan Portekiz’di. Angola ve Mozambik, Portekiz yönetimine
karşı sürdürdükleri silâhlı mücadele ile 1975’te bağımsızlık kazanırken; onların
ya­nı sıra Sao Tome, Principe ve Gine Bissau da aynı tarihte bağımsızlıklarıma
kavuştu­lar. İspanya’nın sömürgesi Rio Muni ile Femando Fo ise 1968’de Ekvator
Ginesi

adıyla bağımsız bir
devlet oldu. //. Asya’da Sömürgecilik Avrupalılar’ın Asya kıtası ile sömürge
edinme amacıyla ilgilenmeleri, Afrika’da olduğu gibi XV. yüzyılın sonlarına
doğru başlar. Asya kıtasından Avrupa’ya ulaşan uluslararası kara ticaret
yollarının (İpek yo­lu, baharat yolu) güvenli ve prodiküf niteli­ğini
kaybetmesi, Avrupalılar’ı Güney As­ya’ya denizden ulaşmak zorunda bırakmış­tır.
Portekiz’li denizci Vasco de Gama’nın Güney Afrika’yı dolaşarak Hindistan kıyı­larına
ulaşması (1498) ile başlayan, Avru­palılar’ın özellikle Güney ve Güneydoğu
Asya’ya nüfuz ve kolonlar kurma çabalan, Asya’nın tarihinde yeni bir dönemin
başlan­gıcı olduğu gibi, Avrupa sömürgeciliğinin de farklı bir dönemini teşkil
etmiştir.

Güney Asya kıyılarına
ulaşan Portekizli­ler uzun zaman için bölgelere nüfuz edeme­yerek kıyalarda,
kurdukları kolonlarda ve ticaret merkezlerinde yaşadılar. Hindis­tan’dan sonra
Malaho takım adalarına yer­leşen Portekizliler’in bazan zorla, bazan da
yerlilerle anlaşarak kurduktan koloni ve ti­caret merkezlerinin en Önemlileri
Hürmüz (1515), Goa (1510), Malaka (1511), Diu (1535), Huglay (1537), Kolomba
(1517) ve Makao (1557) idi. Asya’daki zenginlikleri Merkantist ekonomi
anlayışına göre Avru­pa’ya taşımak amacında olan Portekizliler; Hürmüz’den
Japonya’ya kadar etkili oldu­lar ve deniz ticaretini ele geçirdiler. Fakat
bunların Asya’daki egemenlikleri uzun sür­medi. Portekizliler’den sonra buraya
gelen İngiliz, Fransız ve Hollandalılar Portekizli­ler’in ellerinde bulunan
yerleri onlardan al­dılar ve kendi egemenliklerini kurdular.

Portekizliler’den
sonra Asya’ya ulaşan Hollandalılar, XVII. yüzyıl başlarında böl­gedeki Portekiz
egemenliğini sarsarak, güçlü bir sömürge imparatorluğu kurdular. 1595’te Jara
ve Sumatra’ya yerleşen Hollan­dalılar, kurdukları Birleşmiş Hollanda Do­ğu
Hindistan Şirketi (1602) ile, hem sömür­ge alanlarını genişlettiler hem de yeni
kent­ler kurdular. 1619’da kurulan Bataria, böl­gedeki sömürge faaliyetlerinin
merkezi ha­line getirildi. Malaka ve Seylan’ı ele geçir-dilerse de bu yerleri
daha sonra İngilizlere kaptırdılar. Hollandalılar, Portekizlilerin aksine,
üretim alanlarını ele geçirme politi­kası izlediler ve geniş çiftlikler
kurdular. Çin, Japonya ve Hindistan arasında büyük bir ticaret ağı kuran
Hollanda Doğu Hindis­tan Şirketi, bu işten büyük paralar kazan­dı.

Hollanda’nın Fransız
ihtilâlinden (1789) sonra Fransa’nın eline geçmesi, bu ülkenin Asya’daki
sömürgelerini de etkiledi ve Hol­landa’nın sömürgelerinin çoğu İngiltere ta­rafından
işgal edildi. Hollanda Doğu Hin­distan Şirketi dağıtıldıysa da Hollanda’nın
Güneydoğu Asya’daki hakimiyeti tama­men son bulmadı. Açe ve Sumatra’daki İslâm
sultanlıklarına bir türlü egemen ola­mayan Hollanda, stratejisini değiştirerek
buraları ancak XX. yüzyılın başlarında ele geçirebildi.

Portekizliler’den
yaklaşık bir asır sonra Asya’ya gelen İngilizler, kısa zamanda kıta­nın güneyine
yerleşerek, güney batıdan gü­neydoğu Asya’ya kadar uzanan gertîş alan­da hemen
hemen bütün ülkeleri sömürge-leştirerek, dünyanın en büyük sömürge im­paratorluğu
haline gelmişlerdir. Önce Su-rat’a (Gucerat) yerleşen İngilizler, buradan
içerilere doğru nüfuz ettiler. Madras

 (1640), Bombay (1661), Kalküta (1690), Bengal
(1757), Lakarta (1761), Delhi (1803), Pencab (1819) ve Birmanya (1886) bütünü
i!e îngilizler’in hakimiyetine girip sömürge haline getirildiler.

İngiltere; Asya
kıtasında kolonlar kur­ma, ticaret yapma, sömürgeler edinme ve bunları yönetme
yetki ve imtiyazını, Doğu Hindistan Şirketi’ne verdi; bu şirket XIX. yüzyıl
ortalarına kadar Asya’daki bütün sö­mürge faaliyetlerini yürütmüştür. İngilte­re’nin
XVII. yüzyılda başlattığı kıtanın gü­neyini tamamen ele geçirme ve sömürge­leştirme
politikası, XIX. yüzyılın ikinci ya­nsında tamamlandı, ingiltere’nin Hint yarı­madasına
bütünüyle egemen olması, 1857’de II. Bahadur Han zamanında patlak veren
“Sipahi İsyanı” sonunda gerçekleş­miştir. Hintlİler’in İngiliz
yöneticilere karşı başlattıkları isyan, sömürge yönetimi tara­fından kanla ve
şiddetle bastırılarak her tür­lü muhalefeti ezmekten geri durmamıştır.
İngiltere’nin Avrupa’da gerçekleştirdiği Sa­nayi Devrimi’nde sömürgelerden
temin edi­len hammadde ve ucuz emeğin büyük kat­kısı vardı. Özellikle
Hindistan; keten ve pa­muklu dokuma sanayiinin hammadde de­posu idi. Ayrıca
Avrupa’da pazarların do­yum noktasına ulaşması sebebiyle, yeni tü­ketim
pazarları bulmak gerekiyordu. Bu iti­barla Hindistan Asya pazarının en önemli
üssü olması sebebiyle kaybedilmesi düşü­nülemezdi.

İngiltere sadece
kıtanın güney ve güney-doğusuyla ilgilenmekle yetinmemiş; Oria-doğu, İran,
Afganistan ve Çin üzerinde de nüfuzunu artırmaya çalışmıştır. Basra kör­fezinde
en önemli ikmal merkezi, depo ve stratejik bir yer olan Hürmüz’ü XVI. yüzyı­lın
başlarında ele geçiren İngiltere, İ839’da

Arap yarımadasının
güneyindeki Aden’e yerleşti ve buradaki egemenliğini giderek bölgede yaymaya
çalıştı. Hint Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan Süveyş Kanah’mn açıl­ması (1869)
üzerine, uluslararası ticaret ve sömürgecilik hareketinde önemi birden ar­tan
Mısır’ı 1882’de işgal ettikten sonra, Orta Doğu’yu Osmanlı Devleti’nden
koparmak için türiü tertiplere girişti ve I. Dünya Sava-şı’nda Araplar’ın
Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmalarında büyük rol oynadı. Os­manlı
Devleti’nin yenilmesi üzerine Filis­tin, Ürdün ve Irak İngiltere’nin
sömürgeleri oldular (1920). İran sömürge haline getiri-lemediyse de İngiliz ve
Rus nüfuz bölgele­rine bölündü. XX. yüzyılın başında burada çıkarılmaya
başlanan petrol, uluslararası sermaye ve kapitalizmin göz diktiği ve bu
münasebetle ülkeleri nüfuz altına aldığı te­mel faktör oldu. 1932’lerde Abadan
petrol­leri sebebiyle ciddi karışıklıklar çıktı. II. Dünya Savaşı’nda SSCB ile
İngiltere’nin ortak işgaline giren İran’ın, 1950’li yılların başında petrolü
millileştirmeye kalkması, ABD’li şirketlerin ve ClA’nın rol aldıktan hükümet
darbesinin yaşanmasına sebep ol­du. Şah rejiminin ABD yanlısı kapitalist
politikası, halkın sert tepkisine ve Islâmi muhalefetin gelişmesine sebep oldu
ve Ayetullah Humeyni liderliğindeki îslamî Devrim (1979) ABD ve Batı karşın bir
siya­si rejimin yürürlüğe konmasına gayret et­ti.

Afganistan XIX.
yüzyılda Rus ve İngiliz nüfuz yansına konu oldu ve Hindistan ile Rusya arasında
bir tampon devlet görevi gördü. îngiltere 1919’a kadar Afganistan üzerinde
egemenlik kurmuş ve bu ülkenin dış politikasını belirleme hakkını elde tut­muştur.
Bu tarihte Afganistan’ın dış politika

alanında da bağımsız
bir devlet olduğunu İngiltere tanımak zorunda kaldı. Asya’nın dev ülkesi Çin
üzerinde Batılı-lar’in nüfuz yansı bu Ülkeyi sömürgeleştir­me noktasına
varmadıysa da bağımsızlık çok büyük sıkıntılara rağmen korunabil-miştir. XIX.
yüzyıl ortalarına kadar dışarıya kapalı bir ülke olan Çin’in, İngilizlerin Hin­distan’dan
getirip buraya soktukları afyonu yasaklaması üzerine çıkan savaşı (Afyon
Savaşı) kaybetmesi üzerine imzalanan Nankin Antlaşması (1842), sömürgeci güç­lerin
bazı imtiyazlar kazanmasına yol açtı. Bu tarihten itibaren ingiliz, Fransız,
Rus, ABD ve diğer güçler Çin’in dış ticaretini ele geçirmiş ve değerli
madenleri dışarıya ak­tarmışlardır ki, bu durum ülkenin sosyal ve ekonomik
yapısını şiddetle bozmuştur.

îç Asya’yı
sömürgeleştirmeye yönelen Rusya, 1895 Urjana Antlaşması ile güçlü bir ülke
haline gelmiş ve hızla uzak doğu ve îç Asya’da yayılmaya çalışmıştır. XX. yüz­yılın
ikinci yarısında Orta Asya’daki Müs­lüman-Türk hakanlıklarını (S emer kan t,
Buhara, Hive, Fergana) sömürgeleştiren Rusya; bu çağın sonlarına doğru Uzak
Do-ğu’ya yayılmaya balamışsa da Japonya bu ülkenin arzularına set çekmiş ve
1904-1905 savaşında yenilgiye uğratarak bazı sömür­gelerini elinden almıştır.

Asya’da sömürgecilik
hareketine katılan bir diğer ülke de Japonya’dır. XIX. yüzyılın ikinci yansında
limanlarını dışarıya açan Japonya, kısa zamanda ekonomik ve sosyal kalkınmasını
gerçekleştirerek yayılma po­litikası izlemeye başlamıştır. Japonya önce
kendisine yakın olan Kore’yi ele geçirdi (1894) ve bir müddet sonra burasını
ilhak etti (1910). Formoza, Pescadrose ve Leao-tanf adalarını da ele geçirdi ve
hızla genişlemeye yöneldi. 1904’te Rusya’yı yenilgiye uğratması Mançurya’ya
nüfuz etmesini sağ­ladı ve burada kendisine bağlı Mançuko Devleti’ni kurdurdu
(1933). 1937’de Çin’in kuzey ve orta bölgelerini işgale başladı ve bir yıl
içinde büyük bölümünü ele geçirdi. n. Dünya Savaşı’nın başlaması ile 1942 yı­lına
kadar çok hızlı bir şekilde Çinhindİ, Güneydoğu Asya ve Doğu Asya’yı tama­men
işgal etti ve buralarda Japon yanlısı yö­netimler kurdurdu. Fakat, müttefik
kuvvet­lerin Japonya’ya karşı koymalan üzerine, Japonya savaşta yenildi ve
1945’te kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldı.

Asya’da sömürgecilik
hareketine katılan Fransa, İngilizlerin kıtaya geldikleri dö­nemde Güney
Asya’ya gelmiştir ve İngiliz­lerle çatışmıştır. Kıtanın güneyine İngiliz­ler
egemen olunca Fransa Çinhindir’ye kay­mak ve burası ile yetinmek zorunda kaldı.
Fransa’nın Doğu Hindistan şirketi (Com-pagnie des Indes Orieniales) önce Surat
ve Dekkan’a yerleşmek istediyse de burada tu­tunamadı ve Fransa’nın ilk
sömürgesi Pon-dicheri (1674) ve Chandernagar (1686) ol­du. XVIII. yüzyılda
Çinhindi’nde Annam, Tonkin ve Kamboçya’ya nüfuz etmenin yollanm arayan Fransa;
burasını ancak 1885’lerde sömürgeleştirebilmiştir.

Asya’nın
sömürgeleştirilmesine katılan İspanya; Avrupa’ya ve ABD’nin etkisine nisbeten
sınırlı kalmıştır. İspanya XVI. yüzyılın ikinci yansında Filipinleri işgal et­mişse
de uzun zaman burada tutunamadı ve bütün güçlerini orta ve güney Amerika’nın
sömürgeleştirilmesine ayırdılar. Almanya Uzak Doğu’da Shantang adalarını ele
geçir-mişse de I. Dünya Savaşı’ndan sonra burası ingiltere’nin denetimine
geçti. Amerika Birleşik Devletleri ise 1833’te Arap yanmadasmdaki Maskat
Sultanı ile bir ticaret ant­laşması imzalayarak Ortadoğu’ya nüfuz et­meye
başladı. Güneydoğu Asya’daki bazı Sultanlıklarla ikili antlaşmalar yaparak ti­careti
ele geçirmeye yöneldi. İspanya’nın elindeki Filipinler 1898’de ABD’nin eline
geçti ve bu ülkenin sömürgesi oldu. ABD’nin Uzak Doğu ve Güneydoğu As­ya’daki
etkisi II. Dünya Savaşı’ndan sonra artü. 1945-1952’ye kadar Japonya, bir bakı­ma
ABD tarafından yönetildi. Güney Kore, Singapur, Tayland, Güney Vietnam ve Hong
Kong da etkileri daha fazla oldu, fa­kat bu etkiyi sömürgecilik şeklinde değer­lendirmek
pek mümkün değilse de “Yeni Sömürgecilik” çerçevesinde ele alınmalı­dır.

 

Asya’da Bağımsızlık:

 

Asya kıtasında Batılı
ülkelerin sömürge yönetimleri altında bulunan toplumlarda milliyetçilik
eğilimleri ve bağımsızlık hare­ketleri, dünyanın diğer yerlerine göre daha
erken başlamış ve Afrika ve Amerika’daki bağımsızlık hareketlerini
etkilemiştir. Os­manlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda ye­nilmesi üzerine,
Batılı emperyalist ve sö­mürgeci devletlerin işgaline uğrayan Ana­dolu’dan
işgalcilerin çıkarılmaları, Mustafa Kemal Önderliğinde başlatılan Millî Kurtu­luş
Savaşı ile mümkün olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur (1923). Osmanlı
ülkesinden koparılarak manda yönetimleri şeklinde örgütlenen Filistin, Irak,
Suriye ve Lübnan’da karışıklıklar devam etti. Milli­yetçi önderler devamlı
bağımsızlık fikrini işlediler. Irak’a 1932’de bağımsızlık veril­diyse de
İngiliz nüfuzu 1958’e kadar devam etti. Lübnan ve Suriye’ye Fransa savaş
yıllannda sözde bağımsızlık verdi; fakat bu ül­kelerden Fransız askerlerinin
çekilmesi an­cak 1946’da gerçekleşti. Ürdün 1946da ku­rulurken Filistin,
1947’de Birleşmiş Millet­ler tarafından Yahudiler ile yerli Araplar arasında
(aksim edildi. Yahudiler derhal İs­rail Devleti’ni kurdular (1948). Arapların
bu karara karşı koymaları üzerine başlayan çatışmalar ve Filistin sorunu henüz
çözüm­lenmemiştir. Suudi Arabistan 1932’de kral­lık olurken güneydeki ve Basra
Körfe-zi’ndeki İngiliz sömürge ve protektuların bağımsız olmaları 1972’de
tamamlandı. Es­ki ingiliz Sömürgesi Aden’de Kuzey Ye­men Arap Cumhuriyeti ile
Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti doğdu.

Milliyetçilik
düşüncesinin ve bağımsız­lık hareketinin XIX. yüzyılın sonlarına doğru ciddi
bir şekilde ortaya çıktığı İngiliz Hindistanı nda; Hint ulusal kongresi ülkeyi
bağımsızlığa götürecek hareketi Örgütle­mede en etkin rolü oynadı. Mahatma
Gandi tarafından başlatılan sivil itaatsizlik hare­keti, II. Dünya Savaşı’ndan
sonra Hint yarı­madasında Hindistan ve Pakistan adıyla iki bağımsız ülkenin
doğmasını sağladı (1947). M. Ali Cinnah liderliğindeki Müs­lüman Cemaat (Müslim
League) Pakistam kurarken, Gandi’nin Konfre Partisi Hindis­tan’ı kurdu.
Hindistamn bağımsızlığını al­ması batıda büyük etki yaptı. Hemen ardın­dan
Buruna (1948) ve Seylan (1948) ba­ğımsızlıklarını aldılar. Burma 1974’te Bir­manya,
Seylan da 1972’te Srilanka adlarını aldılar. Pakistan’a bağlı Bengal (Doğu Pa­kistan),
kanlı bir iç savaş sonrasında Bang­ladeş adıyla bağımsız bir devlet oldu (1971)
n. Dünya Savaşı’nda Japonya tarafından iş­gal edilen Filipinler (1942)
Endonezya (1963), Singapur (1965) ve Bunınei (1984)

bağımsızlıklarım
aldılar. Asya’nın bağım­sızlık açısından en karmaşık ve kanlı müca­deleye sahne
olan bölgesi Fransa’nın sö­mürgesi olan Çinhindi oldu. Japonya son yıllarında
işgal ettikten sonra burada Laus, Vietnam ve Kamboçya adlan ile üç ayn ba­ğımsız
devlet kurduysa da, Japonya’nın tes­lim olması üzerine Fransız biriikleıi savaş­tan
sonra geri döndüler (1946). Laus ve Kamboçya Fransız birliğine girmeyi kabul
edip yeniden sömürge haline gelirlerken Vietnam şiddetle karşı koydu ve savaş
1954’e kadar devam etti. Nihayet Fransa Uluslararası Cenevre Konferansı
(1950)’na göre bölgeden ayrılmayı kabul etti ve bura­da dört devlet doğdu: Laus
(1954), Kuzey Vietnam Demokratik Cumhuriyeti (1954), Güney Vietnam Cumhuriyeti
(1954) ve Kamboçya (1955). Ne var ki, Kuzey Viet­nam ile Güney Vietnam arasında
patlak ve­ren savaş, ABD’nin Güney Vietnam safla­rında savaşa katılmasıyla
1975’e kadar sür­dü. Binlerce insan Öldü, milyarlarca dolar malzeme harcandı ve
daha da önemlisi dün­yanın en büyük devleti, Vietnam bataklı­ğında yenildi ve
çekilmek zorunda kaldı. ABD’nin buradan çekilmesi üzerine iki Vi­etnam
birleşti. Aslında Vietnam Kuzey ve Güney (17. enlemde) diye ikiye bölünmesi
soğuk savaş döneminin acı ve anlamsız Ör­neklerinden biridir. Benzer bir durum
Ko­re’de meydana gelmiştir. Burada da Kuzey ve Güney Kore diye iki ayn devlet
oluştu­rulmuştur. Kuzey Kore Güneye saldırınca (1951) ABD Birleşmiş Milletleri
devreye soktu ve buraya birlikler gönderdi. Soğuk Savaş’ın acı meyvelerinden
biri olan Kore savaşı Z954’te sona erdi ve Kore’de iki ayrı devletin varlığı
kabul edildi. Japonya da 1952’de müttefiklerden bağımsızlığını alırken Çin’de
1949’da komünist bir yönetim kuruldu. Sovyetler Birliği bünyesindeki Orta Asya
sömürgeler bağımsızlıklarını ka­zanamadılar ve siyasal rejime entegre oldu­lar.

 

///. Amerika’da Sömürgecilik

 

Amerika kıtasının
sömürgeleştirilmesi, Kristof Colomb’un buraya ulaşması ile baş­lar. İspanyollar
XVI. yüzyılın başlarında Orta ve Güney Amerika’nın yanı sıra Küba ve Hispanisla
sömürgelerini edindiler. Bre­zilya’da ise Portekizliler egemen oldular.
İspanyolları ve Portekizlileri takip eden İn­giliz, Fransız ve Hollandalılar
Kuzey Ame­rika ve Antiller’e egemen oldular. Kuzey Amerika’nın en büyük
sömürgeci devleti İngiltere oldu. 1607 yılından itibaren ABD topraklarında
İngilizler koloniler kurdular. İlk İngiliz kolonisi Virginiya’da kuruldu. Bu
tarihte Amerika’da İngiliz kolonilerinin kurulması çeşitli imtiyazlara sahip
ticaret şirketleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Kuzey Amerika’da İngiliz,
Orta ve Güney Amerika’da İspanyol kolonilerin hızla ço­ğalmasını ticaretin yanı
sıra dinî faktörler etkilemiştir. Özellikle Avrupa’da hakim ki­liselerden
ayrılanlar ve misyonerler bura­dan uzak Amerika’ya gelip yerleşmiş ve bu­raya
kendi dinî/sosyal sistemlerini yasama imkânına kavuştular. Kuzey Amerika’da
sömürgecilik 1776 tarihine kadar devam et­li ve bu tarihten itibaren
bağımsızlığın elde edilmesiyle son bulduysa da Kanada’da sö­mürgecilik devam
etti.

Amerika kıtasında
İspanyolların sömür­gecilik faaliyetleri çok kanlı, kıyıcı ve yerli
medeniyetleri yok edici nitelikte olmuştur. 1492’de K. Colomb Küba’ya
ulaştığında

burada kurduğu Küba
sömürgesinde Avru­pa’dan gelenler yerli halka her türlü zulmü fütursuzca reva
görmüşlerdir. Bu sebeple yerli nüfusun hızla azaldığı bilinmektedir. XVI.
yüzyılın başlarında sömürgeleştirilen Meksika’da yerli Astekler yok edilmekle
kalmadı, Aslek medeniyeti de yerle bir edil­di. Peru’da ise înkaların ülkesi
işgal edile­rek milyonlarca insan katledilerek sömürge haline getirildi.
Amerika kıtasının yerlileri ve onların kendi ülkelerinde gerçekleştir­dikleri
medeniyetler kısa zaman içinde ta­mamen yok edildi. Kuzey Amerika’nın yer­lileri
olan Kızıl Derililer, sömürgecilere karşı koymuşlarsa da bunda başarılı olduk­tan
söylenemez, tngiltere’ys karşı bağım­sızlık kazanan, yerli halk değil buradaki
ko­lonlarda yaşayan İngilizlerdi.

İspanyol
sömürgelerinde Meksika, Ar­jantin, Şili, Peru, Kolombiya, Venezüella, Uruguay,
Ekvador, Bolivya, Panama, Gua­temala, Nikaragua, Honduras, Kosta Rika,
Salvador, Küba, ve Dominik devletleri, Portekiz’in sömürgeleştirdiği
topraklarda ise Brezilya devleti doğmuştur.

II. Dünya Savaşı’ndan
sonra hemen he­men bütün sömürgeler bağımsızlıkları al­mış, sömürgecilik
tasfiye edilmişse de eko­nomik bakımdan güçlü , kalkınmış devlet­lerin yeni
bağımsızlığına kavuşmuş, çeşitli ekonomik, sosyal ve siyasal problemlerle karşı
karşıya olan zayıf ve fakir ülkeler üze­rindeki nüfuz ve etkileri ortadan
kalkmış değildir. Zayıf üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomik ve sosyal bakımdan
kısa zaman­da kalkınmalarını gerçekleştirmek için bü­yük ve zengin devletlerin
yardımlarına ihti­yaç duyulmaktadır. Sanayileşmiş gelişmiş ülkelerin az
gelişmiş ülkelere yaptıkları yardımlar, bir tür yeni sömürgeciliğin ortaya
çıkmasında etkili olmuştur. Ayrıca sö­mürgeci ülkeler, sömürge altında
tuttukları toplumlara bağımsızlıklarım verdiklerinde buradaki ekonomik
menfaatlerinin deva­mım sağlayacak bazı garantiler almış, çeşit­li imtiyazlar
koparmışlardı. Bunun yanı sıra genç ülkelerdeki idarecilerin de, sömürgeci ülke
kadrolarının etkisinde o I makin, sö­mürgeciliğin doğrudan olmasa da dolaylı
biçimde devam etmesini sağlamaktadır. XX. yüzyılın sonlarında bu alanda gelişen
nokta Üçüncü Dünya ülkelerinin, sanayi­leşmiş ülkelere ekonomik, ticaret ve
sosyal alanlarda bağımlı oluşları ve altından kal-kılması zor bir borç batağına
batmış olma­larıdır ki, bu durum bu genç devletlerin ba­ğımsızlıklarını ciddî
şekilde tehdit etmekte­dir. Sömürgecilik, “Yeni Sömürgecilik” adıyla,
değişik görünüm altında devam et­mektedir.

Davut DURSUN