SAÇMA
SAÇMA
Saçma kavramı, Latince
Absurdus kelimesinden türeyerek batı dillerine geçmiş olan Absürde karşılığı
olmak üzere kullanılan ve Latince etimolojik yapısı ile imkansız, abes,
yersiz, muhal ve budala anlamlarına gelen bir kelimedir.
Saçma kavramı, terim
anlamı olarak, bir dilsel deyiş ya da önermenin mantık ilkelerine veya çıkanm
ve kıyas kurallarına aykırılığı anlamında kullanılmaktadır.
Saçma bir düşünce,
öğeleri birbirini tutmayan, anlamca birbirini dışlayan, birbiriyle
bağdaşmayan bir düşüncedir. Mantığın terimler veya kavramlar alanında, bir kavramın
söylenmesinden sonra, anlamca kendisi ile uyuşmayan ve birbirini tutmayan diğer
bir kavramın söylenmiş olması mantıken bir saçmalığı dile getirir. Örneğin,
“daire kare” veya “üçgensel dörtgen” kavramları saçma
birer kavramdır. Saçmalık, bir kavramın, mantıksal tanımı esnasında anlamca
dışarıda bırakılan özellikleri yüklenmiş bir diğer kavramla nitelendirilmesi
veya özdeşleştirilmesi durumunda sözkonusu olabilmektedir. Bu anlamı
itibariyle “dört-köşeli üçgen” tabiri, mantıksal bir saçmalığa veya
abesliğe işaret etmektedir. Çünkü, üçgenin tanımı içinde zaten, dörtköşelüik
niteliği dışarıda bırakılmış bir özellik olarak mevcuttur. Akıl, böyle bir
kavramı ve kendisine verilen bilgiyi değerlendireme-mekte ve adeta kabul
etmeyerek geri çevirmektedir. Aklın düşünmediği, kavramsal olarak bir bilgi
ünitesine yerleştiremediği bu tür kavramlara mantık dilinde saçma dendiği gibi,
epistemolojik alanda repug-nance, yani terslik, karşıtlık veya uyuşmazlık ismi
verilmektedir. Böyle bir durum, çelişik iki kavramın bir arada kullanılması esnasında
sözkonusu olmaktadır.
Mantığın terimler
alanı yanında, Önermeler ve çıkarımlar alanında da saçmalıktan sözetmek
mümkündür. Bir çıkarımın veya kıyasın saçmalığından sözedebilmek için, mevcut
tutarlı ve uygun kıyas kalıplarının dışında bir yolla sonuca veya yargıya
ulaşma durumu mevcut olmalıdır. Bu anlamda, bir kıyastaki sonucun ya da
varlığın yanlışlığı ile saçmalığı arasında bir aynın yapmak zorunludur. Nitekim
yanlış bir sonuç, öncüllerin yanlışlığına bağlı olabileceği gibi, aynı
zamanda kıyas kurallarını ihlal etmeden ulaşılmış bir yargı olabilir. Saçma
sonuç nitelendirmesi ise kıyas, kurallarım doğru bir şekilde uygulamayan ve
öncüllerle arasında bir çelişki ve bir tezat bulunan yargılar için
sözkonusudur. Saçma bir yargı, kendi içinde tutarsız olan, ya da tutarsızlığı
içeren bir yargıdır. Bu tutarsızlığın, doğruluk veya yanlışlık ile bir ilişkisi
de sözkonusu değildir. Çünkü bir önermenin doğru veya yanlışlığı, o Önermenin
empirik yönden doğrulanmasına, denetlenmesine bağlıdır. Bir önermenin
saçmalığından sözedebilmek için ise, o önermede mevcut bulunan öncüller ya da
kavramların çelişik olup olmadıklarına bakılmalıdır. Saçmalıktan söz etmek
demek, bir önerme veya kavramın akla aykırılığından, aklın düşünemeyeceği ve
çelişkiye düşeceği bir durumda bahsetmek demektir.
Saçma kavramı,
mantıkla kazandığı anlam ile matematik ve geometri gibi alanlarda bir metod
olarak başvurulan ve kendisinden yararlanılan bir terim olma özelliğini
kazanmıştır. Mantıkla saçmaya indirgeme metodu olarak isimlendirilen bu yöntem,
matematikte olmayana ergi metodu ile adlandırılmakta olup bir önermenin, karşıtının
saçma olduğu ön-kabulünden hareketle doğruluğunun ispatlanmasıdir. Saçma
anlayışı, geometriye ve genelde matematik alanında ilk olarak İlkçağ Yunan
düşünürü Eukleides (M.Ö. 450-380) tarafından uygulanmıştır. Ayrıca saçma
kavramı toplumsal hayatın açıklanmasında kullanılmak suretiyle sosyolojik bir
içerik de kazanmıştır. Sosyal hayatta, önceden kabul edilmiş olarak toplumsal
kural ve normlara ve insanın kendisinin önceki davranışlarına aykırı ve çelişik
düşen her tutum ve hareket de, saçma ve yanlış olarak değerlendirilmektedir.
Bu anlamda bir saçmalıktan, özellikle çağımız sanat anlayışları büyük oranda
yararlanmaktadırlar. Son kırk-elli yılın absürde tiyatro anlayışı, bu durumun
belirgin bir ifadesidir. Samuel Beckett ve Ionesco’nun tiyatro eserleri bu
alandaki tiyatro anlayışının Örnekleri arasındadır. Bunlar gibi bazı çağdaş
edebiyat akımları da, teoloji ve klasik metafizik karşısında evrenin varlığını
ispat edebilmek için, içkin (immanent) bir sebep kabul ederek kainat ve insan
görüşlerinin ve bunların karşılıklı ilişkilerinin temeline saçma fikirlerini
yerleştirmişlerdir. Saçma kavramını edebiyatta roman türünde savunan ve
tartışan Fransız yazan Albert Camus olmuştur. Onun L’Etranger (Yabancı) adlı
romanı bu alanın seçkin bir ürünü olma niteliğini ortaya koyar. Saçma ve
saçmacılıktan sözedildiğinde akla hemen çağdaş bir felsefi akım olan Varoluşçuluk
ile onun ünlü temsilcilerinden Sören Kierkegaard (1813-1855) ile Jean Paul
Sartre (1905-1980) gelmektedir.
S. Kierkegaard, sonlu
ve sonsuz varlık, yani insan ile Tann arasındaki ilişkiyi ele alırken ve bu
ilişkinin içten, öznel bir ilişki olduğunu belirtirken inanç olgusunu, saçma
kavramı ile açıklama yoluna gitmiştir. Kierkegaard, Ortaçağ’ın tipik önermelerinden
birisi olan ve Tertullianus tarafından ileri sürülen “inanıyorum çünkü
saçmadır” (Credo quia absürdüm) önermesini benimser gibidir. Zira bu önerme,
Kierkegaard’ın felsefî iddialarından çıkarılabilecek onun felsefî yapısına en
yakın bir yargıdır. O, evrenin aklî (rasyonel) bir sistem, yapı olarak
temellendirilmesinde öznelciliğin akla olan uzaklığını (irrasyonalitesini)
saçma kavramı ile açıklamakta idi. İnsan, öznel bir yapı, varlık olarak, aklî
(rasyonel) bir sisteme dahil edilemez. Bu anlamda saçma, öznelliğin yapısal
boşluklarının göstergesi, işaretidir. Diğer bir deyişle saçma, Tann (sonsuz
varlık) ile insan (sonlu varlık) arasındaki mesafedir. İnsanın, Tann’ya ulaşması
bu mesafeden geçmesine, yani saçmaya inanmasına bağlıdır. Bu da, açık bir biçimde,
Kierkegaard’ı Tertullianus’un önermesine götürmektedir.
Varoluşçuluğun diğer
bir önemli ismi olan J. P. Sartre’ın felsefesinde saçma kavramı, tamamiyle
ontolojik (varlıksal) bir anlam kazanır. Kendinde varlık (etre en-soi) ile
kendisi için varlık (etre pour soi) karşıtlığına veya ikiliğine dayanan Sartre
ontolojisinde saçma kavramı veya niteliği, kendinde varlığın bir özelliği
olarak belirlenir. Kant’ın tabiri İle fenomenler, nesneler
âlemini ifade eden
kendisinde varlık, mutlak bir saçmalığa sahiptir. Çünkü, bu saçmalığın
ortadan kalkması için şuurun veya kendisi için varlığın bu alana müdahale etmeli
ve onu bir “şuur için varlık” haline getirmelidir.
Zaten kendisi için
varlığın bir özelliği de kendinde varlık olma çabasına sahip olmasıdır. Ancak
böyle bir çaba da daima sonuçsuz kalacaktır. Kendinde varlığın saçmalığı
böylece bir kesin mutlaktık kazanacağı gibi, kendisi için varlık da çabanın
gerçekleşmemesi ile bir saçma hayat içine atılacaktır. Sartre’a göre hayat,
gerek nesne boyutunda ve gerekse şuur veya insan boyutunda olmak üzere
bütünüyle saçmadır. Gerçekte Sartre bu deyim ile evrenin anlamdan yoksunluğu
ve uzaklığını ifade etmek istemiştir.
Saçma kavramının
varoluşçuluk ve özellikle Sartre ile kazandığı anlamda yoksunluk veya
anlamsızlık içeriği, yeni mantıkçılar tarafından reddedilmektedir. Yeni
mantıkçılar, saçmanın, gerçekte bir anlamının mevut bulunduğunu, fakat bu
anlamın yanlış bir anlam olduğunu dile getirmektedirler. Anlamsız olanın ise
hiçbir anlamı yoktur ve bu durumda onun, ne yanlışlığından, ne de
doğruluğundan sözedilebilir. Bu nedenle, saçmayı anlamsızdan ayırmak gerekir
demektedirler.
Ortaçağ’da Tertullianus
ve daha sonraki dönemlerde Kierkegaard tara Harından teo-lojik bir içerik
yüklenen ve çağımızda Sartre ile ontolojik bir kimliğe bürünen saçma kavramı,
son yıllarda kazandığı relativist (izafiyetçi) anlamı ile özellikle M. Foucault
ve J. Lacan taraflarından kullanılmaktadır.
Ali DÖLEK