Kimdir

Plüralistler hakkında bilgi

Plüralistler hakkında bilgi: Antik  Yunan  felsefesinde,  Elealılar  söz  konusu  görüşleriyle  olağanüstü  büyük  bir  etki  yaptılar. Elealıların  bu  bakımdan  tam  bir  yol  ayrımı  meydana  getirdikleri,  kendilerinden  sonra  Yunan felsefesinde  oluşan  neredeyse  bütün  yolların  onların  görüşüyle  bir  hesaplaşmanın  sonucu  olduğu söylenebilir.  Gerçekten  de  Elea  Okulu’nun  görüşleri  ortaya  konulduktan  sonra,  dört  alternatif  söz konusuydu:  (1) Elealıların görüşlerini,  tözsel varlık anlayışlarını kabul  edip, dünyaya  ilişkin ampirik, deneysel araştırmadan tamamen vazgeçmek. (2) Onların görüşlerini kabul etmekle birlikte, bu görüşleri eski  İyonya  Okulu’nun  görüşleriyle  veya  sağduyunun  dünya  görüşüyle  bağdaştırmak  ya  da sentezlemek. (3) Eleacı görüşü benimsemek ama bunun dışında, insanın bütünüyle gerçekdışı olmayan, mutlak  bir  yanılsama meydana  getirmeyen  görünüşler  dünyasıyla  ilgili  olarak  sadece  sanılara  sahip olabileceği görüşünü de benimsemek. Ve nihayet,  (4) Eleacı görüşleri  tümden  reddederek, dışarıdaki görünüşler  dünyasının  gerçek  olduğunu  ve  insanın  bu  dünya  ile  sadece  duyuları  yoluyla  temas edebildiğini savunmak.

Bunlardan  dördüncü  yol,  büyük  bir  ilgi  kayması  veya  değişikliğinin  bir  sonucu  olarak,  bir  süre sonra Sofistler veya Sofistik felsefe tarafından benimsenecektir. Üçüncü yol ise önce doğaya ilişkin bir araştırmadan ya da metafizikten ziyade etikle ve siyaset felsefesiyle meşgul olacak Sokrates; sonra da esas  itibariyle,  sadece  etik  ve  politika  felsefesiyle  değil  fakat  aynı  zamanda  anlam,  epistemoloji  ve metafizikle  ilgili  problemlere  yönelecek  olan  Platon  tarafından  tercih  edilecektir.  İkinci  yoldan  ise Sokrates  öncesi  doğa  felsefesinde  gerçek  bir  sentez  ya  da  uzlaşmayı  temsil  eden  plüralistler yürüyeceklerdir.

Bu  plüralist  filozoflar  Empedokles,  Anaksagoras  ve  atomcu  Demokritos’tur.  Onların  plüralizmi ifadesini, bu filozofların kendilerinden önce yaşamış filozofların monizminden, yani varlığın  temeline tek bir  arkhe  koyan  yaklaşımlarından  farklı  olarak,  ikiden  fazla  arkheye  yönelmelerinde bulur. Buna göre,  aksiyomatik  plüralizm  kendisini,  Empedokles’te  varlığın  kendisinden  doğduğu  dört  kök maddeyle, Anaksagoras’ta sonsuz sayıda tohum ya da homoimeriyle, Atomcu Okulda ise sonsuz sayıda atomla  gösterir.  Plüralistler  Eleacı  terimlerle  tanımladıkları  çok  sayıda  temel  arkhe  ya  da  varlığın varoluşunu öne sürüp, bunları gerçeklik olarak tanımladıktan sonra, bütün bir çokluk ya da görünüşler dünyasını söz konusu çoğul gerçekliklerle açıklamışlardır.

Gerçekten de Elea Okulu’nun hiçbir şekilde görmezlikten gelinemeyecek büyük etkisinden sonra, plüralist  filozoflar  yüksek  düzeyden  soyut  felsefe  ya  da  metafizikle  sağduyunun  bakış  açısı, Parmenides’in  değişmeyi  inkâr  eden  güçlü  felsefi  argümanlarıyla  Herakleitos’un  veya  sağduyunun değişmeyi  dış dünyanın  en  temel  ve  açık  olgusu olarak değerlendiren  bakışı  arasında  bir uzlaşmaya gitmek  zorunda  kalmışlardır.  Buna  göre  Parmenides’in  Varlıkla  ilgili  hemen  tüm  önerme  ya  da görüşleri doğrudur. Varlık, basit olup ezeli ve ebedidir; yani yaratılmamıştır ve yok edilemezdir. Bu anlamda Varlık  hiçbir  şekilde  değişmez.  Plüralistler,  işte  bir  yandan Varlıkla  ilgili  bu  tezleri  tasdik ederken, diğer yandan da değişmeyi apaçık bir olgu olarak kabul ederler ve bu uzlaşmayı, plüralist bir hipotezle ifade ederler. Buna göre dış dünyadaki değişme, kendileri basit, ezeli-ebedi ve değişmez olan ilk madde ya da öğelerin değişik oranlarda bir araya gelerek, kompleks cisimleri meydana getirişiyle açıklanır.

Plüralist  filozofların  önemli  bir  diğer  yeniliği  de  onların  ilk  kez  olarak,  dış  dünyaya  ilişkin açıklamada fail nedenin ya da fail nedenli açıklamanın önemini fark etmelerinden kaynaklanır. Başka bir deyişle,  fail nedenli açıklamanın önemini vurgulayan Empedokles ve Anaksagoras gibi  filozoflar, ilk  doğa  filozoflarının  hilozoizmine,  yani  kendi  hareketini  kendisinin  açıklayacağı  canlı  bir madde anlayışına  karşı  çıkıp,  ezeli  fakat  cansız  maddeyi  harekete  geçirecek  bir  dış  güç  arayışı  içinde olmuşlardır.  Söz  konusu  fail  güç,  Empedokles  ve Anaksagoras’ta  varolanlara  ya  da maddeye  içkin değil de aşkın; kendi içinde maddi değil de tinsel bir güç olarak tasarlanmıştır.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler