Kimdir

Septisizm hakkında bilgi

Septisizm hakkında bilgi: Helenistik  Roma  döneminin  üçüncü  önemli  felsefe  okulu,  septik  okuldur.  Septisizm,  Yunanca skeptikoi  isminden gelir. Buna göre, Septisizm  en  azından Helenistik  çağda,  günümüzdeki  anlamına paralel olarak sadece kuşkuculuk anlamına gelmiyor  fakat aynı zamanda veya daha ziyade “gerçeğin peşinden koşan araştırmacılar”ın meydana getirdiği felsefe okulunu  tanımlıyordu. Gerçekten de başka felsefelerin  doğruluklarından  kuşku  duyan  septikler,  hakikate  erişmek  amacıyla  kendi  başlarına araştırma yolunu  seçtiler. Okulun kurucusu meşhur Pyrrhon’du  (MÖ 361-270). Okulun diğer önemli temsilcileri  arasında  Timon  (MÖ  320-230),  Arkesilaos  (MÖ  316-241),  Karnaedes  (MÖ  214-129), Aenesidemos  (MÖ  1.  yüzyıl)  ve  Sextus Empirikos  (MS  160-210)  bulunur. Temsilcilerinin  yaşadığı tarihlerden  de  çıkartılabileceği  üzere,  Septisizm  üç  dönemde  temsil  edilmiştir.  Bu  dönemlerden birincisi,  Pyrrhon’un  MÖ  3.  yüzyılda  kurulan  ve  gelişen  kuşkuculuğu,  ikincisi  MÖ  3.  yüzyılın sonlarıyla  2.  yüzyılda  söz  konusu  olup  Arkesilaos  ve  Karneades  tarafından  temsil  edilen  Akademi kuşkuculuğu,  üçüncü  ve  sonuncusu  ise  Yunanlı  Aenesidemos  ve  Romalı  Sextos  Empirikus’un Pyrrhon’un  görüşlerini  temellendirip  kuşkuculuğa  kuramsal  bir  çerçeve  kazandırdıkları  son  dönem Septisizm ‘dir.  Bunlardan,  üçüncü  ve  sonuncu  Septisizm, MÖ  1.  yüzyıldan  başlayıp, MS  3.  yüzyıla kadar devam etmiştir.

Septisizmi Yaratan Temel Faktör

Septisizm ‘i  yaratan  en  önemli  neden,  büyük  bir  çalkantının  yaşandığı  Helenistik  dönemde kuşkucuların  zihinsel  barış  ya  da  dinginliğe  erişme  umutlarıydı.  İnsanların  şeylerdeki  çelişkiler tarafından şaşırtıldıkları, hangi alternatife bağlanacakları konusunda tereddüte düştüklerini kuşkucular, doğruyla yanlışın,  iyiyle kötünün birbirine karıştığı böyle bir çağda bir  ruh  sükûnetine erişme  çabası verip bunun yolunu insanlara da göstermeye çalıştılar. Gerçekten de septikler,  farklı  filozoflar ve  felsefe okulları  tarafından öne  sürülmüş olan  farklı ve bağdaşmaz hakikat telakkileri karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Bir sınıflama kolaylığı temin etmek ve kendilerini diğer felsefelerden ayırmak için hakikati arayan filozofları dogmatik filozoflar ve dogmatik olmayan  filozoflar  diye  ikiye  ayırdılar.  Dogmatik  filozoflar,  kendi  içlerinde  ikiye  ayrılmaktaydılar.

Birinci grup dogmatik filozoflar, hakikati keşfettiğine  inanan, bu keşfin rahatlığıyla her konuda kesin iddialar ortaya koyan filozoflardı. Dogmatik filozofların ikinci grubu ise sadece hakikati keşfedememiş olduklarını değil  fakat hakikate  erişmenin  imkânsız olduğunu da öne  süren  filozoflardan oluşuyordu. Dogmatik olmayan filozoflar olarak septikler ise hakikati aramayı sürdürmekteydiler.

Septikleri  hakikatin  araştırıcısı  olmaya  sevk  eden  en  önemli  neden,  görünüşler  çokluğunun  bir açıklamalar çokluğuna ihtiyaç duyması olgusuydu. Bu yüzden onların en temel ilkeleri her önermenin karşısında  eş  güçte  veya  değerde  bir  önermenin  bulunduğu  ilkesi  oldu.  Bütün  açıklamaların  aynı değerde veya eş güçte olduğunu savunan septikler, hiçbir açıklamanın hakikati tekeline alamayacağını, mutlak doğruluk iddiasıyla ortaya çıkamayacağını savundular. Onlar bu yüzden hiçbir konuda hüküm vermeyip  yargıyı  askıya  alma  ve  böylelikle  herhangi  bir  şeyi  olumlama  veya  olumsuzlama  tutumu içinde olmaktan uzak durabildiler.

Septisizm ‘in Özü

Septikler  tüm  kuşkuculuklarına  rağmen,  düşünme,  araştırma  ve  tartışmadan  vazgeçmediler. Septikler  günlük  yaşamdan,  gündelik  hayatın  aşikâr  olgularından  da  vazgeçmediler;  insanların acıktıkları  veya  susadıkları  zaman,  acıktıklarını  veya  susadıklarını  hissettikleri  olgusunu  inkâr etmediler.  İnsanların  davranışlarına  dikkat  etmeleri  gerektiği  hususuna  özel  bir  önem  vermediler. Gerçek  bir  dünyada  yaşadıklarından  da  hiçbir  zaman  kuşku  duymadılar.  Şüphe  ettikleri  tek  şey  bu dünyanın  gereği  gibi  veya  layıkıyla  açıklanabilmesiydi.  Bunu  Yunan  kuşkuculuğunun  kurucusu Pyrrhon’un tutumunda açıklıkla görebiliriz:

“O’nun öğrencisi Timon, gerçekten ve  tam  anlamıyla mutlu olmayı  isteyen  insanın  şu üç  soruyu yanıtlaması gerektiğini söyler: (1) Varolan şeylerin gerçek doğası nedir? (2) Varolan şeyler karşısında nasıl bir  tavır almalıyız? (3) Benimsenen  tavrın sonucu ne olacaktır? Timon’a göre, Pyrrhon  şeylerin doğaları gereği, aynı ölçüde belirlenemez, ölçüm ve ayırım kabul etmez olduğunu söylemiştir. Bundan dolayı, algılarımız ve yargılarımız, ne doğru ne de yanlıştır. Öyleyse, ne duyularımıza ne de aklımıza güvenmeli ve herhangi bir  tarafa meyletmeden, yargıyı askıya almalıyız. Her  şeyle  ilgili olarak, onu, inkâr etmek ya da hem  tasdik ve hem de inkâr etmek veya ne  tasdik ne de inkâr etmek yerine, tasdik etmek  olanağı  bulunmadığını  söyleyerek,  bu  tavırda  ısrarlı  olmalıyız.  Bu  tavrı  benimseyenler  için sonuç, önce apatheia (yargıyı askıya alma tavrının bir sonucu olarak ortaya çıkan ve hiçbir şeye değer vermemeyle,  hiçbir  şeyden  şöyle  ya  da  böyle  etkilenmemeyle,  her  şeye  karşı  kayıtsız  kalmayla belirlenen kayıtsızlık) ve sonra da ataraxia (sükûnet ve ruh dinginliği) olacaktır.”

Pyrrhon  septik  görüşlerini  ifade  etmeye,  kendisinden  önceki  felsefenin  temel  sorusunu oluşturan “gerçekliğin ne olduğu” sorusunu  sorarak başlamıştır. Daha bu noktada hem Platon ve Aristoteles’in felsefesinin  ve  hem  de  Sokrates  öncesi  doğa  felsefesinin  temelinde  bulunan,  “gerçekliğin,  şeylerin doğasının  bilinebileceği  ve  anlaşılabileceği,  dünyanın  gerçekte  ne  olduğunun  ortaya  konabileceği” kabulünü  reddedip,  bu  arada  felsefi  spekülasyonun  meşruluğunu  yadsıyan  Pyrrhon’a  göre,  dış gerçeklik, bilinemez, zira onun bileşenleri birbirinden ayrılmaz. O, şeyler arasında fark bulunmadığını, şeylerin ayırım ve belirleme kabul etmediğini, bize onları kavrama, tanımlama imkânı verecek bir ölçü bulunmadığını söyler.

Şeylerin doğasının, gerçekliğin algı yoluyla da akıl yoluyla da bilinemez olduğunu söyleyerek, dış dünyayı felsefi tartışma ve araştırmanın konusu olmaktan çıkaran Pyrrhon, bununla birlikte, görünüşle gerçeklik  arasında  bir  ayırım  yapmış  ve  septiğin,  örneğin  “balın  gerçekte  tatlı  olduğunu  iddia etmiyorum  fakat  tatlı göründüğünü kabul ediyorum” dediğini söylemiştir. Başka bir deyişle, fenomen ya da bir şeyin görünüşüyle, bir şeyin zihinden bağımsız varlığı; algılandığı şekliyle nesne ve insanın deneyiminden bağımsız  olarak varolan  nesne; öznel  ve  nesnel  olan; ve bu arada, “Bal  tatlıdır  (esti)” önermesiyle,  “Bal  tatlı  görünmektedir  (phainesthai)”  önermesi  arasında  bir  ayırım  yapan  Pyrrhoncu bakış açısı, fenomeni yani bir kişinin öznel deneyimiyle ilgili bir yargıdan başka bir şey olmayan ikinci önermeyi  kabul  edip,  söz  konusu  duyu  önermesini  eylemin  temel  ölçüsü  haline  getirirken,  balın kendisi, yani algısal bir nesne üzerine olan birincisini meşru bir önerme olarak görmez. Şeylerin gerçek doğası bilinmediği için onların özellikleriyle ilgili öznel deneyimlerin nesnenin bizzat kendisinin doğru bir  tanımını  verdiğinin söylenemeyeceğini, bu  tür  deneyimlerin  doğru  ya  da  yanlış  olmadığı dikkate alınırsa,  bizden  bağımsız  balın  gerçekten  tatlı  olduğunu  öne  süremeyeceğimizi  öne  süren  Pyrrhon’a göre, ikinci önerme nesnenin deneyimden bağımsız özellikleri hakkında bir iddiada bulunmadığı fakat yalnızca nesnenin  tecrübe edilen bir niteliği hakkında olduğu  için doğrulanabilir ve dolayısıyla kabul edilebilir bir önermedir.

Bundan dolayı, Pyrrhon ya da gerçek bir septiğin her şeyden kuşku duyduğunu, hiçbir şeyi kabul etmediğini söylemek doğru olmaz; zira o, görünüş ya da fenomenlerden kuşku duymaz. Nitekim onun öğrencilerinden Timon, “biz (Pyrrhoncular), ateşin yaktığını algılıyoruz; fakat yakmanın onun doğasını meydana getirip getirmediğine gelince, yargıyı askıya alıyoruz. Bir insanın hareket ettiğini ve yok olup gittiğini görüyoruz; fakat onun bunu nasıl yaptığını bilmiyoruz. Biz, yalnızca fenomenlerin gerisindeki bilinemez tözü kabul etmeye karşı çıkıyoruz” demiştir. Buradan hareketle septiklerin iki tip araştırmayı birbirinden  ayırdığını  söyleyebiliriz.  Bunlardan  birincisi,  açık  veya  aşikâr  olmayan  konular  ya  da gerçeklik  üzerine  araştırmadır. Demokritos,  Platon,  Aristoteles  ve  Epiküros  gibi  filozofların  gerçek varlığı doğası, evrenin başlangıcı, maddenin yapısı gibi konular üzerine araştırmalarını meşru olmayan bir  araştırma  türü  olarak  değerlendiren  Septisizm,  söz  konusu  filozofların  ilgili  konulardaki spekülasyonlarını da doğallıkla sonuçsuz ve geçersiz kabul eder. Meşru araştırma konusunu oluşturan şeyler, aşikâr şeyler veya fenomenlerdir.

Görünüşlerin  gerisindeki  gerçekliğin  bilinemeyeceğini  söyleyen  septikler,  şu  halde,  görünüşlerin, gözle görülür olguların yol göstericiliğini benimsemiştir. İnsanların yalnızca şeylerin kendilerine nasıl göründüğünü  bilebileceklerini,  aynı  şeylerin  farklı  insanlara  farklı  göründüğünü  ve  bizim  bu görünüşlerden hangisinin doğru olduğunu, hangi insanın haklı olduğunu söyleyemeyeceğimizi savunan Pyrrhon’a göre, her iddia için birbirlerine çelişik olan iki kanıt ya da düşünce ileri sürülebilir. O, bütün bunların,  biz  insanların  hiçbir  şeyden  emin  olamayacağımızı  ve  hiçbir  konuda  kesinliğe ulaşamayacağımızı  gösterdiğini,  bundan  dolayı,  bilge  kişiye  düşen  şeyin,  görünüşün  gerisindeki gerçeklik üzerine konuşmak, varlığın İdealardan ya da madde ve formdan meydana geldiğini söylemek yerine, bu türden anlamsız spekülasyonlardan vazgeçmek ve hiçbir konuda hüküm vermeyerek, yargıyı askıya  almak  olduğunu  belirtir.  Bilge  kişi,  hiçbir  şey  hakkında,  onun  belirli  bir  şey  olduğunu söylememeli, “o böyledir” demek yerine, “bana böyle görünmektedir” ya da “böyle olabilir” demelidir.

Septisizm, buna göre, epistemolojik açıdan, hiçbir konuda hüküm vermemek gerektiğini öne sürer. Söz konusu  yargıyı  askıya  alma  tavrının Pyrrhon’a  göre,  yalnızca  teorik değil  fakat pratik bir  anlamı da vardır. Epokhe, aynı zamanda her  türlü değer biçmeden kaçınmak ve dolayısıyla nesnelerin kendisine yönelmiş her türlü istek ve arzudan uzak durmak demektir.

Septik Etik

Septisizm,  dışımızdaki  şeylerin  bizim  açımızdan  en  küçük  bir  farklılık  yaratmaması  gerektiğini; neyin  iyi,  neyin  kötü  olduğu  konusunda  belli  bir  görüşe  sahip  olmamanın,  sıkıntı  ve  güçlüklerden kurtulmanın en önemli  yollarından biri olduğunu öne  sürmüştür. Çünkü  septik  felsefeye  göre,  şeyler arasında  ayırım  yapmak,  bazılarını  iyi,  bazılarını  kötü  olarak  sınıflamak  birtakım  nitelikleri nesnelleştirmekten,  insanın kendi kendisi  için birtakım engeller yaratmasından başka bir şey değildir. Nitekim Pyrrhon,  insanların kendi hatalarından dolayı mutsuz olduklarını;  iyi olduğunu sandıkları bir şeyden  yoksun  oldukları  ya  da  sahip  olduklarında,  onu  yitirmekten  korktukları  için  acı  çektiklerini; kendilerinde kötü olduğuna inandıkları bir şey bulunduğu için umutsuzluğa kapıldıklarını söylemiştir. Şeyler arasında bir ayırım gözetmeme, yargıyı askıya alma, hiçbir konuda hüküm vermeme tavrının sonucunda,  ortaya  hiçbir  şeye  değer  vermeme, mutlak  bir  kayıtsızlık  ve  aldırmazlık,  hiçbir  şeyden şöyle ya da böyle etkilenmemeyle belirlenen bir sükûnet ve ruh dinginliği halinin çıkacağını söyleyen Pyrrhon’a göre, kuşkunun nihai hedefi, tam bir duygusuzluğa karşılık gelen, bu iradesizlik, aldırmazlık ve dinginlik halidir. Ona  göre,  septik  felsefe  insanı,  bu  şekilde mutluluğa  götürebilir,  zira  bu  felsefe insana,  varlığın  bilgisinin  olamayacağını  göstermekle,  bu  tür  bir  bilgiyi,  varlık  üzerine  spekülatif tartışmayı  anlamsız  hale  getirir,  bilginin  imkânsız  olduğunu  gösterirken  de  insanı  boş  kuruntulardan kurtarır.  Ona  göre,  ölümün  ne  olduğunu  bilmediğimize  ve  aynı  şekilde  ölümden  sonraki  yaşam hakkında bir bilgimiz olamayacağına göre, ölümden hiç korkmamamız gerekir. Çünkü insan bilmediği ve bilemeyeceği şeylerle  ilgili korku ve  tedirginlik  içinde olamaz. Bilgi mümkün olmadığı  için  insan bilgilenmek  amacıyla  araştırma  yapmaz  ve  kendisini  zahmete  sokmaz.  İnsan  için  her  bakımdan rahatlatıcı ve huzur verici olan bu duruma, Pyrrhon, ruhsal huzur ve sükûnet anlamına gelen, ataraxia adını vermiştir.

Buradan  da  anlaşılacağı  üzere,  görünüşte  bilginin  imkânıyla  ilgili  bir  öğreti  olan  ve  dolayısıyla epistemolojik  bir  değer  taşıyan  Septisizm,  Helenistik-Roma  döneminin  diğer  felsefeleri  gibi,  son çözümlemede pratik, ahlaki bir öğreti niteliğini kazanmıştır. Başka bir deyişle, Pyrrhon’da, kuşku bir amaç değil de ölçülülük, bilgelik ve mutluluğun aracıdır. Yani, Pyrrhon’un söz konusu Septisizm ‘inde amaç, epokhe (yargıyı askıya alma) değil de apatheia ve ataraxiadır. Onun etiği, amacı mutluluk olan ve mutluluğu da insanın bir şeylere sahip olmasından ziyade, olduğu şeye, belli bir şekilde eylemesine, varolma tarzına, kendi kendisiyle olan ilişkisine bağlayan bir etik anlayışıdır. Nitekim, hemşehrilerinin, oldukça mütevazı bir biçimde, hatta yoksulluk  içinde yaşayan Pyrrhon’un heykelini dikmiş olmaları, onun görüşlerinin pratik karakterini, kendisinin bilgeliği ve yaşayışıyla hemşehrilerine ahlaki bakımdan yol  göstermiş  olduğunu  ifade  eder.  Pyrrhonca  bilgelik,  insanlara  hemen  her  şeyin  boşluğunu  ve değersizliğini  gösteren,  onları  dünyadaki  varlıklarını,  sıradan  yaşantılarını  aşmaya  zorlayan  bir bilgeliktir.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler