33Sosyoloji Sözlüğü

SELÇUKLULARDA SOSYO-EKONOMİK YAPI

 

SELÇUKLULARDA SOSYO-EKONOMİK YAPI

 

Selçuklular Hazar
Denizi ile Aral Gö-lü’nün kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Oğuzlar’ın Kınık
boyuna mensupturlar. X. yüzyılın sonlarına doğru müslüman olarak İslâm
ülkelerinde askeri hizmetlere girdi­ler. Horasan eyaletinde Gazneliler’le nüfuz
mücadelesi yaparak bölgeye hakim oldu­lar.

Tuğrul Bey’in sultan
Unvanı almasıyla

XI. yüzyılın
ortalarında Abbasî halifeliği­nin koruyucusu olarak Şiî Büveyhî Devle-ti’nin
hakimiyetine son verdiler. Bu şekilde oluşan Büyük Selçuklu Devleti
(429-590/1038-1194) yılları arasında, Tuğrul Bey’in yeğeni Kavurd’un kurduğu
Kirman Selçukluları (440-582/1048-1186) Me-likşah’ın kardeşi Tutuş’un kurduğu
Suriye Selçukluları (471-511/1078-1117) yine Selçuklu soyundan Süleyman’ın
kurduğu Anadolu Selçukluları (470-707/1075-1318) tarihleri arasında hüküm
sürmüşler­dir.

Selçukluların tarih
sahnesine çıktıkları XI. yüzyılın başlarında İslâm dünyası Orta Asya’daki nüfus
artışı ve göç hareketlerinin etkisi altındaydı. Selçuklu Devleti öncelik­le bir
göç teşkilatı olarak doğarken hem İslâm devletinin, hem de eski Türk gelenek­lerinin
mirasçısı durumundaydı. Bu iki un­sur çatıştığında eğilim, İslâm ilkelerinin
tercihiydi. Bunlar arasında en önemlisi İsl­âm’ın getirdiği birlik (tevhid,
vahdet) anla­yışıyla çelişen eski Türk aşiret geleneğiydi. Bu gelenek siyasi
parçalanma getiriyor, hem devletler daha kurulurken birkaç par­çaya
ayrılıyorlar, hem de aşiretler zaman zaman devletin birliği için tehdit unsuru
olabiliyorlardı.

Selçuklu devletinin
kurucusu olan Tuğ­rul Bey de başlangıçtan beri Uniter ve mer­keziyetçi bir
devlet oluşturmaya çalışmışsa da, yukarıda belirttiğimiz gelenekler etkisi­ni
göstererek devlet daha kuruluş dönemin­de üçe ayrılmıştı.

Alpaslan birliği ve
merkeziyetçiliği bü­yük ölçüde sağlamıştı. Devlet bu hedefi gü­derek XI.
yüzyılda Anadolu’ya yönelen Türkmen aşiretleri parçalayarak iskân et­mişti.

Büyük Selçuklu
Devletinin Doğu Tür­kistan’dan Marmara kıyılarına, Kafkaslar­dan Basra
körfezine kadar nüfuz sahası var­dı. Malazgirt savaşı (1071) ve Anadolu Sel­çuklu
Devleti’nin kuruluşu (1075)nu takip eden yıllar Türkmen göçmenlerin Anado­lu’yu
yurt edindikleri dönemdir. Özellikle 1097-1176 arasında bu kitleler Bizanslılar
ve Haçlılarla yoğun ilişki ve savaş halinde olmuşlardır. Sal tuk, Sökmen ve
Daniş-mentlilergibi Doğu ve Orta Anadolu’da Bü­yük Selçuklu Devleti’ne bağlı
olarak kuru­lan beylikler daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti’ne tabi
olmuşlardır.

1176’daki Miryakefalon
savaşıyla Bİ-zanslılar’ın mağlup edilmesi Anadolu’daki Selçuk nüfuzunu
pekiştirmiştir. 1176-1277 dönemi; Anadolu Selçuklularının gelişme ve refah
dönemidir. Beylikler tamamen devlet sınırlan içine alınmış, Anadolu ticari
bölge olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Sultan II. Süleyman Şah XIII.
yüzyılın baş­larında ülkenin şehzadeler arasında bölü­şülmesi uygulamasına son
vererek merkezi ve üniter devlet yolunda önemli bir adım at­mıştır.

Selçuklular 1204’te
Bizans’ın latinler eline geçmesiyle özellikle İtalyan ticaretin­deki
avantajlarını artırmışlardır. Antalya (1207) ile Sinop’un (1214) fethi ve Alaiye
limanının inşası ile devlet Akdeniz ve Kara­deniz’de üç önemli liman elde
ederek, Av­rupa ile doğrudan ticaret imkanına kavuş­muştur. Daha sonraki
yıllarda yapılan deniz ve kara fetihleri ticari yapıyı da kuvvetlen­dirmiştir.

Bu arada Doğu’daki
Moğol baskısı Tür­kiye’ye doğru yeni bir göç hareketi başlat­mıştı. Babaîler
isyanından (1240) sonra Moğollar Anadolu’ya girip Selçuklu ordu-

sunu yenmişlerdir
(Kösedağ 1243). Ancak Anadolu’nun doğrudan Moğol ilhanlı nüfu­zuna girdiği 1277
yılma kadar bu refah dö­nemini genişletmek kabildir.

1277-1318, Anadolu
Selçuklu Devle­ti’nin çöküş dönemidir. Klasik toprak düze­ni yıkılmış, ticaret
gerilemiş, beylikler önemlerini arttırmışlardır.

 

Nüfus ve
Yerleşim

 

Büyük Selçuklu Devleti
bîr göç organi­zasyonu idi. Orta Asya’da artan nüfus, bu devletin Önderliğinde
Anadolu’ya yöneltil­di. Büyük göç hareketi Anadolu’nun etnik yapısını tamamen
değiştirmiştir. Bizans Anadolu’sunun nüfusu az idi. Bizanslılar’in yenilgileri
ve bazı yerli-Rum nüfusun Bal-kanlar’a kayması da etnik yapının değişme­sinde
etkili olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti ilk nüfus hareketi sonunda kurul­muştu.
İkinci büyük göç dalgasını ise XIII. yüzyılın başlarından itibaren Moğollar’m
Batı’ya doğru sıkıştırdıkları kitleler oluştur­muşlar ve Anadolu’nun sahil
kesimleri de Türkleşmiştir. Daha XII. yüzyılın ilk yan­sında Batı kaynaklarının
Anadolu’dan Tur-kia diye bahsetmeleri bunun kapsam ve et­kisini gösterir.

Selçuklu iktisadi
siyaseti vasıflı işgücü­nün, fethedilen yerlere nakil ve iskân edil­mesini
gerektiriyordu. Öte yandan Do ğu’dan gelen nüfus baskısı Anadolu’ya ge­len
göçmen kitleleri arttınyordu. XIII. yüz­yılın başlarındaki yeni göç dalgası
Selçuklu Devleti’ni yeni gelen kitleleri yerleştirme hususunda zorluğa itti.
Yine yerleşik olan­larla göçebeler, arasında zaten var olan çe­lişki ve ihtilaf
arttı. Bunun kaynağı hem gö­çebelerin yerleşiklerin toprak veya hayvanlanna
zarar vermeleri, hem de göçebelerin hayvanlarına otlak aramalarıydı. Devlet
yerleşiklerin yanındaydı. Türkmen göçebe­lerin bir hareketi olan Babaîler
isyanı (1240) bu çelişkinin bir sonucudur.

Yerleşik halkın
yaşadığı köy ve şehirler­de ahi teşkilatı önemliydi. Selçuk şehirleri tıpkı
diğer îslâm şehirleri gibi, Ortaçağ Batı şehirlerinde görülen özerkliğe sahip
değil­lerdi. Bunlar merkezi devlete bağlıydılar. Moğol istilası Anadolu
şehirlerinde, Orta-asya, İran ve Irak şehirlerindeki gibi tahri­bat
yapmamıştır. Bunun yanında merkezî otorite oldukça zayıflamıştır ve en
teşkilatlı ve disiplinli kurum olarak ahiler kalmışlar­dır. Ahiler geçiş dönemlerinde
bazı Anado­lu şehirlerinin yönetimini doğrudan üstlen­mişlerdir.

 

Toprak Düzeni
(ikta) ve Zirai Yapı

 

Toprak düzeni ikta
usulüne dayanıyor­du. Ücta, Hz. Peygamber döneminde toprak­ların işletilmek
üzere kişilere verilmesi an­lamına geliyordu. Bu sistem zaman içeri­sinde ordu
mensupları gibi devlet memurla­rının geçimlerini bu toprak vergilerinden (veya
kiralarından) elde etmelerini de kap­sayacak şekilde genişledi. Selçuklular’a
ge­lince ikta’dan artık bu anlaşılıyordu.

İkta edilen
topraklarda soyut mülkiyet (rakabe) devletin; intifa (kullanım) hakkı da
toprağı İşleyenlerindir. İkta sahipleri denen askerler vs. ise hizmetlerinin
devamı ve toprağa nezaret etmek şartıyla maaşlarını kanunnamelerle tesbit
edildiği şekilde bu toprakların vergilerinden elde eden memur­lar
durumundaydılar.

Büyük Selçuklular’da
büyük iklalara izin veriliyordu. Bunların sahipleri adeta

küçük bir hükümdar
gibiydiler. Bu da aşi­retlerin gücüne henüz Önem veren bölün-meci zihniyetin
bir tezahürüdür. Oysa Ana­dolu Selçuklularında ve daha sonra Os-manhlar’da
iktalar küçülmüştür. İkta sahip­lerinden sonra bunların çocuklarına vazife­lerinde
ilk kademeyi teşkil eden iktalar ve­rilmekte, terfılerle kazandıkları kısımlar
ise devlete geçmekte, yahut o vazife ile yeni ta­yin olunana verilmekteydi.
îkta sahipleri­nin köylülerle ilişkileri kanunlarla düzen­lenmiştir. Eğer
gerekirse sipahilerin ellerin­den iktaları alınır ve bunlar cezalandırılır­dı.

Bunalım döneminde bu
çerçeve de bo­zulmuş olmakla birlikte sistem, beylikler aracılığı ile
Osmanlılar’da da tatbik edil­miştir.

İkta sistemi
içerisinde Selçuk Türkiye-si’nde yeterli miktarda buğday, pirinç, yulaf ve
pamuk tarımı yapılıyordu. Göçebelerin asıl meşgalesi ise hayvancılıktı. Şehir
ve kasabalann yakınlarında meyvecilik ve sebzecilik yapılmaktaydı. Bazı hayvan
ve ürünleriyle, kurutulmuş meyve ihracaatı Önemliydi.

 

Ticaret

 

Selçukluların sağlamış
oklukları siyasi birlik ortamı içerisinde ticari faaliyetler ge­lişmişti.
Ticareti iç, dış ve transit ticaret ola­rak üç kısımda ele alabiliriz.

Şehir hayatının
gelişmesiyle iç ticaret arasında bir etkileşim vardır. Perakende ti­carette
açık ve kapalı çarşılar, toptan tica rette hanlar önemlidir. Açık veya kapalı
çarşılardaki dükkanlarda esnaf üretim ve perakende ticaret ile meşgul
oluyorlardı. Tüccar zümresi iç ve dış ticarete katılan

kervanları donatan,
mal ithal eden ve sınai faaliyetleri ticarete yönelik olarak düzenle­yen
müteşebbis bir zümredir. Pazarlar ve panayırlar devletin himaye ve denetimi al­tındadır.
Aynî ve nakdî mübadeleler yan yana cereyan eder. Pazarın güvenliğini te­min
için tedbirler alınır.

Selçuklu Türkiyesi’nde
transit ticaret ül­keye oldukça gelir getirir. Ticaret yolların­da sürekli
olarak işleyen kervanların güven­liklerini ve barınmalarını sağlamak ama­cıyla
bir kervansaray şebekesi oluşturul­muştur. Doğu ticaret yollarının bir kısmının
Anadolu’dan geçmesi; ülkenin ticari önemini arttırdığı gibi, devlet,
tüccarların uğradıkları zararı tazmin eden bir ticaret si­gortası sistemi de
kurmuştu. Bu yüzden ül­ke özellikle 1243 Kösedağ savaşından önce tüccarları
kendine çekiyordu.

Anadolu Selçuklu
ekonomisi Akdeniz ve Karadeniz’e açılınca doğrudan Avrupa ile ticari ilişkiler
kurmuştu. Fakat Selçuklu devleti bir deniz devleti olacak süreye sahip
olmadığından deniz ticaretini koruma im­kanından yoksundu. Bu yüzden kara
ticare­ti daha önemliydi. Hatta İstanbul, Alaşehir, Bursa ve İznik gibi Bizans
şehirlerinde Türk kolonileri vardı.

Anadolu, Avrupa ile
olduğu kadar Arap ülkeleri ve Hindistan ile de ticarette bulunu­yordu. Yapılan
ticaret antlaşmalarıyla para basımında kullanılan kıymetli maden ihra­catı
yasaklanırken ithalat teşvik ediliyordu. Anadolu birçok malın ithal ve ihraç
edildi­ği, mal bolluğunun var olduğu bir açık eko­nomi görünümündeydi.
Umumiyetle pa muklu ve yünlü dokuma ürünleriyle gıda maddeleri ihraç edilirken
bazı savunma araçlarıyla lüks maddeler ithal ediliyordu.

Dış ticaretin
genişlemesi ülkede fuarların kurulmasına yol açmıştı. Bunlar umu­miyetle şehrin
uzağında, yabanda kurul­dukları için “yabanlu” adını alıyorlardı.
Arap, Acem, Avrupalı vs. tüccarlar malları­nı burada mübadele ederlerdi. Şehrin
giriş­lerinde de göçebe Türkmenlerin hayvan ürünü satıp mamul madde aldıkları
Türk­men pazarları ile liman şehirlerinde büyük pazarlar kurulmaktaydı.

XIII. yüzyıl sonlanyla
XIV. yüzyıl baş­larında dış ticarette de bir durgunluk baş-göstermiştir. Zira
Bizans, Memlûkler ve İl­hanlılar gerileme içerisindeydiler.

Ahiler ve
Esnaf

 

Selçuklu sanayii
ziraat, hayvancılık ve madenciliğe dayanıyordu. Pamuklu, ipekli ve yünlü
dokuma, deri, boya, çini, bazı harp araçları, gemi inşa sanayileri önemlidir.
Ti­caret ve sanayi kesimleri fütüvvet ve ahilik ilkelerine dayanan esnaf
birlikleri tarafın­dan teşkilatlanmıştır. Yine bu gelenek köy kesiminde de
etkiliydi. Fütüvvet önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kah­ramanlık
boyutlarına sahip iken zamanla îslâmî, tasavvuf! derinlikler kazanmıştır.
Fütüvvet ülküleri Anadolu’da XII. yüzyılın sonlarında “ahilik”
başlığı altında kurum­laşmaya başlamıştır.

Ahi zümreleri büyük
şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilatlanmışlardı ve her esnaf zümresinin
ayn bir zaviyesi vardı. Eğer bir esnaf zümresi bir zaviyeye sağma­yacak kadar
kalabalık ise, şehrin çeşitli yer­lerinde zaviyeler açıyor, bazan da bir teşek­külü
besleyemeyecek kadar az miktarda olanlar bir zaviyede toplanıyorlardı. Esnaf
ahlâk ve zihniyeti, genel zihniyetin bir yan­sıması olarak, kanaatkar,
dayanışmacı, diğergamdır.

Mal fiyatları,
ücretler, standartlaşma vs. konularında esnaf birliklerinin rolü önemli­dir.

 

Para ve
Fiyatlar

 

Anadolu yurt
edinilirken, tıpkı ilk îslâ-mî devirlerdeki gibi, yerli para sistemine
dokunulmamış ve oldukça yumuşak bir ge­çiş gerçekleştirilmiştir. Bu yüzden
Selçuk­lular, önceleri Bizans paralarını kullanmış­lardır. İlk Selçuklu gümüş
parası XII. yüz­yılın ilk yansında, altın parası da aynı yüz­yılın ikinci
yarısında basılmıştır.

Anadolu Selçukluları
ticareti ve müba­dele hacminin genişletilmesini teşvik ederlerken, bununla
uyumlu bir para politi­kası izliyorlardı. Kıymetli maden ve nakit para çıkışı
yasaklanırken, girişi teşvik edil­miştir.

Selçuklularda da, ilk
Islâmî devirlerdeki gibi, ondalık sistem hakimdi. Yani 10 dir­hem 1 dinara
eşitti. Halk arasında dinara al­tın, dirheme (gümüşe) akçe deniyordu.
Anadolu’nun İlhanlı Devletine katılmasıyla bir süre sonra paraların İlhanlı
paralarına göre ayarlanmasını takiben, karşılığı olan kâğıt para tecrübesi
gündeme gelmiştir. As­lında Asya’da kâğıt para uygulaması eski­dir. Mesela
Çinliler ve Uygurlular kâğıt ve kumaş paralar kullanıyorlardı. İlhanlılar bu
uygulamayı 1294’te İran’da da yapmışlar fakat halk, esnaf ve tüccarın direnmesi
ve ti­cari hayatın felce uğraması sebebiyle bir haftada tedavülden
kaldırılmıştı. Bu siste­min Anadolu’da da uygulanması için hazır­lıklar
yapılmışsa da, huzursuzluğa sebep ol­ması yüzünden yürürlüğe konmamıştır.
1302’den sonra Selçuklu sultanlarının adını

taşıyan sikkeler
piyasada görülmeyecektir. Türkmen beylikleri de geliştikçe para bas­mışlardır,
fakat bunu kendi adlarına yapa­cak güce sahip olmadıklarından Moğol sis­temini
izlemişlerdir.

Selçuklular döneminde
para ekonomisi ve onun kredi işlemleri gibi sonuçlan varlı­ğını sürdürmüştür.
Devletin son dönemini teşkil eden XIV. yüzyılın başlarında nüfu­sun
gerilemesine paralel olarak görülen ta­lep düşüklüğü, fiyatların düşmesine ve ikti­sadî
durgunluğa yol açmıştır.

 

Sosyal ve
iktisadi Refah

 

Anadolu
Selçuklularında XIII. yüzyıl başlarında sosyal ve iktisadi refah zirveye
ulaşmıştı. Adil gelir dağılımı açısından ol­dukça kuvvetli bir orta tabakanın
varlığını belirtebiliriz. Bu tabaka, ahiliğin teşkilat­landırdığı esnaf
birlikleri ile ikta sistemi içerisinde yer alan sipahi ve köylüler tara­fından
oluşturulmuştur.

Devlet ve özellikle
vakıflar, sosyal ve ik­tisadi refahı arttırmaya yönelik bir çok yatı­rım
yapmaktaydılar. Yeraltı ve yerüstü su kanalları, köprüler, ribatlar,
medreseler, imaretler, kervansaraylar, hastahaneler, ha­mamlar vs. bunlara
örnek olarak verilebilir. Yine bunlar Moğollar’ın (İlhanlıların) ilk
zamanlarında zayıf bir duruma düşmüşler fakat, Moğolların müslüman olmasından
sonra eski önemini kazanmışlardır.

 

Kamu Maliyesi

 

Büyük Selçuklular’ın
yıllık gelirleri Ab-basiler’in yaklaşık 6 katı fazlaydı. Bu, Sel-çuklular’tn
iktisadi kudret ve performansı nın yüksek olduğunu gösterebilir. Yine
Selçuklular hesap ve bütçe geleneğinin olduğu bir bölgede hüküm sürmüşlerdir.
Mali işle­re Divan-ı istifa bakmakta ve bu divanın başkanına müstevfî
denmekteydi.

Anadolu
Selçuklularının toprak gelirle­ri, Moğol istilasından sonra onda birine ka­dar
düşmüştür.

İkta sistemi
İçerisinde zirai vergiler ha­zineye girmeden sipahilerin maaşını teşkil
ediyordu. Devletin, zekâtın servetten alınan % 2,5luk kısmının toplanmasında da
bir ro­lü yoktu. Devlet zekâtın % 10 ürün vergisi (öşür) ile ilgiliydi.
Şehirlerde toplanan en Önemli vergi, şehre giren ve çıkan metalar-dan alınan
vergiydi. Bundan başka pazar­lardan, bac denen resimler toplanırdı. İlhan­lılar
devrinde şehir vergilerine damga deni­yordu. Bu labır, damga vergisi şeklinde
gü­nümüzde de yaşamaktadır. Bütün bu vergi ler çoğu zaman doğrudan devlet
tarafından toplanmıyor, mukataa şekline getirilerek iltizam usulüyle
toplanıyordu. Müslüman olmayanlardan alınan cizye de umumi ge­lirler arasında
büyük bir yer tutuyordu.

Anadolu Selçuklu
devletinin son zaman­larındaki iktisadi durgunluğun sebeplerin­den biri de,
tlhanlılar’ın Anadolu üzerindeki malî baskılarıdır.

Ahmet T AB AKOĞLU Bk.
Osmanlılarda Sosyo-Ekonomk Yapı

 

İlgili Makaleler