ÖZNELCİLİK
Düşünce yapılan veya
düşünce sistemlerinde özneyi (süjeyi), her türlü problemin çözümünde temele
alan ve herşeyin ölçüsü olarak kabul eden felsefi öğretinin adıdır. Böyle bir
eğilimin mevcut olduğu tüm öğretiler, mevcut yargılarını ve
akıl-yürütme-lerini bireyin veya öznenin düşünce ve bilincine dayanarak
gerçekleştirirler.
öznelciliğin, tüm
nesnel öğeleri kendisinde temellendirdiği görülen özne (suje) kavramı, ancak
17. yüzyıldan sonra, bugünkü psikoloji ve epistemolojide kullanılan anlamını
kazanabilmiştir. Bu yeni anlam, psikolojideki “ben” anlamının özneye
yüklenmesidir. Bu dönemden Önce ise özne dendiğinde, akla töz (cevher)
gelmekteydi.
Bilgi teorisi alanında
öznelcilik, bilinen nesneyi, bilen özne ile açıklama çabasını ifade etmektedir.
Öznelci açıklama biçimleri, idealizm ile yakın bir uyuşma içinde, nesneyi özne
ile temellendirirler. Bilginin oluşumunda rol oynayan nesne-obje düa-lizmini
reddederek, özneye ağırlık verirler. Onların gözünde nesne, öznenin bilinci sonucunda
oluşan ve kendisine yönelen bir özne mevcut olmadığı müddetçe bir anlam ifade
etmeyen ve hatta var olduğu bile şüpheli olan bir şeydir. Bilinç dışında
varolduğu söylenen dünya, aslında bilincin bir ürünü ve bilincin bir
yanılsamasıdır. Dış dünyanın ve ondaki tek tek mevcut bulunduğu söylenen
nesnelerin kendi başlarına, özneden ve onun bilincinden bağımsız bir anlamları
yoktur. Dış dünyanın gerçekliği sözkonusu olmadığı gibi, filozoflarca aranılan
hakikat de onda mevcut ve saklı olamaz. Hakikat, ancak, Descartes’m da belirttiği
gibi, kendisinden şüphe edilmeyen öz- nede, yani onun bilincindedir ve onu
orada aramak gerekir. Bu çaba esnasında bilinç dışındaki dünyanın varlığı
sorulursa, bu da ancak bilince dayanarak açıklanabilir.
Bu açıklama tarzı,
kimi dönemlerde bazı filozofları, varolanın izahında, bireysel bilinçlen daha
geniş ve daha kapsamlı ve aynı zamanda diğer düşünürleri de daha ikna edici
olması açısından mevcut genel bir bilinç veya genel ve kapsayıcı bir Özne
fikrine götürmüştür. Nitekim Hegel’in geist kavramı, daha önceki dönemlerde
bir Plotinos’un ben ifadelendirişi varlığı ve tek tek varolanları açıklamada
bireyin bilincinden daha genel bir bilincin mevcudiyeti fikrini doğurmuştur.
Epistemolojik alanda bilgi objesini (bilineni) oluşturan bilgi süjesi (bilen)
olan bilincin eylemi gibi ontolojik alanda da varolanı bu genel bilinç, genel
öz yaratmıştır. “Ben”in bu tek tek varolanları veya nesneler
dünyasını bilmesi ve tanıması ise bu genel bilinçten pay almış, ondan çıkmış
olmasından dolayıdır. Görüldüğü gibi bireysel bilinçlerin izahında bir genci
bilince başvurulmakta ve tek tek bilinçler bu genel bilinç kavramı ile
temellendirilmektedir.
Bu açıklama
biçimlerinde de görüldüğü üzere, öznelci bir anlayışın kendi içinde tutarlı,
kapalı bir sistem oluşturabilmesi için epistemolojik alandan ontolojik alana
geçmesi ve varlığın izahında böyle bir genel özün varlığını kabul etmesi
kaçınılmaz gibi görülmektedir. Bu anlamda öznelci tavrın, idealizm ile
yakınlığı ve hatta özdeşliği açık bir biçimde görülmektedir. Nitekim
Des-cartes, Berkeley, Mach, Fichte böyle bir kaynaşmanın, yani öznel idealizmin
temsilcileri olarak görülebilir.
Öznelcilik, varolanı
açıklama amacıyla ontolojide, filozofların çoğunluğunun yöneldikleri bir yöntem
ve öğreti olarak karşımıza çıkan bir olgudur, tlkçağ’da sofistlerin bir yöntem
olarak benimsedikleri öznelcilik, Protagoras’ın “herşeyin ölçüsü insandır”
meşhur sözü ile dikkati çeker. Çağımıza kadar türlü biçimlerde ve türlü
felsefi Öğretilerle birleşerek etkisini sürdürür. Nitekim çağımızın önemli
felsefi akımlarından olan varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilen
Heidegger’e göre kainat, ancak içinde insan bulunduğu oranda vardır ve onunla
bir anlam ifade eder.
Şüphesiz ki idealizm
ile kaynaşan böylesine bir öznelci tavrın, sonunda solipsizme düşmesi ihtimali
kuvvetlidir ve gözlenen bir olgudur.
Öznelciliğin,
özellikle değerler alanında (axiology) Önemli ve zikredilmesi gerekli bir rolü
ve etkisi dikkati çeker. Ahlaki ve estetik değerlerin, öznenin duygularını ve
bilincin tepkilerini temsil ettiğini ileri süren öznelcilik, ahlaki
yargılarımızın da birey tarafından onaylanan veya onaylanmayan duyguların bîr
yansıması olduğu fikrini ileri sürer. Bu son tanım, meşhur ahlak filozofu ve
antropolog, Edward Alexander Wes-termarek (1862-1939)’a aittir.
Ahlak; öznelcilik,
ahlaki yargıların ve bu yargılardaki mevcut kavramların, insan dışında bizatihi
birer anlama sahip olamayacaklarını ileri süren bir öğretidir. İyi, doğru gibi
ifadelendirişlerin yanında, “boşanma iyidir” veya “boşanma
kötüdür” gibi yargıların, bu ifade ve yargılan ileri süren bireyin düşünce
ve duygularından bağımsız olamayacağını söylemektedir. Bu kabul edilen genel
fikre rağmen, ahlakî öznelcilik görüşünü savunan filozoflar arasında da bazı
tartışmalar ve fikir ayrılıkları vardır. Bu tartışmaların odak noktasını,
ahlakî yargılann bireyin hangi özelliğiyle açıklanabileceği ve bir bireyin mi,
yoksa bir bireyler topluluğunun mu sözkonusu olabileceği yönündeki farklı
görüşler oluşturmaktadır. Yargılamalarımızın, düşüncelerimizi mi, yoksa
duygularımızı mı temsil ettiği sorunu, öz-nelci ahlakın bünyesinde barındırdığı
önemli bir problemdir.
Öznelciliğin, değerler
alanında etkili olduğu diğer bir felsefi disiplin de estetiktir. Genellikle
sübjektif estetik veya psikolojik estetik olarak isimlendirilen bu anlayışta
estetik objeye yönelen süje (birey) önemlidir. Estetik süje, nesne
karşısındaki tavır
alışı ile bir estetik
hadise oluşturmaktadır. Öyleyse estetik, bireyin yani estetik süjenin
oluşturduğu bu tavır alış ile uğraşmalı ve onu incelemelidir. Bu anlayışın
özellikle özdeşleyim (einfühlung) Öğretisinde temsil edildiğim belirtmek
gerekir. Bu öğretinin temsilcisi ise W. Worringer’dİr. Ancak, psikolojizmin
kurucularından Theodor Lipps, psikoloji yolu ile estetik sorunları ve
özdeş-leşim olayını açıkladığı için, aynı zamanda özdeşleyim estetiğinin
kurucusu da sayılmaktadır.
Ali DÖLEK Bk.
Nesnelcilik